Mesnevî-i Şerîf Tercümesi – CİLT 5 (2801 – 3500 Beyitler)
MESNEVÎ-İ ŞERİF Tercümesi
Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)
CİLT 5 (2801 – 3500 Beyitler)
2801 Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.
Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok.
Ben evi, iyi kötü, her şeyden sildim, süpürdüm. Evim, tek Tanrının sevgisiyle dolu.
2805. Orada Tanrıdan başka ne görürsem benim malan değildir, benden bit şey isteyen yoksulun malıdır.
Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir.
Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim.
Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek, arıtmak şarttır.
Bu suretle onda bir bulanıklık ve çerçöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin, görünsün.
2810. A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? Söyle. A gönül düşmanı, suyu, topraktan arıt.
Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın.
Şeyhin, herkesin içinden geçeni bilmesinin sebebi
O suyun içinde hiçbir şeycikler bulunmadığında ” yüzler, ona akseder, orada görünür.
Halbuki senin için temizlenmemiş. Evin, Şeytanla, adam olmayanlarla, canavarlarla dolu.
A eşek, inadından eşeklikte kalakaldın. Nerden Mesih’e ait ruhlardan bir koku alacaksın?
2815. Orada bir hayal başgösterse hangi pusudan çıktığını nerden bileceksin?
İçteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.
Eşeğin hile yüzünden tilkiye alet olması
Eşek bir hayli çalıştı, tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlı kendisine eş olmuştu.
Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası, nice boğazlan yırtmıştır.
Kendisine hakikatler keşfedilen Peygamber, onun için “Az kaldı yoksulluk, küfür olayazdi” dedi.
2820. O eşek, açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi, tut ki öldüm.
Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha iyi.
Önce tövbe etmiş, and içmişti ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da.
Hırs, insanı kör, ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylaştırır.
Halbuki ölüm, eşeklere kolay değildir. Çünkü ebedî canları yoktur ki.
2825. Ebedî canı olmadığı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti, ahmaklıktandır.
Çalış da ebedî cana ulaş, ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun.
Kötü kişinin rızık veren Tanrıya güveni yoktur. Gayıptan ona rızkının cömertçe saçıldığına inanmaz.
Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Tanrı ihsanı, şimdiye kadar onu rızıksız bırakmadı.
Eğer açlık olmasaydı imtilâya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet başgösterirdi.
2830. Açlık illeti, hem lâtif oluş, hem hafif bir hale geliş, hem de Tanrı’ya yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden elbette daha iyidir.
Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.
Az yeyiş ve açlığın iyiliği
Kendine gel, açlık, ilâçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme.
Bütün hastalıklar, açlıkla iyileşir. Bütün ilâçlar, aç olmadıkça sana tesir etmez.
Örnek
Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam, neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? diye sordu?
2835. Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir.
Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum.
Zaten açlık, herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır.
Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Tanrı haslarına vermişlerdir.
Açlığı, öyle her âdi yoksula nerden verecekler? Ot az değil a, önüne koyuverirler.
2840.Ye derler, sen ancak buna lâyıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.
Bir şeyhin, dervişin içini okuyup hırsını anlaması, ona dille nasihat vererek Tanrı emriyle Tanrı’ya dayanma kuvvetini bağışlaması
Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı.
Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı.
Şeyh biliyordu, müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu
elem, bu ıstırap içinde kalacaksın?
Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Âdeta Tanrı’ya dayanma gözünü kapamışsın.
2845. Sen o yüce nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler.
Açlık. Tanrı haslarının gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nerden ona zebun olacak?
Aldırış etme, sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz beklıyesin.
Şu aşagılık ve karnına düşkün kişilere daima kâse üstünde kâse sunarlar, ekmek üstüne ekmek.
Bu çeşit adam öldü mü ekmek, önünden giderek ey yoksullukla, ümitsizlikle kendini öldüren der,
2850. İşte sen öldün, ekmek kaldı. Hadi kalk da al ekmeğini bakalım ey kendini elemlerle öldüren!
Kendine gel de elin, ayağın titremesin. Rızkın, senin ona âşık olmandan ziyade sana âşıktır.
Âşıktır, senin sabırsızlığını bilir de emekliye emekliye sana gelir a herzevekil!
Sabrın olsaydı rızkın gelir, âşıklar gibi kendini sana teslim ederdi.
Açlık korkusundan bu titreyiş nedir? Tanrı’ya dayanmayla tok yaşanabilir pekâlâ.
Büyük bîr adada bir öküz varmış. Ulu Tanrı, o adayı otlarla, çayır, çimenle doldurur, öküz, akşama kadar hepsini otlar, bir dağ parçatı gibi şişer, semirir, gece olunca bütün ovayı otladım, hepsini bitirdim. Yarın ne yiyeceğim diye korkuyla, derde kapılır, uyuyamaz, bu dertle kulak karıştırılan hilâle dönermiş. Sabahleyin kalkınca yine bütün yazıyı, dünkünden daha yeşil, daha bol çayır, çimenle dolu bulur, yine yer, içer, semirir, geceleyin aynı derde düşermiş. Yıllardır bunu görür, fakat Tanrı’ya yine güvenmezmiş.
2855. Dünyada yemyeşil bir ada vardır, orada yalnız başına obur bir öküz yaşar.
Akşama kadar bütün yazıyı yalar, otlar, doyar, semirip şişer.
Gece oldu mu yarın ne yiyeceğim diye düşünceye dalar, bu düşünce onu dertlendirir, ince bir kıla döner.
Sabah olunca yazı, yine yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, tâ bele kadar büyümüştür.
Okuz, öküz açlığına tutulmuştur, akşama kadar bütün yazıyı baştanbaşa otlar, bitirir.
2860. Yine büyür, semirir, şişer. Bedeni yağanır, güçlü kuvvetli bir hale gelir.
Derken akşam oldu mu açlık korkusuna düşer, bu korkuyla titremeye başlar, yine korkusundan zayıflar.
Yarın yayım zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim? diye düşünür durur. Yıllardır, o öküz bu haldedir işte.
Bunca yıldır bu yeşilliği otlar, bu çimenlikte yayılırım.
Hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir diye düşünmez bile.
2865. Akşam oldu, gece bastı mi o semiz öküz, eyvahlar olsun, rızkım bitti diye diye yine zayıflar.
İşte nefis, o öküzdür, yazı da dünya. Nefis ekmek korkusu ile daima zayıflar durur.
Gelecek zamanlarda ne yiyeceğim? Yarının rızkını nasıl ve nerde elde edeceğim kaydına düşer.
Yıllardır yedin, yiyeceğin eksilmedi. Artık biraz da gelecek düşüncesini bırak da geçmişe bak.
Yediğin rızıkları hatırına getir, geleceğe bakma da az sızlan! ;
Aslanın eteği avlaması, çalınıp çabalarken susaması, tu içmek üzere kaynağa gitmesi, gelince-yedek tilkinin, hayvanın en güzel yerleri olan ciğerini, yüreğini ve böbreklerini yemesi. Aslan gelince eşeğin yüreğini ve ciğerini görmeyerek nerde bunun yüreğiyle ciğeri? diye sorması. Tilkinin, onda yürek ve ciğer olsaydı o gün o korkunç hali gördükten ve binlerce hileyle canını kurtardıktan sonra tekrar buraya gelir miydi? demesi. Tanrı da “Kâfirler, duysaydık, yahut aklımız olsaydı cehennemlik olmazdık derler” buyurmuştur.
2870. Tilkicik, eşeği tâ aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti.
O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.
Tilkiceğiz, eşeğin ciğeriyle yüreğini, fırsat bulup yedi.
Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği!
Tilkiye ciğeri nerde, yüreği ne oldu? dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
2875. Tilki dedi ki: Onda yürek, yahut ciğer olsaydı hiçbir kere daha buraya gelir miydi?
O kıyameti görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güçlükle kaçmıştı.
Ciğeri, yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi?
Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.
Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten İbarettir. O sırçaya kandil deme artık.
2880. O sırça, o kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Tanrı’nın ihsanıdır.
Hâsılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak birlik vardır.
Bir yere altı tane kandil kosalar nurlarında sayı ve çokluk olmaz.
O çıfıt, kapları gördü de müşrik oldu. Öbürü de nuru gördü de imana geldi, anlayış sahibi oldu.
Ruh. kaplara baktı mı Şis’le Nuh’u iki görür.
2885. Derenin, suyu varsa deredir. Adam, canı olan adamdır.
Bunlar, insan değillerdir, suretten ibarettirler. Bunlar, ekmek ölüsüdürler, şehvet öldürmüştür bunları.
Bir hale düşmesi yüzünden gündüzün kandille gezip dolaşan papaz
Birisi, gündüzün, gönlü aşk ve yanışla dolu olarak kandille gezerdi.
Bir herzevekil ona dedi ki: A adam, kendine gel de öyle her dükkânı arayıp durma.
Aydın günde kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma şey?
28120. Adam dedi ki: Her yanda adam arıyorum. O nefesle diri olan kimdir?
Bir adam, şu pazar, adamla dolu o hür kişi dedi.
Adam arayan dedi ki: Bu iki yol ağzı ana caddede öfke ve hırs zamanında dayanan bir adam arıyorum.
Öfke ve şehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerde? Bucak, bucak, sokak sokak böyle bir adam arıyorum işte.
Nerde âlemde bu iki halde dayanabilen bir adam ki bugün ona canımı feda edeyim.
2895. Bunu duyan, nadir bulunur bir şey arıyorsun, fakat kaza ve kaderden gafilsin dedi iyi bak.
Sen, fer’e bakıyorsun; asıldan haberin bile yok. Biz fer’iz, asıl olan kader hükümleridir.
Kaza ve kader, dönüp duran gökyüzünün bile yolunu kaybeder. Yüzlerce Utarid’i kaza ve kader, aptallaştırır.
Çare âlemini daraltır, demirle mermeri bile eritir, su haline getirir.
Ey bu yolu adım adım adımlamaya karar veren kişi, sen hamın hamısın, hamın hamısın, hamın hamı!
21200. Değirmen taşının dönüşünü gördün, bari gel de dereyi de gör.
Toprağı, tozu havalanmış görmedesin, toprağın arasında yeli de gör.
Düşünce kaplarını kaynar görmedesin, aklın başına devşir de ateşe de bak.
Tanrı, Eyyub’a ihsanlarını söylerken ben, senin her kılına bir sabır verdim dedi.
Kendine gel de sabrına bu kadar bakma. Sabrı gördün, sabır vereni de gör.
21205. Dolabın dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun coşkun akan suyu da gör.
Görüyorum deyip duruyorsun ama onu .görmenin birçok ayan beyan nişaneleri vardır.
Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lâzım ki denizi de göresin.
Köpüğü gören, sırlar söyler. Fakat denizi gören şaşırır kalır.
Köpüğü gören, niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir.
2910. Köpükleri gören, onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz.
Köpüğü gören dönüp dolaşmaya düşer. Denizi görende hiçbir gıllügiş kalmaz.
Müslümanın bir Mecusiyi dine davet etmesi. Şeytanın, Tanrı kapısındaki hali
Bir adam, Mecusinin birine, yahu, gel de müslüman ol, müslümanlar arasına karış dedi.
Mecusi dedi ki: Tanrı dilerse imana gelirim, ihsanını çoğaltırsa yakın elde ederim dedi.
Müslüman dedi ki: Tanrı, senin imana gelmeni canını cehennemden kurtarmak diler.
2915. Ama kötü nefsin, o çirkin Şeytanın seni küfür tarafının, kilisenin bulunduğu yere çekmektedir.
Mecusi, ey insaf sahibi dedi, mademki onlar üstün, ben de güçlü kuvvetli, olana dost olurum.
Üstün olana dost olabilir, beni daha fazla ve kuvvetle çekenin bulunduğu yere gidebilirim.
Tanrı, benden adamakıllı öz doğruluğu istiyormuş. Dileği yerine gelmedikten sonra ne fayda?
Nefis ve Şeytan, kendi dileğini yürüttükten sonra Tanrı inayeti kahroldu, paramparça oldu demektir
2920. Sen bir köşk, bir saray yaparsın. Onu yüzlerce nakışlarla, resimlerle bezersin.
Sen Onun bir hayır yurdu, bir mescit olmasını istersin ama başka biri çıkar gelir, orayı kilise, manastır yapar.
Yahut da sen bir kumaş dokur, ondan giyinmek için kendine bir kaftan yapmak istersin.
Sen kaftan istersin ama düşman, inadı yüzünden senin rağmine o kumaştan bir şalvar yapar.
Canım efendim, onun isteğine uymaktan başka ne çaresi var kumaşın?
2925.Kumaş sahibi zebun oldu, kumaşın ne kabahati var? Üstün olana alt olmayan kimdir ki?
Birisi, ev sahibinin isteği olmadan sürüp gelir, onun yurduna diken ekerse,
Ev sahibi, elbette horluğa düşmek zorundadır. Ona böyle bir horluk, çaresiz gelip çatar.
