Mesnevî-i Şerîf Tercümesi – CİLT 5 (2101 – 2800 Beyitler)
MESNEVÎ-İ ŞERİF Tercümesi
Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)
CİLT 5 (2101 – 2800 Beyitler)
2101 Adam öldürenin kan diyeti Padişahın hilmine havale edilmiştir. Nefsimiz sarhoştu kendinde değildi. O hilimden haberi yoktu. Şeytan, sarhoşluğundan istifade etti de külahını kaptı.
Halimliğinin sakisi şarap dökmeseydi Şeytan, nereden Adem’le kavgaya girerdi?
Meleklere bilgi belletildiği zaman Adem onların hocasıydı; paralarının ayarına bakan oydu.
2105. Fakat cennette hilim şarabını içtiği için Şeytanın bir oyunu ile yüzü sarardı.
O bela, Tanrı belletmesinin incileriydi. Onu çabuk çevik bilgi sahibi yapmıştı. Yine Tanrının kuvvetli hilim afyonu, hırsız Şeytanı, onun eşyasına doğru sürmüş, getirmişti. Akıl, sakim sensin, elimden tut diye onun hilmine gelir sığınır.
Padişahın, Eyaz’a ister affet, ister mücazatta bulun.. Adalet ve lütuf bakımından hangisini yapsan doğrudur ve her birinde maslahatlar vardır. Adalette binlerce lütuf gizli olduğu gibi “Kısasta da sizin için hayat vardır. ” Bir kaatilin hayatı hususunda kısası hoş görmiyen, yalnız onun hayatına bakar, siyaset korkusuyla öyle bir iş yapmaktan çekinecek olan yüz binlerce masumun hayatına bakmaz.
Ey Eyaz suçlulara hükmet. Ey tertemiz olan ve kötülüklerden yüzlerce defa sakınıp çekinen Eyaz!
2110. Seni iki yüz kere kaynatıp sınasam sende yine bir hile bulamam.
Sayısız halk sınanmadan utanır. Halbuki sınamalarda sen herkesi utandırıyorsun.
Bu,yalnız bilgi değil, adeta dağ, yüzlerce dağ.
Padişah bu sözleri söyleyince Eyaz dedi ki: Padişahım, bu lütuf ve ihsan, senin lütuf ve ihsanındır. Bunu böyle bilirim ben, ancak o çarıkla posttan ibaretim.
Onun için Peygamber bunu anlattı, dedi ki: Kim kendisini bilirse Tanrısını bilir.
2115. Çarığın menidir, kanın post. Hocam bundan ötesi hep onun ihsanı.
Başka yok, bu, bu kadardır deme. Daha arayıp isteyesin diye ihsan etmiştir.
Bağcı, bostanının fidanlarını, mahsulünü bilesin diye sana birkaç elma verir.
Buğdaycı, alıcıya bir avuç buğday verir ama ambarındaki anlasın diye.
Bilgisini, bilgisinin çokluğunu anlasın diye hoca, sana birkaç mesele anlatır.
2120. Yok, ilmi işte bu kadar dersen sakaldan çerçöp silker gibi seni atar, kendisinden uzaklaştırır.
Ey Eyaz, şimdi gel de ceza ver. Alemde görülmemiş bir adaletin temelini koy.
Suçluların ölümüne müstahaktır. Fakat affını hilmini gözetiyorlar, tamahları buna.
Bakalım, merhametin mi üstün olacak, öfken mi? Kevser suyu mu üste çıkacak alev mi?
Halkı avlamak için Elest ahdinden beri hilim dalı da hışım dalı da… İkisi de var.
2125. Bunun için o apaçık Elestü sözünde nefiyle ispat birbirine eştir.
Çünkü bu söz, ispatı bildiren bir sorgudur, fakat onda “Leyse-değildir” sözü gömülüdür.
Bırak da bu ham anlayış kalsın. Hasların kasesini halkın önüne koyma.
Allah’ın kahrı vebaya, lütfu da sabah yeline benzer. Birisi demiri çeker, öbürü saman çöpünü.
Tanrı, doğruları doğru yola kadar çeker. Batıl olanlarda batılları çekerler.
2130. Mide helvayı severse helvayı çeker, safraya mensupsa sirkeyi ister.
Sıcak döşeme, üstüne oturanın soğukluğunu alır, soğuk döşeme hararetini alır.
Dost görürsen sevgin kaynar, düşman görürsen kızar, öfkelenirsin.
Ey Eyaz, bu işi çabuk bitir. Çünkü bu, bir çeşit öç almadır ki beklenmekte.
Padişahın, Eyaz’a, çabuk bu hükmü bitir, bekleme. “Günler aramızdadır, bazen bize yardım eder, bazen size”deme. Çünkü bekleyiş, ölümden beterdin diye acele etmesini emir buyurması ve Eyaz’ın cevabı
Eyaz, padişahım dedi, bütün ferman senin. Güneş varken yıldız görünmez.
2135. Zühre, Utarit, yahut da şahap ne oluyor ki güneş varken görünebilsin.
Hırkamla postumdan geçebilseydim hiç böyle kınama tohumu eker miydim?
Odanın kapısındaki kilidi açmak da neydi? Hayale kapılan yüzlerce hasetçi bundan ne umuyordu?
Suyun içine el atmışlar, her biri dere de kuru toprak arıyordu.
Hiç derede kuru toprak bulunur mu? Hiç balık suya asi olabilir mi?
2140. Bu yoksulun cefacı olduğunu sanıyorlardı. Halbuki, öyle vefalıyım ki vefa bile benim vefamı görür de utanır.
Mahrem olmayanlardan çekinmeseydim vefaya ait birkaç söz söylerdim.
Alem şüpheci ve tutulacak bir yer arayıcı. Onun için bizde deriden hariç söz söyleyelim. Kendini kırarsan iç olur, içe ait latif hikayeler duyarsın.
Cevizin kabuğunda ses vardır ama içinde, yağında ses ne gezer.
2145. Onun da sesi vardır, vardır ama kulak duyamaz. Onun sesi, güzelim kulaktan gizlidir. Yoksa için sesi pek güzeldir. Onu duyan, kabuğun şakırtısını dinler mi hiç?
Sen sükut ederek içi elde edesin diye o şakırtıya tahammül ediyorsun.
Bir müddet dudaksız, kulaksız ol da sonra dudak gibi tatlı şeylere eş ol.
Niceye bir nazım ve nesir söyleyecek, sırları açığa vuracaksın? Hocam, bir günceğiz de şunu sına, dilsiz ol bakalım.
Bunca zamandır dedikoduyu sınadık, bir zaman da sükut etmeyi deneyelim.
2150. Ne kadar zamandır kabız veren acı ve sert yemekler pişirdin, bir kere de tatlı yemekler pişirmeyi dene.
Birisi, kıyamette kendine gelir. İsyan defteri, eline simsiyah olarak verilir.
Yas mektupları gibi üstü simsiyah, içi kenarları suçlarla dolu.
Baştanbaşa kötülüklerle suçlarla dolu. Kafirle dolu olan savaş yeri gibi.
Elbette pis ve veballe dolu olan öyle bir defter, sağlam gelmez sol yandan gelir.
2155. Peki, o halde burada da defterine bak, sol eline mi yaraşır sağ eline mi?
Dükkanda bir tek sol ayak mesti, bir tek de sol ayak ayakkabısı bulunsa sınamadan onların sol olduğunu anlarsın.
Sen de mademki sağ değilsin, bil ki solsun. Aslanla maymunun sesi anlaşılır.
Fakat gülü güzelleştiren, ona güzel kokular veren Tanrının ihsanı, lütfu, her solu sağ yapar. Her solağa o, sağlık verir. Denize duru suyu o ihsan eder.
2160. Onun tapısında soldan sağ ol da onun lütuf ve ihsanlarını gör.
Reva görür müsün şu bayağı defter, soldan sağa geçsin? Sen söyle.
Zulüm ve cefalarla dolu olan böyle bir defter, nasıl olur da sağ ele layık olur?
Kafirler hakkında “Onlara gökleri ve yeryüzünü kim yarattı, diye sorarsan Tanrı yarattı derler” demiştir. Haline uygun söz söylemeyen ve kendisine uygun davada bulunmayan adam da bunlara benzer. Gökleri, yeryüzünü ve bütün mahlukatı yaratan duyar, görür, hazır, nazır, her şeyi gözetir ve her yerde bulunur, kudret sahibi bir tek Tanrı’nın varlığını kabul eden nasıl olur da taştan yontulan bir puta tapar, malını,canını, ona feda eder?
Bir zahidin pek kıskanç bir karısı, bir de huri gibi güzel bir halayığı vardı.
Kadın, kıskançlığından kocasını gözetir, halayıkla hiç yalnız bırakmazdı.
2165. Kadın, bir zaman onların ikisini de gözetti, yalnız kalmalarına fırsat vermedi.
Nihayet Tanrının kaza ve kaderi gelip çattı. Koruyucu akıl, şaşırdı gitti.
Tanrı hükmü, Tanrı takdiri gelince akıl kim oluyor ki? Ay bile tutulur.
Kadın, hamama gitmişti. Birden aklına geldi hamam tasını evde unutmuştu.
Kuş gibi hemencecik koş. Evden o gümüş hamam tasını getir dedi.
2170. Halayık bu sözü duyunca efendisiyle buluşabileceğini düşünüp adeta canlandı.
Efendi şimdi evde yalnızdır deyip sevine, sevine hemen eve koştu.
Halayık altı yıldır efendisini yalnız bulmayı gözlüyordu, bu sevdadaydı.
