Hâlet Efendi – Devlet Kethüdâsı, Şair

A+
A-

Hâlet Efendi (ö. 1238/1822)

(Devlet Kethüdâsı, Şair)

TEKKE KAPISI – BAYRAM ALİ KAYA

İstanbul’da doğan ve Kırımlı Kadı Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Hâlet Efendi’nin asıl adı Mehmed Said olmakla birlikte daha ziyâde, küçük yaşlarda aldığı öne sü­rülen “Hâlet” mahlasıyla ünlü olmuştur.574 Düzenli bir medrese eğitimi görmeyen ve büyük oranda Şeyhülislâm Mehmed Şerif Efendi ile oğlu Atâullah Efendi’nin eğitip yetiştirmesiyle ilim tahsil eden ve kitâbet öğrenen Hâlet Efendi, ilk olarak Şeyhülislâm Mehmed Şerif Efendi’nin vasıtasıyla kadılık mesleğine girmiş, bu zâtın vefatından sonra Reisülküttâb Mehmed Râşid Efendi’nin yanında mühürdar yamaklığı yapmış ve bilâhare memuriyetten ayrılmıştır. Kaynaklarda belirtildiği­ne göre, Hâlet Efendi memuriyetten ayrılmasının ardından Rumeli Vâlisi Ebûbekir Sâmi Paşa’nın kethüdâlığını yapmak üzere Manastır’a gitmiş, daha sonra Ohrili Ahmed Paşa’nın kethüdâlığında bulunmuş, ardından ise Yenişehr-i Fenâr nâibinin yanında kethüdâ olmak üzere Mora’ya geçmiştir. Hâlet Efendi, kısa süreli bu görev­lerinin akabinde İstanbul’a dönmüş ve dönemin Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Gâlib Dede’ye intisap ederek575 şiir ve nesir alanında da güçlü bir şahsiyet hâline gelmiş­tir. Özellikle mevlevîhâneye yaptığı katkılarla kısa sürede Şeyh Gâlib’in teveccü­hünü kazanan, evi de Galata’da olduğu için sık sık Gâlib ile sohbet imkânı bulan Hâlet Efendi, bir süre aralarında Zahîre Nâzırı Râsih Efendi ve Kasapbaşı Mehmed Ağa gibi zâtlara hizmet ederek geçimini temine çalışmıştır. Bu ara­da Donanma Tercümanı Kalimaki’ye kâtiplik, oğluna ise Türkçe öğretmenli­ği yapmak sûretiyle Dîvân-ı Hümâyûn tercümanlığını ellerinde bulunduran diğer Fenerli Rumlarla tanışmış olan Hâlet Efendi, bir müddet onların da kâtipliklerini yapmış, özellikle voyvodalık ve tercümanlık tevcihleri vesi­lesiyle hayli servet sahibi olmuştur. Bu esnada birçok düşman da kazanmış olan Hâlet Efendi, Köse Kethüdâ Reşid Efendi’ye intisap ile beylikçi kesedar-lığına girmiş ve böylece hâcegân zümresine dâhil olmuştur.576

Hâlet Efendi, çok geçmeden III. Selim tarafından 5 Ramazan 1217 (30 Aralık tarihinde başmuhâsebecilik pâyesi ve orta elçi unvanıyla Paris elçisi olarak atanmış; ancak İstanbul’dan hareketi 30 Rebîülevvel 1218 (20 Temmuz tarihinde gerçekleşebilmiş ve üç yıl kadar Fransa’da kalmış olmakla birlikte, Napolyon Bonapart dönemine denk gelen elçilik yılları hayli sönük geçmiştir. Hâlet Efendi, aldığı bu ilk önemli diplomatik görevini tamamlayıp 27 Cemâziyelâhir 1220 (11 Eylül 1806) tarihinde İstanbul’a dönmüştür.577 Paris’te iken farklı tecrübeler kazanan ve İstanbul’a hayli değişik düşüncelerle dönen Hâlet Efendi, önce 1222/1807-1808’de Dîvân-ı Hümâyûn beylikçi veki­li, üç ay sonra ve Atâullah Efendi himmetiyle Rikâb-ı Hümâyûn reisülküttâbı olmuştur.578 Bu arada, Otakçılar’da medfun olan babası Hacı Hüseyin Efendi için bir türbe inşâ ettiren579 Hâlet Efendi, Fransa Elçisi Sebastiani’nin, İngiliz­lerle gizlice haberleştiğinin IV. Mustafa’ya ihbar edilmesi üzerine ve Fatin’in bildirdiğine göre 1222/1807-1808 sonlarına doğru bu görevinden azledilmiş ve haftasında, o dönemde üst düzey bürokratların sürgün yeri ve yine Fatin’in ifadesiyle “makarr-ı nef‘î-i rüesâ” olan Kütahya’ya sürgün edilmiştir.580

Hâlet Efendi, burada bir yıl kaldıktan sonra 1223/1808-1809’da affedilerek İstanbul’a dönmüş, önce II. Mahmud’un kethüdâsı Re’fet Efendi ile pâdişâh arasında aracılık etmiş, bu zâtın ölümü üzerine ise kethüdâlığa ve bir nevi pâdişâhın gizli danışmanlığına getirilmiştir. Akabinde II. Mahmud tarafın­dan, devlete baş kaldıran, başka zararlı faaliyetleri de bilinen Bağdat Vâlisi Süleyman Paşa’yı görevden alıp yerine kethüdâsı Abdullah Ağa’yı getirme gizli göreviyle581 Bağdat’a gönderilmiştir. Süleyman Paşa’yı, Ayvansarâyî’nin belirttiğine göre sahte bir fermanla idam ettiren ve sonuçta bu hizmeti pâdişâh tarafından beğenilen Hâlet Efendi’nin II. Mahmud nezdindeki itiba­rı hayli artmış ve İstanbul’a dönmesinin ardından terfi ettirilerek 1225/1810-1811 yılında582 Sadr-ı Âlî/Rikâb-ı Hümâyûn kethüdâlığına getirilmiş, ardın­dan, 1230/1814-1815, 1237/1821-1822 yılları arasında üç defa Tevkî-i Dîvân-ı Hümâyûn/Nişancılık görevine getirilmiştir.583

