MUSTAFA SÂKIB DEDE

A+
A-

MUSTAFA SÂKIB DEDE

Betül SAYLAN

A. HAYÂTI

XVII. yüzyılın ikinci yarısı ile XVIII. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Sefîne müellifi ve Kütahya Mevlevîhânesi postnişîni Mustafa Sâkıb Dede (ö. 1148 h./1735 m.) hakkında eseri Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân ve oğlu, halefi Kütahya Mevlevîhânesi postnişîni Ahmed Hâlis Dede’nin (d. 1112 h./1701 m. – ö. 11120 h./1777 m.) kaleme aldığı Tufeyl-i Menâkıbi’l-Kibârı Mevlevî fî Menkabeti Hazret-i Şeyh Sâkıb el-Ma’nevî1 eseri kaynak teşkil etmektedir.

Asıl ismi Mustafa olan Mustafa Sâkıb Dede, aslen İzmir’lidir, 1062 h./1652 m. senesinde dünyâya gelmiştir. Annesi Halîme Hâtun’dur. Babası el-Hâc İsmâil Efendi’nin ise tüccar olup, Haçlı İstîlâsı öncesinde, Endülüs’den İzmir’e ilticâ etmiş, Muhyiddin İbn Arabî’nin mürîdânından bir şeyhin soyundan geldiği nakledilmektedir.2

Mustafa Sâkıb Dede’nin doğumundan az evvel, annesi Halîme Hâtun rüyâsında yaşlı, mübârek   birini   görür   ve   bu   zât   Halîme   Hâtun’a;   “Sana  Hak  Teâlâ,  üç-beş  günden  bir  oğul  ihsân edecektir. Gözün aç, kadrini bil. O bizim ferzend-i dil-bendimiz olacaktır. Sana dahi dünyevî ve uhrevî fevâidi çoktur   ” buyurur ve Mustafa Sâkıb Dede’nin doğumunu müjdeler.

Oğlu Ahmed Hâlis Dede, Mustafa Sâkıb Dede’nin son derece hisli bir çocuk olduğunu nakletmektedir. Nitekim, babası el-Hâc İsmâil Efendi ticâret maksadıyla Mısır’da bulunduğu zamanlarda evin maîşeti için annelerine bir mikdâr para verirmiş ve anneleri Halîme Hâtun babalarının bıraktığı para ile evlerinin geçimini temin edermiş. Ancak evlâtlarını sofraya toplayıp onların karınlarını doyururken, Halîme Hâtun gözyaşlarını tutamaz, ağlarmış. Mustafa Sâkıb Dede ise, küçük yaşına rağmen bu vaziyeti fark eder ve yemekten çekilirmiş. Birgün yine babalarından haber alamayıp sıhhatinden endişe ettikleri bir ânda, kapı çalınmış ve babalarının sıhhatini bildirir bir mektup ile geçimlerini sağlayacak para ve birçok hediyeler hânelerine gelmiş.4

İzmir’de vâlidesinin yardımıyla ilk tahsîlini tamamlayan Mustafa Sâkıb Dede, İstanbul’a gelerek burada çeşitli dersler tahsil etmek ve okutmak maksadıyla Fâtih Medresesi’ne girmiştir. Başarılı bir talebe olan Mustafa Sâkıb Dede, medresedekilerden daha iyi bir hoca bulmak için Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa’nın (ö. 1102 h./1691 m.) talebeleri arasına katılmıştır.5

Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa’nın taht-ı terbiyesindeyken, Çehrin Seferi’ne (1088 h./1678 m.) iştirâk etmiş ve bu sefer esnâsında da Derviş el-Hâc Muhammed el-Mevlevî ile tanışarak Mevlevîliğe alâka duymaya başlamıştır. 6 Sefer dönüşünde, Bursa’da Acem Ahmed Efendi’den Farsça dersleri alır.7

Bursa’daki tahsil süresi tamamlanmasının ardından Uşak-Menteşe-Hamid-Isparta-Yalvaç-Konya güzergâhını kullanarak Konya’ya vâsıl olur. Esâsen bu seyâhat esnâsında da hem   karşılaştığı   âlimlerden   çeşitli   ilimler   tahsil   etmiş;   hem   de   Konya’da   vaaz   ve   sohbet halkaları oluşturmuştur.8

Konya’da nâmını duyduğu ve daha sonra mürşidi olacak II. Hacı Bostan Çelebi’nin (ö. 1117 h./1705 m.) hocası Elmalılı Halil Efendi’nin tedrîsinde bulunmak istemiş; fakat Elmalılı Halil Efendi’nin Konya halkının tutumundan rahatsız olarak Kösec Ahmed Dede’ye yönelmesiyle Mustafa Sâkıb Dede de Kösec Ahmed Dede’nin mürîdânı arasına karışmıştır. Kösec Ahmed Dede’nin taht-ı terbiyesinde Füsûs okuduğu nakledilmektedir.9

Buradaki tahsîli sona erdikten sonra İstanbul’a giderek, Fâtih Câmii’nde altı ay kadar vazîfe yapmış, fakat kendisinde beliren bir hastalık sebebiyle, tedâvi maksadıyla Bolu’ya gitmiştir.10

Bolu’dan tekrar İstanbul’a avdetinde ise, Mevlevîliğe intisâb eder ve Edirne’ye giderek Neşâtî Dede’nin (ö. 1085 h./1674 m.)11 talebesi olan Seyyid Muhammed Dede’nin 12 yanında çile çıkararak “Dede” ünvânını alır. Galata Mevlevîhânesi’ne gelerek Gavsî Dede’nin (ö. 1109 h./1691-92 m.) taht-ı terbiyesinde Mesnevî tâlim eder. Daha sonra ise, Nesîb Dede (ö. 1126 h./1714 m.), Hasîb Dede (ö. 1132 h./1719 m.), Lebîb Dede (ö. 1126 h./1714 m.), Vehbî Dede (ö. 1112 h./1700 m.) ve Müneccim Ahmed Dede (ö. 1113 h./1701 m.)ile birlikte Mısır’a gitmişler ve üç ay kadar Siyâhî Dede’nin (ö. 1122 h./1710 m.) hizmetinde bulunmuşlardır.13

Mısır seyâhati sonrasında tekrar Galata Mevlevîhânesi’ne gelen Mustafa Sâkıb Dede, zaman zaman Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin mukābelelerinde de bulunurmuş. Buraya zamânın pâdişahı IV. Mehmed’in de teveccühü olurmuş ve bu ziyâretler esnâsında Mustafa Sâkıb Dede ile de sohbetleri olurmuş. Ancak bu durum dedeler arasında kıskançlığa sebebiyet vermiş ve Mustafa Sâkıb Dede İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmış. Bu seyâhati esnâsında Balkanlar’ı dolaşan Mustafa Sâkıb Dede, Mevlevîlik târihi ile ilgili çok mühim bir kaynak olan eseri Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ı kaleme almaya başlamıştır.14

En son olarak Konya’ya yaptığı seyâhatte, 1102 h./16120 m. târihinde makam çelebisi II. Hacı Bostan Çelebi tarafından Kütahya Mevlevîhânesi postnişînliğine tâyin   edilmiştir.