Adeta uçarak eve geldi. Efendiyi evde yalnız buldu.
Şehvet, iki aşığı da öyle bürümüştü, ikisinin de gözleri öyle kararmıştı ki ihtiyatı akıllarına bile getirmediler. Evin kapısını kapamadılar.
2175. İkisi de neşeyle kucaklaştılar, birleştiler. Adeta o anda iki can bir oldu.
Bu sırada hamamda kadının aklına geldi nasıl oldu da dedi, ben bu kızı eve yolladım?
Adeta kendi elimle ateşi pamuğun içine attım. Koçu koyuna saldım.
Başındaki kili hemen yıkadı, cansız bir halde halayığın ardına düştü. Hem koşuyor, hem çarşafını giyiyordu.
O halayık can sevgisiyle koşmuştu, bu korkusundan koşuyordu. Aşk nerede, korku nerede? Aralarında ne fark var?
2180. Arif, her an padişahın tahtına kadar ulaşır. Zahitse yürür,yürür bir ayda tam bir günlük yol alır.
Zahidin de şerefli bir günü yok değildir, vardır. Vardır ama onun günü, nereden elli bin yıllık olacak.
İş erinin ömründe her gün, bu cihan yıllarınca elli bin yıldır.
Akıllar, bu sırra eremezler, kapı dışında kalırlar. Bu sır, vehmin ödünü patlatırsa ko patlatsın. Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır.
2185. Aşk, Tanrı sıfatıdır. Fakat korku, şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
Kuran’da “Onlar Tanrıyı severler” sözünü okudun ya, bu söz “Tanrı da onları sever” sözüne eştir.
Şu halde muhabbeti de Tanrı sıfatı bil, aşkı da. Azizim korku Tanrı sıfatı olamaz.
Tanrı sıfatı nerede, bir avuç toprağın sıfatı nerede? Sonradan yaratılanın sıfatı nerede, o pak ve önü sonu olmayan Tanrının sıfatı nerede?
Aşkın sıfatını söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır.
21120. Çünkü kıyametin kopacağı bir zaman, bu dünyanın bir sonu vardır. Fakat Tanrı sıfatına son nerede?
Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kainatı kaplar.
Korkak zahit, ayağı ile yürümeye çabalar. Aşılarsa şimşekten de hızlı uçarlar, yelden de!
O korkaklar, aşkın tozuna nereden ulaşacaklar? Aşk derdi, gökyüzünü döşeme edinir.
Zahit bu makama ulaşamaz. Meğer ki Tanrı ışığının inayeti gelip erişe de bu alemden ve bu yürüyüşten kurtula.
2195. Kendi kuşundan, düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha yol bula.
Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu ikisinin ardından gelir.
Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının sesi kulaklarına gelince,
Halayıkcağız perişan bir halde sıçradı, adam da namaza durdu.
Kadın halayıkcağızı perişan, şaşkın ve somurtkan,
2200. Kocasını da namaz da görünce bu halden şüphelendi.
Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti ve hayaları, meni içinde.
Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı dizi pislik içinde.
Başına vurdu da dedi ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur?
Şu alet, bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Tanrıyı anmaya ve namaza layık mıdır?
2205. Sen de insaf et, zulümle, kötülükle, küfür ve kinle dolu olan amel defteri sağ yandan verilmeye değer mi?
Kafire de bu gökyüzünü, şu halkı ve alemi kim yarattı? Diye sorsan,
Der ki: Tanrı yarattı. Yaratmak, Tanrıya layıktır.
Fakat onun küfrü, bir hayli kötülüğü ve sitemi, bu çeşit ikrarla bir araya gelir mi?
O kötü ve çirkin hareketler, o noksan işler, bu çeşit bir ikrarla bir araya sığar mı?
2210. İşi, ikrarını yalanlar. Bu suretle de o, korku azabına layık olur.
Mahşer günü, her gizli şey, meydana çıkar. Her suç, kendiliğinden insanı rezil eder.
Elle ayak, dile gelir. Tanrı huzurunda onun kötülüğüne şahadet eder.
El ben şöyle çaldım der, dudak ben şöyle sordum der.
Ayak, ben şehvete koştum, ferç ben zina ettim diye tanıklık eder.
2215. Göz der ki: Ben harama baktım. Kulak der ki: Ben kötü söz işittim.
Derken sözleri baştan aşağıya yalan olur, azası yalanını meydana çıkarır.
Nitekim doğru düzen namazın da yalanı, hayaların tanıklığı ile meydana çıktı.
Şu halde öyle hareket etki o hareketin, dilsiz, dudaksız, tanıklığın, şahadet ederim demenin ta kendisi olsun.
Bütün beden, her uzuv, faydada şahadet ederim desin ey oğul.
2220. Kulun, efendisinin izini izlemesi, ben buyruğa tabiim, şu da benim efendimdir demesidir.
Ömür defterini kararttınsa önce yaptıklarına tövbe et.
Ömrün geçtiyse kökü bu demdir, tez ömür ağacını tövbe suyuyla sula.
Ömrünün köküne abıhayat dök de ömür ağacın yeşersin.
Bütün geçmiştekiler, bu tövbeyle iyileşir. Geçen yıldaki zehir, bu yüzden şeker kesilir.
2225.Tanrı, kötülüklerini iyiliğe çevirir. Geçmişteki bütün suçların ibadet olur.
Hocam Nasuh tövbesine sarıl, canla başla buna çalış.
Bu Nasuh tövbesini sana anlatayım, dinle. İnanmışsın ama yeniden inan!
Süt, memeden çıktı mı bir daha dönüp memeye giremez. Nasuh tövbesi de böyledir. İnsan, bir suçtan tövbe etti mi bir daha o suçu aklına bile getirmez, değil ona rağbet etmek, her an ondan nefreti artar. O nefret, tövbenin kabul edildiğine işarettir. O istek, önce lezzetsiz bir hale geldi, sonradan da istek yerine bu nefret geçti. Nitekim “Aşkı, başka bir aşktan başkası getiremez, neden o sevgiliden güzel bir sevgiliye âşık olmuyorsun?” demişler. İnsanın gönlü, tövbeden yine o suça meylederse bu meyil, tövbenin kabul ” edilmediğine, kabul lezzetinin o suçun yerine geçmediğine delildir. Yani “Kolay ibadetleri ona kolaylaştırırız” hükmü zahir olmamıştır, onda hâlâ “Güç şeyleri, kötülükleri, ona kolay gösteririz” hükmü vardır.
Bundan önce Nasuh adlı bir adam vardı. Tellâklık eder, bu suretle kadınları avlardı.
Yüzü, kadın yüzüne benzerdi. Tüyü tüsü yoktu. Erkekliğini daima gizlerdi..
2230. Kadınların hamamında tellâklık ederdi. Kötülükle, hilede pek çevikti.
Yıllarca tellâklık etti, kimse onun halinden, sırrından bir koku bile almadı.
Çünkü sesi de kadın sesine benziyordu, yüzü de kadın yüzüne. Fakat şehvette pek yüceydi, pek uyanıktı.
Çarşaf giyer, başını örter, peçe takardı. Fakat şehvetli ve azgın bir gençti.
Bu suretle padişahların kızlarını bile güzelce keseler, ovar, yıkardı.
2235. Tövbe etmekte, ayak diremeye çalışmaktaydı. Fakat kâfir nefis, tövbesini bozdurup dururdu.
O kötü işli herif, bir arifin yanına gidip “‘Beni duada an” diye yalvardı.
O hür er, onun sırrını anladı ama Tanrı hilmi gibi o da açığa vurmadı.
Dudağı kilitliydi ama gönlünde sırlar vardı. Dudağını yummuştu ama gönlü seslerle doluydu.
Tanrı şarabını içen arifler, sırları bilirler ama örterler.
2240. İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerler.
Arif, tuhaf tuhaf güldü de dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Tanrı seni kurtarsın.
Tanrı’ya ulaşmış arifin Tanrı’dan isteği, Tanrı’nın kendinden bir şey istemesine benzer. Çünkü “Ben, onun kulağı, sözü, dili ve eli olurum” ve “O taşları attığın zaman sen atmadın, Allah attı” denmiştir. Bu hususta bir çok âyetlerle hadîsler vardır. Tanrı’nın sebep yaratması, suçlunun kulağını tutmuş, Nasuh tövbesine götürmüştür.
O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi.
Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Tanrıda yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür.
Tanrı, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder?
2245. Ululuk ıssı Tanrı, onu bu lanetleme işten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halketti.
Nasuh, hamamda tası doldururken padişahın kızının bir incisi kayboldu.
Küpesindeki incilerden biri kayboldu ve bütün kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular.
Önce herkesin eşyasını araştırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar.
Herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi çalan da rezil olmadı.
2250. Bunun üzerine bu üstün körü işi bırakıp herkesin ağzını, kulağını, vücudundaki bütün delikleri adamakıllı aramaya koyuldular.
O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar.
Hepiniz soyunun, ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı.
Sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir, herkesi aramaya başladılar.
Nasuh, korkusundan tenha bir yere çekildi. Yüzü, korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti.
2255. Ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tirtir titriyordu.
Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahtlar ettim, sonra onları bozdum.
Ben, bana lâyık olanları yaptım. Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı.
Arama nöbeti bana gelirse eyvah bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim?
Ciğerime yüzlerce kor düştü. Münacatımdaki ciğer kokusuna bak.
2260. Böyle bir keder, böyle bir gam, kâfirde bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım, medet medet!
Keşke anam, beni doğurmasaydı, yahut da beni bir aslan paralasaydı.