Ben de taze ve yeni isem de ne çare?Hor hakir oldum işte.Sevgili böyle istiyor,ben de hor oluyorum.
Nefsin istediği olduktan sonra artık,bir işi Tanrı dilerse olur demek,bir alaydan ibarettir.
2930. Ben,Mecusilerin kusuru,yahut kafirsem de Tanrı hakkında yine böyle bir zanda bulunamam.
Bir kimse,onun dileği olmadan ülkesinde gezsin,dolaşsın,buyruk yürütsün…buna imkan yoktur.
Birisi onu ülkesini ele geçirsin de soluğu yaratan Tanrı,bir nefes bile alamasın,bir şey bile söylemesin, böyle şey olmaz.
Eğer Tanrı,bir adamdan şeytanı sürüp kovmak diler de buna rağmen Şeytan,her an o adamın derdini arttırırsa,
Bu şeytana kul olmak gerek. Çünkü her mecliste üstün çıkan o.
2935. Ben, aman Şeytan bunu benden kapmasın der durursam peki,böyle bir anda o ihsanlar sahibi Tanrı neden elimi tutmaz.
Onun dilediği oluyorsa artık benim işim kimden düzelir ki?
Şeytanın Tanrı kapısındaki hali
Haşa;Tanrı,neyi dilerse o olur. O,mekan aleminde de hakimdir, mekansızlık aleminde de.
Hiçbir kimse,onun ülkesinde onun emri olmadıkça bir kılı bile kımıldatamaz.
Mülk onundur,ferman onun.Onun kapısında en aşağılık köpek, Şeytandır,
2940. Türkmenin, kapısında bir köpeği olsa,o köpek,onun kapısına yüzünü,başını koyup yatsa,
Evin çocukları,kuyruğunu bile çekseler aldırmaz, onların ellerinde oyuncak olur.
Fakat yoldan bir yabancı geçse erkek arslan gibi ona saldırır.
Çünkü ‘Kafirlere şiddetlidir’,dosta gül gibidir, düşmana diken gibi.
Türkmen,ona tutmaç suyu bile verse o, buna razı olur, bekçiliğini yapar.
2945. Peki, köpek Şeytanı da Tanrı yaratmıştır. Onda yüzlerce düşünce, yüzlerce hile halk etmiştir.
İyinin,kötünün yüzsuyunu gidersin diye yüzsularını ona gıda etmiştir.
Halkın yüzsuyu, ona verilen tutmaç suyudur. Şeytan bunu yer,bununla doyar.
Böyle olduğu halde nasıl olur da canı, kudret otağının önünde kurban olmaz?
İyilerden de,kötülerden de sürü sürü nice kişiler var ki ayaklarını yere döşemiş, köpek gibi o kapıya yönelmiştir.
2950. Hepsi de Tanrılık mağarasının eşiğinde köpek gibi yatmışlar, zerre zerre buyruk beklemede,kulak kabartmadalar.
Ey köpek Şeytan, halk bu yola ayak bastı mı onları sına.
Saldır onlara, onları buraya koma. Bu suretle bak bakalım,doğrulukta hangisi er, hangisi dişi?
“Tanrıya sığınırım” neden denir? Köpek, kızıp saldırmaya başlayınca değil mi?
Ey Hıta Türkü “Tanrı’ya sığınırım” demek, köpeğe bağır, yolu aç da,
2955. Otağının kapısına geleyim, senin cömertliğinden bir hacet dileyeyim demektir.
Türk, köpeğin saldırışından âciz olunca bu “Tanrı’ya sığınırım” demek, bu feryadetmek, yerinde bir iş değildir.
Türk de “Tanrı’ya sığınırım” bu köpekten. Bu köpeğin yüzünden yurdumda âciz kaldım.
Sen, bu kapıya gelmeme yardım etmiyorsun, ben de kapıdan çıkamıyorum derse,
Artık, Türkün de başına toprak, konuğun da.
Bir köpek, ikisinin de boynunu bağlıyor demek!
2960. Hâşa… Tanrı hakkı için Türk, bir nara attı mı köpek kim oluyor? Erkek aslan bile kan kusar.
Ey kendine Tanrı aslanı diyen, yıllar oldu, köpeklikte kaldın.
Bu köpek, senin için nasıl av avlayabilir ki sen apaçık köpeğe av olmuşsun!
Sünni müslümanın Cebrî kâfire cevap verip kulun ihtiyarı olduğuna dair delil göstermesi. Sünnet bir yoldur ki, Tanrı hepsine esenlik versin, peygamberler, o yoldan yürümüş, o yolu ayakları ile çiğneyip açmışlardır. O yolun sağında Cebir çölü vardır. Kul, orada kendisinde ihtiyar görmez, emir ve nehyi inkâr edip tevile sapar. Halbuki emir ve nehyin inkârından, emre uyanların yeri olan cennetle, uymayanların durağı ve cezası olan cehennemi inkâr etmek çıkar. Artık iş nereye varır? Ben söylemeyeyim, akıllıya bir işaret yeter. Yine o yolun solunda da Kader çölü vardır. Buraya sapan da yaratıcının kudretini, halkın kudretinin mağlûbu bilir. Bundan da öyle fesatlar meydana gelir ki o Cebrî Mecusi onları sayıp dökmüştür.
Müslüman dedi ki: Ey Cebrî, sözümü dinle, Kendi düşünceni bildirdin, söyleyeceklerini söyledin. Şimdi cevap veriyorum, bana kulak ver.
A satranç oynayan, kendi oyununu gördün. Şimdi de uzun uzadıya hasmının oyununu gör.
2965. Kendi özür defterini okudun. Sünni’nin defterini de oku, ne diye öyle kalakaldın?
Kaza ve kader hususunda cebrice ince sözler söyledin. Şimdi macerayı dinle de onun sırrını benden duy.
Şüphe yok ki bizim bir ihtiyarımız vardır. Duyguyu inkâr edemezsin, bu meydandadır.
Kimse taşa gel buraya demez. Kimse bir toprak parçasından vefa ummaz. –
Kimse adama hadi uç demediği gibi köre de gel, beni gör diye bir teklifte bulunmaz.
2970. Tanrı, “Köre teklif yok” dedi. Hiç güçlükleri açan Tanrı, kimseyi güce sokar mı?
Kimse taşa geç geldin, yahut sopaya neden bana vurdun demez.
Mecbur olandan böyle şeyler aranmayacağı gibi özürlüye de kimse bu çeşit sözler söylemez, vurup dövmez.
Ey yeni, yakası temiz kişi, emir, nehiy, öfke, lütuf ve azarlama, ancak ihtiyacı olanadır.
Zulümde de ihtiyarımız vardır, sitemde de. Ben, bu Şeytanla nefisten bunu kastettim.
2975. İhtiyar, senin içindedir. O, bir Yusuf görmedikçe elini uzatamaz.
İhtiyar ve dilek, nefistedir. Dilediği şeyin yüzünü görür de ondan sonra kol kanad açar.
Köpek uyumuş ama ihtiyarı kayboldu sanma. İşkembeyi gördü mü kuyruğunu sallamaya başlar.
At da arpa gördü mü kişnemeye koyulur; kedi de etin oynadığını görünce miyavlamaya başlar.
İhtiyarın harekete gelmesine sebep görüştür, ateşten kıvılcım çıkaranın körük olduğu gibi.
2980. Şu halde ihtiyarın, İblis gibi seni oynatır. Sana vasıtalık eder, Vis’in selâmını, haberini getirir.
Dilediği bir şeyi adama gösterdi mi, uyumuş olan ihtiyar, derhal gözünü açar.
Melekler de Şeytanın inadına gönlüne feryatlar salar.
Bu suretle hayra olan ihtiyarını harekete getirmek ister. Çünkü bu göstermeden önce sende şu iki huy da uykudadır.
Şu halde ihtiyar damarlarını harekete getirmek için melek de sana yapılacak şeyleri gösterir, Şeytan da.
2985. Sendeki hayır ve şer ihtiyarı, ilham ve vesveselerle birken on olur, on kişinin ihtiyarına sahip olursun.
A tatlı adam, namazın dışındaki işlerin helâl olması için namazdan çıkarken meleklere selâm vermek gerektir.
Bu selâm, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden ihtiyarımla şu namazı kıldım demektir.
Suçtan sonra da tutar, İblise lanet edersin. Çünkü bu eğriliğe onun yüzünden düştün.
Şeytanla melek, gayıp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.
29120. Fakat gözünün önünden gayıp perdesi kalktı mı seni hayıra, şerre sevk edenlerin yüzlerini görürsün.
Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.
Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki.
Melek de, ben sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi ?
Falan günde ben sana şöyle demedim mi? Cinler yolu, o tarafa giden yoldur.
2995. Biz, senin canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlâsla secde etmişiz.
Şimdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni çağırmadayız.
Bu şeytanlar, babana da düşmandı. “Secde edin” emrine uymadılar.
Fakat sen ona uydun da bizi dinlemedin. Hizmet haklarımızı tanımadın bile.
Şimdi biz de meydandayız, onlar da. Sözümüzden, sesimizden tanı, gör der.
3000. Gece yarısı dosttan bir sır duydun, onun söz söyleyişini işittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o dost olduğunu anlarsın.
Geceleyin iki kişi, sana haber getirirse sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın.
Geceleyin aslan ve köpek seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama,
Gündüz olunca yine bağırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırdeder, hangi hayvanlara ait olduğunu anlarsın.
Hâsılı Şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.
3005. Bizde bir gizli ihtiyar vardır, iki şey gördün mü, artar, harekete gelir.
Hocalar, çocukları döverler, hiç karataş terbiye kabul eder mi?
Hiç taşa yarın gel, gelmezsen seni kötü bir surette cezalandırırım der mi?
Hiç akıllı adam, bir toprak parçasını döver, bir taşı azarlar mı ?
Akıl bakımından cebir, kadere inanmamaktan da daha rezilce bir iştir. Çünkü Cebrî olan, kendi duygusunu inkâr ediyor demektir.
3010. Kaderi inkâr eden hiç olmazsa duyguyu inkâr etmiyor. Oğul, Tanrı işi, duyguya sığmaz ya.
Fakat ulu Tanrının işini inkâr edense âdeta delilin delâlet ettiği şeyi inkâr ediyor demektir.
Kaderi inkâr eden, duman vardır da ateş yoktur, kandilin ışığı,, hiçbir ışık olmaksızın aydındır demektir.
Cebri ise ateşi görür de inadina ateş yok der.
Ateş, eteğini tutuşturur, yakar, yine ateş yoktur der. Karanlik, eteğini dolaştırır, yere kapaklanır, yine karanlık yok eder.
3015. Hâsılı bu Cebir dâvası, Sofistliktir. Onun için de Tann’yı inkâr edişten beterdir.
Tanrı’yı inkâr eden, âlem vardır, Tanrı yoktur. Yarabbi diyene icabette bulunamaz, yoktur ki der.
Halbuki bu, dünya hiç yoktur der. Sofist, tereddütler, ıstıraplar içindedir.
Bütün âlem, ihtiyarı ikrar eder, emrin nehyin, şunu getir, onu getirme demenin hak olduğunu söyler de,
O, daima emir ve nehiy yoktur. Yapılan işler, dileğimizle değildir deyip durur.
3020 Arkadaş, duyguyu hayvan bile ikrar eder. Fakat bu husustaki delil, pek incedir.
Zira biz, ihtiyarımızı duyarız. Bize bir işi teklif etmek, yerindedir.
Bir şey dileyerek yapıp yapmamak, yahut zorda kalmak, öfke, dayanıp hoş görmek, tokluk ve açlık gibi vicdani idrâk, sarıyı o kırmızıdan fark etmek, küçüğü büyükten, acıyı tatlıdan, miski pislikten, dokunma duygusu ile katıyı yumuşaktan, sıcağı soğuktan, yakıcıyı, çok sıcak şeyden, yaşı kurudan ve yine dokunarak duvarı ağaçtan ayırdetme gibi duygu yerine kaimdir. Şu halde vicdanî anlayışı inkâr eden, duyguyu inkâr eder, hattâ bundan da beterdir. Vicdani anlayış, duygudan daha açıktır. Çünkü duyguyu bağlamak ve duymadan menetmek, duygunun meydana geleceği yolu bağlamak mümkündür. Fakat vicdanî anlayışı menetmenin imkânı yoktur. Akıllıya bir işaret yeter.
Vicdanî anlayış, duygu yerine kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar.
Onun için bu anlayışa yap, yapma diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girişmek, söyleşmek yerindedir.
Yarın bunu, yahut onu yapayım demek ihtiyara delildir güzelim.
3025. Yaptığın kötülük yüzünden pişman olman da ihtiyarına delâlet eder, demek ki kendi ihtiyarınla pişman oldun, doğru yolu buldun.
Bütün Kur’an, emirdir, nehiydir, korkutmadır. Mermer taşa kim emir verir, bunu kim görmüştür?
Akıllı bilgili adam, toprak parçasına, taşa hükmeder mi ?