Mustafa Sâkıb Dede, postnişîn tâyin edilmesini;

Âkıbet olduk müşârün bi’l-benân-ı şeyh ü şâb
Ney gibi pür-şûr-ı sûz oldu ser-i meydânımız

beyitiyle ifâdelendirmiş ve;

Kāl edip târihin ihvânu’s-safâ
Dediler ey şeyh-i sâhib-hâl-i mâ (1102 h./16120 m.)

beyitini târih düşürmüştür.15

Mustafa Sâkıb Dede, Kütahya’ya vâsıl olduğunda kendisini karşılayan III. Muhammed Ârif Çelebi (ö. 1052 h./1642 m.) ahfâdından, Kâmile Hanım’ın kızı Hacı Fâtıma Hanım’dır (1122 h./1710 m.). Hacı Fâtıma Hanım’ın annesi Kâmile Hanım, evlenerek Kütahya’ya geldiğinde, mevlevîhâne metruk bir vaziyettedir. Kâmile Hanım’ın şahsî gayretleriyle yeniden faaliyete geçen Kütahya Mevlevîhâesi’nin fetret devri sonrası ilk postnişîni Mustafa Sâkıb Dede’dir.

Hacı Fâtıma Hanım’ın büyük muhabbet ve güvenine nâil olan Mustafa Sâkıb Dede, Hacı Fâtıma Hanım’ın evlât edindiği, Kütahya Mevlevîhânesi sâbık postnişîni Hüseyin Çelebi’nin kızı Havvâ Hanım ile Hacı Fâtıma Hanım tevassutuyla evlenir ve Çelebi âilesinin bir mensûbu olur.16 Bu evlilik, Timur istîlâsı esnâsında Kütahya’dan ayrılmak zorunda kalan çelebiler sebebiyle, Kütahya’daki nesebi kesilen çelebiler âilesinin devâmı için ehemmiyet arzetmektedir.

Bu evlilikten Âişe, Muhammed Muhlis (ö. 1124 h./1712 m.), Halîme (1122 h./1710 m.), Ahmed Hâlis, Mahmûd Hâmid, Ali Şâkir ve Fâtıma (ö. 1123 h./1711 m.) isimlerinde yedi evlâdı dünyâya gelmiştir. Ahmed Hâlis Dede hâricindekiler Mustafa Sâkıb Dede’nin sağlığında vefât etmişlerdir. Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne’de eşi Havvâ Hanım’ın ve evlâtlarının vefâtlarına düştüğü târihleri de bir araya toplamıştır.17

Havvâ Hanım’ın 1123 h./1711 m.’de vefat etmesinin akabinde, Nesîbe Hanım isminde başka bir hanımla evlenen Mustafa Sâkıb Dede’nin bu evlilikten de Hasan, Hüseyin, Abdürrahim ve Fâtıma isminde dört evlâdı dünyâya gelmiştir. Hasan dışındaki evlâtları Dede’nin sağlığında vefât etmiştir. Nesîbe Hanım’ın ardından da Ümmühânî isminde bir hanımla evlenen Mustafa Sâkıb Dede’nin bu evliliğinden de Abdüsselâm, Râbia ve Selîme isimli üç evlâdı dünyâya gelmiştir. Abdüsselâm bebek iken, Râbia ve Selîme ise Dede’nin vefâtından bir müddet sonra vefât etmişlerdir. 18 Ancak, Mustafa Sâkıb Dede, bu evliliklerinden ve evlâtlarından Sefîne’de bahsetmez. Bu mâlumâtı Ahmed Hâlis Dede’nin kaleme aldığı eserden edinmekteyiz.

Mustafa Sâkıb Dede’nin oğlu Ahmed Hâlis Dede eserinde, babasının husûsiyetlerini de zikretmektedir.

Mustafa Sâkıb Dede’nin son derece zâhidâne bir hayat yaşadığını belirten Ahmed Hâlis Dede, Mustafa Sâkıb Dede’nin postnişîn olarak Kütahya’ya gelmezden önce, dervişliği müddetince sabun çuvalı giyecek kadar zâhirine ehemmiyet vermediğini nakletmektedir.19

Bu kadar zâhid olmasının yanında son derece cömert de olan Mustafa Sâkıb Dede, annesinden kendisine intikāl eden beş kese altından sâdece 100 kuruş almış ve kalanını tereddüt etmeksizin kardeşine bırakmıştır.20

Mustafa Sâkıb Dede, son derece yumuşak huylu olmasıyla da tanınırmış. Kimseyi azarlamaz; çocuklarla, dervişlerle latîfeleşir ve onların hatâlarını görmezden gelirmiş.21

Mustafa Sâkıb Dede, 48 sene Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi’ne hizmet ettikten sonra, 1148 h./1735 m. târihinde vefât etmiş ve mevlevîhâne bahçesine defnedilmiştir.22 Vefâtına Şeyh Gālib;

Mâtemin gûş eyleyip Gālib gürûh-ı âşıkān
Dediler târîh-i fevtin “hayy” hatm-i mevlevî (1148 h./1735 m.)

beyitini târih düşürmüştür.23

B- MEVLEVÎLİĞE HİZMETLERİ

Mustafa Sâkıb Dede, II. Bostan Çelebi’den hilâfetnâme alarak Kütahya’ya gittiğinde, Kütahya Mevlevîhânesi yaklaşık bir asırlık suskunluğunu henüz bozmaktaydı. III. Muhammed Ârif Çelebi’nin kızı Kâmile Hanım’ın evlenerek Kütahya’ya gelmesiyle mevlevîhâne ihyâ edilmeye başlanmıştır. Kâmile Hanım’ın ecdâdının mîrâsına sâhip çıkarak mevlevîhânede tecdid ve tâmir faaliyetine başladığı; ayrıca halkı irşâd etmek; halka Mesnevî’yi, mevlevîliği ve mevlevîhâneyi tanıtmak için, yüzünde bir peçe bulunarak Mesnevî sohbetleri yaptığı rivâyet edilmektedir.24

Kâmile Hanım’dan sonra mevlevîhâneye hizmet vazîfesini, Mustafa Sâkıb Dede’nin kayınvâlidesi mesâbesindeki Hacı Fâtıma Hanım ve kardeşi Hüseyin Çelebi devralmışlardır. Mustafa Sâkıb Dede, 1102 h./16120 m. târihinde, II. Hacı Bostan Çelebi’den hilâfetnâme alıp postnişîn olarak Kütahya’ya gidene kadar mevlevîhânenin hizmetini Hacı Fâtıma Hanım ve Hüseyin Çelebi yerine getirmişlerdir.

Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi postnişîn listelerinde Hüseyin Çelebi postnişîn olarak zikredilmektedir. Ancak seyr ü sülûkünü nerede tamamladığı konusunda bir bilgiye rastlayamadık. Anneleri Kâmile Hanım’ın evlâtlarını mevlevî terbiyesi üzerine yetiştirdiğini; böylece II. Bostan Çelebi’nin emriyle mevlevîhâneye postnişîn tâyin edilen Mustafa Sâkıb Dede’den önce, Hüseyin Çelebi’nin ve kızkardeşi Hacı Fâtıma Hanım’ın Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi’nin hizmetinde bulunduklarını söyleyebiliriz.25 Büyük bir ihtimâlle Hüseyin Çelebi’nin vefâtından sonra II. Bostan Çelebi tarafından postnişîn tâyin edilen Mustafa Sâkıb Dede, Kütahya’ya vâsıl olduktan sonra, Kütahya Mevlevîhânesi tam mânâsıyla düzene girmiş ve Mustafa Sâkıb Dede’den sonra da evlâtları vâsıtasıyla mevlevîhâne idâre edilmiş; dervişân terbiye edilmiştir.