Tanrım, sana düşeni yap. Beni, her delikten bir yılan sokmada.
Ne de taş gibi bir canım, ne de demir gibi bir yüreğim varmış. Yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim.
Vaktim daraldı, bir an içinde feryadıma yetiş, padişahlık et.
2265. Beni bu sefer de korur, suçumu örtersen ne olur? Her türlü yapılmıyacak işlerden tövbe ettim.
Bu sefer de tövbemi kabul et de tövbemde durmak için yüzlerce kemer bağlanayım.
Bu sefer de kusurda bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme.
Hem böyle söylenip titremede, hem katra katra gözyaşları dökmede, hem de cellâtların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryadetmedeydi.
Hiçbir Firenk bu hale düşmesin. Hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor.
2270. Kendine ağlayıp duruyor, Azrail’i gözünün önünde görüyordu.
Yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber yarabbi, yarabbi demeye başladı.
O yarabbi yarabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu:
Arama nöbetinin Nasuh’a gelmesi ve “Herkesi aradık, Nasuh’u da arayın” denmesi, Nasuh’un korkudan kendisinden geçişi, Tanrı elçisinin – Tanrı ona rahmet ve esenlikler versin – bir hastalığa, yahut sıkıntıya uğradığı vakit “Şiddetten, açılır, savuşursun” buyurduğu gibi Nasuh’un da o şiddetten kurtuluşu.
Herkesi aradık, ey Nasuh, sen gel. Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendisinden geçti, âdeta bedeninden ruhu uçtu.
Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı.
2275. Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Tanrı’ya ulaştı.
Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. Tanrı, bir doğan kuşuna benziyen canını, huzuruna çağırdı.
Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü.
Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk’a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu.
Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.
2280. Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır.
Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad’a uçar gider.
Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel’un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.
2285. Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir.
Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.
İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh’tan helâllık dilemeleri
Canı helak eden o korkudan sonra “Kaybolan inci, işte buracıkta” diye müjdeler geldi.
Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değen bulunmaz eşsiz inci bulundu.
İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu.
22120.Hamam, halkın bağrışmasiyle, hüzün gitti feryadiyle, el çırpmasiyle doldu.
Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
2295. Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı.
Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
2300. Nasuh, “Bu bana Tanrı’nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben.
Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Tanrım.
2305. Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu.
Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
Sonra da yine Tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.
2310. Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı.
Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.
2315. Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim.
Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka “Keşke kavmim bilseydi, Tanrı beni ne yüzden yarlığadı” diye nara atmaktayım dedi.
Sultanın, Nasuh’u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi
Ondan sonra birisi gelip Nasuh’a iltifat ederek dedi ki: Padişahımızın kızı, seni çağırıyor.
Ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka.
Gönlü, senden başka bir tellâk istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak, senin işin.
2320. Nasuh, yürü yürü dedi, elim işten kurtuldu benim. Senin Nasuh’un hastalandı şimdi.
Yürü, koş, acele bir başkasını bul. Tanrı hakkıyçin benim elim, işe varmıyor artık.
Kendi kendisine de suç, hadden aştı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider?
Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben ölüm ve yokluk acısını tattım.
Tanrı’ya sağlam tövbe ettim. Canım, bedenimden ayrılmadıkça bu tövbeyi bozmam.
2325. O mihneti gördükten sonra ancak eşek olanın ayağı, tehlikenin bulunduğu tarafa gider diyordu.
Birisi tövbe eder, pişman olur, sonra o nedameti unutur da deneneni yine denemeye kalkarsa ebedî olarak ziyana düşer. Tövbesinde sebatı, kuvveti olmaz, o tövbeden bir halâvet duymaz ve tövbesi kabul edilmezse, Tanrı’ya sığınırız, Köksüz ağaca benzer. Her gün biraz daha sararır, biraz daha kurur.
Bir çiftçinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamiyle arık bir haldeydi.
Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç biilâç dolaşır dururdu.
Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu. Eşek gece gündüz yas, matem içindeydi.
Oralarda bir kamışlık, bir orman vardı. Orada da işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.
2330. Aslan, bir erkek fille savaşmış, yorulup hastalanmış, avdan kalmıştı.
O zayıflıkla bir müddet avlanamadı, öbür canavarlar da kuşluk yemeği yiyemez oldular.
Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlar da dara düştüler.
Aslan, bir tilkiye var git, benim içim bir eşek avla.
Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir.
2335. Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim.
Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım.
Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona, o bildiğin afsunlardan oku,
Onu afsunlarla, güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.
Tanrı ilhamiyle, mertebelere göre halka yargılanma ve rahmet gıdasından ecir verme bakımından Tanrı’ya vâsıl olan kutup, aslana benzer. Başka canavarlar da onun artıklarını yeyip doyarlar. Fakat onların aslana yakınlıkları, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır. Bunun tafsilleri, çoktur, doğru yola götüren, Tanrı’dır
Kutup aslandır, işi de avlanmakdır. Bu halkın artakalanları, onun artıklarını yerler.
2340. Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın.
Onun, halk gibi kuvvetsiz kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızık, aklın elinden verilir.
Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse bunu gözet.
O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzuvlara benzer. Bedenin tedbiri, akla bağlıdır.
Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur. ruh cihetinden değil. Gemi zayıflar. Nuh zayıflamaz.
2345. Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner.
Gemisini tamir hususunda ona yardım et. has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış.
Ona yardım edersen bu yardım sana yarar, ona değil- Tanrı “Tanrıya yardım ederseniz yardıma nail olursunuz” buyurdu.
Tilki gibi av avla da ona feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak al.
Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan, ölü hayvan avlar.
2350. Onun önüne ölüyü getirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen gübre, mahsulü geliştirir.
Tilki, aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım.
Hile ve afsun benim isimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.
Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu.
Candan bir selâm verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.
2355. Dedi ki: Bu kuru ovada ne âlemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun?
Eşek dedi ki: İster gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Tanrı veriyor, ona şükretmedeyim.
Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da. Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var.
Mademki rızkı taksim eden o, şikâyet küfürdür. Sabır gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın anahtarıdır.
Tanrıdan başka herkes düşmandır, dost odur. Şu halde dosttan düşmana şikâyetlenmek iyi bir şey mi?
2360. Bana ayran verirse bal istemem. Çünkü her nimetin bir gamı vardır.
Oduncunun eşeği, has ahırdaki arap atlarının şevketini görünce o devleti dilemesi, bu hikâye münasebetiyle de yargılanma ve inayetten başka bir şey istemenin doğru olmadığı. Çünkü yüz çeşit zahmet, yargılanma lezzeti gibi olsa o zahmetlerin hepsi de atlıdır. Fakat denenmiyen devleti istersen o devletin bir de zahmeti vardır, sen onu göremezsin. Nitekim her tuzakta tane görünür, tuzak görünmez. Sense şu bir tek tuzağa tutulmuşsun, o tanelerin hep senin olmasını ister keşke oraya varsam onların hepsini toplasam dersin. Sanırsın ki o taneler, tuzaksızdır.
Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu.
Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı, ölümünü arayıp duruyordu.
Arpa nerde? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bir şişle onu nodullayıp duruyordu.
İmrahor, onu görüp acıdı. Eşeğin sahibiyle dostluğu vardı.
2365. Ona selâm verdi, bu eşek neden böyle dal gibi iki kat olmuş diye sordu.
Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahlûk saman bulamıyor dedi.
İmrahor dedi ki: Sen, birkaç gün onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin.
Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı.
Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel ve taze arap atlarını gördü.
2370. Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde.
Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı da dedi ki: Ey ulu Tanrı,
Tutalım eşeğim, senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?
Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum,
Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve belâ, yalnız bana mahsus?
2375. Derken ansızın savaş koptu. Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler.
Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı.
Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler.
Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi.
Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.
2380. Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi, ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım.
O gıdadan da bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen, dünyayı terk eder.
Eşeğin, ben kısmetime razıyım deyip tilkinin sözünü beğenmemesi
Tilki dedi ki: Tanrı emrine uyup helâl rızık aramak farzdır.
Bu âlem, sebepler âlemidir. Sebepsiz hiçbir şey elde edilmez, şu halde mutlaka dilemek lâzımdır.
Tanrı “Allah’ın ihsanını dileyin” diye emretti. Kaplan gibi kaçmak caiz değildir.
2385. Peygamber, rızık için “Kapısı bağlıdır, kapısında da kilit var” buyurmuştur.
O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır.
Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yok. İstemeden ekmek vermek, Tanrının âdeti değildir.
Tilkiye eşeğin cevap vermesi
Eşek, o senin dediğin Tanrı’ya dayanmanın zayıflığından. Yoksa can veren, ekmek de verir.
Padişahlık ve zafer istiyen kişiye ekmek lokması az gelmez oğlum.
23120. Tuzak kurup av avlıyanlarla yırtıcı canavarların hepsi rızık yemede. Bunlar, ne kazanç peşinde dolaşırlar, ne de rızık kazanmaya çalışırlar.
Rızık verici Tanrı, herkese kısmetini vermededir. Herkesin kısmetini, önüne koymadadır.
Kim sabrederse rızkı gelir yetişir. Çalışıp çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır dedi.
Tilkinin eşeğe cevabı
Tilki dedi ki: Tanrı’ya dayanma, nadir bulunur. Bu dayanmada mahir olanlar, pek az kimselerdir.
Nadir şeyin etrafında dönüp dolaşmak, bilgisizlikten ileri gelir. Herkes, nerden padişahlığa yol bulacak?