Ey ölüler, âcizler, böyle yapın, şöyle edin dedim, neden yapmadınız der mi?
Akıl, tahta parçasına taşa hükmeder mi? Akıl sahibi, resme,
3030. Be hey eli bağlı, ayağı kırık yiğit, mızrağı al; da savaşa gel diye el atar, buyruk yürütmeye kalkar mı?
Peki… Yıldızları ve gökyüzünü yaratan Tanrı,, cahilcesine nasıl emir ve nehiyde bulunur?
Kulda ihtiyar yoktur diye Tanrı’dan güya âciz ihtimalini gidermeye kalkıştın ama onu cahil, ahmak ve aptal yaptın.
Kader yoktur, kul, kendi ihtiyariyle iş yapar demekte hiç olmazsa aciz yoktur, hattâ olsa bile cahillik, acizlikten beterdir.
Türk, kereminden konuğa der ki, kapıma köpeksiz gel, yırtık hırkayla gelme.
3035. Falan yerden edeplice gel de köpeğim, senden ağzını, dudağını bağlasın.
Sense bu sözün tam aksini tutar, otağın kapısına gidersin. Elbette köpek seni yaralar.
Kullar nasıl gitmişlerse öyle git ki köpeği, sana karşı kin ve merhametli olsun.
Sen tutar, kendinle beraber bir köpek, yahut tilki götürürsen elbette her çadırın altından bir köpek çıkar, başına üşüşürler.
Tanrı’dan başkasında ihtiyar yoksa suçluya ne kızıyorsun?
3040. Neden düşmana karşı diş biler durursun? Nasıl onun suçunu, kusurunu görürsün?
Evin damından bir odun kırılıp düşse de seni adamakıllı yaralasa,
Hiç o tahta parçasına kızar mısın, hiç ona kinlenir misin?
Neden bana vurdu da elimi kırdı? O benim can düşmanımmış der misin?
Neden küçük çocukları döversin de büyüklere dokunmazsın?
3045. Malını çalan hırsızı gösterir, tut şunu, elini ayağını kır, onu esir et dersin.
Karına göz koyana karşı yüz binlerce defa coşar, köpürürsün.
Fakat sel gelse de eşyanı götürse akıl, hiç sele kızar, kinlenir mi?
Yahut yel esse de sarığını kapıp uçursa gönlünde yele karşı bir hiddet peydahlanır mı?
Öfke, cebrice, özürlere girişmeyesin diye sana ihtiyarin olduğunu anlatıp durmadadır.
3050. Deveci, bir deveyi dövse o deve, dövene kasdeder.
Devecinin değneğine kızmaz. Görüyorsun ya deve bile ihtiyardan bir kolcuya sahiptir.
Yine böylece bir köpeğe taş atsan iki büklüm olur da sana salar.
Hattâ seni bırakıp o taşı yakalarsa, ısırırsa o da yine sana olan kızgınlığındandır. Çünkü sen ondan uzaktasın, sana el atamıyor, onu ısırıyor.
Hayvani olan akıl bile ihtiyarı biliyor.Artık sen ey insani akıl, utan da ihtiyar yoktur deme.
3055. İhtiyar, apaydın meydandadır ama o obur, sahur yemeği tamahiyle gözünü nurdan kapar.
Çünkü onun bütün meyli, ekmek yemeyedir, bunun için yüzünü karanlığa tutar da daha gündüz olmadı der.
Hırs, gündüzü bile gizledikten sonra artık delile sırtını çevirirse şaşılmaz.
Halkın ihtiyarına ve kaza ve kaderin ihtiyarı gidermeyeceğine dair hikâye
Bir hırsız, şahneye dedi ki: Efendim, yaptığım i}, Tanrı takdiri.
Şahne dedi ki:A iki gözümün nuru, benim yaptığım da Tanrının hikmeti, Tanrı’nın takdiri!
3060. Birisi bir dükkândan bir turp çalsa da a akilli kişi, bu Tanrı takdiri dese,
Başına iki üç yumruk vurur da bu da Tanrı takdiri dersin, koy turpu yerine!
A herzevekil, bir nebat hususunda bakkal bile bu gadri kabul etmiyor da,
Sen buna nasıl güveniyor, ejderhanın çevresinde dönüp dolaşıyorsun?
Böyle bir özürle ey akılsız adam, kanını da tamamıyla sebil ettin, malını da, karını da, öyle mi?
3065 Şu halde birisi de senin bıyığını tutup yolsa da özür getirse, kendisini mecbur gösterse kabul mu edeceksin?
Tanrı hükmü, sana özür olabiliyorsa âlâ, öğren de bana fetva ver bakalım.
Benim de yüzlerce isteğim, şehvetim var da elim, korkudan, Tanrı heybetinden bağlı.
Kerem et de bana şu özrü öğret, elimden ayağımdan düğümü çöz.
Bir sanatı seçmiş, kendine iş edinmişsin. Bu, bîr ihtiyarım var, bir düşüncem var demektir.
3070. Yoksa ey iş eri, neden sanatlar arasında o sanatı seçtin?
Ama nefis ve hava ve heves nöbeti geldi miydi sana yirmi er kuvveti gelir.
Dostun senin bir habbecik menfaatine mâni oha hemen savaş ihtiyarına sahip olur onunla cenge kalkışırsın.
Fakat nimetlere şükür etme nöbeti geldi mi ihtiyarın yoktur; taştan da aşağı bir hal alırsın.
Nihayet cehennem de seni yakıyorum ama hoş gör, beni mazur tut diye özür getirir.
3075. Kimse, bu delille seni mazur görmedikten sonra artık bu delil, seni cellâdın elinden kurtarmaz.
Alem böyle kurulmuş, böyle gider. Bu âlemi gördün ya, o âlemin hali de artık sana malűm oldu demektir.
Cebrîye cevap, ihtiyarı ispat, emir ve nehyin doğruluğu, cebrînin getirdiği özrün hiçbir şeriat ve dinde makbul olmayışı ve onu, yaptığı işin cezasından kurtarmayacağı, nitekim Cebrî İblis’in “Rabbim, beni sen azdırdın” sözünün de kabul edilmediği hakkında hikâye. Az, çoğa delâlet eder.
Birisi ağacın tepesine çıkmış, hırsızcasına şiddetle ağacı silkiyor, meyvalarını döküyordu.
Bağ sahibi gelip a alçak dedi, Tanrı’dan utanmıyor musun? Bu yaptığın ne?
Hırsız dedi ki: Tanrı bağından Tanrı kulu, Tanrı’nın ihsan ettiği hurmayı yerse,
3080. Âdice ne kınıyorsun, gani Tanrı’nın ihsanını neden kıskanıyorsun?
Bağ sahibi, hizmetçisine Aybek, dedi, getir o ipi de şu adama cevap vereyim.
İp gelince hırsızı ağaca bir güzelce bağladı. Arkasına, ayaklarına vurarak onu adamakıllı dövmeye başladı.
Hırsız, yahu dedi, Tanrı’dan utan, bu suçsuz günahsız kulu öldürüyorsun.
Bağcı dedi ki: Tanrının kulu, başka bir kulunu Tanrı sopasiyle güzelce dövüyor.
3085. Sopa da Tanrının, arka da, yan da. Ben, ancak onun kulu ve buyruğunun aletiyim.
Hırsız, cebirden tövbe ettim, ihtiyar vardır, vardır, var dedi.
Kutlardaki ihtiyarları, onun ihtiyarı var etti. Onun ihtiyarı bir atlıdır, bizim ihtiyarımıza binmiş-
Tanrı ihtiyarı, bizim ihtiyarımızı meydana getirmiştir. Emir, ancak ihtiyara dayanır.
Her mahlûkun, ihtiyarsız gibi görünen muktedir bir hâkimi vardır ki,
30120. Onu ihtiyarsız bir surette çekip avlar. Zeydin kulağını tutup bir yana çeker.
Fakat ihtiyacı olmıyan Tanrı, hiçbir aleti olmaksızın, o kulun ihtiyarını, kendisine kement yapar.
Zeydi, kendi ihtiyarı, bağlar.Tanrı da köpeksiz, tuzaksız onu avlar.
O dülger tahtaya hâkimdir, o ressam güzelliğe hâkim.
Demirci, demire hâkimdir, mimar, alete hâkim.
3095. Şaşılacak şey, görülmemiş nesne şudur ki bunca ihtiyar, kul gibi onun ihtiyarına secde eder.
Cansız şeylere kudretin var, fakat bu kudretin, onlardaki cansızlığı giderdi mi?
Onun kudreti de tıpkı bunun gibi kulların ihtiyarlarını gidermez.
İstersen onun kudret ve ihtiyarını kemaliyle söyle. Bu, cebir ve sapıklık olmaz.
Benim küfrüm onun dileğidir dedin ama bil ki senin de bu küfürde bir dileğin var.
3100, Çünkü sen istemedikçe kâfir olmazsın. Dileksiz küfür, tenakuzdur. Hem kâfirsin, hem de küfrü istemiyorsun, böyle şey olur mu?
Âcize emir vermek hem kötü bir şeydir, hem çirkin bir şey. Âcize kızmak, gazap etmekse bundan da beterdir, hele merhamet sahibi Tanrı kızar, gazap ederse!
Öküz boyunduruğa gelmezse döverler. Fakat uçmıyan öküz, hiç döğülür mü, horlanır m?
Öküz bile hizmetten kaçarsa mazur tutulmuyor peki, öküz sahibi, neden mazur sayılsın?
Mademki, hasta değilsin, başını bağlama.İhtiyarın vardır, sakalına, bıyığına gülme.
3105. Çalış, Tanrı şarabını iç,bir tazelik bul da o zaman ihtiyarsız bir hale gelir, kendinden geçersin.
O zaman bütün ihtiyar, o şarabin olur. Sen de tam bir sarhoş gibi tamamiyle mazur sayılırsın.
O zaman ne söylersen sözün, şarabin sözü olur. O zaman ne siler, süpürürsen silip süpürdüğün, şarabın silip süpürmesi olur.
Tanrı kadehinden şarap içen sarhoş, hiç adaletten ve doğrudan başka bir şey yapar mı?
Firavun, imana gelen büyücülerin ellerini, ayaklarını kestireceği vakit Firavun’a yirmi kere dediler ki: Elimizin ayağımızın kesileceğinden pervamız yok.
3110. Bizim elimiz, ayağımız, o tek Tanrı’dır. Zahirî olsa bir gölgeden ibarettir, eksilebilir.
“Tanrı, neyi dilediyse o oldu” hadîsinin mânası. Yani dilek, onun dileğidir, onun rızasıdır. Onun rızasını arayın. Başkalarının hışmından, başkalarının reddetmesinden gönlünüz daralmasın. Hadîsteki “Kâne oldu” sözü mazidir ama Tanrı işinde geçmiş, gelecek yoktur. Çünkü “Tanrı yanında ne sabah vardır, ne akşam.”
Kulun “Tanrı, ne dilediyse o oldu” demesi, o işte tembel ol demek için değildir.
gu söz, kalbini sağlam tutup çalışmaya teşviktir.O hizmette daha fazla gayrette bulun, o işe daha fazla alış ve sarıl demektir.
Sana, adamım, ne dilersen dile. İşin iş, dilediğin şey, dilediğin gibi olacak deseler.
O zaman tembellik etsen de caizdir. Çünkü ne dilersen olup bitecek.
3115. Fakat “Tanrı, neyi dilediyse o oldu.” Hüküm, mutlak ve ebedî olarak onundur derlerse,
Neden o işe yüzlerce adam gibi sarılmaz, kulcasına o işin etrafında dönüp dolaşmazsın?
Vezir, neyi dilerse o olur. Alıp tutmada hüküm onun hükmü derlerse.
Derhal yüz adammışsın gibi onun etrafında dönüp dolaşır, başına ihsan ve lûtuflar dökmesi için elinden geleni yapmaya mı kalkışırsın;
Yoksa vezirden, vezirin köşkünden kaçıp gider misin? Bu son hareket, onun yardımını,lűtfunu aramak değildir ki.
3120. Sen, bu sözü ters anladın da tembelleştin, anlayışına ters bir hal oldu, akim karıştı gitti.
Emir, o filân efendinindir demek, ne demektir? Sakın ha,ondan başkasıyla az düş kalk.
Onun başına dön dolaş. Emir, onun emri, düşmanı o öldürecek, dostun canini o kurtaracak.
O ne dilerse ancak ona nail olabilirsin. Onun için onun yanına az gitme, onu kaybetme, onu seç demektir.
Mademki hüküm, onun hükmü, onun yanın” uğrama, onun etrafında dönüp dolaşma da amel defterin kapkara, yüzün sapsarı olmasın demek değildir.
3125.O sözü, tevîl etmek gerektir ki seni kızıştırsın.
ümitlendirsin, çevik bir hale getirsin, âr ve haya sahibi etsin.
Eğer sana gevşeklik verirse bil ki bu, seni başka bir hale sokuyor, tevil değildir.