Mustafa Sâkıb Dede, zamân-ı meşîhatinde, birçok dervişin yetişmesini sağlamıştır. Ayrıca postnişîn olarak vazîfe yaptığı Kütahya Mevlevîhânesi de birçok ismi yetiştirmiş bir müessesedir. Ali Nutkî (ö. 1219 h./1804 m.) ve Abdülbâki Nâsır (ö. 1236 h./1821 m.) dedelerin babası, Yenikapı Mevlevîhânesi postnişîni Seyyid Ebûbekir Dede (ö. 1189 h./1775 m.); Galata Mevlevîhânesi postnişîni Kudretullah Dede’nin (ö. 1288 h./1871 m.) babası Yenikapı Mevlevîhânesi aşçıbaşısı, Mecmûatü’t-Tevârîhi’l-Mevleviyye müeelifi Seyyid Sahîh Ahmed Dede (ö. 1228 h./1813 m.); hattat-şâir Pesendî Hacı Ali (ö. 1331 h./1913 m.) Kütahya Mevlevîhânesi’nde yetişmiş mühim sîmâlardandır.

Mustafa Sâkıb Dede’nin zamân-ı meşîhatinde Kütahya Mevlevîhânesi’ne çok çeşitli insan gelip birtakım meselelere sebebiyet vermiş; bu da Mustafa Sâkıb Dede’ye iletilmiştir. Bu meseleye bir çözüm bulması niyâz edilmiştir. Mustafa Sâkıb Dede ise “Tekkeler deniz gibidir. Nasıl ki denizde her çeşit mahluk bulunursa, tekkelerde de her çeşit insan bulunur. Oysa onları buraya gönderenin elbette bir dilediği vardır” buyurarak, ilâhî irâdenin mevlevîhâneye    gönderdiklerini, cüz’î irâde ile tecrid etmekten Allâh’a sığındığını dile getirmiştir.26

C- ESERLERİ

Mustafa Sâkıb Dede’nin günümüze ulaşmış iki eseri bulunmaktadır. Çalışmamıza kaynak teşkil eden Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ı müstakil bir kısımda ele alacağımız için burada sâdece Mustafa Sâkıb Dede’nin Dîvân’ı ile ilgili mâlumat vereceğiz.

Mustafa Sâkıb Dede’nin, 5689 beyitlik hacimli bir dîvânı mevcûttur. Otuz yedi kasîde, iki müsemmen, beş müseddes, iki tahmis, yüz altmış beş gazel, bir müstezâd, yirmi iki târih kıt’âsı, kırk sekiz rubâî, altmış bir kıt’a, elli bir nazım, bir mülemma’dan müteşekkil olan Dîvân’ın, Ahmet Arıtarafından tenkitli neşri doktora  tezi olarak çalışılmış 27 ve yayınlanmıştır.28

Dîvânındaki şiirlerinde genellikle nasîhat etmiş ve Mevlevîliği anlatmayı kendisine gāye edinmiştir. Şiir söylemek, Mustafa Sâkıb Dede’de Mevlevîliği tâzim etmek için bir vâsıtadır.    Bilhassa    dervişlik    zamânında    semâ’ın    yasaklanmasına    şâhit    olması, mevlevî dervişlerinin yaşadığı perîşanlık ve üzüntüler Mustafa Sâkıb Dede’yi derinden etkilemiş ve mensûbu bulunduğu Mevlevîliği anlatmak için şiirler kaleme almıştır. Ayrıca zaman zaman tasavvufî fikirlerini bildiren, zaman ve zamâneden şikâyet eden şiirler de söylemiştir.29

D- YAŞADIĞI ZAMÂNA GENEL BİR BAKIŞ

Mustafa Sâkıb Dede, müddet-i hayâtında IV. Mehmed (Avcı) (ö. 1104 h./1693 m.), II. Süleyman (ö. 1102 h./1691 m.), II. Ahmed (ö. 1106 h./1695 m.), II. Mustafa (ö. 1115 h./1703 m.), III. Ahmed (ö. 1149 h./1736 m.) zamân-ı meşîhatlerine şâhit olmuştur.

Bu zamân diliminde artık duraklama devrini yaşayan Osmanlı Devleti Avrupa’nın etkisini hissetmeye başlamıştır. Pâdişahların sık sık değişmesi, devlet kadrosunun da sık sık değişmesi, hattâ memûriyetlerin alınıp satılması, netîcesini doğurmuştur. Şeyhülislâm ve kadıların da bu çarkın içerisinde olması toplumun ve devletin çürümesine sebep olmuştur.

1111 h./1699 m. târihinde imzâlanan Karlofça Antlaşması Osmanı İmparatorluğu’nun Avrupa’da ilk kez toprak kaybetmesine sebep olmuş ve bu antlaşmayla Budin, Eğri, Kanije, Mora gibi eyâletler Osmanlı hâkimiyetinden çıkmıştır. Askerî ve siyâsî olarak büyük çalkantılar yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, teknik olarak gelişmiş olan Avrupa karşısında teknoloji olarak da erimektedir.

İmzâlanan Karlofça Antlaşması, yalnızca siyâsî ve askerî sıkıntıya değil, aynı zamânda iktisâdî sıkıntıya da sebebiyet vermiştir. Nitekim, kaybedilen topraklardan elde edilen vergiler ve diğer gelirler kesilmiş ve devlet bir darboğazın eşiğine gelmiştir.

Alınmaya çalışılan tedbirler, yapılan ayarlamalar bir nebze olsun rahatlamaya sebep olmuştur. Bu düzelme ictimâî hayâta da yansımış; kültür ve kalkınma hamleleri olarak kendini göstermiştir. Köşkler, saraylar, câmiler, medrese ve çeşmeler yaptırılmıştır. Toplumun çeşitli kesimlerinde, bilhassa üst tabakalarda eğlenceye düşkünlük gözlenmektedir. Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın uzun sadâret yıllarını içine alan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren ve “Lâle Devri” olarak anılan bu dönem Osmanlı’nın Avrupa’dan istifâde etmeyi tasarladığı; bu sebeple birtakım hamlelerde bulunduğu ancak bununla birlikte eğlence hayâtında   da   aşırılığa kaçıldığı  bir zaman dilimi olmuştur. Paris,   Viyana  ve Moskova’ya gönderilen elçilerden sâdece diplomatik ve ticârî antlaşmaları imzâlamaları değil Avrupa diplomasisi ve askerî gücü hakkında bilgi edinmeleri de istenmiştir. Paris’e XV. Louis nezdine gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi başta eğitim olmak üzere Fransa’dan çok etkilenmiş ve bunu İstanbul’a taşımıştır. Bu arada ticârî ilişkiler de gelişmiş, iki ülke arasında yılda beş yüz ticaret gemisi gidip gelmiştir.

Yenileşme politikasının en önemli göstergesi; Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin oğlu Mehmed Saîd Efendi (ö. 1175 h./1761 m.) ve İbrâhim Müteferrika’nın (ö. 1158 h./1744 m.) gayretleriyle 1139 h./1727 m.’de Müteferrika’nın İstanbul Yavuzselim’deki evinde kurulan matbaadır.

Bir Fransız mühtedîsi olup Gerçek Dâvud Ağa adıyla anılan kişi Şehzadebaşı’nda ilk modern yangın söndürme kurumu olan Tulumbacı Ocağı’nı kurmuş. Bu dönemde Boğaz güvenliği için Kız Kulesi’ne fener konulmuştur. Bu arada tersâne ıslâh edilmiş ve ilk defâ üç ambarlı gemilerin yapımına başlanmıştır. Teknoloji alanında, Seyyid Vehbî ve Mehmed Hâzin’in eserlerinde dönemin sünnet eğlencelerinde kullanılan ve içinde beş altı kişi bulundurabilen timsah şeklinde deniz altıdan da söz edilmektedir. Sanat ve edebiyattan hoşlanan Sadrâzam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa (ö. 1143 h./1730 m.) dönemin ünlü şâir, musikîşinâs ve sanatkârlarını etrafına toplamış, dışarıya el yazması kitap çıkarılmasını yasaklamıştır. Ayrıca resmî bir tercüme heyeti kurularak Doğu’dan ve Batı’dan önemli eserlerin Türkçe’ye çevrilmesidir.