2395. Peygamber, kanaate hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes, elde edebilir mi?
Haddini bil de yukarlarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!
Eşeğin, tilkiye cevap vermesi
Eşek, bunu ters söylüyorsun dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir.
Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
Tanrı, ekmeği domuzlarla köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı değil ya.
2400. Sen nasıl rızıka düşkün bir âşıksan rızık da rızık yiyene öyle düşkün bir âşıktır.
Tanrı’ya dayanma münasebetiyle bu dayancı denemek istiyen ve sebepleri bırakıp şehirden ve halkın geçeceği yerlerden uzaklaşarak bir dağ eteğine giden, açlıktan basını bir taşa koyan ve içinden Yarabbi, senin sebep yaratmana ve rızık vericiliğine dayandım, sebepleri bıraktım. Bu suretle sana dayanmanın sebep halk etmesini de göreyim diyen zahidin hikâyesi
Bir zahit, Mustafa’dan “Herkesin rızkı Tanrıdan gelir.
Dilesen de, dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır” sözünü duymuştu.
Denemek için sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu.
Bakalım diyordu, rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım kuvvetlensin.
2405. Bir kervan, yolunu kaybetti. Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş görünce,
Birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir yerde çıplak bir halde yatıyor?
Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan korkmuyor. ölü mü acaba, yoksa diri mi? dedi.
Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er, mahsustan hiçbir şey söylemedi.
Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı.
2410. Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler. Boğazına dökmek istediler.
Zahit, rızkın, insana çaresiz yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini sıktı.
Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamiyle bitmiş, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
Koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp dişlerini zorla açtılar.
2415 Ağzına çorba döktüler, ekmek parçaları tıktılar.
Adam dedi ki: Gönül, susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun.
Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızık veren Tanrıdır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum.
Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızık, sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.
Tilkinin eşeğe cevap vermesi ve onu kazanca teşvik etmesi
Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!
2420 Tanrı sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun.
Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.
Eşeğin, tilkiye Tanrı’ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Tanrı’ya dayanma vardır. Tanrı’ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi
2425. Eşek dedi ki: Ben Tanrı’ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur.
Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
Tilki, bundan sonra ona “Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın” emrini söyledi.
Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı’nın âlemi geniş.
2430. Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla.
Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
Eşek, eşekliğinden “A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
2435 Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf?
Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir
nişane yok ey yüce kişi?” diyemedi.
Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
2440. Birisi, deveye “Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?” dedi.
Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
İnatçı Firavun, Musa’nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Tanrıydı ya!
Mucize ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Tanrılık kibri, Tanrılık hışımı ne oldu?
2445. Oturunca “Ben yüce Tanrıyım” diyordu. Bir kurtcağız için bu yaltaklanma neden?
Senin nefsin, mezeyle, hurma şarabiyle sarhoşsa bil ki gayıp salkımını görmemiştir.
Çünkü o nuru görenlerde alâmetler vardır. Onlar, bu gurur yüzünden uzaklaşırlar.
Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş, tatlı suyu görmemiştir.
Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir.
2450. Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır” yol kesen taşlanmış Şeytandan da.
Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır.
Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkanır durur.
O köpük, toprağa aittir, denizde gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.
Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık Şeytan, bir daha ona el atamaz.
2455. Eşek, tilkiye sırlar söyledi ama serserice söyledi, mukallitçe söyledi.
Suyu övdü, fakat iştiyakı yoktu. Yüzünü, elbisesini yırttı, fakat âşık değildi.
Münafıkın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür, dudağındadır, kalbinde değil.
Elma kokusuna sahiptir ama elmaya değil. O koku, onda ancak zarar vermek için vardır.
Bütün kadınlar, savaşta saf yarmazlar, feryat ve figan ederler.
2460. Onu saf içinde aslan gibi görürsün, eline kılıcını almıştır ama eli titrer durur.
Vay aklı dişi, kötü ve çirkin nefsi erkek ve atılmaya hazır olana!
Nihayet onun aklı alt olur. Ziyandan başka bir yere göçemez.
Ne mutlu aklı erkek olana, çirkin nefsi dişi ve âciz bulunana!
Cüzi aklı, erkek ve üst olursa dişi nefsini aklı, alt eder.
2465. Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi, eşekliğindendir.
Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.
O eşek de çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti.
Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu, öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu.
Babam, sabır demir kalkandır. Tanrı, kalkana “Zafer geldi çattı” yazısını yazmıştır.
2470 Mukallit, söz arasında yüzlerce delil getirir. Fakat onları kıyas bakımından söyler, açık bir tarzda değil.
Misklere bulanmıştır ama misk değildir. Kendisinde misk kokusu vardır ama pis bir şeydir ancak.
Ey mürit, pislik, misk haline gelinceye kadar yıllarca o bahçede otlamak gerek.
Evet, arpa yememeli eşekler gibi. Ceylâncasına Huten ülkesinde erguvan otlamak gerek.
Karanfilden, yaseminden, gülden başka bir şey otlama. O ceylânlarla Huten sahrasına yürü!
2475 Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul.
Mideni şu ottan, arpadan vazgeçir, reyhan ve gül yemeye başla.
Ten midesi, insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa.
Ot ve arpa yiyen kurban olur. Tanrı nuriyle gıdalanan Kuran olur.
Senin yarın pisliktir, yarın misk. Kendine gel de pisliği değil, Çin miskini artır.
2480 O mukallitte yüzlerce delil, yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok.
Söyliyende can ve fer olmazsa sözünde yaprak ve meyva nerden olacak? Öyle söz, tesir eder mi hiç?
Küstahçasına insanları yola sokar ama kendisi saman çöpünden fazla titrer.
Sözü pek parlaktır, fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.
Kâmil ve Tanrı’ya ulaşmış şeyhin davetiyle, okumakla fazilet kazanmış kişilerin sözleri arasındaki fark
Nura ulaşmış şeyh, insana yol bildirir, sözünü nurla yoldaş eder.
2485. Çalış çabala da sarhoş ol, nura ulaş, sözünden Tanrı nuru aksın.
Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzetini alır.
Havuç, elma, ayva ve ceviz, pekmezde kayna” tılsa hepsinden de pekmez lezzetini alırsın.
Bilgi de nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilginden nur bulurlar.
Ne söylersen o da nur olur. Çünkü gökten sudan başka bir şey yağmaz.
24120. Gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok.
Oluktaki su iğretidir, halbuki bulutta ve denizde yaradılıştan vardır.
Düşünce, oluğa benzer. Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir.
Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.
Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı.
2495. Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi, onu kandırdı.
Yemek hırsı onu öyle bir alçaktı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.
Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp “Bu neden,” diye sordu. Çocuk, “Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim” dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı’ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu. “Benim beytim, beyit değil, bir ülkedir* Alayım, alay değil, bir şey öğretmektir.” “Şüphe yok ki Tanrı ne sivrisineği örnek getirmeden utanır, ne ondan üstün olanları.” Yani ondan üstün olanların inkâr yüzünden ruhlarının değişmesini, denemiştir. Kâfirler “Tanrı bu örnekle neyi murat ediyor yani?” derler. Bu söze cevap olarak da “Bununla birçoklarını azdırıp sapıtmak, birçoklarını da doğru yola götürmek diler” buyurur. Çünkü her sınama, teraziye benzer. Çoklarının o vasıtayla yüzü kızarır, benizlerine kan gelir, çok kişiler de muratlarına eremez, mahrum olurlar. Bu hususta azıcık düsünsen yüce sonuçlarından çoğunu bulursun
Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
Bu sırada o mel’un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne?
Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.
2500. Oğlancı, Tanrı’ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.
Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki?
Tutalım Aliden Zülfikar’ı miras aldın, Tanrı aslanındaki kol, sende de varsa göster.
Mesih’ten bir nefes bellediğini farzedelim, İsa’nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam?
Kazanmak, bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani?
2505. Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş içine atış nerde?
Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o delille Zülfikar haline getir.
Bir delil, seni amelden alıkorsa o Tanrının gazabıdır.
Yolda korkanları kuvvetli bir hale getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir titremedesin.
Herkese Tanrı’ya dayanma dersi veriyorsun ama hırsından havadaki sivrisineğin damarını sormadasın.
2510. A oğlan, askerin önünde gidiyorsun ama bıyığının yalancılığına aletin tanıklık vermede.
Gönül, namertlikle dolu olduktan sonra sakalınla, bıyığına, ancak gülünür.
Yağmur gibi gözyaşları dökerek tövbe et de bıyık ve sakalını, alay mevzuu olmadan kurtar.
Erlik ilâcını kullan da hamel burcundaki kızgın güneşe dön.
Mideyi bırak, gönül tarafına salın. Salın da Tanrıdan sana perdesiz bir selâm gelsin.
2515. Kendine çekidüzen verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin.
Eşek, her ne kadar çekindiyse de nihayet tilki üstün oldu, onu aslanın bulunduğu ormana çekti
Tilki, hilede ayak diredi. Eşeğin sakalını tutup çekti.
Nerde o tekkenin ilâhicisi ki hararetle defe vurup “Eşek gitti, eşek gitti” desin?
Bir tavşan bile aslanı kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez?
Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir afsun okuma.
2520. Onun afsunu helvadan da tatlıdır. Hattâ o öyle bir erdir ki ayağının bastığı toprak, yüzlerce helvaya değer.
Şarapla dolu koca küpler, onun dudaklarındaki şaraptan mayalanmıştır.
Ondan uzakta kalan can, lâ’al dudaklardaki şarabı görmediği için şaraba âşıktır.
