Şeb-i Arus: Vuslat günü

A+
A-

Şeb-i Arus: Vuslat günü

Hz. Mevlânâ (ö. 1273), bundan tam 747 sene önce sevdiğine kavuşmak için beka yurduna göç etti. Göçtüğü güne de “şeb-i arûs”, yani “düğün günü” denilmesini istedi. Bir sûfî için ölüm, korkulup kaçılacak bir şey değil aksine istenilecek ve sevinilecek bir şeydir.

İlk dönem sûfîlerinden Dâvud-ı Tâî (ö. 781), birine iyi dilekte bulunacağı zaman, “Ölümün bayramın olsun” ifadesini kullanırmış ve ölümü zindandan kurtuluş günü olarak görürmüş. Erken dönem sufilerinden Ebû Bekir et-Tamestânî (ö. 951) ise, “Ölüm âhiretin kapısıdır ve oradan girmeden vuslat gerçekleşmez” diyerek ölümü, vuslat olarak tarif eder. Ona göre, kişi, nefsini öldürerek gerçeği bulacak, dünya hayatının sona ermesiyle de gerçek sevgilisine kavuşacaktır.

Dâvud-ı Tâî, ölümü bayram gününe, Tamestânî vuslat gününe benzetir. Mevlânâ ise bayram gününün mutluluğunu vuslat gününün sevinci ile birleştirir ve ölümü, şeb-i arûs olarak tarif eder.

Neden düğün günü?

Arûs, sözlüklerde, hem gelin hem güveyi için kullanılan bir sıfat olarak geçer. Şeb-i arûs, kişilerin en mutlu olduğu günü, sevdiğine kavuştuğu anı ifade etmek için kullanılır.

Ölümü, âşık mâşukuna, kulun mevlâsına vâsıl olması olarak görüp sevinen Mevlânâ, ölümü düğün günü olarak görüyor ve ardından kimsenin feryâd ederek ağlamasını istemiyordu. O yüzden öldüğünde sevenlerinin ardından, şarkılar söylemelerini, semâ etmelerini, düğünde olduğu gibi ziyâfet vermelerini vasiyet etmişti. Onu sevenler de onun bu vasiyetine uyuyor, onun ölümünü 747 yıldan beri düğün günü olarak kutluyor.

Ölümden kim korkar?

Biz, sıradan kişiler, ölümden korkarız. Oysa Süleyman Çelebi’nin;

Her ne denlü çok yaşarsa bir kişi
Âkıbet ölmekdürür ânın işi

buyurduğu gibi her canlı ölüm şerbetini içecek. Ölümden kaçmaya çalışmak boş ve beyhude gayret. Çünkü;

Çâre yok bir vechile geldikde vakt ü saati
Câm-ı mevti nûş eder pîr ü civân bây u gedâ
 (Şeref Hanım)

Vakti saati geldiğinde genç olsun ihtiyar olsun, zengin olsun fakir olsun herkes ölüm kadehinden içecek. Mârifet o kadehi zevkle, iştahla ve iştiyakla içebilmekte.

Ölüm, mümin için müjdedir

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:

Bir mümine ölüm hali gelince ilâhî rızâ ve lütufla müjdelenir. Artık onun için hiçbir şey âhiret yolculuğu kadar sevimli değildir. Kâfire ölüm hali gelince karşılaşacağı azap kendine bildirilir. Artık onun için de hiçbir şey ölüm kadar sevimsiz olmaz. Kâfir, Allah’ın huzuruna çıkmaktan hoşlanmadığı gibi Allah da onunla mülâki olmayı murâd etmez.

İki türlü ölüm vardır. Biri irâdî ölüm, diğeri tabiî ölüm. Tabiî ölüm korkusundan kurtulmak ancak irâdî ölüm ile mümkündür.

Hayât-ı câvidânı şeyh-i kâmilden suâl ettim
Ölümden evvel ölmektir deyince intikâl ettim

İrâdî ölüm ise şairin dediği gibi, ölmeden önce ölmektir. Ölmeden önce ölenler, nefislerini dünyanın gelip geçici heveslerinden kurtulmayı başarıp gönüllerini Hakk’ın cemâline ayna yapanlardır. Çünkü, Yunus’un dediği gibi;

Ten fânîdir cân ölmez gidenler yine gelmez
Ölür ise ten ölür cânlar ölesi değil

Yok olan bedenimizdir, cânımız değil.

Mümin ölmez, istirahate çekilir

“Yok olmuyorsa nereye gidiyor”, sorusunun cevabını ise hadis-i şerifte buluruz. Hz. Peygamber, dünyadan âhirete intikal eden kişileri mümin ve fâcir diye ikiye ayırır. Birincisi için “istirahate çekilen kimse”, ikincisi için de “ölümü sebebiyle başkalarının rahata erdiği kimse” ifadesini kullanır ve bu durumu şöyle açıklar:

“Mümin, öldüğü andan itibaren dünyanın meşakkati, elem ve eziyetlerinden kurtulmuş olur. Kâfir veya günahta ısrarcı olan kimsenin ölmesiyle de insanlar, şehirler, memleketler, ağaçlar ve hayvanlar onun şerrinden emin olur”

Niyâzımız ve duâmız, cenâb-ı Mevlâ’nın, bizi istirahate çekilen kulları arasına dahil etmesi, gönlümüzden ölüm korkusunu kaldırması; ölümden korkacak bir hayat sürmekten muhafaza buyurması; ölüme, düğüne gider gibi gidenlerden eylemesi.

Şeb-i arûs törenlerinin sonunda okunan dua ile tamamlayalım sözlerimizi:

“Vakt-i şerîf hayrola, hayırlar fethola, şerler defola. Leyle-i arûs-ı Rabbânî, vuslat-ı halvet-serâ-yi Sübhânî Hakk-ı akdes-i Hüdâvendigârîde ân-be-ân vesîle-i i’tilâ-yı makām ve füyûzât-ı rûhâniyyet-i aliyyeleri cümle peyrevânı hakkında şâmil ü âm ola.

Dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Şems-i Tebrîzî, kerem-i İmâm-ı Alî, hû diyelim hû!”

İllâ Hu!

İsmail Güleç

 

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.