Bu son görevini on iki yıl sürdüren ve nüfuzunu daha da artıran Hâlet Efen­di, Abdülbâki Nâsır Dede’nin ifadesiyle “pâdişâh-ı âlem-penâhın mergûb ve makbûlü olup müsteşâr-ı umûr-ı Devlet-i Aliyye” olmuş, bir diğer ifadeyle pâdişâhın başdanışmanlığına getirilmiştir. Hâlet Efendi ayrıca, “muhâbere-i hafiye” ile yani devletin bütün gizli ve önemli işlerine bakmakla görevlendi­rilmiş, kaynaklarda sıkça belirtildiği şekliyle “devlet kethüdâsı”, halk arasında anılan şekliyle ise “devlet kâhyâsı” olmuş, yine Ayvansarâyî’nin ifade etti­ğine göre, “kapısı hayli kalabalık olup bütün işler ondan sorulur” olmuştur.584

Bu görevi sayesinde aziller ve tâyinler konusunda da hayli etkili olan Hâlet Efendi, dostlarının yanı sıra düşmanlarının da sayısını artırmış, bu arada Fenerli Rumlarla yaptığı işler çerçevesinde adı devlet aleyhinde birtakım fa­aliyetler ile yolsuzluklarla da anılmaya başlanmıştır. Bir bakıma kendi sonu­nun da hazırlayan bu tür faaliyetleri arasında, Tepedelenli Ali Paşa’nın kat-lettirilmesi, çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle bilinen Sadrâzam Mehmed Emin Rauf Paşa’nın azlettirilmesi, Benderli Ali Paşa’nın önce azl, ardından 1236-1237/1821-1822 yılında idam ettirilmesi, Hacı Sâlih Paşa’nın azlettirilmesi, Şeyhülislâm Mekkîzâde Mustafa Efendi ile halefi Çerkez Halil Efendi’nin az-lettirilmesi sayılabilir. Bazı kaynaklarda bu vb. faaliyetleriyle birçok kişinin âhını aldığı da belirtilen Hâlet Efendi’nin, özellikle Halil Efendi’yi azli; hatta azlin akabinde kendisini önce Bursa’ya, ardından da Afyon’a sürdürmesi, bununla da yetinmeyerek eşi Hacce Hanım’ı büyücülükle suçlayarak feci şe­kilde öldürtmesi, bunu duyan Halil Efendi’nin üzüntüsünden felç geçirmek sûretiyle ölümü, âdetâ bardağı taşıran son damla olmuş ve hasımlarının ken­disine duyduğu öfkeyi daha da artırmıştır.585

Aynı zamanda II. Mahmud döneminde Osmanlı tarihinde yer tutmuş isim­lerden biri olan Hâlet Efendi, bu olaylar üzerine ve hasımlarından Mehmed Said Gâlib Paşa’nın etkisiyle azlettirilerek önce Bursa’ya, ardından da 1238 Saferinde (Ekim-Kasım 1822) Konya’ya sürgün edilmiştir.586 Aralarında Keçecizâde İzzet Molla’nın da bulunduğu bazı isimler ile İstanbul’un tarîkat ve edebiyat çevreleri, özellikle Mevlevî muhiti kendisini affettirmek için hayli uğraşmış ise de sonuç alınamamış ve Hâlet Efendi, pâdişâhın emriyle 25 Safer 1238 (11 Kasım 1822) tarihinde, Koru-yı Hümâyûn Ağası Ârif Ağa587 tarafından başı kesilmek sûretiyle idam edilmiştir. Hüseyin Ayvansarâyî’nin ayrıca, “Üç mezarlı bir ölü” olarak adlandırdığı Hâlet Efendi’nin başın­dan ayrılmış bedeni, Konya’da Hz. Mevlânâ Türbesi civarına defn edilmiş, İstanbul’a gönderilen kesik başı ise önce Galata Mevlevîhânesi’nde kendisi için hazırlattığı sofaya defn edilmiş, bazı dedikodular üzerine on beş gün sonra pâdişâhın emriyle buradan alınarak bu kez Yahyâ Efendi Dergâhı hazîresine defn edilmiştir. Daha sonra tekrar eski yerine, Hüseyin Vassâf’ın bildirdiğine göre ise Galata Mevlevîhânesi’nde kapının yanındaki türbede Kudretullah Efendi’nin ayak ucunda defn olunmuş ve işaret olmak üzere de oraya bir taş dikilmiştir.588

Hâlet Efendi’nin vefatı üzerine Keçecizâde İzzet Molla şu tarih beytini söy­lemiştir:

Gitdi o kân-ı himmet târîh yazdı İzzet
Hâlet Said Efendi pîrâna hem-dem olsun589

Mehmed Süreyyâ’nın “önceleri biraz hizmet, sonraları ise icrâ-yı garaz ve nefsâniyet etmiştir; bununla birlikte akıllı, faziletli, şair ve kâtip idi” şeklinde tavsif ettiği; Beşir Ayvazoğlu’nun “…iç yüzünü bilmeyen biri için Hâlet Efendi, karizmatik bir şahsiyet, güzel giyinen, güzel konuşan, âlim ve fâzıl bir zât, âlim ve sanatkârları koruyup kollayan, eli ve kapısı açık, üstelik ehl-i tarik bir devletludur. Hâlet Efendi’nin ne kadar acımasız olduğunu ancak iktidarları ve menfaatleri onunkiyle çatışanlar acı bir biçimde öğrenmekte­dirler.” şeklinde tanıttığı Hâlet Efendi, uzun yıllar devletin siyâsî işlerinde müsteşar olarak görev yapmış, dönemin birçok ünlü şahsiyeti bir şekilde kapısını çalmak durumunda kalmış, saray tarafından yapılacak mansıbların tâyininde bile görüşü alınan bir şahsiyet olarak hep ön planda bulunmuş­tur. Birçok kaynakta neredeyse Mevlevîler dışında kalan kesimlere ve büyük oranda da muhaliflerine karşı son derece acımasızca davranması sebebiyle, kindar bir kişi olarak tanıtılıp pek sevilmediği belirtilen Hâlet Efendi, yine bazı kaynaklarda dile getirildiği üzere muhalifleri ile mücadele edebilmek ve menfaatlerinin sürmesini temin için hayatı boyunca Yeniçeri Ocağı’ndan meded ummuş; hatta zaman zaman ocak ileri gelenlerine hediyeler takdim edip bahşişler dağıtmış; II. Mahmud’un ocağın kaldırılmasına yönelik giri­şimlerinin sürekli karşısında olmuş ve kaldırılmaması için elinden gelen ça­bayı göstermiştir. II. Mahmud’u, gerçekleştirmeyi düşündüğü diğer reformlar konusunda da sürekli olumsuz yönde etkilemeye çalıştığı öne sürülen Hâlet Efendi, örneğin daha Paris elçiliği sırasında sunduğu lâyiha ve gönderdiği mektuplarda Avrupa’yı teknik ve sanayi bakımdan kıyaslarken Batı ile ara­mızdaki farkın, kayıkçılar ile kâtipler arasındaki fark nisbetinde olduğunu dile getirerek Osmanlı’nın daha üstün bir durumda olduğunu belirtmiş, en­fiye, kâğıt, billûr, çuha ve fağfûrun da bulunduğu beş imalâthâne ile lisan ve coğrafya bilimleri öğretecek bir okul yaptırılması hâlinde beş yıl sonra Avrupa ile boy ölçüşebilecek duruma gelineceğini bildirmiştir.5120