Kör kuş, tatlı suyu görmemiş, kara ve acı suyun etrafında dönüp dolaşmasın!
Can Musası, gönlü Sina haline getirir, kör dudu kuşlarının gözlerini açar.
2525. Can Şirininin Hüsrev’i nöbet urmuştur. Şehirde şeker ucuzlamıştır.
Gayp Yusufları ordularını çekmede, şeker denklerini getirmede.
Mısır’dan gelen develerin yüzü bizim tarafa yönelmiş, ey dudu kuşları, şenlik seslerini duyun!
Şehrimiz, yarın şekerle dolacak. Şeker zaten ucuz ama daha da ucuzlayacak.
Ey tatlı sevenler, şekerlere bulanın, sofrası olanların körlüklerine rağmen dudu gibi şekerlere bakın.
2530. Şeker kamışını dövün, iş ancak bundan ibaret Canlar feda edin, işte sevgili!
Şimdi şehrimizde bir tek ekşi suratlı bile kalmadı. Çünkü Şirin, Hüsrev’leri tahta çıkardı.
Ya hey! Şarap üstüne şarap, meze üstüne meze. Artık minareye çık da sala ver!
Dokuz yıllık sirke tatlılaşıyor. Taş ve mermer, lâ’al ve altın haline geliyor.
Güneş, gökyüzünde elceğizlerini çırpmada. Zerreler, âşıklar gibi birbirleriyle oynaşmada.
2535. Kaynaklar, yeşilliklerden, çayırlık, çimenliklerden mahmurlaştı. Gül, dallar üstünde çiçekler açıyor.
Devlet gözü, tam bir büyü yapmada; ruh Mansur oldu, Enel Hak diye bağırmada.
Tilki bir eşeği baştan çıkarırsa ko çıkarsın. Sen eşek olma da gani yeme.
Birisi, korkusundan kendisini bir eve attı. Benzi safran gibi sararmış, dudakları gömgök olmuş, elleri söğüt yaprağı gibi tirtii- titriyordu. Ev sahibi hayrola, ne oldu? dedi. Adam, dışarıda eşekleri tutup yük yüklüyorlar diye cevap verdi. Ev sahibi : Peki a mübarek dedi, etekleri tutuyorlar Sen eşek değilsin ya, ne korkuyorsun? Adam dedi ki: öyle bir kızışmışlar, işe öyle bir sarılmışlar ki fark etmelerine imkân yok, korktum, ya beni de eşek diye tutarlarsa!
Birisi kaçıp bir eve sığındı. Korkudan benzi uçmuş, sapsarı kesilmiş, dudakları gövermişti.
Ev sahibi, peki dedi, A amcasının canı, eşekleri titremede.
2540. Ne oldu, neden kaçtın? Neden böyle benzin attı?
Adam dedi ki: Zâlim padişahı eğlendirmek için bugün sokakta ne kadar eşek varsa yakalıyorlar.
Ev sahibi, peki dedi. A amcasının canı, eşekleri yakalıyorlar. Sen eşek değilsin ya, bundan ne tasan var senin?
Adam dedi ki: Bu işe öyle bir girişmişler, öyle kızışmışlar ki beni bile eşek diye yakalarlarsa şaşılmaz.
Eşek yakalamaya el atmışlar, hiçbir şey farketmiyorlar artık!
2545. Bir şeyi fark etmeyen kişiler, başımıza geçerlerse eşeğin sahibini de eşek diye götürürler mi, götürürler!
Fakat bizim şehrimizin padişahı, abes iş yapmaz. Onun temyiz hassası vardır. O her şeyi duyar, her şeyi görür.
Adam ol da eşek tutanlardan korkma. Ey zamanenin İsası, eşek değilsin sen, ürkme.
Dördüncü kat gök, senin nurunla dolu. Hâşa, senin durağın ahır değildir.
Sen, bir iş için ahırdasın ama gökyüzünden de yücesin sen, yıldızlardan da.
2550. İmrahor başkadır, eşek başka. Her ahıra giden eşek değildir.
Neden böyle eşeğin kuyruğuna yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden, güllerden bahset.
Narı, turuncu, elma dalını söyle. Şarabı ve sayısız güzelleri anlat.
Yahut dalgası inci olan, incisi söyleyen, gören denizi,
Yahut gül devşiren, yumurtaları altından, gümüşten olan kuşları söyle.
2555. Yahut da ceylânları besleyen, hem sırt üstü, hem yüzükoyun uçan doğan kuşlarından bahset.
Alemde gizli merdivenler vardır, basamak basamak tâ göğe kadar.
Her bulutun başka bir merdiveni vardır, her gidişin başka bir göğü.
Her biri, öbürünün halinden bihaberdir. Geniş bir ülkedir, ne başı var, ne sonu!
Bu, o neden böyle hoş diye şaşmaktadır; o, bu neden böyle şaşıyor diye hayrette.
2560. Yeryüzü sahası geniştir. Orada her ağaç, yerden baş vermiş, boy atmıştır.
Ağaçlardaki yapraklarla dallar, ne de güzel ülke, ne de geniş saha diye şükrederler.
Bülbüller, yediğin şeyden bize de vei’ diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur, ötüşürler.
Bu sözün sonu yoktur. Sen yine o tilkinin, aslanın, o illetin ve açlığın hikâyesine dön!
Tilkinin, eşeği aslanın yanına götürmesi, eşeğin aslandan kaçışı, tilkinin aslanı eşek daha uzaktayken neden acele ettin? diye azarlaması, Aslanın özür getirerek git, bir daha kandır diye tilkiye yalvarması
Tilki, eşeği alıp çayırlığa götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti.
2565. Eşek, aslandan uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi.
Birden korkunç bir surette kükredi. Fakat kı-mıldıyacak kuvveti yoktu zaten.
Eşek, uzaktan bunu görünce dönüp nalları kaldırdı, tâ dağın eteğine kadar kaçtı.
Tilki dedi ki: A padişahım, kavga zamanında neden sabretmedin?
O sapık, sana yaklaşsaydı hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin.
2570. Acele, Şeytanın hilesidir; sabır ve tedbir, Tanrının lûtfu.
O uzaktaydı, hamleni görüp kaçtı. Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü.
Aslan, kuvvetim yerinde sandım, dedi, bu derece halsiz kaldığımı zannetmiyordum.
Fakat açlık ve ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu, aklım da.
Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir.
2575. Düzenlerle onu buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum.
Tilki, evet dedi; Tanrı yardım eder de körlükle gözünü bağlar.
Çektiği korkuyu unutursa ne âlâ. Bu da, onun eşekliğinden uzak değildir.
Fakat onu kandırır da buraya getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.
Aslan dedi ki: Evet, sınadım, anladım ki pek. halsizim, bedenimde fer kalmamış.
2580. Eşek tamamiyle bana yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öylece uyur gösteririm.
Tilki yola düştü. “Aman padişahım, sen bana. himmet et de aklını bir gaflet bürüsün.
Eşek, her kötü kişiye kanmamak için Tanrı’ya? tövbeler etmiştir.
Onun tövbelerini hilelerimle bozayım. Biz, aklın ve aydın ahdin düşmanıyız.
Eşek başı, çocuklarımızın topudur, eşek fikri, elimizin oyuncağı!” diyordu.
2585. Zühal yıldızının devrinden meydana gelen aklın, aklı küll’e karşı ne değeri vardır?
O akıl, Utarit’le Zühal’den feyiz alır, bilgi sahibi olur. Bizse sıfatı lütuf ve ihsan olan Tanrı kereminden feyiz alır, bilgi sahibi oluruz.
Turamızın kıvrımı, “Tanrı, insana bilgi öğretti” âyetidir. Maksatlarımız, Tanrı indindeki bilgidir.
O aydın güneş, bizi terbiye etmiştir. O yüzden “Rabbim, yücelerin yücesidir” der dururuz.
Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla bera-berbu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider.
25120. Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi.
Aht ve tövbeyi bozmak, insanı belâya uğratır. Hattâ çarpar. Nitekim cumartesi günleri, iş işlememeye memur olan yahudilerle İsa’nın maidesini yiyenler hakkında “Onları çarpıp maymun ve domuz haline getirdik” dendi. Bu ümmette, gönül çarpılır, kıyametteyse bedene gönlün suretini verirler.
Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.
Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.
Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.
2595. Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.
O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
Ashabı kehf’in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?
Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.
Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.
Tilkinin, ikinci defa kandırmak üzere o kaçan eşeğin yanına gelmesi
2600. Tilki, çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün?
Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışlıdaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani.
Yahut da bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi.
2605. Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir.
O, her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç.
Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker.
Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır.
Baş aşağı havuza yuvarlamak için filân yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur.
2610. Vahye nail olan, gözü açık bulunan Âdem’i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü.
Âdem’in geçmişte bir suçu yoktu, ona bir zarar vermemişti, bir haksızlıkta bulunmamıştı.
Tilki dedi ki: O bir büyü, bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü.
Yoksa ben, beden bakımından senden zayıfım, öyle olduğu halde gece gündüz orada otlamaktayım..
O çeşit bir tılsım yapmasalar da her obur, doğru oraya koşardı.
2615. Fillerle, ejderhalarla dolu aç bir dünya durup dururken hiç tılsım olmadıkça yazı, öyle yemyeşil durur mu?
Ben, öyle korkunç bir şey görürsen sakın korkma diyecektim ama,
Gönlüm, haline yandı, o derde daldım da aklımdan çıktı.
Seni köpek gibi acıkmış, perişan bir hakle görünce koşa koşa gelsin diye seğirttim.