Bu dönemin edîblerinden Seyyid Vehbî dönemin eğlenceye dönük ictimâî hayâtını Sûrnâme’sinde, Pasarofça Antlaşması’nı ise Sulhiyye’sinde ele almıştır. Dönemin “reîs-i şâirân”ı Osmanzâde Ahmed Tâib ile şuarâ tezkiresi müellifleri olan Safâî, Sâlim ve İsmâil Belîğ’in birçok tercüme ve telîfi vardır. Bâzı eserler ise Türkçe’den Fransızca’ya çevrilmiştir. Topkapı Sarayı’nda, Yeni Câmi’de ve Dâmad İbrâhim Paşa’nın Şehzâdebaşı’ndaki külliyesi içinde kütüphâneler tesis edilmiş; şâir Nedîm’in hâfız-ı kütübü olduğu saray kütüphânesinde dersler yapılmış; çiniciliği geliştirmek için Tekfur Sarayı’nda bir çini imâlâthanesi kurulmuş; İznik ve Kütahya îmalâthâneleri restore edilmiş; kiremit îmâline başlanmıştır. Bu arada bir dokuma atölyesi açılmış; esnaf denetlenmiş; iç ve dış ticâret geliştirilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin ülkeye dönmesinden sonra İstanbul’da başta mîmârî olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları kendini göstermiştir.

Belgrad  ormanlarındaki  tatlı suların İstanbul’a nakli için bentler; şehrin çeşitli yerlerinde de çeşmeler yaptırılmıştır. İstanbul’da yeni yollar ve iskeleler inşâ ettirilmiş. Kapalı Çarşı’nın yanan Sandal Bedesteni yenilenmiştir. Çarşılarda ekmek satışı ve kahve ithâli denetlenmiş; tabâbet geliştirilmiş; diplomasız tabipler meslekten uzaklaştırılmıştır.

Tıp alanında başta Derviş Ömer Şifâî tarafından olmak üzere birçok eser kaleme alınmıştır. Nitekim İstanbul’daki İngiltere elçisinin eşi Lady Montagu, Türkiye Mektupları’nda Türkiye’de bâzı hastalıklara, özellikle çiçek hastalığına karşı aşı yapıldığından söz etmektedir.

Boğaziçi ve Haliç kıyıları köşkler ve kasırlarla donatılmıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa’dan getirttiği plânlara göre inşâ edilen yapılarda Avrupa mîmârisinin tesirleri görülmeye başlamış, duvarlar Avrupalı ustalar tarafından Batı tarzında süslenmiştir. Köşklerin en önemlisi İbrâhim Paşa’nın gayretiyle iki ayda tamamlanan Kâğıthâne’deki Sâdâbâd Kasrı idi. Devlet adamları tarafından bu mekân kısa sürede şenlenmiş; Kâğıthâne Deresi’nin iki tarafı beyaz köşklerle donatılmış, âdetâ Paris civârındaki Versailles’a nazîre olmuştur. Bu dönemde inşâ edilen çeşmelerin en önemlisi Bâb-ı Hümâyûn önündeki III. Ahmed Çeşmesi olup bu yapı daha sonra Azapkapı, Tophâne ve Üsküdar meydanında yapılanlara örnek olmuştur. Bu arada şehrin temizliğine özen gösterilmiş; surlar onarılmış; birçok köşesi latif bahçelerle süslenmiştir.30

Bu kültürel hamlelerin bir netîcesi olarak, bu zamânda edebî hayat son derece canlıdır. Hattâ bu zamânda edebiyatın zirve isimleri bulunmaktadır. Nâbî (ö. 1123 h./1712 m.) , Nedim (ö. 1142 h./1730 m.) gibi Dîvan Edebiyatı’nın en mühim isimleri Sâkıb Dede ile çağdaştırlar. 31 Mustafa Sâkıb Dede, böyle bir dönemde içerisinde yaşamış ve eserlerini meydana getirmiştir.

SEFÎNE-İ NEFÎSE-İ MEVLEVİYÂN

Mustafa Sâkıb Dede’nin eseri Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ın Türkiye kütüphânelerinde   birçok   yazma   nüshası   mevcuttur.   Gerek   Konya   Mevlânâ   Dergâhı   İhtisas Kütüphânesi’nde, gerekse Kütahya Gedik Ahmed Paşa Kütüphânesi’nde Sefîne nüshalarını bulmak mümkündür. Bunlar hâricinde, Topkapı Sarayı Kütüphânesi’nde 1195 ve 1196 numaralarda; Süleymâniye Kütüphânesi Hâlet Efendi Bölümü 65/1-2-3 ve 235 numaralarda da kayıtlı yazma nüshalar bulunmaktadır. Biz çalışmamız esnâsında, bu nüshalara zaman zaman mürâcaat etmekle berâber, eserin matbû hâlini kullanmayı tercih ettik.

A- ESERİN TERTÎBİ

Mustafa Sâkıb Dede’nin eseri Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım, Menâkıbü’l-Ârifîn’in bittiği yerden başlamak sûretiyle Mustafa Sâkıb Dede’nin kendi zamanına kadar olan Mevlânâ soyuna mensup çelebilerin hal tercümelerini ihtivâ eder. İkinci kısım, muhtelif mevlevîhânelerde şeyh olanlara; üçüncü kısım ise mevleviyân beyninde tanınmış isimlere ayrılmıştır. Eser, 1283 h./1866 m. târihinde Mısır’da Matbaa-yı Vehbiyye’de basılmıştır. Eser, Menâkıbü’l-Ârifîn’den sonra mevlevî târihinin en mühim ve kapsamlı kaynaklarından sayılmaktadır.32

Mustafa Sâkıb Dede, eserin başında uzun ve ağdalı bir hamd ü senâ ve salavât bölümünden sonra “zeyl-i Menâkıbu’l-Ârifîn ve tekmile-i Sevâkıbu’l-Menâkıb olmak ümidiyle yâdigâr-ı ihvân-ı safâ ve dest-âviz-i hullân-ı vefâ ve mevsûm Sefîne-i Nefîse idüp…”33 ifâdesiyle eseri kaleme alma sebebini açıklamıştır.

Eser, üç ciltten müteşekkil olmakla berâber tek cilt altında tab’ edilmiştir. Birinci cilt, 268 sayfadan oluşmaktadır. Bu bölümde Hz. Mevlânâ soyuna mensup 59 çelebinin hal tercümeleri bulunmaktadır. İlk olarak, Kütahya Mevlevîhânesi’nin ilk şeyhi olan Celâleddîn Ergūn Çelebi’nin (ö. 775 h./1373 m.) babası İlyas Paşa (ö. 773 h./1373 m.) ve ağabeyi Hızır Paşa (ö. 773 h./1371 m.) ile Karahisar Mevlevîhânesi şeyhi Dîvânî Mehmed Çelebi’nin babası Abâ-pûş Bâlî Efendi’nin (ö. 8120 h./1485 m.) hal tercümeleri yer almaktadır. Daha sonra da Dîvânî Mehmed Çelebi (ö. 936 h./1530 m.) ve Celâleddîn Ergûn Çelebi’nin (ö. 775 h./1373) hal tercümeleri bulunmaktadır.34