Bu söz, seni gayrete getirmek, ümitsizleri iki ellerinden tutmak için gelmiştir.
Kur’an’ın mânasını, ancak Kur’an’dan, yahut da hava ve hevesini ateşe vurmuş,
Kur’an’ın huzurunda alçalmış,kurban olmuş,ruhu,Kur’an kesilmiş adamdan sor.
3130.Bir yağ, tamamiyle güle feda olur, gül kesilirse ister onu yağ diye kokla, ister gül diye!
“Kalem olacak şeyleri yazdı, mürekkebi bile kurudu” demek de buna benzer. Yani “Kalemin mürekkebi kurudu, ibadetle günah bir değildir, emin oluşla hırsızlık ediş bir değildir. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu, şükürle nankörlük bir değildir. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu, şüphe yok Tanrı, ihsan sahiplerinin ecrini zayetmez”, bunları yazdı da kurudu demektir.
“Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu” sözü de insanı, en önemli işe teşvik etmek içindir.
Şu halde kalem, herkesin işine lâyık olan mükâfat ve mücazatı yazmıştır.
Eğri gidersen kalem de sana eğri yazar. Doğru gelirsen kalem de kutluluğunu artırır.
Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin. Kalem bunu yazdı ve mürekkebi kurudu. Adalette bulunursan saadete erersin, kalem bunu yazdı, mürekkebi bile kurudu.
3135. Elinle hırsızlık edersen cezasını çekersin. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Şarap içersen sarhoş olursun. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu.
Reva görür müsün ki Tanrı, işten kalsın, hiçbir şey yapamasın.
İş,benim elimden çıktı,bir şey yapamam artık.Benim yanıma bu kadar gelme, bu kadar sızlanma desin,
“Kalem kurudu” sözünün mânası, benim yanımda adaletle sitem bir değildir.
Ben, hayırla şerrin arasına bir fark koydum. Kötüyle daha kötüyü de ayırdım demektir.
3140. Bir zerre bile sende edep ve hayayı artırsa, dostunda bir zerre daha edepli olsan bil ki bu, Tanrının lûtfudur, ihsanıdır.
O bir zerre, senin kadrini artırır. O bir zerre, harice dağ gibi ayak basar.
Bir padişah olsa da onun yanında emin kişiyle zâlimin bir farkı olmasa.
Onun kendisini reddedeceğinden korkup titreyenle onun işini kınayanı.
Fark etmese, yanında ikisi de bir olsa bu adam, padişah değildir. Kara toprak, o adamın başına!
3145 Bir zerre bile senin çalışmanı atırsa Tanrı terazisinde tartılır.
Halbuki bu padişahların önünde can çekisip durursun. Çünkü bunlar,hiyanetle hakikati bilmezler,haberleri bile yoktur.
Bir kovucunun söziyle yıllarca süren hizmetini zayi ediverdi.
Fakat her şeyi duyan, her şeyi gören bir padişah, koyucuların sözlerine aldırmaz bile.
Bütün kovucular, ondan ümitlerini keser, meyus olurlar. Fakat bize geldiler, kovuculuk ettiler mi onlara bağlılığımız artar.
3150. Padişaha, bizim önümüzde nice kovuculukta bulunurlar, cefakârlıklarımızı söylerler. Yürü, artık kalem kurudu, az vefakâr ol derler.
“Kalem yazdı, mürekkebi kurudu” sözünün mânası, cefa ile vefa birdir demek değildir.
Cefaya karşılık cefa.. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık da vefa.. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu demektir.
Af vardır, fakat ümit parlaklığı nerde ki kul, Tanrı’dan çekinmeyle yüzü ak olsun?
Hırsız af edilse bile canını kurtarır. Fakat nerde vezir ve hazine emini olacak?
3155. Ey din emini, ey Tanrı’ya mensup er, gel ki her tac, her bayrak, eminlikten meydana gelir!
Padişağın oğlu bile olsa da hainlikte bulunsa padişah, bil ki onun başını bedeninden ayırıverir.
Fakat Hintli bir kara köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar.
Ne kölesi? Hattâ bir kapının köpeği bile vefada bulunsa sahibinin gönlünde ona karşı yüzlerce rıza vardır.
3160 Bu yüzden köpeğin, ağzını bile öper. Artık var kıyas et, kapısındaki aslan, vefakârlık etse ona neler yapmaz?
Yalnız hırsız, kulluklar eder, doğruluğu, cefayı kökünden çekip sökerse..
Hani yol kesen Füzeyi gibi. O da oyununu iyi oynadı; bir adam gibi değil, on adam gibi tövbeye sarıldı.. Bu çeşit hırsız da yücelir, devlete erer.
Nitekim büyücüler, sabır ve vefalariyle Firavun’un yüzünü kararttılar.
Evvelce yaptıkları suça karşılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu iş, yüzlerce yıl ibadette bulunmaya benzer mi hiç?
Sen, elli yıl ibadette bulunur, kulluk edersin ama nerden böyle bir doğruluğu elde edeceksin?
Bir yoksul, Herat’ta Horasan Amidi’nin süslenmiş, bezenmiş kullarını gördü. Arap atlarına binmişler, altın sırmalı elbiseler giyinmişler, altınlı külahlar giymişler, daha başka çeşit süslenmişler, bezenmişlerdi. Bunlar hangi beyler, nerenin padişahları diye sordu.Dediler ki: Bunlar bey değil, köle. Horasan Amidi’nin köleleri.Yoksul başını göğe kalırdı da ey Tanrı dedi, kula bakmayı Amid’den öğren. Orada maliye bakanına Amid derler.
3165. Herat şehrinde bir küstah yoksul, mevkii yüksek bir köleyi gördü.
Sırtında atlas bir elbise, belinde altın bir kemer vardı. Köle giderken yoksul, yüzünü gökyüzüne kaldırdı da dedi ki:
Tanrı, kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmezsin?
Ey Tanrı, kula bakmayı bu uludan, padişahımızın, seçtiği bu yüce kişiden öğren bari.
Yoksul muhtaçtı, çıplaktı, hiçbir şeyi yoktu. Kışın soğuktan tirtir titriyordu.
3170. O kendinden haberi olmıyan adam, bu yüzden böyle bir cürette bulundu.
Tanrı’nın binlerce ihsanına, onun nedimi olduğuna, onu bilenler arasına katıldığına güveni vardı.
Padişahın nedimi bir küstahlıkta bulunursa bu-hareketi, kendine senet yapma.
Tanrı,bel verdi. Elbette bel, kemerden iyidir. Fakat taç veren adam, baş da verebilir mi?
Sonunda bir gün padişah, o efendiyi (Amid’i) bir suç altına aldı, elini ayağını bağlattı.
3175. Efendinizin definesi nerede? Gösterin diye kölelere işkence etmeye başladı.
A aşağılık adamlar, onun sırrını söyleyin bana.. Yoksa dilinizi, boğazınızı keserim diye,
Tam bir ay onlara gece gündüz işkence ettirdi.
Onları paramparça etti. Bir tanesi bile efendilerinin sırrını söylemediler.
Bu sırada yoksul uyurken hatiften ses geldi: Ey ulu er, gel de sen de kul olmayı bunlardan öğren!
3180.Ey Yusufların derisini paralıyan, seni de bir kurt paralarsa bunu kendinden bil.
Bütün yıl dokuduğunu giyin, bütün yıl ektiğin” biç!
Anbean sana gelip çatan bu dertler, senin yaptıklarının cezasıdır. İşte “Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu”nun mânası budur.
Bizim âdetimiz değişmez, doğru yolu gösteririz. iyiliğe karşılık iyilik,kötülüğe karşılık da kötülük demektir.
Ne yapacaksan düşün de öyle yap, çünkü Süleyman diridir. Sen Şeytan oldukça kılıcı sıyrılmıştır.
3185. Fakat bir adam melek oldu mu kılıçtan emindir, Süleyman’dan hiçbir korkusu yoktur onun.
Süleyman’ın hükmü, meleğe değildir .Şeytanadır.Eziyet,zahmet,topraktadır,gökte değil.
Bu cebir inanışını bırak, pek boştur bu inanış. Bu inanışı bırak da cebrin sırrının sırrı nedir, anla.
Bütün tembellerin malı olan şu cebri bırak da can gibi olan o cebirden bir haber al.
Mâşukluğu bırak da âşık ol ey güzel ve üstün olduğunu sanan!…
31120. Sen mânada geceden de dilsiz, sessizsin, öyle olduğu halde sözüne niceye bir müşteri arıyacaksın?
Onlar, senin önünde sana aş sallayıp dururlar, ömrün, onların sevdasiyle geçti gitti.
Bana hasetten kıvranma diyorsun ama adam, bir hiçi kaybetti diye haset eder mi hiç?
Aşağılık kişilerin bir şey öğretmesi toprak parçasına nakışlar yapmaya benzer a aç gözlü!
Kendine aşkı ve bakışı öğret.Bu bilgi,taşa kazılan nakış gibidir.
3195. Nefsin sana bir vefa şakirdidir. Başka her şey yok oldu. Sen nerede ne arıyorsun ki?
Başkalarını bilgi sahibi ediyor, yüceltiyor, fakat kendini kötü huylu ve bomboş bir hale sokuyorsun Gönlün,o cennete dolaştı mi,o kaynakla birleşti mi artık kendine gel, boşalmadan korkma.
Tanrı, ey doğru özlü Peygamber, söyle dedi. Çünkü bu,denizdir,söyle,azalmaz.
Yine “Susun ve dinleyin” dendi. Yani kendinize gelin, suyunuzu telef etmeyin, bağ susuzdur.
3200. Babacığım, bu sözün sonu gelmez. Bu sözü bırak da sonuna bak.
Gayretim koymuyor, senin önünde dursunlar, âşık olmadıkları halde sana gülsünler!
Aşıkların, anbean kerem perdesi ardında senin için nara atmadalar.
Sen de o gayp âşıklarına âşık ol,şu beş günlük âşıklara pek aldırış etme.
Bunlar, hileyle, düzenle seni yerler. Yıllardır bunlardan bir habbe bile görmedin.
3205. Halkın yoluna niceye bir hengâme salıp duracaksın? Ayağın mecruh senin,hiçbir muradına ermedin gitti.
iyilik, hoşluk zamanında hepsi dosttur,eştir. Fakat dert ve gam zamanı Tanrı’dan başka kim sana dost?
Gözün, dişin ağrıdığı zaman feryada erişen Tanrı’dan başka elinden tutan var mi?
Sen de o hastalık, o dert zamanını hatırla da Eyaz gibi postuna bak, ibret al.
Pösteki, senin o derde düştüğün zamanki halindir.Eyaz, onun için onu saklamıştır.
Yine o kâfir cebrînin kendisini İslama davet eden, cebir inanışını bırakmaya teşvik edip duran sünniye cevap vermesi, sual ve cevabın iki taraflı olarak uzayıp gitmesi. Müşkül olan şeyi ve cevap verme kudretini ancak hakikî aşk halleder, kesip atar, aşkın sualden, cevaptan pervası yoktur. “Ve bu da Tanrı’nın ihsanıdır, dilediğine verir.”
3210. Cebrî kâfir, öyle bir cevap vermeye girişti ki müslümanın mantığı, âdeta cevaptan âciz kaldı,şaşırdı.
Fakat ben o cevaplarla sualleri hep söylersem söyliyeceğim sözü bırakmalıyım.
Halbuki bizim ondan daha mühim söyliyeceğimiz şeyler var ki onlarla anlayışın daha ziyadeleşir.
Onun için o sual cevabı azıcık ve kısaca anlattık. Bütün, azla meydana çıkar zaten.
Esasen kadere inanmıyanla cebrî arasındaki bu bahis, mahşere kadar sürer gider.
3215. Hasmını alt edemeseydin onun mezhebine uyar, onun yolunu tutardın.
Onlar da cevapta âciz kalsalardı o bozuk yoldan dönerlerdi.
Fakat bu gidişin böyle olması lâzım ki onların hepsi,delillerle yollarının doğruluğuna kanmadalar.
Kimsenin, hasmın müşkül suallerini cevapsız bırakmaması, düşmanın devlet ve ikbalinden mahcup olması, o devleti görmemesi lâzım ki,
Bu yetmiş iki fırka, kıyamete kadar âlemde kalsın.
3220.Çünkü bu âlem, karanlıklar ve gayb âlemidir. Gölge için bir yeryüzü lâzım.
Kıyamete dek şu yetmiş iki fırka kalmadı ki bid’at yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin .
Değerli olan hazinenin birçok kilitleri olur. Hazinenin değeri bundan anlaşılır.
Maksadın yüceliği de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından, yolda aşılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.
Kâbenin şerefi, o sıkıntılarda, çöl Araplarının yol kesiciliğinde ve çölün uzunluğundadır.
3225.İyi olan her gidişin, her yolun bir tehlikesi, bir manii, bir yol kesiciliği vardır.
Bu gidiş, öbürüne hasededer, düşman kesilir. Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır.