Yoksa sana tılsımı anlatacak, sana bir hayal görünür ama aslı yoktur diyecektim.
Eşeğin tilkiye cevabı
2620. Eşek dedi ki: Hadi ey düşman, çekil önümden, çekil de çirkin suratını görmeyeyim.
Seni kötü talihli bir hale getiren Tanrı, çirkin suratını da kerih ve pek berbat bir hale soktu.
Bana hangi suratla geliyorsun? Gergedanın yüzü bile bu kadar kalın derili değildir.
Seni çayıra götüreyim diye apaçık canıma kastettin.
Azrail’i gözlerimle gördüm. Sonra da yine bana düzen kurmaya, beni kandırmaya savaşıyorsun ha!
2625. Ben ister eşek olayım, ister eşeklerin kusuru. Nihayet benim de canım var. Bunu nasıl feda edebilirim?
O gördüğüm amansız korkuyu çocuk görseydi derhal kocalırdı.
O korkudan, o heybetten kendimi cansız, gönülsüz bir halde dağdan baş aşağı attım.
O perdesiz azabı görür görmez ayağım, kakıldı kaldı.
Tanrıya ahdettim. Yarabbi dedim, ayağımdaki şu bağı çöz.
2630. Bundan böyle kimsenin vesvesesine kanmayayım, ey lûtuflar sahibi Tanrı, ey yardımcım, ahtım olsun, nezrim olsun!
Tanrı, o anda ayağımın bağını çözdü. O dua ve sızlanma, o niyaz yüzünden ayağım çözüldü.
Yoksa o erkek aslan bana yetişseydi halim ne olurdu? Aslanın pençesi altında eşek ne hale gelir?
Yine o aç aslan hileyle seni bana yolladı değil mi a kötü arkadaş?
Herkesin, kendisine muhtaç olduğu ihtiyacı bulunmayan pâk Tann’nın zatına and olsun ki kötü yılan bile kötü arkadaştan yeğdir.
2635. Çünkü kötü yılan, insanın yalnız canını alır. Kötü arkadaşsa insanı cehenneme sürer, orasını adama durak eder.
İnsanın, düşüp kalktığı adamla konuşa görüşe, huyiyle huylanır. Gönül arkadaşının huyunu kapar.
O sana gölge saldı mı mayasız olduğu için senin mayanı çalar.
Aklın, sarhoş bir ejderha bile olsa kötü arkadaş, bil ki zümrüttür.
Aklının gözünü çıkarır, kör eder. Onun kınaması, seni taunun eline teslim eder.
Tilkinin eşeğe cevap vermesi
2640. Tilki dedi ki: Bizim safımızda tortu yoktur. Fakat vehme gelen hayallerde, küçümsenecek şeyler değildir.
Ey sâf ve bön adam, bütün bunlar, senin vehmindir. Yoksa sana karşı hiçbir gıllügişim yok.
Kötü hayaline kapılıp bana bakma. Dostlara karşı neden kötü zanda bulunuyorsun?
Sâf kardeşler hakkında iki zanda bulun. Zahiren onlardan cefa bile görsen haklarında kötü düşünceye kapılma.
Bu kötü hayal, bu kötü zan, meydana çıktı mı yüz binlerce dostu birbirinden ayırır.
2645. Seni esirgeyen biri, sana cevreder, seni sınarsa hakkında kötü zanna düşmemek gerektir. Akıl kârı budur.
Hele ben hiç kötü değilim. Adım kötüye çıkmış ama aldırma. O gördüğüm aslan değildi, tılsımdı.
O uğradığın şey kötü bile olduysa yine dostlar, o hatayı affederler.
Vehim ve tamahla korku âlemi, yolcuya pek büyük bir settir.
Bu nakışlar, bu hayal suretleri, dağ gibi Halil’e bile zarar verdi.
2650. Cömert İbrahim bile vehim âlemine düşünce : “Bu, benim rabbimdir” dedi.
Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.
Gözleri bağlayan vehim ve hayal âlemi, öyle bir dağı bile yerinden oynattı.
O bile “Bu, benim rabbimdir” dedi. Artık, eşeği ne hale kor, bir düşün!
Dağ gibi akıllar bile vehim deniziyle hayal girdabına gark olur.
2655. Bu kötülük tufanı, dağlan bile aşarken Nuh gemisine binenlerden başka kim aman bulur?
Yakîn yolunun bekçisi olan bu hayal yüzünden din ehli, tam yetmiş iki fırka oldu.
Yalnız yakîn eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşının kılını yeni ay sanmaz.
Fakat bir kimseye Ömerin nuru, dayanç olmadıkça onun eğri kaşı yolunu vurur.
Yüz binlerce koskocaman gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur.
2660. Bunların en aşağısı akıllı ve filozof Firavun’dur. Onun ayı da vehim burcunda tutulup gitti.
Hiç kimse orospu kadın kimdir bilmez. Bilen, o kadını iyice tanıyan da hakkında şüpheye düşmez.
Vehmin, seni şaşkın bir hale getirdiyse nede öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın?
Ben kendi benliğimden âciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde duruyorsun?
Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun o güzelim savlicanına top olayım.
2665. Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.
Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır| Çünkü bütün nakışları aksettirir.
Tanrı sırrını kutlu etsin, Gazneli Şeyh Muhammed-i Serrezi’nin hikâyesi
Gazne’de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammed’di, Künyesi Serrezi.
Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi.
Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti.
2670. O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi dağdan atacağım.
Tanrı dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem.
Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı.
O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryadetmeğe başladı.
Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş onca tersineydi.
2675. O, gayb âleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu.
Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.
Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu.
Açıklıktan da ileri, gizlilikten de ileri bir duyulmamış ses geldi: Yürü, ovayı bırak, şehire git!
Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Tanrı, şehirde ne yapayım? Söyle.
2680. Tanrı dedi ki: Nefsini alçaltma için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen.
Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt.
Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Tann dedi.
Mahlûkatın Tanrısiyle o zahit arasında birçok sual cevap, birçok macera oldu.
Öyle ki yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu.
2685. Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.
Şeyhin bunca yıldan sonra çölden Gaznenin şehrine gelip gayıptan gelen emirle zembil gezdirerek şunu bunu toplaması ve topladığını yoksullara dağıtması. Buyur kulum yüceliğini bulan cana mektup üstüne mektup gelir, haberci üstüne haberci. Evin penceresi açık olursa oradan güneş de girer, ay ışığı da, yağmur da, mektup da, başka şeyler de ve bunların ardı arası kesilmez.
Şeyh, Tanrı buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini, yüzünün nuriyle aydınlattı.
Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o, acele bilinmez bir yoldan şehre girdi.
Şehrin ileri gelenleri, uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.
Şeyh, ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim.
26120. Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim.
Buyruk kuluyum, buyruk da Tanrı’dan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik!
Dilenirken de duyulmamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım.
Bu suretle tamamiyle alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
Tanrı buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında “Tamah eden alçalır” buyurdu.
2695. Mademki din sultanı, benden tamahkârlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak!
O alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik ederim?
Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçak iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü “Tanrı için, Tanrı için” demekti.
2700. Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler.
“Tanrı’ya ödünç verin, Tanrı’ya ödünç verin” derler, işi tersine yürütürler de “Tanrı’ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder” derler.
Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
2705. Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
Tanrı, ekmek yiyene “israf etmeyin” dedi, nur yiyene “Artık kâfi” demedi.
O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
2710. Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki.
Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
Tanrı, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem,
2715. Ancak kendi selâmetini arıyan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de.
Bir âşık, Tanrı aşkıyle gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme.
Hem Tanrı âşıkı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.
2720. Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.
Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.
Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı.
Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği, kötünün zıddıdır.
Asıkın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de.
2725. Faraza âşıkı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür.
Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir.
Bir tane, hiç, kuşu yiyebilir mi? Samanlık, hiç atı otlatabilir mi?
Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir.
Kul, kulluktan azat olmayı diler. Âşıksa ebediyen azat olmak istemez.
2730. Kul, daima elbise, vergi diler. Aşılan elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir.
Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.
Denizin katralarını saymaya imkân yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük
bir göl kalır.
A canım, bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikâyesine dön!
“Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” hadîsi kutsisinin manası
Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? Sakının aşktan!
2735. Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir.
Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
Pak, aşk, Muhammed’le eşti. Tanrı aşk yüzünde ona “Sen olmasaydın…” dedi.
Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu pevgamberler içinden seçti.
Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?
2740. Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim.
Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
Âşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamiyle hor ettim, ayaklar altına serdim.
Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
Şu yerinden kımıldamıyan dağlar da sana âşıkların sebatını söyler.
2745. Gerçi oğul, o mânadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lâzım bu.
Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir.
Katı gönüle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte.
Düşünce de onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.
Şeyhin bir gün içinde dört kere zembille dilenmek üzere Tanrı buyruğiyle bir beyin evine gitmesi, beyin onu azarlayıp kötü söylemesi, Şeyhin de özür dilemesi
Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti.
2750. Zembili elinde, Tanrı için canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi.
Oğul, bunlar, aklı küll’ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır.
Bey, onu görünce : Kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme.
Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun.
A Şeyh, burada seninle mukayyet olacak kim var ki ? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim.
2755. Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık?
Abbası Debs, senin hizmetkârın olamaz. Bu şom nefis, hiçbir mülhitte olmasın.
Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma.
Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.
Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim.
2760. Hattâ taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu.
İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça âşıklara öyle pek serserice bakma.
Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmoğrafya) bilgisini elde ettiler.
Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkiyle belleyemedilerse de,
Mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
2765. Aşk, kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı.
Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş, yüzünü gizledi.