Karahisar Mevlevîhânesi, Konya’dan sonra mevlevîliğin en önemli merkezlerindendir. Sultan Veled’in (ö. 712 h./1312 m.), kızı Mutahhara Hâtun’u Süleyman Şâh Germiyânî (ö. 699 h./1300 m. veyâ 788 h./1387 m.) ile evlendirmesinden sonra Konya ile Karahisar arasında münâsebetler daha da artmıştır. Karahisar Mevlevîhânesi şeyhi Dîvânî Mehmed Çelebi, anne tarafından Dîvâne Mehmed Çelebi b. Bâlî Çelebi b. Ahmed Paşa b. Muhammed Paşa b. Hızır Paşa b. Mutahhara Hâtun binti Sultan Veled b. Mevlânâ şeceresi ile Hz. Mevlânâ soyuna; baba tarafından da Germiyanoğlu Süleyman Şâh soyuna mensuptur.35

Kütahya Mevlevîhânesi de Konya ve Karahisar’dan sonra Mevlevîliğin önemli merkezlerinden olmuştur. Bu mevlevîhânenin ilk şeyhi olan Celâleddîn Ergūn Çelebi de Süleyman Şah oğlu İlyâs Paşa şeceresi ile Hz. Mevlânâ âilesine mensuptur.36

Birinci  bölümün  sonunda  hanım  çelebilere  de  yer  verilmiş  olması  eserin  önemli  bir özelliğini oluşturmaktadır. Bu bölümde Destînâ Hanım (ö. 1040 h./1630 m.), Güneş Hân-ı Kübrâ, Kâmile Hanım ve Hacı Fâtıma Hanım’ın (ö. 1122 h./1710 m.) hal tercümelerine yer verilmiştir. Karahisar Mevlevîhânesi postnişîni Şâh Mehmed Çelebi’nin (d. 944 h./1537 m. – ö. 1000 h./1591 m. ?) kızıdır. 37 Güneş Hân-ı Kübrâ ise yine Karahisar Mevlevîhânesi şeyhi Küçük Muhammed Çelebi’nin (ö. 1045 h./1635-36 m.) kızıdır. 38 Kâmile Hanım, Karahisâr Mevlevîhânesi postnişîni, daha sonra da makam çelebisi olarak vazîfe yapan III. Muhammed Ârif Çelebi’nin (ö. 1052 h./1642 m.) kızıdır. Kütahya Mevlevîhânesi uzun bir müddet metruk kaldıktan sonra, Kâmile Hanım’ın evlenmesinin akabinde Kütahya’ya yerleşmesiyle ve Kâmile Hanım sâyesinde eski haline kavuşabilmiştir. Sefîne’de zikredilen Hacı Fâtıma Hanım da Kâmile Hanım’ın evlâtlığıdır/kızıdır. Hacı Fâtıma Hanım, Mustafa Sâkıb Dede Kütahya’ya geldiği zamânda dergâhdan mes’ûldür ve Mustafa Sâkıb Dede’yi evlâtlığı olan, kardeşinin kızı Havvâ Hanım’la evlendirmiştir..39

Bütün bu irtibatlar göz önüne alındığında, Mustafa Sâkıb Dede’nin, Kütahya’da münâsebet hâlinde bulunduğu kimselerden yola çıkarak, geriye dönük bir fihrist hazırladığını söylemek mümkündür. Zîrâ, kayınvâlidesi mesâbesindeki Hacı Fâtıma Hanım’ın annesi Kâmile Hanım, hem Karahisar Mevlevîhânesi postnişîni, daha sonra da makam çelebisi olan III. Muhammed Ârif Çelebi’nin (ö. 1053 h./1642 m.) kerîmesidir. Dolayısıyla Mustafa Sâkıb Dede, eserinde Kütahya çelebilerinden başka, hem Karahisar çelebilerine, hem de makam çelebilerine yer vermek durumunda kalmıştır. Eserin birinci cildinin, Kütahya ve Karahisar çelebilerinin cedleri olan Hızır ve İlyâs Paşalar’ın hal tercümeleriyle başlamasının sebebi bu olsa gerektir.

Mustafa Sâkıb Dede, makam çelebilerini, Menâkıbü’l-Ârifîn müellifi Ahmed Eflâkî’nin bırakmış bulunduğu noktadan devâm ettirdiğini beyân ediyorsa da, Hüsâmeddin Vâcid Çelebi (ö. 742 h./1342 m.), Emir Âlim Çelebi (ö. 751 h./1350 m.) ve Emir Âdil Çelebi’nin (ö. 770 h./1368 m.) hal tercümelerine Menâkıbü’l-Ârifîn’de ne de Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’da yer bulamamıştır.

Eserin birinci cildinde, Kütahya ve Karahisar çelebileri ve makam çelebilerinin hâricinde iki müstakil bölüm daha bulunmaktadır. Bunlardan birinde, farklı memleketlerde mevlevîliğin intişârına hizmet eden, zâviyelerin tesis edilmesinde yardımcı olan, ya da çeşitli mevlevîhâne ve zâviyelerde postnişîn olarak vazîfe yapan çelebilerin hal tercümelerinin bulunduğu bölümdür. Diğeri ise, Mustafa Sâkıb Dede tarafından “Devlet vazîfesinde bulunmuş çelebiyân” olarak isimlendirilmiştir. Bu bölümde ilk olarak, Sultan Veled’in kızı Mutahhare Hâtun ile evlenen; Kütahya ve Karahisar çelebilerinden ceddi olan Hızır ve İlyâs Paşalar’ın babası Süleyman Şâh Germiyânî’ye yer verilir. Daha sonra da Süleyman Şâh Germiyânî’nin başka bir hanımdan olan oğlu, Germiyanoğulları’nın son hükümdârı Yâkub Çelebi hakkında mâlûmât bulunmaktadır. Bu iki ehemmiyetli ismin akabinde, İstanbul’un ilk kadısı olarak tanınan Hızır Bey hakkında mâlûmât verilir. Esâsen kaynaklarda Hızır Bey’in evlâd-ı Mevlânâ’dan olduğunu teyid eder bir bilgi bulunmasa da Mustafa Sâkıb Dede Hızır Bey’in Hz. Mevlânâ âilesine mensup olduğunu iddiâ etmektedir. Bu bölümde zikredilen şahıslar hakkında gerek Sefîne’de gerek diğer kaynaklarda net bilgiler de bulunmaması, bu şahısların evlâd-ı Mevlânâ’dan olma ihtimâlini azaltmaktadır. Bu bölümde zikredilen diğer şahıslar arasında Osmanlı devlet adamlarından Pîrî Mehmed Paşa (ö. 938 h./1532 m.) da bulunmaktadır.

Çalışmamızın da temel kaynağı olan Sefîne’nin birinci cildinin listesi şu şekildedir:

Kütahya Çelebileri

  • Hazret-i Celâleddin Ergūn bin İlyâs Paşa
  • Çelebi Burhâneddîn İlyâs (bin Celâleddin Ergūn)
  • Hazret-i   Çelebi   Zeynüddin   ibn   Şâh   Melik   ibn   İlyâs   Pâşâ   (bin  Muzafferüddin  Çelebi) (halîfe-i Ergūn Çelebi)
  • Hazret-i Çelebi Alâeddin bin İlyâs Pâşâ
  • Hazret-i Çelebi Muzafferüddin
  • Hazret-i Çelebi Müeyyed (hâher-zâde-i Çelebi Alâüdin)
  • Hazret-i Âbide Veliyye binti Âbid
  • Hazret-i Esrük Sultân bin Tâhir Çelebi
  • Hazret-i Ahî Muhammed Sâdık (Muzefferüddîn Çelebi’nin müridlerinden) Makam Çelebileri
  • Hazret-i Emir Âlim Küçük
  • Hazret-i Emir Ârif Küçük
  • Hazret-i Emir Âdil Küçük
  • Hazret-i Çelebi Cemâleddin
  • Hazret-i Çelebi Hüsrev
  • Hazret-i Çelebi Ferruh
  • Hazret-i Çelebi Bostân-ı Evvel
  • Hazret-i Ebûbekir Çelebi
  • Hazret-i Çelebi Ârif Küçük
  • Hazret-i Hüseyin Efendi Çelebi
  • Hazret-i Abdülhalim Efendi
  • Hazret-i Bostân-ı Sânî Çelebi
  • Hazret-i Çelebi Sadreddin
  • Hazret-i Seyyid Muhammed Ârif