Her iki yolun doğruluğu, yürüyüşte birbirine zıd görünür. Her fırka, kendi yolunda hoştur, o yoldan memnundur.
Bir yolun yolcusu, cevap vermezse kavgaya girişir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmiş, böyle gider.
Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız, buna cevap verebilir der.
3230.Vesvesenin ağzını bağlıyan, ancak aşktır.Yoksa vesveseyi kim bağlıyabilmistir ki?
Yüzü güzel dilber ara da âşık ol. Dere dere dolan, bir su kuşu tut.
Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın?
Şu akılla anlaşılacak şeylerden başka aşkta, akılla anlaşılacak daha nice parlak ve güzel şeyler vardır.
3235. Tanrı’da senin bu aklından başka akıllar var ki 5kyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer.
Rızıklarını bu akılla elde dersin. Öbür akla gelince: Onunla yedi kat gökleri, kendine bir döşeme yaparsın.
Tanrı sevgisine düşer, aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hattâ yedi yüzünü ihsan eder.
O kadındır, akıllarıyle oynadılar da Yusuf’un aşk sayvanına sıçradılar.
Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı, ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.
3240. Ululuk ıssı Tanrı’nın güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı adam, o güzelliğe feda ol.
Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerde insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetişen biri?
O söze aşk yüzünden bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz.
Çünkü bir cevap verirse içindeki incinin düşeceğinden korkar.
O, hayırdan da adamakıllı dudağını yummuştur,, serden de. Ağzından incinin düşeceğinden ürker. Nitekim Peygamber’in dostu da demiştir ki: Peygamber, bize bir şeyden haber verdi, bir şey söyledi mi..
3245. O seçilmiş Peygamber, bu incileri saçtığı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi.
Hani başında bir kuş olur da uçmasın diye canin titrer.
Yerinden bile kımıldamaz,o güzelim kuş havalanmasın dersin.
Nefes alma,öksürüğün bile gelse kendini sıkar,o devlet kuşu uçar diye korkundan öksürmezsin bile.
O sırada birisi sana tatlı,yahut acı bir söz söylese ağzına parmağını kor,sus demek istersin.
3250.İşte o kuş hayrettir,seni susturur.Tencerenin ağzını kapatır,seni kaynatmaya başlar.
Padişahın,Eyaz’ı söyletmek üzere mahsus ‘Bunca gamı,neşeyi,cansız bir şey olan çarıkla pöstekiye neden söylersin?’diye sordu
Ey Eyaz,bir çarık parçasına şu sevgi nedir?Neden bir put gibi ona aşıksın?
Mecnun gibi kendi Leyla’ndan yüzünü çevirmişsin de bir çarığı kendine din,iman edinmişsin.
İki eski çarığa niceye kadar bir taze sözler söyleyerek,cansız bir şeye ezeli sırrı açacaksın?
3255.Ey ayaz,Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine,oralardaki döküntülere uzun uzun hitap ediyorsun.
Çarığın göçüp giden hangi sevgilinden kalma?Pöstekin,sanki Yusuf’un gömleği!
Hıristiyan,gibi hani..gider de keşişe bir yıllık suçunu,yaptığı zinaları,kalbinden geçirdiği kötülükleri sayıp döker.
Keşiş,suçunu bağışladı mı,onun affını Tanrı affı bilir.
Halbuki o papaz,ne suç bilir,ne adalet.Ama aşk ve inanış,pek kudretli bir sihirbazdır.
3260.Dostluk ve vehim,yüzlerce Yusuf yaratır.Büyü zaten Harut’la Murat’tan kalmadır.
İnsan,sevgilinin hatırasiyle bir suret yaratır.O suretin çekişi,seni dedikoduya sevk eder.
Suretin önüne varır,yüz binlerce sır dökersin,dostun dosta sır söylemesi gibi.
Halbuki orada ne bir suret vardır ,ne bir heykel.Öyle olduğu halde ondan yüzlerce Elest duyulur,bundan yüzlerce Bela.
Nitekim gönlü yaralı bir ana da yeni ölmüş yavrusunun yanına,
3265.Candan yürekler sırlar söyler.O cansız toprak,ona diri görünür.
O toprağı diri ve canlı sanır,o toprak yığınının gözü,kulağı vardır zannına kapılır.
Onca o toprağın her zerresi duyar,o coştu mu,feryadını iştir,anlar.
Ana,çocuğunun yeni mezarının toprağına anbean gözyaşlarıyla kapanır,yüzünü,gözünü sürer.
3270.Oğlu diriyken bile o canının canına, o can yavrusuna asla böyle yüzünü,gözünü sürmemiştir.
Fakat bu ölümden birkaç gün geçti mi sevgisinin ateşi yatışır.
Ölüye karşı aşk ebedi olmaz ki.Sen,cana canlar katan diriyi sev.
Bu acı geçti mi o mezarın karşısında durmaktan yorgunluk gelir,uykusu gelir.Cansız bir şeyden ancak cansız bir şey doğar.
Çünkü aşk,afsununu çalmış,gitmiştir.Ateş sönüverdi mi kül almıştır.
3275.Gencin aynada gördüğünü ihtiyar,tamamiyle kerpiçte görür.
Pir,senin aşkındır,sakalı da ak olan değil.Pir,yüz binlerce ümitsizin elinden tutandır.
Aşk,ayrılık aleminde suretler düzer.Fakat insan,hakiki sevgiliyle buluştu mu tasavvur bile edilmiyen,tasvire bile sığmayan hakikat meydana çıkar da,
Der ki:Aklın ve akıllının da aslının aslı benim,sarhoşun da.Suretlerdeki o güzellik,bizim aksimizdir.
Şimdi perdelerini kaldırarak,güzelliğimizi vasıtasız gösterdik.
3280.Çünkü benim aksimle çok uğraştın,nihayet zatının tecrit kuvvetini buldun.
Bu taraftan benim cezbem gelince Hıristiyan,arada papazı görmez.
Halbuki o,papaz perdesinin ardındaki Tanrı lutfundan bağışlanmasını,o lutuftan cürüm ve hatanın yargılanmasını,diler.
Bir taştan bir kaynak çıkıp aksa taş,artık o akar suyun içinde gizli kalır.
Ondan sonra artık kimse ona taş demez.Çünkü o taştan o inci çıkıp akmaktadır.
3285.Bu suretleri kaseler bil.Bu kaselere,Hak ne dökerse o dolar.
Mecnun’a akrabasının “Leyla’nın güzelliği pek o kadar fazla değil. Şehrimizde ondan daha güzel nice kızlar var. Sana bir tanesini,iki tanesini gösterelim de içlerinden birini seç,bizi de bu dertten kurtar,kendini de”demeleri.Mecnun’un onlara cevap vermesi.
Ahmaklar, bilgisizliklerinden Mecnun’a dediler ki:Leyla,pek o kadar ahım şahım bir şey değil.
Şehrimizde ondan daha güzel ay gibi yüz binlerce kız var.
Mecnun dedi ki:Suret testidir,güzellik şarap,Tanrı,bana onun suretinden şarap içirmede.
Halbuki onun testisinde size sirke verdi de onun için onun sevgisi,sizin kulağınızı tutup çekmede.
32120.Tanrı,bir testiden hem zehir verir,hem bal.Onu,buna veren de ulu Tanrı’dır,bunu,şuna veren de.
Testiyi görüyorsun ama o şarap,doğru olmayan göze görünmez.
Can zevki,ehlinden başkasını bakmaz,hısmından başkasına nişane vermez.
O şarap,ehlinden başkasını görmez.Şu zarf hicapleriyse onu gizliyen çadırlara benzer.
O deniz,bir çadırdır ki onun içinde kaz yaşar.Fakat kuzgunlar ölürler.
3295.Zehir,yılana gıdadır,azıktır.Ondan başkasınaysa yılanın zehiri,derttir,ölümdür.
Her nimetin,her mihnetin suresi,bana cennettir,ona cehennem.
Şu halde gördüğünüz bütün cisimlerle bütün eşyada hem gıda vardır,hem zehir,fakat siz görmezsiniz.
Her cisim,bir kaseye,bir testiye benzer.Onda hem gıda vardır,hem gönül yakıcı bir hassa.
Kase meydandadır,içindeki gıda gizli.O kaseden ne yediğini,yalnız yiyen bilir.
3300.Yusuf’un sureti,güzel bir kadehti.Babası o kadehten yüzlerce neşe şarabı içerdi.
Fakat kardeşleri,ondan zehirli bir su içtiler de bu yüzden öfkeleri,kinleri arttı.
Sonra yine Zeliha,şekerler yedi,aşktan bir başka çeşit afyon yuttu.
O güzel,Yusuf’tan Yakub’un aldığı gıdadan başka türlü bir gıda aldı.
Çeşit çeşit şerbetler,fakat testi bir.Bu suretle de gayb alemine ait hiçbir şüphen kalmaz ya.
3305.Şarap gayb alemindendir,testi bu cihandan,Testi meydandadır,içindeki şarap,gizliden gizli.
Namahremlerin gözlerinden pek gizli ama mahremlere meydanda,apaçık
Tanrım,gözlerimiz sarhoş bir hale geldi.Yüklerimiz sırtımızı ağırlaştırdı,büktü.Sen bizi affet.
Ey gizli Tanrı,o alemde de doldun,bu aleme de.Doğu nurunun da üstüne yüceldin,batı nurunun da.
Sen,bir sırsın ki sırrımızı açığa vurur,bilirsin.Sen bir fecirsin,kin nehirlerimizi kaynatır akıtırsın.
3310.Ey zatı gizli,ihsanı duyulur Tanrı,sen su gibisin,biz değirmen taşına benzeriz.
Sen yel gibisin,biz toz gibi.Yeli gizlersin de tozu meydandadır.
Sen bir baharsın,biz bağ gibi yemyeşil,hoş bir haldeyiz.O gizlidir,ihsanı aşikar.
Sen can gibisin,biz ele,ayağa benzeriz.Elin tutup koyvermesi,can vasıtasiyledir.
Sen akıl gibisin,biz şu dile benzeriz.Bu dil,şu anlatışı akıldan alır,akıldan beller.
3315.Sen sevinç gibisin,biz gülme gibi.Yani sevincin sonu güler,neşeleniriz.
Bizim hareketimiz,her an sana bir tanıklık vermede;ululuk ıssı Tanrı’ya bir tanıktır.
Değirmen taşının ıstıraplarla dönüşü de,suyun varlığına tanıktır.
Ey benim vehnimden,dedikodumdan dışarı olan Tanrı,toprak benim de başıma,getirdiğim örneğin de başına!
Kul,sabredemez,güzel güzel tasvirlerde bulunur.Her an sana,canım,ayaklarının altına yayılmış döşemedir.
3320.Hani o çoban gibi.O da yarabbi,seni arayan çobana gel.
Gel de gömleğindeki bitleri ayıklıyayım,kırayım.Çarığımı dikeyim,eteğini öpeyim diyordu ya.
Kimse aşk ve muhabbette ona eş olamazdı,fakat Tanrı’yı tesbih etmeyi,ona söz söylemeyi bilmiyordu.
Onun aşkı,gökyüzüne çadır kurmuştu.Köpeğe benzeyen can,o çobanın önünde bir köpek kesilmişti.
Tanrı aşkının denizi coşunca onun gönlüne vurdu,senin kulağına değdi.
Cuha’nın çarşaf giyip kadınlar arasına karışarak vaz dinlemesi ve bir harekette bulunması yüzünden kadının birinin onu tanıyıp erkektir diye nara atması.
3325.Sözü kuvvetli,cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmış vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı.
Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü,kadınlar arasına karıştı.Kimse onu tanımıyordu.
Bir kadın,vaız edene gizlice sordu:Kasıktaki kıllar,namazın bozulmasına sebep olur mu?
Vaiz dedi ki:Uzun olursa namaz mekruh olur.
Ya hamam otuyla,ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun,kabul edilsin.
3330.Kadın:Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi.
Vaız eden dedi ki:Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır.
Cuha,hemen kızkardeş dedi,bak bakalım,benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım,mekruh olacak kadar uzamış mı?
Yanındaki kadın,Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi.
3335.Derhal şiddetli bir nara attı.Hoca,sözüm gönlüne tesir etti dedi.
Cuha dedi ki:Hayır,gönlüne tesir etmedi,eline tesir etti.A akıllı adam,gönlüne tesir etseydi vay haline!
O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu,el de.
Padişahım,bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa,onun eli ayağı olduğu için pek incinir.
Halbuki onlar,elleri,ayakları kesileceği halde “Bize zarar olmaz ki”diye nara attılar,naraları gökyüzüne vardı.Hadi,gel kes dediler,can,can çekişmeden kurtulur.
3340.Biz bildik ki şu tenden ibaret değiliz.Beden olmaksızın da Tanrı ile yaşarız.
Ne mutlu o kişiye ki kendi zatını tanıdı,ebedi emniyet sahasında bir köşk kurdu.