Bundan geç de öğütümü dinle. Âşıkları aşk göziyle gör.
Vakit dar, can da kuşkuda. Artık sana özür getirmesine imkân yok.
Sen anla da o sözü bekleme. Âşıkların gönüllerini az incit.
2770. Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ağır ol, ihtiyatı bırakma.
Mutlaka yapılması lâzım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkân olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!
Beyin, Şeyhin öğütünü duyunca ağlaması ye Şeyhin özündeki doğruluğun ona aksetmesi, o küstahlıktan sonra hazinesini Şeyhe bağışlaması, Şeyhin, ben buyruksuz alıp kullanamam diyerek kabul etmemesi
Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı.
Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her an bir görülmemiş çömlek kaynatır durur.
Aşıkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı?
2775. Musa’nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hattâ azametli denize bile dokundu.
Ahmed’in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.
İkisi yüzyüze verip feryada başladılar. Emîr de ağlamaya kovuldu, fakir de.
Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.
2780. O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede.
Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım ki bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi bu eve girip dilediğini alayım.
Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.
2785. Tanrı, bana git, dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi.
Şeyhe, gayıptan, emrimle iki yıl dilencilik edip aldın. Bundan sonra alma, ver. Elini hasırın altına at. O hasırı Ebuhüreyre’nin torbasına döndürdüm. Âlemdekiler, bu âlemin ötesinde bir âlem olduğunu anlasınlar diye dilediğini o hasırın altında bulursun. O âlem, bir âlemdir ki o âlemde eline toprak alsan altın olur. O âleme ölü girse dirilir. En büyük kutsuzluk, oraya girince en büyük kutluluk haline gelir. Küfür, orada iman olur, zehir tiryak kesilir. O âlem,
ne bu âlemin içindedir, ne dışında. Ne altında, ne üstünde. Ne bu âleme bitişiktir, ne bu âlemden ayrı. Neliksiz, niteliksiz bir âlemdir o âlem. Her an, o âlemden binlerce eser ve numune görünür. Nitekim elin sanatı, elin suretinin., gözün bakışı, gözün suretinin.. Dilin fasih oluşu, dilin suretinin ne içindedir, ne dışında, ne o surete bitişiktir, ne ayrı, Akıllı kişiye bir işaret yeter.
O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Tanrı’dan emir geldi:
Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz, sana bu kudreti gayıptan ihsan ettik.
Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar.
Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir, hemen ver.
27120. Ne dilersen ver, hiç düşünme. Tanrı, bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu.
İhsanımızda ne tükenme vardır, ne azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne hasret duyarız.
Ey dayanılan zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın.
Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış, dilenciye sun.
Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet.
2795. Yürü, “Tanrı eli, onların elleri üstündedir” sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızık saç.
Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.
Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu “Halkıma benim sıfatlarımla görün” hadîsi kutsinin nişanesidir.
Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.
2800. O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne de noksan, o kadar verirdi ona.
[divide style=”2″]
AÇIKLAMALAR: 2101 – 2800 Beyitlerin Notları
S. 173, B. 2108 den sonraki baslıktaki âyet, 2 nci sûrenin (Bakara) 179 uncu âyetidir.
S. 173, B. 2114: “Nefsini bilen, rabbini bilir.” Bu söze hadîs diyenler olduğu gibi Hz. Ali’nin sözü olduğunu söyleyenler de vardır.
S.176, B. 2152: Baş sağlığı mektuplarının üstünün ve ihtimal kenarlarının siyah olması
o vakit de adetmiş. Bu anlaşılıyor.
S.-177, B. 2162 den sonraki başlıktaki cümle, 89 uncu sûresinin (Zümer 38 inci âyetindendir.
S. 179, B. 2181: “Meleklerle ruh, ona ellin bin yıl süren” bir günde çıkarlar.” Sûre 70 (Maaric), âyet 4.
S. 179, B. 2186: “Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse Tanrı, onun yerine bir kavim getirecek ki Tanrı onları sever, onlar da Tanrıyı” severler. Müminlere karşı aşağılanırlar, kafirlere karşı yücelirler, üstün olurlar, Tanrı yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Tanrı ihsanıdır ki dilediğine verir. Tanrı genişleticidir ve her şeyi bilir.” Sûre 5 (Mâide), âyet 54.
S. 182, 2227 den sonraki başlık: Kur’an’ın 66 ncı sûresinin (Tahrim) 8 inci âyetinde “Ey inananlar, Tanrıya nasuh tövbesiyle tövbe edin” denmektedir. Bu kelime, halis tövbe ve geçmiş günahlara tamamiyle pişman olup bir daha suç istememeye azmetmek mânasına gelir. Müfessirler bu hikâyede nakledilen Nasuh adlı adamı kabul etmiyorlar. Halk ağzında da halis tövbe yerine “Nasıh, nusuh tövbesi” sözü kullanılır. Aynı başlığın sonlarındaki âyetler, 92 nci sûrenin (Leyl) 7 ve 10 uncu âyetleridir.
S. 183, B. 2241 inci beyitten sonraki başlıkta bulunan hadîsi kutsî için c. l, s. 1120, b. 1938 in, âyet için de yine aynı ciltte s. 60, b. 615 in izahlarına bakınız.
S. 168, B. 2272 den sonraki başlığın sonlarındaki söze-hadîs diyenler ve Hz. Ali’ye isnad edenler vardır. Ankaravi şerhi, s. 497.
S. 191, B. 2338 den sonraki bahis: Kutup için c. 2,. s. 75, b. 815 ve 818 in izahlarına bakınız. Gülşeni raz’ın ‘ s. 29, b. 339-340 ve s. 31-3*. b. 394-571 in izahlarına da bakın.
S. 192, B. 234S. Kutup, lügatte değirmen taşının etrafında döndüğü değirmen mânasına gelir. Bir yuvarlağa tam tepesinden geçip onun karşılığından çıkmak üzere bir şiş saplasak ve yuvarlığı döndürsek, bu şişin etrafında dönmüş olur ki bu şiş, o yuvarlak için kutup demektir. Hâsılı, Tanrı’nın ilk taayyün ve tenezzülü olan. ve Hakikati Muhammediye de denen zati iktizası, bilgi âlemine mazhar bulunan kutup, kendi varidatına tabidir ve onun varidatı, âlemde tecelli eder. İnsan, kâinatın ruhu olduğu gibi kutup da, insanların ruhudur.
S. 192, B. 2347: “Ey inananlar, Tanrı’ya yardım ederseniz o da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” Sûre 47 (Muhammed), âyet 7.
S. 195, B. 2384: “Namazı kıldınız mı yeryüzüne dağılın, Tanrı ihsanına yapışın, o ihsanı elde etmeye çalışın, Tanrıyı çok anın, olur ya kurtulursunuz.” Sure 62 (Cumua), âyet 10.
S. 199, B, 2428: “şükrederseniz nimetimi ziyadelendiririm, küfranda bulunursanız muhakkak ki azabım, çok şiddetlidir.” Sûre 14 (İbrahim), âyet 7.
S. 199, B. 2428: 2 nci sûrenin (Bakara) 195 inci âyetinden.
S. 200, B. 2437: Beylerbeyi tâbiri ta o zamandan beri varmış.
S. 201, B. 2447: Peygamber 39 uncu sûrenin (zümer) 22 inci âyeti olan “Tanrı, kimin göğsünü İslâmla, açtı, genişlettiyse o adam, Tanrı’sından nura kavuşmamış mıdır? Tanrıyı anmayı kabul etmiyen katı kalblilere vay! Onlar, apaçık sapıklıktadılar” âyetini okuduktan sonra “Nur, kalbe girdi mi kalbi genişletir, ferahlatır” demiş sahabe “Bunun alâmeti nedir ey Tanrı elçisi?” diye sorunca “Aldanma yurdundan çekinme, sevinç yurduna yönelme, ölüm gelmeden ona hazırlanma” diye cevap vermiştir.
S. 204, B. 2496 dan sonraki başlık: Kur’anda sinek ve örümcek gibi şeyler anılınca yahudiler, böyle Tanrı sözü mü olur, demişler, bunun üzerine “Şüphe yok ki Tanrı, sivrisineği, yahut ondan üstün ve büyük olan bir şeyi örnek getirmeden utanmaz, inananlar, bilirler ki o, rablerindendir ve doğrudur. Kâfirlere gelince, derler ki: Tanrı ne ister bu örnekle? Tanrı, bu örnekle çoğunu azdırır, saptırır, çoğunu da doğru yola götürür. Saptırdıklan da ancak kötülük işleyenlerdir” âyeti inmiştir, (Sûre 2, Bakara, âyet 26).
S. 205, B. 2502: Zülfekar, ağzı iki çatal bir kılıçtır. Peygamber tarafından Ali’ye verilmişti. “Ali’den başka er yok, Zülfekardan başka da kılıç” sözü meşhurdur. Hattâ Ali’yi sevmede ileri gidenler, bu sözün Uhud savaşında Cebrail tarafından söylendiğini iddia etmişler ve içlerinden, bu kılıcın gökten indiğini bile söyleyenler olmuştur.
S. 211-212, B. 2585-2586: Gökteki yıldız hakkındaki telâkkiler, İranlılarla Yunanlılar arasında hemen hemen birdir. Çok kuvvetle umulabilir ki bu inanışlar, Hind-iran’dan belki de Mısır yoluyla Yunanistan’a geçmiştir, Zuhal, Uranüs – gök’le Gea – yer’in oğludur.