Defter-i Dervîşân’da adı, Ali Nutkî Dede zamanında, 1203/1788-1789’da ve onun eliyle arakıyye giyen muhibbân arasında zikredilen,591 bazı kaynaklar­da aynı zamanda Şeyh Gâlib’in müritlerinden ve yakın dostlarından biri ola­rak gösterilen, kendisi de bir Mevlevî muhibbi olan Hâlet Efendi,592 makam ve mevki sahibi olduğu dönemlerde büyük ilgi duyduğu Mevlevî tarîkatı mensuplarına ve tekkelerine pek çok iltifat, ikram ve yardımlarda bulun­muş, aralarında Yenikapı ve Galata mevlevîhânelerinin bulunduğu birçok dergâhın tamirat vs. işlemlerine pek çok kez katkı sağlamıştır.593 Hatta Ayvansarâyî, Mehmed Kudretullah Dede’nin Galata Dergâhı postnişînliğine tâyininin bile Hâlet Efendi vasıtasıyla gerçekleştiğini kaydetmektedir. Yine Ayvansarâyî’nin bildirdiğine göre Sahîh Ahmed Dede için müstakil bir türbe yaptıran Hâlet Efendi, Mevlevîliğe olan büyük muhabbetinden ötürü Galata Mevlevîhânesi’nin kapısı bitişiğine de bir sebil ve üzerine büyük bir mektep yaptırmış, dergâhın havâlisini dahi mermer taş ile döşettirip kendi için yap­tırdığı yer ile etraftaki mezarları da yaldızlı pirinç şebîkelerle süsletmiş, şeyh efendilerin sandukaları üzerinde bulunan örtüleri yeniletmiş, türbeler ile hücreleri tamir ettirmiştir. Bu inşâ ve tâmir faaliyeti Şevval 1234 (Temmuz-Ağustos 1819) tarihinde sona erdiğinde bütün tarîkat şeyhleri davet olunarak yemek ziyafetinin yanı sıra çeşitli ikramlarda bulunulmuş, örneğin davete katılan şeyh efendilere birer top kumaş, dervişlerine dahi altışar kuruş ve­rilmiştir. Bu ikram faslının ardından Murad Molla Tekkesi Şeyhi es-Seyyid Hâfız Murad Efendi, şârih hazretlerinin türbesi önünde duâ etmiş, hep bir ağızdan Fâtihâlar okunmasıyla da merâsim sona ermiştir.594

Mevlevî dergâhlarına başta tamiratları olmak üzere her türlü yardımda bulun­muş, konağı da döneminde İstanbul’un belli başlı kültür, sanat ve edebiyat mahfillerinden biri hâline gelmiş olan Hâlet Efendi’nin dergâhlara ilişkin bu tamir faaliyetleri bazı diğer kaynaklarda ise şu şekilde bildirilmiştir: “Hâlet Efendi, Galata Mevlevîhânesi için bir sebil, muvakkithâne ve kütüphaneden oluşan iki katlı bir binâ yaptırmıştır. 1235-1236/1820 tarihinde Hâlet Efendi tarafından Galata Mevlevîhânesi avlusunda kurulan ve Hâlet Efendi Kütüp­hanesi adıyla anılan bu kütüphanedeki kitaplar, tekke ve zâviyelerin kapatıl­masından sonra, 1346/1927 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiş olup “Hâlet Efendi Mülhakı/İlâve Kısım” adıyla oluşturulan ayrı bir koleksi­yonda muhafaza edilmekte ve okuyucuların hizmetine sunulmaktadır.”595

Hâlet Efendi İle İlgili Defter-i Dervîşân’daki Kayıtlar

Hâlet Efendi, sadece dergâha başta tamirat, yeni mekânların inşası vs. olmak üzere yaptığı katkılar ve kutsal beldelerin anahtarlarının İstanbul’a getirilişi vesilesiyle düzenlenen merâsimler vasıtasıyla değil, bazı Mevlevî şeyhle­rinin konağında uzun yıllar ikâmet etmelerini sağlamış olması vesilesiyle de anılmaktadır.596 Defter-i Dervîşân’da kendisinden en çok bahsedilen ve ölümünden sonra da hayırla yâd edilmeye devam edilen şahsiyetlerden biri olan Hâlet Efendi’nin adına ilk olarak, Ali Nutkî Dede’nin eliyle arakıyye gi­yen muhibbânın adları ve tarihleri sıralanırken yer verildiği görülmektedir:

“Hâlet Efendi, sene 1203.”597

Hâlet Efendi’nin Sakız Adası’ndan gelişi tarihi: “Reften-i Hâlet Said Efendi, bi-Cezîre-i Sakız 27.”598

Hâlet Efendi ile ilgi bir diğer kayda, Medîne-i Münevvere’nin anahtarının İstanbul’a getirilişi vesilesiyle yapılan merâsim üzerine yer verilmiştir:

“Âmeden-i miftâh-ı şerîf-i Medîne-i Münevvere, şerrefenallahu te’âlâ bi-şerefihâ, fî 27 M sene 1228, yevmü’s-sebt. Der-erba‘în azîm alay olup Zey-tinburnu dedikleri mahalden istikbâl olunup Davudpaşa’dan Hazret-i Hâlid’e getirilip Pâdişâh-ı âlem-penâh Sultan Mahmud Hân dahi istikbâlen Hazret-i Hâlid’e teşrîf eylemişdi. Anda duâ ve senâlar olunup andan alınıp Topkapısı’ndan dâhil olunup miftâh-ı şerîf yeşil sandal kîse içinde gümüş tepsi üzre pûşîde istifo üzerine bu sırada devlet kethüdâsı bulunan Hâlet Efendi’nin ellerinde, kucağında olup Dîvân Yolu’ndan Saray-ı Hümâyûn’a teşrîf eylemişdir. Bu rûz-ı fîrûzun gicesi müjde-i teşrîf-i miftâh-ı şerîf olmağ-la Saray-ı Hümâyûn’da kûslar çalınıp namâz-ı subhdan sonra toplar atıldı ve böyle misâl-i ıyd, birkaç gün top şenliği olması mesmû‘dur. Bu eyyâmda azîm şitâ olup ve bu alay-ı şerîf günü kar yağar idi. Ehl-i alayın üzerleri lâzım geldiği üzre karlı olup lâkin miftâh-ı şerîfin tahtında olan tepsi pûşîdesinin üzerinde kar olmadığı ve nem-nâk olmadığı âşikâre mer’î olduğu sırr-ı acîbdir. Ve hâmili olan kethüdâ begin üzeri dahi sâ’irleri mikdârı karlı olmadığı dahi mer’îdir.”599

Hâlet Efendi’ye dair kayıtlardan

Defter-i Dervîşân’daki bu vb. (Msl. Bk. Defter-i Dervîşân-I, vr. 52b, vr. 88b; Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b, vr. 40a, vr. 44b, vr. 54a vd.) kayıtlardan Hâlet Efendi’nin, başta döneminin Yenikapı şeyhleri olmak üzere bu tarîkatın ileri gelenleri nezdinde de ne denli büyük bir itibarı olduğu açıkça görülmektedir.

Hâlet Efendi, Hüseyin Vassâf ve Mehmed Ziyâ’nın bildirdiği­ne göre, Receb Hüseyin Hüsnü Dede’ye verilmek üzere, Kon­ya Mevlânâ Dergâhı’nda Mehmed Said Hemdem Çelebi (ö. 1276/1859-1860) tarafından 18 Muharrem 1234 (17 Kasım 1818) tarihinde kendisine bir destârlı sikke, icâzet ve hilâfet verilerek Debbâğ Derviş Mehmed ile İstanbul’a gönderilmiştir.600Defter-i Dervîşân-II’de yer verilen aşağıdaki kayıtlarda, hem Hâlet Efendi hakkında ayrıntılı şekilde bilgi verilmiş, hem de onun Mevlevî ileri gelenleri nazarındaki itibarını gösteren, anılan hilâfetnâmeyi İstanbul’a bizzat götürmesi hususuna değinilmiştir:

“Mezkûr Hâlet Efendi, İstanbuliyyü’l-mevlid ve nâmı Mehmed Said olup Es‘ad Efendizâde Şeyhülislâm merhûm Şerif Efendi dâ’iresi etbâ‘ı zâdelerden ve ol dâ’irede perverde olup kudât tarîkında idi. Ve muhibbân-ı Mevlevi-yye’den olup birâderim Şeyh Ali Dede Efendi’den arakıyye-i şerîfe giymiş idi. Reîsü’l-küttâb merhûm Râşid Efendi’ye hizmeti olup sonra ba‘zı kimse­lere dahi kitâbet eylemişlerdi. Sonra tarîk-ı kudâyı terk ve hâcegândan olup elçilik [ile] Fransa’ya gidip üç yıl Fransa’da ikâmetden sonra gelip beylikçi olmuşdur. Sonra Sultan Mustafa Hân-ı Râbi‘in cülûsunda reîsü’l-küttâb olup sonra Kütâhiyye’ye nefyolunmuşdur. Sonra Sultan Mahmud Hân cülûsundan sonra ıtlâk olunup İstanbul’a geldikde, pâdişâh-ı âlem-penâh kendiyi Bağdat hizmetine gönderip muzafferan İstanbul’a avdet eyleyip sonra devlet kethüdâsı olmuşdu. Ve Haremeyn-i şerîfeyn’in miftâh-ı şerîfleri geldikde, devlet kethüdâsı bulunmakla alaylar­da miftâh-ı şerîf bunun yedinde olup ol hizmet-i celîleye nâil olmuşdur. Ba‘de azl olup bir müddetden sonra nişâncı dahi olup şimdi ma‘zûldür. Ammâ pâdişâh-ı âlem-penâhın mergûb ve makbûlü olup müsteşâr-ı umûr-ı Devlet-i Aliyye’dir. Ve Tarîk-ı Aliyye-i Mevleviyye’nin müntesîbi olup ülfet-i fukarâ ile me’lûf idi. Hattâ mukaddemâ Râşid Efendi’ye hizmetden sonra Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Şeyh Gâlib Efendi ile ülfeti ziyâde olduğu içün eyyâm-ı meşîhatinde bunun hânesi dahi Galata’da olmağla ekser evkâtde Şeyh Gâlib Efendi’nin meclisinde hem-sohbet ol-muşdur. Hayr-hâh-ı cihân bir merd-i âlî-kadr olup hukûka ri‘âyet ile ma‘rûf ve fukarâ ve dervişâna hizmet ile meşhûrdur. Husûsan meşâyih ve fukarâ-yı Mevleviyye’ye hizmetde bezl, Çelebi Efendi ve Âsitâne-i Aliyye’ye hizmetlerinde bezl-i makdûr eylemişdir. Bu def‘a Çelebi Efendimiz hazretle­rinden dahi tensîp buyurulup türbe-i mukaddesede sandûka-i mübâreke kenârında birkaç gün dahi vaz‘ ile bir sikke-i şerîfe icâzet istid‘â edip Çelebi Efendi, Mehmed Said Efendi hazretlerine bir sikke-i şerîfe tekbîr eyleyip türbe-i şerîfede sandûka-i mübâreke pûşîde-i şerîfi zîrinde on sekiz gün dur-dukdan sonra icâzet ve hilâfetnâme ile ma‘an maslahat-ı dîger ile irsâl olunan Debbâğ Derviş Mehmed nâm ile irsâl olunup rûz-ı mezkûrda derviş-i mezkûr İstanbul’a dâhil olup ferdâsı Çehârşenbe günü sikke-i şerîfe ve icâzet ve hilâfetnâme kendiye resîde olunmuşdur, bârekallahu te’âlâ.”601