Çocuk,ceviz ve kuru üzüm için ağlar.Halbuki bu,büyük adama göre hiçbir şey değildir
Gönüle göre de beden,cevizle kuru üzümdür.Çocuk,nerden büyüklerin bilgisine sahip olacak?
Kim,perde ardındaysa zaten çocuktur.Er ona derler ki kırılmaz.
3345.Bir adam,sakalla,hayayla erkek olsaydı keçinin de sakalı var,tüyü var.O da adam olurdu.
Halbuki o keçi,kötü bir kılavuz olur,kendisine uyanları ancak kasaba çeker,götürür.
Sakalını tara,ben ilerigelen biriyim demek ister.Doğru ilerigelensin ama ölüme ve gama!
Kendine gel de sakaldan vazgeç,kendine bir yol tut,bu benliği,bu teşvişi bırak.
Bu suretle de aşıklar için gülsuyu kesil,gül bahçesine kılavuz ol,öne düş.
3350. Gül kokusu nedir?Akıl nefesi,ebediyet ülkesinin güzel kılavuzu.
Padişahın tekrar Eyaz’a,çarıkla pösteki işini açıkça söyle de kapı yoldaşların bundan öğüt alsınlar,çünkü”Din,öğütten ibarettir”demesi.
Eyaz,çarığın sırrı nedir,söyle.Bir çarığa bu kadar niyazın nedeni nedir?
Söyle de Sunkur’la arkadasın Bekbaruk duysun,pöstekiyle çarığın sırrının sırrını anlasın.
Eyaz,kulluk senden nurlandı.Nurun,aşağılık alemden kurtuldu gökyüzüne yüceldi.
Senin yüzünden kulluk,hür kişilerin hasret çektikleri bir şey oldu.Sen,kulluğa hayat vereli hürler bile kulluğa özenir oldular.
3355.İnanmış,adam ona derler ki her hususta kafir bile onun imanına hased etsin,özensin.
Ebayezid’in zamanında bir kafire”Müslüman olsana”dedikleri vakit o kafirin bu söze cevap vermesi
Bayezid’in zamanında bir kafir vardı.Ona kutlu bir müslüman dedi ki:
Ne olur müslüman olsan da yüzlerce kurtuluşa erişsen,ululuklar bulsan.
Kafir dedi ki:Eğer müslümanlık,alemin şeyhi Bayezid’in müslümanlığıysa,
Ben ona takat getiremem.O,benim çalışmalarımdan çok üstün.
3360.Dine,imana inanmıyorum ama onun imanına adamakıllı iman etmiştim.
İmanım var ki o,herkesten yüce,pek latif,pek nurlu.
Ağzım adamakıllı mühürlü,iman edemem ama gizliden gizliye onun imanına müminim.
Yok..eğer sizin imanınız,imansa ona ne meylim var,ne iştiham.
İmana yüzlerce meyli olan,sizi gördü mü soğur,kesilir.
3365.Çünkü sizin imanınızdan adam,yalnız bir ad görür,manası yoktur.Nasıl olur da çöle kurtuluş yeri denir?
Sizin imanınıza bakan kişinin imana olan sevgisi soğur gider.
Sesi çirkin müezzinin,kafir ülkesinde ezan okuması ve bir kafirin ona hediye vermesi
Bir müezzin vardı,sesi pek çirkindi.Kafir ülkesinde ezan okurdu.
Ezan okuma,savaş çıkar,düşmanlık uzar dedilerse de.
İnat etti,pervasızca o kafir ülkesinde ezan okumaya koyuldu.
3370.Halk,umumi bir kargaşalıktan korkarken bir de baktılar,elinde bir elbise,kafirin biri çıka geldi.
Dostlar gibi eline mum ve helva almış,öyle bir latif elbiseyi hediye getiriyordu.
Söyleyin,o müezzin nerede?Onun selası ve ezanı,bana rahatlık verdi diye sormadaydı.
Yahu dediler.Nasıl olur?Hiç o bet ses,insana rahatlık verir mi?Kafir dedi ki:Sesi,kiliseye,gelince;
Benim pek güzel,pek yüce bir kızım var,çoktandır müslüman olmak isterdi.
3375.Bu sevda,kafasından bir türlü çıkmıyordu.Bunca kafir ona öğüt verdi.
Fakat gönlünde iman sevgisi,öyle bir yerleşmişti ki.Bu dert,adeta bir buhurdanlıktı,ben de ödağacı.
Anbean imana yöneldikçe ben,dert,azap ve işkence içindeydim.
Bu hususta elimde hiçbir çare yoktu;nihayet bu müezzin ezan verince,
Kızım,bu çirkin ses nedir?Kulağıma geldi de beni berbad etti.
3380.Bütün ömrümde bu kilisede,şu manastırda bu derece çirkin bir ses duymadım dedi.
Kızkardeşi,bu ezandır,müslümanlar okur,müslümanları ibadete çağırırlar dedi.
İnanmadı,başkasına sordu,o da evet deyince,
İnandı,yüzü sapsarı kesildi,müslümanlık hevesi kalmadı.
Ben de teşvişten,azaptan kurtuldum,dün gece korkusuz,rahat bir uyku uyudum.
3385.Onun sesinden bundan dolayı rahatlaştım.Onun için de ona hediye getirdim;nerde o adam?
Müezzini görünce bu hediyeyi kabul et dedi,beni dertten kurtardın,elimi tuttun.
Bana öyle bir ihsanda bulundun ki senin azat kabul etmez bir kulun oldum.
Malda,mülkte,zenginlikte tek bir kişi olsaydım ağzını altınla doldururdum.
İşte sizin imanınız da bunun gibi riya,geçici bir şey.O ezan gibi yol kesici.
33120.Fakat Bayezid’in imanına,onun doğruluğuna karşı gönlümde nice hasret var.
Hani şu kadın gibi..Eşeğin çiftleşmesini gördü de dedi ki:Amanın,şu tek erkeğe bakın!
Çiftleşme buysa bizim kocalarımız,bizimle çiftleşmiyorlar,içimize aptes bozuyorlar.
Bayezid,imanın bütün şartlarını haiz..Aferinler olsun bunun gibi tek aslana!
Onun imanının bir katrası denize gitse deniz,o katrada gark olur.
3395.Nitekim bir zerrecik ateş,ormanlara düşse o zerre,bütün ormanları yakar,yok eder.
Padişahın,yahut ordunun gönlündeki hayal gibi.O hayal de hayaldir ama savaşta düşmanları mahveder.
Muhammed’in yüzünde bir yıldızdır parladı,kafirlerin,çıfıtların gevherleri yok oldu.
İmana erişen aman buldu,imana gelmiyenlerin şüphesi iki kat oldu.
Önce gelenlerin halis küfrü kalmadı da yerini ya müslümanlık tuttu,ya korku..
3400.Bu da hileyle suyu yağa karıştırmaktır.Bu örnekler,nurun zerresine eşit olamaz.
Zerre,bir cisimden ayrılmış,küçücük bir parçadan başka bir şey değildir.Zerre,taksim kabul etmiyen güneş olamaz ki.
Zerre demekte bil ki gizli bir muradım var.Sen,denize mahrem değilsin,ancak köpüksün şimdi.
Şeyhin parlak iman güneşi,şeyhin can doğusundan yüz gösterse,
Bütün aşağılık alemi ta yerin dibine kadar hazine kesilir,bütün yücelikler alemi,yemyeşil cennete döner.
3405.Onun aydın nurdan bir canı var.Hor hakir topraktan bir bedeni.
Şaştım kaldım,acaba o,bu mu,yoksa o mu?Söyle,bu işte müşküle düştüm.
Kardeş,eğer o,bu ise o nedir ki yedi kat gök,onun nuriyle dolmuş.
Yok..o,bu değilse dostum,şu beden nedir öyleyse?Acaba bu ikisinden hangisi,o kim?
Bir kadının,kocasına eti kedi yedi demesi,kocasının,kediyi terazide tartması,kedinin yarım batman gelmesi üzerine a kadın,et yarım batmandı,biraz da fazlaydı.Eğer bu etse kedi nerde,yok,bu kediyse et hani demesi.
Bir adamın bir karısı vardı. Pek hilebaz,pek kötü huylu ve yol kesici bir kadındı.
3410.Adam,eve ne getirirse harcar,telef ederdi. Adam da sesini çıkarmazdı.
Bir gün adam,konuğunu ağırlamak için yüzlerce sıkıntıyla biraz et aldı,eve getirdi.
Kadın onu kebap edip şarapla sildi,süpürdü.Adam gelince de düzensiz sözlerle hileye başladı.
Adam dedi ki:Konuk geldi.et nerde?Konuğa yemek çıkarmak lazım.
Kadın eti şu kedi yedi,hadi git et al yine dedi.
3415.Adam,Aybek dedi,teraziyi getir,şu kediyi bir tartayım.
Terazi geldi,kediyi tarttı,yarım batman geldi.Bunun üzerine a hilebaz kadın dedi,
Et yarım batmandı,yarım okka kadar da fazlalığı olacak.Kedi de tam yarım batman geldi.
Eğer bu,kediyse söyle,et nerede?Yok,bu etse hadi var,bucak bucak kediyi ara.
Bayezid de buysa o ruh nedir?O,o ruhsa şu suret kim?
3420.Dostum,hayretler içinde hayrete düştüm.Bu,ne senin işin,ne benim işim.
Her ikisi de odur.Fakat mahsulün aslı tanedir,o saman çöpü,feridir.
Tanrı hikmeti,bu zıtları birbiriyle kaynaştırdı.Ey kasap,şu oyluk eti,gerdanla beraber işte.
Ruh,bedensiz bir iş yapamaz.Kalıbın da ruhsuz soğur,donar.
Kalıbın meydandadır da canın gizli.Alemin sebepleri de şu ikisinden düzelmiştir.
3425.Toprağı,bir adamın başına atarsan baş yarmaz.Suyu birinin başına atsan yine baş yarılmaz.
Baş yarmak istiyorsan suyla toprağı birbirine katıp kerpiç yapman gerek.
Baş yardın mı o kerpiçin suyu,aslına gider,ayrılış gününde toprak da toprağa kavuşur.
Tanrı’nın suyla toprağı birleştirmesindeki hikmeti,niyazla,inattan hasıl olur.
Ondan sonra daha başka birleşmeler meydana gelir ki onları ne kulak duymuştur,ne göz görmüştür.
3430.Kulak duysaydı kulak olarak kalır, yahut artık başka sözleri duyabilir miydi?
Kar ve buz, güneşi görseydi buzluktan ümidini keser giderdi.
Damarlarına, iliklerine kadar su kesilirdi de bava Davud’u, ondan zırh yapardı.
Her ağacın canına derman olurdu. Her ağaç, onun kudumiyle devlet bulurdu.
Halbuki o donmuş buz, öylece kalakaldı da ağaçlara, bana dokunmayın demeye başladı.
3435.O buz gibi donup kalan adamın cismi de ne bir şeyle uyuşup birleşir, ne de bir şey, onunla uzlaşır.O, ancak kendi nefsinin hırsı peşindedir.
O da faydasız değildir, ondan da ciğerler tazelenir. Fakat yeşillik çavuşu da değildir, yeşillik padişahı da değil.
Eyaz, senin yıldızın, pek yücedir. Her burç, ona durak olamaz.
Himmetin öyle her vefayı beğenir, saflığın, öyle her saflığı seçip kabul eder mi hiç?
Bir beyin, kölesine, git, şarap getir demesi. Köle şarap testisiyle şarap getirirken doğrulukla emreden bir zahidin, yolda bir taşla testiyi kırması. Emîrin, duyunca zahidi tedibe gitmesi. Bu vak’a Isa aleyhisselâm zamanında oldu. O vakit daha şarap haram edilmemişti. Fakat zahit, takva göstermede ve halkı zevkten alıkoymaktaydı
Neşeli ve şaraba düşkün bir bey vardı.Her mahmurun, her çaresiz kişinin sığındığı bir zattı.
3440. Esirgeyici, yoksulları korur, adaletli, altınlar, inciler bağışlayıcı, deryadil bir adamdı.
Erlerin padişahı, inanmış adamların beyi, yol bilir,sırdan anlar, dostlarını görür gözetir bir zattı.
İsa’nın zamanı, Mesih’in devriydi. Halkın gönlünü alan, kimseyi incitmemeye gayret eden o güzel beye,
Bir gece ansızın konuk geldi. O konuk da onun gibi hoş ve iyi bir beydi.
Neşelensinler diye şarap içmek istediler. O zaman şarap helâldi.
3445.Şarapları azdı, dedi ki: Köle, yürü, testiyi doldur,bize şarap getir.
Filân keşişte halis şarap var. Ondan al da canımız, ileri gelenlerin derdinden de halâs olsun, halkın derdinden de.
O keşişin şarabının bir katrası, binlerce testi, binlerce küp şarabın yaptığını yapar.
O şarapta gizli bir maya var, nitekim bazı erler vardır ki aba altında sultandır onlar.
Sen, paramparça hırkaya az bak. Anlaşılmasın diye altının da yüzünü karartırlar.