Adı Kronos’tur. Zeus yani Müşteri, bunun, kız kardeşinden doğan oğludur. Rengi boz yeşil olan bu yıldızın mizacı soğuk ve kurudur. Bu bakımdan senenin talihine hâkim olursa sıcak yerlerde bile hararet azalır. Bu yüzden büyük kutsuz yıldız sayılır. Yunanlılar bu yıldızı, yarı beline kadar göğsü açık, yalnız arkasiyle başının ön tarafı kapalı bir ihtiyar olarak temsil ederlerdi. Elinde üzüm kestikleri eğri uçlu bir bıçak yahut orak bulunurdu. Sonraları bir timsah ve zamana işaret olmak üzere bir kum saati verdiler. İran’da sağ elinde bir insan kafası, sol eliyle de bir insan avucunu tutan bir ihtiyar, yahut beyaz ata binmiş ve sağ elinde bir kılıç bulunan bir adam şeklinde temsil etmişlerdir. Zühal’e Saturne de denir. Sanayi erbabiyle padişah mensuplarının ve kale dizdarlarının talihlerine bu yıldız hâkimdir. Utarit-Mercure’se ticaret tanrısıdır. Tacirler, mallarına revaç vermek için yalan söylediklerinden yalan ve hilenin de hamisidir. Babası Zeus, anası atlas kızı Maya’dır. Ticaret, sanat, belagat, fesahat tanrısı olduğu gibi kozmografya bilgisiyle fülüt ve liri ve yeryüzündeki ölçüleri de icatetmiş. Omuzlarına hafif bir manto atmış, ayaklariyle omuzları kanatlı, fesahat ve belagatı gösterirse sağ eli yukarıda güzel bir delikanlı suretinde temsil edilirdi. Kitabet ve zekâ da bu yıldıza aittir. Nücum bilgisine göre yıldızların, yeryüzüne ve yeryüzündekilerine tesirleri vardır. Akıl ve zekâ da Zuhal ve Utarid’in tesiriyle vücut bulur.
S. 212, B. 2587: “Bağışlayan Tanrı, Kur’anı belletti, insanı yarattı, ona söz söylemeyi öğretti.” Sûre 55 (Rahman), Ayet 1-4.
S. 212, B. 25120 dan sonraki başlık: 2nci surenin (Bakara) 65 inci ve 5 inci sûrenin (Maide) 60 ıncı âyetlerinde de cumartesi gününe hürmet etmeyenlerle İsa Peygambere gökten inen yemeğe hürmet etmeyenlerin çarpılıp domuz ve maymun şekline sokuldukları anlatılmaktadır. Bu çarpılmaya “mesh” denir. Tenasüh inanışıyle alâkası meydandır. Meshedilen taifenin soyu üremez, öylece geçip giderlermiş. Muhammed ümmetinde, Peygamberin şerefi için bu azap kaldırılmıştır. Fakat onların da içleri, mâneviyatarı çarpılır. Kıyamette de çarpıldıkları şekilde dirilirler.
S. 215, B. 2633: “Kim, bağışlayan Tanrı’yı anmadan göz yumarsa ona bir şeytan musallat ederiz. Bu şeytan, bunun arkadaşıdır.” Sûre 43 (Zuhruf), âyet 36.
S. 216, B. 2645: Eskiden para sahipleri, paralarını yerlere gömerler, o definenin bulunmaması, yahut bulanın eline geçmemesi için büyüler yaptırırlardı. Meselâ birisi oraya yaklaştı mı gözüne bir yılan, bir ejderha görünür, korkusundan geri dönmeye mecbur olurmuş. Şüphe yok ki defineyi çaldırmamak için icadedilen bu yalandan istifade ederek para karşılığında okuyup, üfleyip böyle bir şey yaptığını iddia edenler de türemişti. Böyle bir yılan, ejderha, yahut başka korkunç bir şey göstermeye “tılsm” derler ki dilimizde tılsım şeklini almıştır. Şark edebiyatında d
a daima hazine ve defineyle yılan ve ejderha beraber anılagelmiştir. c. 2, s. 78, .b. 848 in izahına da bakınız.
S. 221, B. 2705: Çile, Hafız divanı, s. 519, b. 3938 in izahına bakınız.
S. 223, B. 2733 den sonraki başlık: “Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım” diye bir hadisi kutsi rivayet edilmiştir.
S. 225, B. 2750: Şey’en lillâh, Tanrı için bir şey demektir. Bu söz halk ağzında şeydullah şekline girmiştir. Eski Melâmei’lerden beri dervişler, şeyhlerinin emriyle nefislerini alçaltmak için içi oyulmuş ve iki tarafından birer zincir geçirilmiş olan ve keşkül denen şeyi ellerime ahp dilenmeye çıkarlar. Keşkül, ya ellerinde bulunur, yahut boyunlarından asılıp sol yanlarına sarkıtılır. Başka dilenciler gibi dualarla, yahut ısrar ve antlarla bir şey istemezler. Ya sakin bir surette, yahut ilâhi okuyarak dolaşırlar. Bazan birisine şey’en lillâh diye keşküllerini uzattıkları olur. Vermeyene bir şey demezler, verene eyvallah deyip çekilirler. Herkes, vereceği şeyi, dervişin keşkülüne kor, keşkülün içinde para, ekmek, hattâ yemek karmakarışıktır. Gene bu münasebetle halk, cinsi ayrı karmakarışık bir şeyi anlatırken fukara keşkülü gibi der. Dervişlerce sahabeden Selmanı Fârisî, güya, başlarında Ali olan kırklardanmış ve kırklar için eline keşkül alıp böyle bir şeyler toplamaya çıkarmış. Bu yüzden bu dervişce dilenciliğe “Selman etmek, Selman’a çıkmak” de denir. Kalenderîlerde Selman etmek, hemen umumî bir âdetti. Yalnız Bektaşilerle Mevlevilerin sülükleri, hizmet ve sohbetle olduğu için bu iki tarikatta .Selman âdeti yoktur. Keşküllerin pirinçten, sair madenlerden, hattâ gümüşten yapılmışları, üstünde âyetler, (hadîsler, azizlerin adları, sanatlı bir surette yazılmış bulunanları vardı ki bunların cidden değerlileri, bugün müzelerimizdedir. Şunu da söylemeden geçmeyelim: Süt ve badem yağıyla yapılan, üstüne döğülmüş şam fıstığı dökülen muhallebiye benzer güzel bir tatlımızın adı da “keşkûli fukara” dır. Halk; bir kadın, bu tatlıya pek düşkünmüş, nihayet kocası iflâs etmiş, eline keşkül alarak dilenmeye, bu suretle karısına bu tatlıyı yedirmeye mecbur olmuş, bu yüzden tatlıya bu ad verilmiş der.
S. 225, B. 2755: Abbası Debs, pek meşhur bir hırsızmış.
S. 225, B. 2763: Nirencat’ın doğrusu. Neyrencat’tır. Halk dilinde yanlış olarak Mirencat diye anılagelmiştir. Hile ile, olmayan şeyleri göstermek bilgisi imiş, gözbağcılık gibi.
Sihir-büyü, malûm olduğu üzere bazı dualar ve havaslarla herhangi bir şeyi elde etmektir. Meselâ bir sabun, insan şekline sokulur, bir şeyler okunarak üstüne iğneler batırılıp bir kuyuya atılır. O, orada erirken kimin için yapıldıysa o da eriyip zayıflamağa başlar, nihayet ölürmüş. İki kaşığı tersine bağlayıp okuyup üfleyerek bir eski mezara gömmek, kariyle kocanın arasını açarmış. Bir evin kapısına okunarak domuz yağı sürülürse o eve soğukluk girermiş, daha neler de neler. Bütün bu çeşit Şeyler, müslümanlıkta menedilmiştir. Hattâ,, inanarak ve helâl sayarak yapmak yaptırmak, küfürdür. Hikmet filozofi demektir.
S. 227, B. 2776: Peygamber, parmağı ile işaret etmiş, ay ikiye bölünmüş. Bundan önceki ciltlerde bu, çok geçti. Bir kere de bir seferden dönüşte Peygamber, başını Ali’nin dizine koyup yatmış, uyumuştu. Gün kavuşmuş, ikindi namazının vakti geçmiş, fakat Ali, Peygamberi uyandırmaya cesaret edememiş, kıyamamıştı. Peygamber uyanınca Ali’ye namazı kılıp kılmadığını sormuş, Ali kılmadığını söyleyince Yarabbi demiş, Ali, senin ve Peygamberinin hizmetindeydi. Sen güneşi tekrar doğdur da namazını kılsın. Güneş batmışken tekrar batıdan görünmüş, Ali namazını kılınca derhal batmıştı. Şiîler’in pek ehemmiyet verdikleri bu mucizeye “Reddüş şems” denir. Bir kere de Ali’nin halifeliği zamanında ve Ali’nin duasiyle olmuştur. Bu mucizenin olmadığını ve bu hadîsin uydurma olduğunu söyleyenler vardır.
S. 228, B. 2795: S. 62-63, 740-743 ün izahına bakınız.
S. 229, B.-2798 den sonraki başlık: Hadisi kutsi olarak rivayet edilir.
MESNEVÎ-İ ŞERİF Tercümesi
Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)
6. CİLT (1 – 700 Beyitler)
6. CİLT (701 – 1400 Beyitler)
6. CİLT (1401 – 2100 Beyitler)
6. CİLT (2101 – 2800 Beyitler)
6. CİLT (2801 – 3500 Beyitler)
6. CİLT (3501 – 4200 Beyitler)
6. CİLT (4201 – 4915 Beyitler)