Aynı defterin bir başka varağında Hâlet Efendi’den bu kez Mekke-i Mükerre-me’nin anahtarlarının İstanbul’a getirildiğinde bir süre onun elleri üzerinde taşınmış olması çerçevesinde yer verilir:

“Teşrîf-i miftâh-ı şerîf-i Mekke-i Mükerreme, şerrefenallahu bi-şerefihâ, fî gurre-i Ca sene 1228, yevmü’l-ahad. Gelibolu tarafından berren gelip Medî-ne-i Münevvere’nin miftâh-ı şerîfi istikbâli resmi üzre Davudpaşa’dan istikbâlen Hazret-i Hâlid’e gelip anda duâ ve senâdan sonra ricâl-i devlet yine alay-ı azîm ile Topkapısı’ndan duhûl edip resm-i sâbık üzre evvelen devlet kethüdâsı olan Hâlet Efendi, sellemehullah, yedinde gümüş tepsi üzre istifo pûşîde üzre yeşil sandal kîse ile mevzû‘, Dîvân Yolu’ndan Saray-ı Hümâyûn’a teşrîf eyledi…”602

Hâlet Efendi, aynı zamanda mevlevîhâneler ve meşrûtalarının; hatta bazı dergâh mensuplarının kabir ve türbelerinin tamirini yaptırması vesilesiy­le de defterlerde mevzubahis edilir. Bunların en çarpıcı örneklerinden biri Galata Mevlevîhânesi hazîresinde medfun bulunan ünlü Mesnevî Şârihi Ankaravî İsmail Dede’nin türbesini tamir ettirmesidir.603

Galata Mevlevîhânesi’nde Hâlet Efendi’nin yaptırdığı ve “Ebniye-i Hâlet Efendi” şeklinde takdim edilen binâların inşasına başlanması üzerine Defter-i Dervîşân’da şu bilgilere yer verilmektedir:

“Vaz‘-ı esâs-ı ebniye-i Hâlet Efendi, sellemehullah, der-Mevlevîhâne-i Ga­lata, fî 20 L sene 1234, yevmü’l-erba‘a, fî 30 Temmûz. Hâlet, sellemehullah, Galata Mevlevîhânesi’nde kapısı cânibinde, bir sebîl ve bir çeşme-i âb ve kendi içün merkad mahalli ve bir kütübhâne binâsını ve dahi Şârih İsmail Efendi hazretlerinin türbe-i şerîfi ahşâbdan olmağla anı dahi kâgir binâyı murad edip dergâh kapısı cenbinde vâkı‘ çörekçi dükkânı yanında olan bir­kaç başka dükkân mahalline binâ edip ol mahalle çeşme ve sebîl ve fevkine kütübhâne ve kapunun berü cânibinde vâkı‘ kahve dükkânını kendileri içün üstü açık türbe mahalli tasmîm edip şürû‘ olmuşdu.”604

İlgili inşaatın tamamlanması üzerine ise defterde şu kayda yer verilmekte­dir: “Tamâm şoden binâ-yı Hâlet Efendi, der-Mevlevîhâne-i Galata, fî 21 C sene 1235, yevmü’l-erba‘a, fî 24 Mart. Çeşm-i âb mukaddem tamam olup sebîl ve kütübhâne dahi şimdi tamam olmuşdur. İbtidâ-yı vaz‘-ı esâsdan sekiz mâhda tekmîl olmuşdur. Ve mâh-ı mezbûrun yigirmi dokuzuncu günü, Pençşenbe günü ki Nîsânın evvelki günüdür, meşâyih-i Mevleviyye ve sâ’ir turûk meşâyihi, mevlevîhâne-i mezkûra da‘vet olunup Şârih İsmail Efendi hazretlerinin türbe-i şerîfesinde bir hatm-i şerîf olundukdan sonra duâ olu­nup ba‘de şerbetler içilip sonra it‘âm olunmuş ve sâ’ir nâsa sebîlhâneden şer­betler verilip pilav ve zerde it‘âm olunmuş. Hak te’âlâ hazretleri müteyem-men eyleye. Âmîn, bi-hürmeti menlehü’l-emîn, sene 1235. Müşârün-ileyh sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât, sellemehullah, vakf-ı cesîm dahi tanzîm eyle-mişdir ki vakfiyyesi sene-i mezbûre tarihiyledir ve tekâya-yı sâ’ireye dahi vakf-ı mezbûrundan vezâ’if ta‘yîn eylemişdir. Nâlehullahu te’âlâ, bi-ücûri’l-cezîle bi’t-tâkah sene 1235.”605

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin 1231/1816 yılında başlanan bir tamiratda, ye­rinden kımıldatılması gereken bir taşın ucuna urgan bağlanması ve Şehr Emini Hayrullah Efendi ile birlikte bir ucundan da Hâlet Efendi’nin tutması, onun Mevlevîler arasındaki itibarını gösteren çarpıcı bir diğer örnektir:

“…zîr-i binâda esâs olan taş dîvârlar kaldı ve semâhâne-i şerîf kapısına duhûl i‘tibârıyla cânib-i yesârda olan esâs dîvârı ve andan türbe-i şerîfeye varınca olan esâs dîvârı bozulmamak lâzım gelmekle terk olunup vaz‘-ı esâs i‘tibârı içün türbe-i şerîfeye varınca terk olunan esâs dîvârının semâhâne-i şerîf köşesine karîb olan mahallinden bir taş ihrâc ve ol gün sâbıkan dev­let kethüdâsı olan, hâlen nişâncı bulunan Hâlet Efendi, binâya me’mûr olan Şehr Emini Hayrullah Efendi, sellemehullah, gelip ol mezbûr taşa urgan bağlayıp mezkûr Hâlet Efendi ve Hayrullah Efendi ve etbâ‘ları tutup ma­halline vaz‘ olunup vaz‘-ı esâs i‘tibâr olundu. Ba‘dehû fakîr dahi varıp duâ ve hâtime ve gülbâng-ı Mevlevî edâ olundu, bârekallahu te’âlâ. Âmîn, bi-hürmeti menlehü’l-emîn.”606

Hâlet Efendi, sadece İstanbul’daki mevlevîhânelerin tamiratında değil, Mevlânâ Türbesi’nin, yani Kubbe-i Hadrâ’nın çinilerinin yenilenmesi işinde de bizzat Sultan II. Mahmud tarafından görevlendirilmiş ve gerekli organi­zasyonu yapmak sûretiyle ilgili tamiratın 26 Zilhicce 1232 (6 Kasım 1817) tarihinde başarıyla tamamlanmasını sağlamıştır:

“Ta‘mîr-i Türbe-i Mukaddese-i Hazret-i Mevlânâ, kaddesanallahu bi-sırrıhi’l-a‘lâ ve semâhâne-i şerîf ve bi’l-cümle hücerât ve matbah ve Câmi‘-i Sultan Selim, der-civar-ı âsitâne tekmîleş, fî 13 M sene 1232, yevmü’s-sebt, âşir Teşrîn-i sânî. Kubbe-i Hadrâ’nın çinilerini tecdîd, ba‘zısı dahi ta‘mîrât lâzım olduğundan Çelebi Efendi hazretleri, taraf-ı devlete ifâde buyurmağ-la Sultan Mahmud Hân hazretleri dahi mükemmel ta‘mîrât olmağı murad buyurup bin iki yüz otuz iki senesi Cemâziyelevvel zarfında Hâlet Efendi tarafına emr-i Hümâyûnları sudûr ve Hâlet Efendi cenâbları dahi havâs-ı hademesinden Dede Mustafa Ağa nâm muhibb-i tarîkat bir kimseyi binâ emîni nasb edip bu aradan iktizâ eden mi‘mâr ağa halîfesi ve nakkaşân ve sâ’ir cümle tertîbinden sonra emîn-i binâ mezkûr Dede Mustafa Efendi, mezbûr otuz iki senesi Cemâziyelâhir gurresi, Cum‘a günü İstanbul’dan Konya’ya niyyetle râhî olmuşdur. Kütâhiyye’ye varıp Kütâhiyye vâlisi ma‘rifetiyle bâ-fermân çiniler yapılmak tertîbin tanzîm edip mezbûr Cemâziyelâhirin selhi, Cum‘a günü Konya’ya dâhil olmuş. Sene-i mezbûre Şaban-ı şerîfinin on üçüncü günü, Cum‘aertesi günü ki Hazîrânın on altıncı günüdür, ta‘mîre bed’ olunup Şevval-i şerîfin on birinci günü, Pazar günü ki Ağustosun on ikinci günüdür, Kubbe-i Hadrâ’ya vaz‘-ı çiniye bed’ olunmuş Zilhicce-i şerîfin yigirmi altıncı günü, Pençşenbe günü ki Teşrîn-i evvel’in yigirmi beşinci günüdür, Kubbe-i Hadrâ ta‘mîri tekmîl olup mezkûr oldu­ğu üzre işbu bin iki yüz otuz üç senesi Muharremü’l-harâmının on üçün­cü günü, Cum‘aertesi günü ki Teşrîn-i sânînin onuncu günüdür, sâ’ir cümle ta‘mîrât tekmîl olmuşdur…”607

Hâlet Efendi’nin Divan’ından

Mevlevî çevrelerce ölümünden sonra da rahmetle anılmaya devam edilen, konağını, başta Mevlevî şahsiyetler olmak üzere, devrinin seçkin isimlerine açan, burada ilmî ve edebî sohbetler düzenleyen, döneminin şair ve ediple-riyle tartışmalarda bulunacak derecede güçlü bir hatiplik ve şairlik yönü de bulunan Hâlet Efendi, aralarında aynı zamanda yakın dostu olan Keçecizâde İzzet Molla ile Sahaflar Şeyhizâde Es‘ad Efendi’nin de bulunduğu birçok şa­iri de himâye etmiştir.608

Bazı kaynaklarda, aynı zamanda dönemin Mevlevî şairleri arasında gösteri­len Hâlet Efendi, hayatta iken şairliğinden daha ziyade devlet adamlığı yö­nüyle tanınmış bir şahsiyettir. Şiirlerini değerlendiren Çetin Derdiyok’un be­lirttiğine göre Hâlet Efendi’nin, büyük oranda eski şiiri taklit eden bir nazîre şairi olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte zaman zaman kendi­ne has içli söyleyişlerin; hatta samimi itirafların dile getirildiği manzûmeler kaleme aldığı da görülmektedir.609

Yine Derdiyok’un kaydettiğine göre, “Bir devlet adamı olan Hâlet Efendi’nin şiirlerinde, yaşadığı döneme âit izler bulunmakla birlikte, Tanzimat devri şiirinde görülen yeniliklere âit herhangi bir ipucu yoktur. Ne nazım şekillerinde, ne de konularda bir yenilik söz konusudur. O, şiirlerini tamamen klâsik Türk edebiyatı kurallarına bağlı kalarak yazmıştır.”610

Şiirlerinden Örnekler

Gazel

Leb-i Îsâ’dan ummaz çâre sâhib-derd-i istiğnâ
Kızarmaz hacletinden bir zamân rû-zerd-i istiğnâ
Tevekkül bâbını elden koyup bu nat‘-ı hâhişde
Pula rağbet mi eyler çîre-dest-i nerd-i istiğnâ
Ne rütbe serd eserse rûzgâr üftâdelik görmez
Ki ya‘ni dâmen-i matlûba konmaz gerd-i istiğnâ
Ümîd-i şîr mi eyler mey-i pistân-ı surâhîden
Doyup hûn-ı dilinden tıfl-ı gam-perverd-i istiğnâ
Ne dûzahdan kaçar ne bâğ-ı cennet ârzû eyler
Ederse cânı puhte böyle germ ü serd-i istiğnâ
Ne yapsın Hâlet-i bî-çâre kim ol çeşm-i bîmârın
Zebûn ser-pençe-i nâzında yüz bin merd-i istiğnâ611

Gazel

Çarhı seyl-âb-ı sirişk üzre habâb etdik bu şeb
Beyt-i ümmîdi esâsından harâb etdik bu şeb
Sâye düşmez zülf-i dilberden bana şimden gerü
Bir hümâ-yı devleti zannum kebâb etdik bu şeb
Sâkiyâ dîvân-ı Câmî vü Neşâtî’den bakıp
Beyt-i hatt u câm-ı la‘lin intihâb etdik bu şeb
Meclisi deryâ-yı nûr u âlem-i âb eyleyip
Hâne-i fânûsu gark-ı mâhtâb etdik bu şeb
Çok uzatdık bahs-i zülf ü kâmet-i mevzûnu biz
Hâletâ bilmem hatâ bilmem sevâb etdik bu şeb612