3450. Lâal, görünüşte buğulu görünür ama kötü göz,onu beğenmesin diyedir bu.
Hazine ve mücevherat, ev içinde olur mu hiç? hazineler, daima yıkık yerlerdedir.
Adem’in hazinesi de yıkık yere gömülmüştü de bu yüzden o melun Şeytan’ın gözü,onu görmedi.
O, toprağa hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmuştur demedeydi.
Köle, iki testi alıp yola düştü. Derhal keşişlerin manastırına vardı.
3455 Altını verip o altın gibi şarabı aldı. Taşı verip karşılığında gevheri satın aldı.
O şarabi ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar.
O şarabi ki fitneler, kargaşalıklar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar.
O şarabi ki kemikleri eritir de tamamiyle can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur.
Ayıkken kulla padişah suyla yağ gibidir ama sarhoşluk vaktinde tendeki cana dönerler.
3460. Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat
bu makama varıp gark olmıyan bunu fark edemez.
işte o köle, bu çeşit şarap almış, o adı sanı güzel beyin köşküne gitmekteydi.
Yolda gamlar görmüş, beyni kuru, belâlara bürünmüş bir zahit, önüne çıkıverdi.
Zahidin bedeni, gönül ateşleriyle yanmış, evini Tanrı’dan başka her şeyden silip süpürmüştü.
Nice çaresiz mihnetlere uğramış, binlerce dağlar üstüne dağlar yakmıştı.
3465.Her an gönlü, savaşlara düşmü, gece gündüz riyazatlara sarılmıştı.
Yıllarca, aylarca kanlara batmış, topraklara bulanmıştı. Gece yarısı o köleyi görünce.
Dedi ki: Testilerdeki nedir? Köle şarap dedi. Zahit, kimin, kime götürüyorsun? diye sordu.
Köle, o ulu beyin dedi. Zahit dedi ki: Tânrı’yı dileyen kişinin ameli böyle mi olur?
Hem Tanrı’yı istiyor, hem de içip eğleniyor ha! Şeytan şarabı sonra da yarım akıl, öyle mi?
3470. Senin aklın, şarapsız böyle dağınık.. Aklına akıllar katmak gerek.
Ya sarhoş olunca aklin ne hale gelir ey bir kuş gibi sarhoşluk tuzağına tutulmuş adam?
Ziya-i Delk’ın boya çok uzundu. Kardeş! Şeyh-îislâm Tacı Belh’ise (ayet kıtaydı. Şey h-i İslâm,kardeşinden pek utanırdı.Ziya, bîr gün kardeşinin dersine geldi. Belh’in bütün ileri gelenleri oradaydı. Ziya, tapı kılıp geçti. Şeyh-i islâm, ona”öyle bir yarı kalktı.
Bunun üzerine Ziya, evet dedi’, çok uzun boylusun, boyundan bir parçacık çal!
Ziya-i Delk, hazır cevap ve tatlı sözlü bir zattı. Şeyh-i islâm Tac-ı Belh’in kardeşiydi.
Tac-ı Bel h, pek kısa boyluydu, âdeta bir kuşa benzerdi.
Bütün bilgileri bilir, âlim faziletli bir adamdı ama Ziya, güzel söz söylemede ve nüktecilikte ondan üstündü.
3475. O, pek kısaydı, Ziya da haddinden fazla uzun. Şeyhülislâm, pek nazlı, pek kibirli bir adamdı.
Bu kardeşinden utandı. Ziya da sözü tesirli bir vaizdi.
Bir meclis günü, Ziya meclise geldi. Meclis, kadılarla, âlim ve temiz kişilerle doluydu.
Şeyhülislâm, kibirinden kardeşine şöyle bir kalktı ve yine derhal yerine oturdu.
Ziya, alınarak dedi ki: Çok uzun boylusun. Bari o selvi boyundan birazcığını çal!
3480.Sende akıl nerde, fikir nerde ki ey bilgi düşmanı, tutup şarap içeceksin?
Yüzün pek güzel, bari biraz da çivit sür. Habeşin yüzüne, çivit, gülünç olur doğrusu.
A azgın, sende nur nerde ki kendinden geçiyor da karanlık arıyorsun.
Gölgeyi gündüz ararlar. Sense bulutlu gecede tutmuş, gölge aramaya çıkmışsın.
Şarap, gıda için halka helâldir ama sevgiyi dileyenlere haramdır.
3485.Âşıkların şarabi gönül kanidir.Onların gözleri yolda,konaktadır.
Böyle bir korkunç çölde bu akıl kılavuzu, tutulup kalıt.
Sen de kılavuzları gözetirsen kervanı helak eder, yolu yitirirsin.
Arpa ekmeği bile hakikaten haramdır.Nefsin önüne kepekle karşılık ekmek koy.
Tanrı yolunun düşmanını hor tut.Hırsızı mimbere çıkarma,dara çek.
34120.Hırsızın elini kes. Kesmekten âcizsen hiç olmazsa bağla.
Seti, onun elini bağlamazsan o,senin elini bağlar. Sen, onun ayağını kırmazsan o,senin ayağını kırar.
Halbuki sen, düşmana şarap ve şeker kamışı veriyorsun. Niçin?Ona zehir gibi gül, taş ve desene!
Zahit, gayrete gelip testiye bir taş attı, kırdı. Köle de testiyi elinden atıp zahitten kaçtı.
Beyin yanına gidince bey,şarap nerde? dedi. Köle birbir macerayı anlattı.
Emîrin, zahidi tedip için şiddetle gitmesi
3495.Bey, ateşe döndü, hemen yerinden doğruldu, bana o zahidin evi nerde? Göster dedi. Göster de şu ağır gürzle kafasını ezeyim. O kahpe oğlunun akılsız kellesini kırayım.
O,köpekliğinden doğru yolu göstermeyi ne bilir?O,ancak şöhret âşıkı.
Bu yobazlık, bu riya ile kendisine bir mevki yapmak, bir şey bahane ederek kendini göstermek istiyor.
Onun, şuna buna riya yapmaktan başka hiçbir hüneri yok.
3500.Deliyse,fitne çıkarmak istiyorsa delinin ilâcı,öküz aletinden yapılma kamçıdır.
[divide style=”2″]
AÇIKLAMALAR: 2801 – 3500 Beyitlerin Notları
S. 230, B. 2819: “Az kaldı yoksulluk, kâfirlik olayazdı” diye bir hadîs rivayet edilmiştir.
S. 235, B. 2869 dan sonraki başlık: “Dediler ki duysaydık, yahut aklımız erseydi cehennemlik olmazdık.” Sûre 67 (Mülk), âyet 11.
S. 238, B. 2911 den sonraki hikâye: Bu hikâye baştan aşağıya kadar irade ve ihtiyar hakkındaki fikir ayrılıklarını anlatır. Cebri kabul eden Havaric, kulun, hayır ve şerri, kendi irade ve ihtiyariyle yapmadığını söylerler. Sünniler tarafından Kaderiyye diye anılan Mutezile, bunların tam zıddıdır. Onlarca Tanrı, herkesin ne yapacağını bilir. Fakat bu bilgisi, o kula o işi cebren yaptırmaz.Kul, hayır ve şerri kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Karşılığında da mükâfat ve mücazata hak kazanır. Şia’nın son gelenleri, bu hususta Mutezile mezhebini kabul etmişlerdir. Sünnilerse ikisi ortası bir cebir kabul ederler. Onlarca kulda bir cüzü irade vardı, Tanrı, herkesin ne yapacağını bilir. Fakat kul, iradesini iyilik veya kötülüğe sarfetti mi o hayr ve şerri Tanrı halkeder. Hayr ve şer, bu bakımdan Tanrı’dandır, fakat iradenin sarfı, kuldan. Sofiyyeye göre vahdette irade düşünülemez bile. Hâsılı bu bahis, müslümanlıkta çok söz söylenmiş, hattâ uğrunda kanlar dökülmüş bir bahistir, c. l, s. 60, b. 617, 618, c. 2, s. 6, b. 61, 63, c. 3, s. 128, b. 1368 ve Gülşeni raz, s. 10, b. 10T nin izahlarına bakınız. İsnaaşeriyye’nin altıncı imamı Ca’fer al-Sadik da “Cebir de yoktur, tefriz de. Belki bu iş, ikisinin arasıdır” yani ne Tanrı, hayr ve şerri kula cebirle yaptırır, ne de kul, kendi iradesiyle yapar, Tanrı işi ona bırakmıştır.Kulun hayr ve şerde bulunması, bu ikisinin arasında olan bir keyfiyettir” demiştir. Bu hikâyeden Mecûsilerin de cebrî oldukları anlaşılıyor.”Kaderiyye, yani kaderi inkâr edip kul, yaptığı işi kendi yapar inanışında bulunanlar, bu Ümmetin Mecusileridir…” diye bir uydurma hadis de rivayet edilmiştir.
S. 241, B. 2943: S. 173, b. 2028 nin izahına bakınız.
S. 241, B. 2949:”Sen onları uyanık sanırsın, halbuki onlar uykudadır. Onları sağa sola biz çeviririz. Köpekleri de ellerini yere uzatmış, mağara kapısında uyumada Onları görüp anlasaydın döner, kaçardın, yahut da korkiyle dolardın.” Sûre 18 (Kehf), âyet 18. Ashabı kehf için c. l, s. 38, b. 392 nin izahına bakınız.
S. 246, B. 3015: Eski Yunan Septikleri, Sofestailer -Sofistler için bakınız: c. l, s. 53, b. 548 in izahı.
S. 254, B. 3110 dan sonraki başlık: Böyle bir hadîs rivayet edilmişti. Hattâ sofiler, bu hadîse dayanarak mekânın, kevne yani varlığa tabi olduğunu, bir şey zahiren olmadıkça mekânın da bulunmayacağını, zamanın da zahiri ve mevhum varlıkların var oluşlarına ve değişmelerine tabi bulunduğunu, zaman mefhumunun iki hâdisenin nisbetinden doğduğunu, geçmiş zamanın mevcut olmayıp halin, daima maziye aktığını, istikbalinse hiç gelmiyeceğini,şu halde alemin her an, Tanrı bilgisindeki suretlerin tecellisinden ibaret bulunduğunu söylerler. Onlarca zamanın hakikatı “an” dan ibarettir. Fakat bu da tecelli bakımındandır. Yoksa Mutlak varlık olan Tanrının zatında böyle bir nispet ve izafet de yoktur.
S. 256, B. 3130 dan sonraki başlık: “Neye lâyıksan kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu.” Bu hadis, Ebuhü-reyre tarafından rivayet edilmiştir ve Buhari hadîslerindendir (Ankaravî, s. 675).
S. 259, B. 3165 te başlıyan hikâye: Bu hikâye, ‘Mantık el-tayr” da da vardır.Sonradan Bektaşi hikâyesi olmuştur. Bir Bektaşi, Mısır’da gezinirken halk, açılın açılın demeye başlamış.Herkes yolun iki yanına dizilmiş. Bektaşi de bir tarafa sığınmış.Geçe geçe sırma haşalı bir at üstünde sırmalı esvaplar giymiş bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir zenci köle,sağa sola selâm vere vere geçmiş, arkasından da birkaç hizmetçi yürüyüp gitmiş,Bektaşi sormuş:Kim bu? Mısır Şahının kulu demişler. Başını gökyüzüne kaldırıp demiş ki: Yarabbi, bu Mısır Şahının kulu, ben senin kulun. Bir ona bak, bir bana. Kula bakmayı bilmiyorsan bari Mısır şahından öğren! Daha sonraları hikâyeye meşhur Mehmet Ali Paşa’nın adı bile girmiştir.
Bektaşi hikâyelerinin,hattâ Nasreddin Hoca fıkralarının nasıl meydana geldiği hakkında çok güzel bir fikir verdiği için yazdık.
S. 262, B. 3209 dan sonraki başlık: “Ve bu, Tanrı ihsanıdır ki dilediğine verir. Tanrı çok büyük ihsan sahibidir.” Sûre 62 (Cumua), âyet 4.
S. 263, B. 3219: Yetmiş iki millet için Hafız divanı, s. 143, b. 1091 in izahina bakınız.
S. 264, B. 3221: Bid’at, sonradan meydâna getirilen usul ve âdet demektir. Müslümanlıkta Peygamber zamanında olmayan şeyler mânasına gelir. İkiye ayrılır: Bid’at-i hasene – güzel bid’atlar, bid’ati seyyie – kötü bid’atlar. Kötüleri, müslümanlıkta kabul edilmez, iyileri kabul edilir. Mesela, Peygamber zamanında minare yoktu.Ezan,yüksek bir yerde, yahut mescidin damında okunurdu. Sonradan minare icadedildi. Bu,güzel ve iyi bir bid’attır.Ölünün ruhu için helva, yahut lokma gibi bir yemek yapılması, müslümanlıkta yoktur. Bu âdet sonradan icadedildi, bid’attır. Hem de eşe dosta yedirilirse kötü bir bid’attır, fakat yoksullara verilirse güzel ve iyidir. Yalnız bid’at işi,pek lastikli olduğundan Âlim adını alan yobazlar, her yeniliğe bid’at diye karşı komuslar, hattâ matbaayı bile kabul etmek istememişlerdi.Bu bid’at derdinden çok şeyler çekilmiştir.