Diğer Mevlevîhânelerde Vazîfe Yapmış Çelebiyân

  • Hazret-i Çelebi Emir Zâhid Küçük
  • Hazret-i Çelebi Nûreddin
  • Hazret-i Çelebi Selâhaddin
  • Hazret-i Çelebi Bedreddin
  • Hazret-i Çelebi Vâcid
  • Hazret-i Çelebi Alâeddin
  • Hazret-i Çelebi Hüsâmeddin
  • Hazret-i Çelebi Abdüssamed
  • Hazret-i Çelebi Abdüllatif
  • Hazret-i Çelebi Abdülkerim
  • Hazret-i Çelebi Celâleddin
  • Hazret-i Çelebi Cemâleddin
  • Hazret-i Çelebi Abdülcelil
  • Hazret-i Çelebi Abdülcemil
  • Hazret-i Çelebi Şeyh Muhammed Zincirşiken
  • Hazret-i Lütfullah Çelebi
  • Hazret-i Ali Çelebi
  • Hazret-i Çelebi Abdülehad
  • Hazret-i Halil Çelebi
  • Hazret-i Hasan Çelebi
  • Hazret-i Hüseyin Çelebi

Karahisar Çelebileri

  • Hazret-i Hızır İlyâs Paşa (b. Süleyman Şâh Germiyanî)
  • Hazret-i Abâpûş-ı Bâlî Efendi (b. Hızır Pâşâ)
  • Sultân Dîvânî Mehmed Efendi (b. Abâpûş-ı Bâlî)
  • Hazret-i Hızır Şâh Çelebi
  • Hazret-i Şâh Muhammed Çelebi
  • Hazret-i Çelebi Küçük Muhammed Efendî
  • Hazret-i Destînâ Hanım
  • Hazret-i Güneş Hân-ı Kübrâ
  • Hazret-i Kâmile Hanım
  • Hazret-i Hâce Fâtıma Hanım
  • Nebzetün min ahvali’l-müellif

 

Devlet Vazîfesinde Bulunmuş Hızır ve İlyâs Paşa Âilesi Mensupları

  • Hazret-i Yâkub Çelebi (bin Süleyman Şâh Germiyanî) ve Hazret-i Şâh Çelebi (Süleymân Şâh Germiyanî)
  • Hazret-i Hızır Bey ve Sinân Paşa
  • Hazret-i Yâkub Paşa
  • Hazret-i Pîrî Paşa
  • Hazret-i Kādı Paşa

Eserin ikinci cildinde ise, muhtelif mevlevîhânelerde şeyh olanlara âit hâl tercümeleri bulunmaktadır. Bu isimlerden örnekler vermek gerekirse; Sîneçâk Yûsuf Dede (ö. 952 h./1546 m.); mevlevîliğin tanınmış isimlerindendir. Edirne Mevlevîhânesi’nde meşîhat vazîfesinde bulunmuş, mevlevîliğin intişârında önemli rol oynamıştır.40 Rusûhî İsmâil Dede (ö. 1040 h./1631 m.); Mesnevî’ye yazdığı şerh dolayısıyla “Hz. Şârih” olarak da anılmış ve 22 sene Galata Mevlevîhânesi meşîhatinde bulunmuştur.41 Gavsî Ahmed Dede (ö. 1107 h./1696 m.); Mustafa Sâkıb Dede’nin, “Dede” vasfını aldıktan sonra Galata Mevlevîhânesi’nde hizmetinde bulunduğu ve “Şeyh-i Ekrem” vasfıyla anılan bir zattır. Zamânın pâdişâhı IV. Mehmed’in (ö. 1104 h./1693 m.) iltifât ve muhabbetine mazhar olmuş, hattâ pâdişâh kendisine bir hat hediye etmiştir. 42  Mustafa Sâkıb Dede, eserinde Edirne Mevlevîhânesi’nde kendisini yetiştiren Seyyid Muhammed Dede ve Seyyid Muhammed Dede’nin şeyhi Neşâtî Dede’ye (ö. 1084 h./1674 m.) de yer vermiştir.43 Ayrıca, Mısır Seyâhati’nde Mısır Mevlevîhânesi’nde hizmetinde bulunduğu Siyâhî Mustafa Dede’ye (ö. 1121 h./1710 m.) de yer vermiştir.44 Mustafa Sâkıb Dede, eserinde öğrencilerine de yer vermiştir. Buna misâl olarak Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhlerinden Ali Nutkî Dede (ö. 1218 h./1804 m.) ve Abdülbâkî Nâsır Dede’nin (ö. 1236 h./1821 m.) babaları, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Ebûbekir Dede (ö. 1189 h./1775 m.) gösterilebilir.45

Eserin üçüncü cildinde de mevlevîler arasında tanınmış isimler hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bu bölümün başlangıcında da Mustafa Sâkıb Dede, eserine kaynaklık eden eserlerin müellifleri hakkında bilgi vererek bu bölüme giriş yapar. Eserine kaynaklık eden eserler arasında en eski olanı Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-ı Hüdâvendigâr’dır. Bu sebeple Mustafa Sâkıb Dede, bu bölüme Risâle-i Sipehsâlâr’ın müellifi Mecdüddîn Sipehsâlâr46 hakkında bilgi vermekle başlar. Mecdüddîn Sipehsâlâr hakkında; “…merd-i meydân-ı şecâat ve kerîmü’t-tab’ ve zarîfü’l-meşreb ve ma’den-i ahlâk-ı hamîde ve cem’-i fünûn-ı adîde olup…” ifâdesini kullanmış ve genç yaşlarında ulemânın bulunduğu meclislerde bulunarak ilimle içli-dışlı olduğunu belirtmiştir.47 Selçuklu ordusunda kumandan olan, “Sipehsâlâr” nâmıyla meşhur olmuş olan Ahmed b. Ferîdun (ö. 712 h./1312 m.), Mevlânâ’nın 40 yıl hizmetinde bulunmuş ve gördüklerini ve öğrendiklerini Risâle-i Sipehsâlâr Be-Menâkıb-ı Hüdâvendigâr adlı eserde toplamıştır. Eserin dili Farsça olup 11201’de Cawnpore’de, 1947’de Tahran’da basılmıştır. 1912 yılında da Ahmed Avni Konuk tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Eser en son Tâhir Gālip Seratlı tarafından sâdeleştirilerek neşredilmiştir. 48 Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’da, Risâle hakkında, Mevlevîlik hakkında önemli bir kaynak olduğu ifade edilmiştir.49

Bu bölümde alınan ikinci isim de Mevlevîlik târihinin ikinci önemli kaynağı olan Menâkıbu’l-Ârifîn müellifi Ahmed Eflâkî’dir (ö.761 h./1360 m.). Menâkıbu’l-Ârifîn de mevlevîlik târihi kaynakları arasında önemli bir yere sahiptir. Temel olarak Risâle-i Sipehsâlâr’ı alır, ancak Risâle’de göze çarpan düzensizlik Menâkıb’da çok fazla yoktur. Konular daha etraflı, uzun ve kronolojik olarak anlatılmaktadır. 50 Mustafa Sâkıb Dede, eserinde Ahmed Eflâkî hakkında, sarf ve nahiv üzerinde çalışıyorken Bahâüddîn Veled ile karşılaşmasından sonra “ulûm-ı ledünnî zümresine iltihâka karar verdiğini” ve Eflâkî mahlasını da “felekiyât ilmiyle iştigāli netîcesinde” edindiğini ifâde etmiştir.51