Gazel

Yâr edip ağyâr ile ülfet helâk eyler beni
Gamdan ölmem korkarım gayret helâk eyler beni
Neş’e-mend-i sâgar-ı pür-şevk-i bezm-i firkatim
Sanma ümmîd-i mey-i vuslat helâk eyler beni
Lâle-i dâğ-ı derûn besdir bana almam ele
Verd-i kâmı şemme-i minnet helâk eyler beni
Geh görüp ağyârile geh gûşe-gîr-i hasretim
Gâh uzlet gâh cem‘iyyet helâk eyler beni
Her zamân sînemde mihmândır hayâl-i gamze lîk
Etsem ammâ bir dem ünsiyyet helâk eyler beni
Yâr yok ağyâr yok tenhâdır âh-ı gamım
Düşmüşüm bir deşte kim dehşet helâk eyler beni
Hazret-i Pertev de tahsîn eylemezse Hâletâ
Gamdan ölmem korkarım gayret helâk eyler beni613

Eserleri

1- Dîvânçe. Hâlet Efendi’nin bu eseri yazma olup Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi Kitaplığı 829 numarada kayıtlıdır. “Hâlet” ve “Said” mahlaslarını kullanan şairin, daha ziyâde gazeller­den oluşan dîvânçesi, Şefik Efendi tarafından “Dîvân-ı Hâlet Efendi” adıyla ve 1258/1842 yılında İstanbul’da bastırılmıştır. Eser bilâhare İbrahim Çetin Derdiyok tarafından, “Hâlet Efendi Dîvânçesi, İnceleme-Metin-Tıpkıbasım” adıyla yayımlanmış­tır (Adana 2005). Derdiyok’un tespitine göre dîvânçede, 2 adet kasîde, 1 adet müseddes, 1 adet tahmis, 1 adet muhammes, 30 adet gazel, 1 adet müstezad, 2 adet mesnevî, 2 adet nazm, 1 adet kıt‘a-i kebîre, 1 adet musammat 7 adet beyit ve 2 adet de tarih kıt‘ası bulunmaktadır.614

2- Zînetü’l-Mecâlis. Dîvânçesinin 30-71. sayfaları arasında bulu­nan eser, Hâlet Efendi’nin beğendiği ve aralarında Hz. Mevlânâ, Sultan Veled, Molla Câmî, Hâfız-ı Şîrâzî, Şeyh Sâdî, Fuzûlî, Nâbî, Şeyhülislâm Yahyâ, Şeyh Gâlib, Koca Râgıb Paşa, Seyyid Vehbî, Keçecizâde İzzet Molla ve Râşid’in bulunduğu birçok isimden seçtiği mısralara yer veren bir antoloji/mecmua durumunda­
dır. Eserde aynı zamanda şairleri bilinmeyen ve Lâedrî adı al­tında verilen birçok mısra da bulunmaktadır. Zînetü’l-Mecâlis, bilâhare Mehmet Atalay tarafından ve “Zînetü’l-Mecâlis, Ber-ceste Mısralar” adıyla yayımlanmıştır (Erzurum 2005). Atalay’ın tespitine göre eserde, 842’si Türkçe, 178’i Farsça ve 21’i Arapça olmak üzere toplam 1041 berceste mısra bulunmaktadır.615


 

574  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Fatin Dâvud, a.g.e., s. 54; Hüseyin Ayvansarâyî, Hâlet Efendi’nin adını Mustafa olarak vermektedir (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 47); Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102; Necdet Sakaoğlu, “Hâlet Efendi”, DBİst.A, İstanbul 1994, III, 498; Abdülkadir Öz-can, “Hâlet Efendi”, DİA, İstanbul 1997, XV, 249.

575  Abdülbâki Nâsır Dede, Hâlet Efendi ile ilgi­li olarak muhibbân düzeyinde de olsa, onun Mevlevîliğe girişinin Şeyh Gâlib’e intisabından önce ve aynı zamanda Gâlib’in de şeyhi olan Ali Nutkî Dede zamanında gerçekleştiğini gösteren, “Ve muhibbân-ı Mevleviyye’den olup birâderim Şeyh Ali Dede Efendi’den arakıyye-i şerîfe giy­miş idi” kaydına yer vermektedir (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b).

576  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Defter-i Dervîşân’da ayrıca Hâlet Efendi’nin, 27 Muharrem 1216 (9 Haziran 1801) tarihinde Sakız Adası’ndan gel­diği kaydına yer verilmektedir ki, bu adaya da yine bir görev çerçevesinde gitmiş olmalıdır (bk. Defter-i Dervîşân-I, vr. 19b); Fatin Dâvud, a.g.e., s. 54; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 76; Necdet Sakaoğlu, Hâlet Efendi’nin hâcegân sınıfına katılması­nın, Rikâb-ı Hümâyûn Kethüdâsı Mustafa Râşid Efendi aracılığıyla getirildiği beylik kesedarlığı göreviyle gerçekleştiğini kaydetmektedir (bk. Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 498); Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 249.

577  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Ayvansarâyî, Hâlet Efendi’nin Paris’ten İstanbul’a dönüş tarihi­ni 1222 yılı Şaban ayının sonları (Ekim-Kasım 1807) olarak (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 47-48); Mehmed Süreyyâ ise 1222 Muharremi (Mart-Nisan 1807) şeklinde bildirmektedir (bk. Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102); Necdet Saka-oğlu, a.g.m., s. 498; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 249.

578  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Ayvansarâyî, Hâlet Efendi’nin reisülküttâb oluş tarihini 1222 Rama­zanı sonları (Kasım-Aralık 1807) şeklinde (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 47-48); Mehmed Süreyyâ ise 1222 senesi Rebîülevveli (Mayıs-Haziran 1807) olarak vermektedir (bk. Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102).

579  Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48.

580  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Fatin Dâvud, a.g.e., s. 54; Ayvansarâyî, azil tarihini 7 Muhar­rem 1223 (5 Mart 1808) şeklinde (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48); Mehmed Süreyyâ ise 22 Şevval 1222 (23 Aralık 1807) olarak vermek­ tedir (bk. Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102); Nec­det Sakaoğlu, a.g.e., s. 498.

581  Necdet Sakaoğlu, bu gizli görevi, “Bağdat Vâlisi Süleyman Paşa’nın idam edilmesi ve yerine Said Paşa’nın getirilmesi” şeklinde bildirmekte­dir (bk. Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 498).