S. 266, B. 3257: Hıristiyanlarda, papaza suçlarını söylemek papaza ve kiliseye bir şey verip, yahut bir ceza çekip papaz tarafından Tanrı adına affedilmek usulü yardır. Bu usul, Bektaşi ve Alevilerde de vardır. Bektaşiler, baş okutmak, Aleviler, görülmek derler. Bektaşilerde muharremin onundan sonra, Alevilerde ekim, biçim zamanı olmıyan kışlarda “Aynicem” yapılır ve herkes, odanın ortasında başındaki tacı çkarıp suçlarını söyler. Baba ve dede, orada bulunanlardan razılık diler. Salik” baba veya dedenin önüne gider. Tacı başına tekbirle giydirilir. Postun altına elinden gelen bir şey kor, bu suretle suçlarından temizlenmiş olur.
S. 268, B. 3280: Tecrid, gönülden, Hak’tan baska her şeyi çıkarmaktır.
S.268, B. 3281: Cezbe için bakınız:Gülşeni raz, b. 23, b. 328 in izahi.
S. 269, B. 3292-3293: “Cennetlerde ehillerinden başka kimseye bakmıyan huriler var ki onlara, daha önce ne bir insan dokunmuştur, ne bir cin.” Sûre 55 (Rahman), âyet 56.
S. 270, B. 3307-3311: Bu beyitler Arapçadır.
S. 272, B. 3324 den sonraki bahis:Cuha için bakınız:c.2, s. 289, b. 3115.
S. 273, B. 3339: Firavun, Musa Peygambere iman eden büyücülerin kol ve ayaklarını kestirip onları hurma ağaçlarına astıracağı zaman, büyücüler “‘Zararımız yok. Biz Rabbimize dönüyoruz” dediler. Sûre 26 (Şura), âyet 50.
S. 274, B. 3350 den sonraki başlık: Peygamber “Din,halkı doğru bir özle ibadete irşad etmektir.” sözünü üç kere tekrarlamış,sahabe “Bu irşad kimin için ey Tanrı elçisi?” diye sorunca “Tanrı için, elçisi ve kitabı için” müslümanları ileri gelenleri için ve bütün müslümanlar için” diye cevap vermiştir. Bu hadîs, Müslim hadîslerindendir.
S. 280, B. 3435: Bu beyit Arapçadır. “İnanan kişi, insanlarla hoş geçinir, kendisiyle de hoş geçinilir. Münafıksa ne insanlarla hoş geçinir, ne de onunla hoş geçinilir, insanlarla hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilemeyen adamdan hayır yoktur” hadisine de işaret edilmektedir.
2801 – 3500 Beyitlerin Notları
S. 230, B. 2819: “Az kaldı yoksulluk, kâfirlik olayazdı” diye bir hadîs rivayet edilmiştir.
S. 235, B. 2869 dan sonraki başlık: “Dediler ki duysaydık, yahut aklımız erseydi cehennemlik olmazdık.” Sûre 67 (Mülk), âyet 11.
S. 238, B. 2911 den sonraki hikâye: Bu hikâye baştan aşağıya kadar irade ve ihtiyar hakkındaki fikir ayrılıklarını anlatır. Cebri kabul eden Havaric, kulun, hayır ve şerri, kendi irade ve ihtiyariyle yapmadığını söylerler. Sünniler tarafından Kaderiyye diye anılan Mutezile, bunların tam zıddıdır. Onlarca Tanrı, herkesin ne yapacağını bilir. Fakat bu bilgisi, o kula o işi cebren yaptırmaz.Kul, hayır ve şerri kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Karşılığında da mükâfat ve mücazata hak kazanır. Şia’nın son gelenleri, bu hususta Mutezile mezhebini kabul etmişlerdir. Sünnilerse ikisi ortası bir cebir kabul ederler. Onlarca kulda bir cüzü irade vardı, Tanrı, herkesin ne yapacağını bilir. Fakat kul, iradesini iyilik veya kötülüğe sarfetti mi o hayr ve şerri Tanrı halkeder. Hayr ve şer, bu bakımdan Tanrı’dandır, fakat iradenin sarfı, kuldan. Sofiyyeye göre vahdette irade düşünülemez bile. Hâsılı bu bahis, müslümanlıkta çok söz söylenmiş, hattâ uğrunda kanlar dökülmüş bir bahistir, c. l, s. 60, b. 617, 618, c. 2, s. 6, b. 61, 63, c. 3, s. 128, b. 1368 ve Gülşeni raz, s. 10, b. 10T nin izahlarına bakınız. İsnaaşeriyye’nin altıncı imamı Ca’fer al-Sadik da “Cebir de yoktur, tefriz de. Belki bu iş, ikisinin arasıdır” yani ne Tanrı, hayr ve şerri kula cebirle yaptırır, ne de kul, kendi iradesiyle yapar, Tanrı işi ona bırakmıştır.Kulun hayr ve şerde bulunması, bu ikisinin arasında olan bir keyfiyettir” demiştir. Bu hikâyeden Mecûsilerin de cebrî oldukları anlaşılıyor.”Kaderiyye, yani kaderi inkâr edip kul, yaptığı işi kendi yapar inanışında bulunanlar, bu Ümmetin Mecusileridir…” diye bir uydurma hadis de rivayet edilmiştir.
S. 241, B. 2943: S. 173, b. 2028 nin izahına bakınız.
S. 241, B. 2949:”Sen onları uyanık sanırsın, halbuki onlar uykudadır. Onları sağa sola biz çeviririz. Köpekleri de ellerini yere uzatmış, mağara kapısında uyumada Onları görüp anlasaydın döner, kaçardın, yahut da korkiyle dolardın.” Sûre 18 (Kehf), âyet 18. Ashabı kehf için c. l, s. 38, b. 392 nin izahına bakınız.
S. 246, B. 3015: Eski Yunan Septikleri, Sofestailer -Sofistler için bakınız: c. l, s. 53, b. 548 in izahı.
S. 254, B. 3110 dan sonraki başlık: Böyle bir hadîs rivayet edilmişti. Hattâ sofiler, bu hadîse dayanarak mekânın, kevne yani varlığa tabi olduğunu, bir şey zahiren olmadıkça mekânın da bulunmayacağını, zamanın da zahiri ve mevhum varlıkların var oluşlarına ve değişmelerine tabi bulunduğunu, zaman mefhumunun iki hâdisenin nisbetinden doğduğunu, geçmiş zamanın mevcut olmayıp halin, daima maziye aktığını, istikbalinse hiç gelmiyeceğini,şu halde alemin her an, Tanrı bilgisindeki suretlerin tecellisinden ibaret bulunduğunu söylerler. Onlarca zamanın hakikatı “an” dan ibarettir. Fakat bu da tecelli bakımındandır. Yoksa Mutlak varlık olan Tanrının zatında böyle bir nispet ve izafet de yoktur.
S. 256, B. 3130 dan sonraki başlık: “Neye lâyıksan kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu.” Bu hadis, Ebuhü-reyre tarafından rivayet edilmiştir ve Buhari hadîslerindendir (Ankaravî, s. 675).
S. 259, B. 3165 te başlıyan hikâye: Bu hikâye, ‘Mantık el-tayr” da da vardır.Sonradan Bektaşi hikâyesi olmuştur. Bir Bektaşi, Mısır’da gezinirken halk, açılın açılın demeye başlamış.Herkes yolun iki yanına dizilmiş. Bektaşi de bir tarafa sığınmış.Geçe geçe sırma haşalı bir at üstünde sırmalı esvaplar giymiş bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir zenci köle,sağa sola selâm vere vere geçmiş, arkasından da birkaç hizmetçi yürüyüp gitmiş,Bektaşi sormuş:Kim bu? Mısır Şahının kulu demişler. Başını gökyüzüne kaldırıp demiş ki: Yarabbi, bu Mısır Şahının kulu, ben senin kulun. Bir ona bak, bir bana. Kula bakmayı bilmiyorsan bari Mısır şahından öğren! Daha sonraları hikâyeye meşhur Mehmet Ali Paşa’nın adı bile girmiştir.
Bektaşi hikâyelerinin,hattâ Nasreddin Hoca fıkralarının nasıl meydana geldiği hakkında çok güzel bir fikir verdiği için yazdık.
S. 262, B. 3209 dan sonraki başlık: “Ve bu, Tanrı ihsanıdır ki dilediğine verir. Tanrı çok büyük ihsan sahibidir.” Sûre 62 (Cumua), âyet 4.
S. 263, B. 3219: Yetmiş iki millet için Hafız divanı, s. 143, b. 1091 in izahina bakınız.
S. 264, B. 3221: Bid’at, sonradan meydâna getirilen usul ve âdet demektir. Müslümanlıkta Peygamber zamanında olmayan şeyler mânasına gelir. İkiye ayrılır: Bid’at-i hasene – güzel bid’atlar, bid’ati seyyie – kötü bid’atlar. Kötüleri, müslümanlıkta kabul edilmez, iyileri kabul edilir. Mesela, Peygamber zamanında minare yoktu.Ezan,yüksek bir yerde, yahut mescidin damında okunurdu. Sonradan minare icadedildi. Bu,güzel ve iyi bir bid’attır.Ölünün ruhu için helva, yahut lokma gibi bir yemek yapılması, müslümanlıkta yoktur. Bu âdet sonradan icadedildi, bid’attır. Hem de eşe dosta yedirilirse kötü bir bid’attır, fakat yoksullara verilirse güzel ve iyidir. Yalnız bid’at işi,pek lastikli olduğundan Âlim adını alan yobazlar, her yeniliğe bid’at diye karşı komuslar, hattâ matbaayı bile kabul etmek istememişlerdi.Bu bid’at derdinden çok şeyler çekilmiştir.
S. 266, B. 3257: Hıristiyanlarda, papaza suçlarını söylemek papaza ve kiliseye bir şey verip, yahut bir ceza çekip papaz tarafından Tanrı adına affedilmek usulü yardır. Bu usul, Bektaşi ve Alevilerde de vardır. Bektaşiler, baş okutmak, Aleviler, görülmek derler. Bektaşilerde muharremin onundan sonra, Alevilerde ekim, biçim zamanı olmıyan kışlarda “Aynicem” yapılır ve herkes, odanın ortasında başındaki tacı çkarıp suçlarını söyler. Baba ve dede, orada bulunanlardan razılık diler. Salik” baba veya dedenin önüne gider. Tacı başına tekbirle giydirilir. Postun altına elinden gelen bir şey kor, bu suretle suçlarından temizlenmiş olur.
S. 268, B. 3280: Tecrid, gönülden, Hak’tan baska her şeyi çıkarmaktır.
S.268, B. 3281: Cezbe için bakınız:Gülşeni raz, b. 23, b. 328 in izahi.
S. 269, B. 3292-3293: “Cennetlerde ehillerinden başka kimseye bakmıyan huriler var ki onlara, daha önce ne bir insan dokunmuştur, ne bir cin.” Sûre 55 (Rahman), âyet 56.
S. 270, B. 3307-3311: Bu beyitler Arapçadır.
S. 272, B. 3324 den sonraki bahis:Cuha için bakınız:c.2, s. 289, b. 3115.
S. 273, B. 3339: Firavun, Musa Peygambere iman eden büyücülerin kol ve ayaklarını kestirip onları hurma ağaçlarına astıracağı zaman, büyücüler “‘Zararımız yok. Biz Rabbimize dönüyoruz” dediler. Sûre 26 (Şura), âyet 50.
S. 274, B. 3350 den sonraki başlık: Peygamber “Din,halkı doğru bir özle ibadete irşad etmektir.” sözünü üç kere tekrarlamış,sahabe “Bu irşad kimin için ey Tanrı elçisi?” diye sorunca “Tanrı için, elçisi ve kitabı için” müslümanları ileri gelenleri için ve bütün müslümanlar için” diye cevap vermiştir. Bu hadîs, Müslim hadîslerindendir.
S. 280, B. 3435: Bu beyit Arapçadır. “İnanan kişi, insanlarla hoş geçinir, kendisiyle de hoş geçinilir. Münafıksa ne insanlarla hoş geçinir, ne de onunla hoş geçinilir, insanlarla hoş geçinmeyen ve kendisiyle hoş geçinilemeyen adamdan hayır yoktur” hadisine de işaret edilmektedir.
MESNEVÎ-İ ŞERİF Tercümesi
Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)
6. CİLT (1 – 700 Beyitler)
6. CİLT (701 – 1400 Beyitler)
6. CİLT (1401 – 2100 Beyitler)
6. CİLT (2101 – 2800 Beyitler)
6. CİLT (2801 – 3500 Beyitler)
6. CİLT (3501 – 4200 Beyitler)
6. CİLT (4201 – 4915 Beyitler)