Eserin üçüncü bölümünden en son örneğimiz de Menâkıbu’l-Ârifîn’i gözden geçirip çeşitli sebeplerle özetleyen ve Sevâkıbü’l-Menâkıb adlı Farsça eseri meydana getiren52, eserde Hazret-i Dervîş Abdülvehhâb Hemedânî nâmıyla anılan, Abdülvehhâb İbn-i Celâleddîn Muhammed Hemedânî’dir (ö. 954 h./1547 m.). Eserde Abdülvehhâb Hemedânî’nin “Hemedân meşâyıhından Şeyh Celâleddîn Nakşibendî Hazretleri” olduğu ve kendilerinin Mısır-Kāhire seyâhatinde, “dahîl-i mecâlis-i âliye-i Hazret-i Çelebî Abdülcemîl oldukta bi’l-külliye rubûde-i aşk ve muhabbetleri olmağlan tarîkat-i aşkıyye-i sıddîkiyye sülûküyle ber-hûrdâr-ı vusûl-ı ser-menzil-i ma’rifet ve velâyet olup ve kitâbhâne-i Çelebî-i mûmâ-ileyhde Menâkıbü’l-Ârifîn-i Hazret-i Şeyh Ahmed Eflâkî ile dîde-i cân … olmağla nasb-ı ayn tetebbu’ idüb”, Ahmed Eflâkî’nin eseriyle tanıştığı yukardaki ifâdelerle anlatılmıştır.

Yukarıda verdiğimiz örnekler hâricinde eserin üçüncü bölümünde mevlevîlik târihinin tanınmış, önemli 78 ismi hakkında diğer bölümlere nazaran daha kısa bilgiler bulunmaktadır. Esâsen üçüncü bölüm de diğer bölümlerden daha kısadır. (146 sayfa)

B- ESERİN ÜSLÛBU

XVII. yüzyılın sonu, XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olan Mustafa Sâkıb Dede’nin Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân’ı son derece ağır bir dile sâhiptir. Esâsen, yaşadığı dönem îtibâriyle, edebiyâtın zirvede olduğu göz önünde bulundurulursa bu ağır ve ağdalı üslûbu yadırgamamak gerekir.

Ancak eserde, dil olarak sâdece Osmanlı Türkçesi kullanılmamış, metin herhangi bir işârette bulunulmadan Arapça ve Farsça ifâdelerle devâm etmiştir. Bu durum da, metnin anlaşılması kadar okumasını da zorlaştırmıştır.

Uzun duâ cümleleri ve tâzim ifâdelerinin bol kullanılması, eserde aktarılan hâdiselerin akıcılığına ve kolaylıkla anlaşılabilmesine mâni olmaktadır.

Eserde sık sık Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlere de yer verilmiştir. Bu şiirler arasında Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî ve Dîvân’ında yer alan beyit ve rubâîler; Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’ye âid şiirler de bulunmaktadır. Bunların hâricinde, Mustafa Sâkıb Dede, kendi kaleme aldığı mısrâlara da yer vermiştir. Menâkıbını aktardığı çelebinin, mevcûtsa, kendi kaleme aldığı şiirlerini; vefâtlara düşülmüş târihleri de eserine almıştır.

Çelebilerin tercüme-i hâlleri aktarılırken, çelebiyânın dervişâna ettiği vaaz ve nasîhatlere de yer verilmiştir. Bu ifâdeler de, çelebilerin tasavvufî ve ilmî şahsiyetleri hakkında mühim ipuçlarını barındırmaktadır. Ancak, bu ifâdelerin, edebî bir üslûbla Arapça ve Farsça olarak aktarılması meselelerin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.

Ayrıca, Mustafa Sâkıb Dede, eseri kaleme alırken, târihî kaynaklar kadar rivâyetlere de yer verdiğinden, eser muhtevâsı îtibâriyle eleştirilmiş ve sıkı bir incelemeye tâbi tutularak kullanılması gerektiği ifâde edilmiştir. Ancak, bu rivâyetler eseri zenginleştirmişlerdir. Bilhassa, çelebiler bahsindeki rivâyetlerin târihî mâlumâtla büyük ölçüde mutâbık olduğunu söylemek mümkündür. Elbette, belli bir tarîkin hânedânını, büyüklerini tâzim etmek için, yine o tarîke mensup bir kimse tarafından kaleme alınması hasebiyle mübâlağadan hâlî değildir. Fakat bu durum, bâzı araştırmacıların Mustafa Sâkıb Dede’yi şarlatanlıkla suçlamalarını gerektirmemektedir.

C- ESERİN MEVLEVÎLİK TÂRİHİNDEKİ ÖNEMİ

Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne’nin mukaddime kısmında “zeyl-i Menâkıbu’l-Ârifîn ve tekmile-i Sevâkıbu’l-Menâkıb olmak ümidiyle yâdigâr-ı ihvân-ı safâ ve dest-âviz-i hullân-ı vefâ ve mevsûm Sefîne-i Nefîse idüp…”53 ifâdesiyle Sefîne’yi kaleme alış sebebini îzah etmiştir. Bahsi geçen, Sevâkıbu’l- Menâkıb ve Menâkıbu’l-Ârifîn, Mevlevîliğin ilk zamânları için mühim kaynaklardır.

Bunlardan önce de, Hz. Mevlânâ’nın hizmetinde kırk yıl bulunmuş; Alâeddin Keykûbât’ın komutanlığını da yapmış Mecdüddin Feridun b. Ahmed-i Sipehsâlâr’ın kaleme aldığı; Hz. Mevlânâ’nın babası, evlâdı Sultan Veled ve halîfeleri ve müridlerinden bahseden Risâle-i Sipehsâlâr be-Menâkıb-ı Hüdâvendigâr eseri bu hazînenin ilk halkası olmuştur. Bu eser Ahmed Avni Konuk ve Midhat Bahârî Beytur tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

Menâkıbu’l-Ârifîn ise Ahmed Eflâkî tarafından Farsça kaleme alınmıştır. Bu eserin kaynakları, Risâle-i Ferîdun Sipehsâlâr, Sultan Veled’in İbtidânâme, Rebabnâme, İntihânâme ve Maârif’i; Bahâeddin Veled’in Maârif’i; Şems-i Tebrîzî’nin Makālât’ı ve Hz. Mevlânâ’nın Fîhi mâ Fîh ve Mektûbât’ıdır. Bir girişle on fasıldan ibâret olan eserin ilk dokuz bölümünde sırasıyla Mevlânâ’nın babası Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddin Veled’in, Seyyid Burhâneddin Muhakkık Tirmizî’nin, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin, Şems-i Tebrîzî’nin, Selâhaddin Zerkûb’un, Hüsâmeddin Çelebi’nin, Sultan Veled’in, Ulu Ârif Çelebi’nin ve Şemseddin Emîr Âbid Çelebi’nin hal tercümeleri bulunmaktadır. Onuncu bölüm ise, evlâd-ı Mevlânâ’nın çocukları ile tarîkat şecerelerine tahsis edilmiştir.54 Eser, Tahsin Yazıcı tarafından tercüme edilmiştir.

Bir de Abdülvehhâb Hemedânî’nin Menâkıbu’l-Ârifîn’i kısaltarak hazırladığı Sevâkıbu’l-Menâkıb isimli eseri bulunmaktadır. Eser, Kānûnî Sultan Süleyman’ın Konya ziyâreti esnâsında, Mesnevîhân Mahmûd Dede’den tercüme etmesini istemesi üzerine tercüme edilmiştir.

Bütün bu külliyât içerisinde, Sefîne, zorluk ve yapılan eleştirilere rağmen, Mustafa Sâkıb Dede’nin de ifâde ettiği gibi “zeyl” ve “tekmile” mâhiyetindedir.


1 Ahmed Hâlis Dede’nin, babası Mustafa Sâkıb Dede’nin tercüme-i hâli hakkında kaleme aldığı eser, Süleymâniye Kütüphânesi Nâfiz Paşa Bölümü 1186 numarada kayıtlıdır. Mustafa Sâkıb Dede’nin üslûbunu taşımaktadır. Üç fasıl ve bir hâtimeden oluşan eserin her bir faslında iki bâb bulunmaktadır. Birinci fasıl, Mustafa Sâkıb Dede’nin âilesini, nesebini ve çocukluğundan gençlik zamânlarına kadarki zamânı ihtivâ eder ve bu zaman zarfında zuhûr eden kerâmetleri, Mevlevîlik’le tanışma mâcerâsını nakleder. İkinci fasıl ise, Mustafa Sâkıb Dede’nin gençlik zamanlarından orta yaşlarına kadarki zamânını, seyâhatlerini, bu seyâhatler esnâsında izhâr olan kerâmetleri ve Mustafa Sâkıb Dede’nin husûsî hayâtındaki îtiyâdlarını aktarmaktadır. Üçüncü fasıl, orta yaşlarından ihtiyârlığına kadarki zamânını, Kütahya Mevlevîhânesi’nde Mustafa Sâkıb Dede’nin dervişân ile münâsebetlerini ve yine kerâmetlerini nakletmektedir. (Ahmed Hâlis Dede, Tufeyl-i Menâkıbi’l-Kibâr-ı Mevlevî fî Menkabeti Hazret-i Şeyh Sâkıb el-Ma’nevî, Süleymâniye Kütüphânesi, Nâfiz Paşa böl., no: 1186) Sefîne’de bahsi geçen son makam çelebisi Muhammed Ârif Çelebi’dir. 1158-9 h./1746 m.’de vefât eden Çelebi’nin vefâtı esnâsında Mustafa Sâkıb Dede’nin ber-hayât olması mümkün değildir. Mustafa Sâkıb Dede’nin vefat târihinin 1147 h./1735-6 m. olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Muhammed Ârif Çelebi bahsinin, Mustafa Sâkıb Dede’nin ardından Kütahya Ergūniye Mevlevîhânesi şeyhi olan oğlu Ahmed Hâlis Dede (ö. 1191 h./1777 m.) tarafından tamamlandığını söyleyebiliriz. Esâsen Muhmmed Ârif Çelebi bahsi tamamlanırken de Mustafa Sâkıb Dede’nin üslûbunu devâm ettiren Ahmed Hâlis Dede, aynı üslûb ile Tufeyl-i Sefîne’yi kaleme almıştır. (Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, c. I, s. 203, Matbaa-yı Vehbiyye, 1866)

2 Ahmed Hâlis Dede, Tufeyl-i Menâkıbi’l-Kibâr-ı Mevlevî fî Menkabeti Hazret-i Şeyh Sâkıb el-Ma’nevî, vr. 3/b, 4/a

3 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., 5/a

4 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 5/a, 5/b

5 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 7/a

6 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 12/b

7 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 14/a

8 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 14/b

9 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 16/b

10 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 18/b

11 Neşâtî Dede için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, c. II, s. 96-99

12 Seyyid Muhammed Dede için bkz: Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 140-143

13 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 20/a

14 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 26/a

15 Arı, Ahmet, Sâkıb Mustafa Dede Hayâtı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvân’ının Tenkidli Metni, (basılmamış doktora tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1995, s. 5

16 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 261; Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 45/b Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne’de Kütahya’ya gelmeden evvel kendini “her cihetten zavallı ve kimsesiz” olarak tavsif etmektedir. Hacı Fâtıma Hanım sâyesinde âile, maddî-mânevî servet sâhibi olmuş; Hacı Fâtıma Hanım’ın 23 sene hizmetinde bulunmuş olmaktan şeref duyduğunu belirtmiştir.

17 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 266

18 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 104/b-105/a

19 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 27/a

20 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 36/a

21 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 77/a

22 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 30/b

23 Şeyh Gālib Dîvânı, (haz: Muhsin Kalkışım), Akçağ Yayınları, Ankara, 1994, s. 148

24 İhtifâlci Mehmed Ziyâ, Bursa’dan Konya’ya Seyâhat, Vatan Matbaası, İstanbul, 1328/1912, s. 241

25 KMMA, dosya no: 51, belge no: 29; Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 237

26 Ahmed Hâlis Dede, a.g.e., vr. 117/b

27 Arı, Ahmet, Sâkıb Mustafa Dede Hayâtı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvân’ının Tenkidli Metni, (basılmamış doktora tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1995

28 Arı, Ahmet, Mevlevîlik’te Bir Hânedân Kurucusu: Sâkıb Dede ve Dîvân’ı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003

29 Arı, a.g.t., s. 13-21; Arı, Ahmet, “Sâkıb Dede”, DİA, c. XXXVI, s. 4-5

30 Özcan, Abdülkadir – Pala, İskender, “Lâle Devri”, DİA, c. XXVII,

31 Arı, a.g.t., s.VIII-X; Muslu, Ramazan, Osmanlı Toplumuna Tasavvuf – XVIII. Yüzyıl, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004, s. 37-54

32 Küçük, Sezâi, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Simurg Yayınları, İstanbul, 2003, s. 16-17

33 Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, c. I, s. 4

34 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 4-97

35 Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 178

36 Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 213

37 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 252-253

38 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 254-255

39 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. I, s. 261

40 Küçük, Sezâi, a.g.e., s. 32

41 Yılmaz, Necdet, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf-Sûfî, Devlet ve Ulemâ (XVII. yüzyıl), OSAV, İstanbul, 2001, s. 262

42 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 146

43 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 96-99

44 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 218-220

45 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. II, s. 155-159

46 Mecidüddin Ferîdun b. Ahmed-i Sipehsâlâr ve eseri hakkında bilgi için bkz: Şimşekler, Nuri, “Sipehsâlâr, Ferîdun”, DİA, c. XXXVII, s. 260

47 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. III, s. 3

48 Ferîdun b. Ahmed, Sipehsâlâr Risâlesi- Hz. Mevlânâ ve Yakınları, (haz: Tahir Galip Seratlı), Elest Yayınları, İstanbul, 2004, s. 7-8

49 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. III, s. 3

50 Eflâkî, Ahmed, Menâkıbü’l-Ârifîn – Âriflerin Menkıbeleri, (haz: Tahsin Yazıcı), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 12

51 Mustafa Sâkıb Dede, a.g.e., c. III, s. 5

52 Nevşâhî, Ârif, “Sevâkıbu’l-Menâkıb-ı Evliyâullâh: Mevlânâ ve Mevlevîlik Hakkında Unutulmuş Bir Kaynak”, (çev: Necdet Tosun), Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, sy: 14, Ankara, 2005, s. 701

53 Mustafa Sâkıb Dede, Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân, c. I, s. 4

54 Eflâkî, Ahmed, Menâkıbu’l-Ârifîn – Âriflerin Menkîbeleri, (haz: Tahsin Yazıcı), MEB Yayınları, İstanbul, 1989, c. I-II

 

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.