582  Bu tarih, Fatin’de 1226 yılının başlarında şeklin­de geçmektedir (bk. Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55); Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 498.

583  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Fatin Dâvud, a.g.e., s. 54-55; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48; Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102; Necdet Saka-oğlu, a.g.m., s. 498; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 249.

584  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48; Meh-med Süreyyâ, a.g.e., II, 102; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 498; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 249-250.

585  Şânîzâde Mehmed, Târîh-i Şânîzâde, İstanbul 1921, IV, 137-139; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 250.

586  Ayvansarâyî, Hâlet Efendi’nin Konya’ya sürgün tarihini Receb 1238 (Ekim-Kasım 1823) şeklin­de bildirirken; Necdet Sakaoğlu ise bu konuya, “1823’te ilkin Bursa’ya, sonra Konya’ya sürgü­ne…” gittiği şeklinde bir kayıtla değinmektedir (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499).

587  Bu kayıt Ayvansarâyî’de sadece “Üsküdar Ko-rucubaşısı” şeklinde geçmekte, Necdet Sakaoğ-lu ise ilgili ismi “Hassa Hasekisi Mehmed Ârif” olarak bildirmektedir (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499).

588  Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55; Ayvansarâyî, Hâlet Efendi’nin medfeni hakkında bilgi verirken, bedeninin Konya’da Mevlânâ Dergâhı’nın harîmindeki Hasan Paşa Türbesi önüne gömül­düğünü, kesik başının ise İstanbul’a nakledi­lerek Galata Mevlevîhânesi hazîresinde Şeyh Kudretullah Dede’nin ayak ucunda ve caddeye bakan soldan birinci pencerenin önüne defn edildiğini, ayrıca mensupları tarafından Yahyâ Efendi hazîresine de taş dikildiğini belirtmiş ve Sefînetü’r-Rüesâ’da kaydedilen, başının daha sonra bazı dedikodular üzerine Galata Dergâhı hazîresinden çıkartılıp Yahyâ Efendi hazîresine nakli rivâyetinin doğru kabul edilemeyeceğini bildirmiştir (bk. Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 48-49); Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166; Necdet Sakaoğlu, a.g.e., s. 499; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 250.

589  Hüseyin Vassâf, vefat tarihini 11 Rebîülevvel 1238/26 Kasım 1822 şeklinde vermektedir (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166); Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz, a.g.e., s. 326.

5120  Mehmed Süreyyâ, a.g.e., II, 102; Enver Ziya Ka-ral, Hâlet Efendi’nin Paris Büyük Elçiliği, İstan­bul 1940, s. 95; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 250; Beşir Ayva-zoğlu, a.g.e., s. 146-147.

591  Defter-i Dervîşân-I, vr. 15b.

592  Abdülbâki Nâsır Dede, Hâlet Efendi ile ilgili olarak Defter-i Dervîşân’da müstakil bir başlık altında yer verdiği kayıtta, onun gerek şahsi­yeti, gerek Mevlevîliği ve gerekse Şeyh Gâlib ile olan ilişkileri çerçevesinde önemli bilgiler vermektedir: “Hayr-hâh-ı cihân bir merd-i âlî-kadr olup hukûka ri‘âyet ile ma‘rûf ve fukarâ ve dervîşâna hizmet ile meşhûrdur. Ve Tarîk-ı Aliyye-i Mevleviyye’nin müntesibi olup ülfet-i fukarâ ile me’lûf idi. …Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Şeyh Gâlib Efendi ile ülfeti ziyâde ol­duğu içün eyyâm-ı meşîhatinde bunun hânesi dahi Galata’da olmağla ekser evkâtde Şeyh Gâlib Efendi’nin meclisinde hem-sohbet olmuş-dur….” (bk. Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b).

593  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b; Mehmed Ziyâ, a.g.e, s. 61 vd.; Mehmed Ziyâ ayrıca Hâlet Efendi’nin büyük çoğunluğu Defter-i Dervîşân’da ayrıntı­lı bir şekilde verilmiş olan hayır faaliyetlerine “Hâlet Efendi’nin Bazı Âsâr-ı Hayriyyesi” baş­lığıyla müstakil bir bölüm ayırmıştır (bk. Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 70-78).

594  Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55; Hüseyin Ayvansarâyî, a.g.e., II, 47; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 76-77.

595  Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 250; İsmail E. Erünsal, “Hâlet Efendi Kütüphanesi”, DİA, İstanbul 1997, XV, 251.

596  Defter-i Dervîşân’da kaydedildiğine göre ör­neğin Amasya Şeyhi Şeyh Ali Dede Efendi, 1227/1812-1813’de İstanbul’a geldiğinde birbuçuk yıl kadar; Galata Mevlevîhânesi’nde sâkin olan Ekşizâde Derviş Mustafa ise 1226/1811- 1812’de hastalandığında, 1229/1813-1814’de vefatına kadar üç yıl boyunca Hâlet Efendi’nin konağında kalmıştır (bk. Defter-i Dervîşân-I, vr. 88b; Defter-i Dervîşân-II, vr. 39b-40a).

597  Defter-i Dervîşân-I, vr. 15b.

598  Defter-i Dervîşân-I, vr. 19b.

599  Defter-i Dervîşân-I, vr. 52b. Bu olay, Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b’de de kayıtlıdır.

600  Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 70.

601  Defter-i Dervîşân-II, vr. 34b.

602  Defter-i Dervîşân-II, vr. 38a.

603  Defter-i Dervîşân-II, vr. 61b.

604  Defter-i Dervîşân-II, vr. 60b.

605  Defter-i Dervîşân-II, vr. 60b, vr. 63b.

606     Defter-i Dervîşân-II, vr. 44b; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 59.

607     Defter-i Dervîşân-II, vr. 54a; Mehmed Ziyâ, a.g.e., s. 75-76.

608  Defter-i Dervîşân-II, vr. 3a; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 250.

609  Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499; Cemil Çiftçi, Maktûl Şairler, İstanbul 1997, s. 553-560; Abdülkadir Özcan, a.g.m., s. 250; İbrahim Çetin Derdiyok, Hâlet Efendi Dîvânçesi, İnceleme-Me-tin-Tıpkıbasım, Adana 2005, s. 3.

610  İbrahim Çetin Derdiyok, a.g.e., s. 3.

611  İbrahim Çetin Derdiyok, a.g.e., s. 43-44.

612  İbrahim Çetin Derdiyok, a.g.e., s. 44.

613  İbrahim Çetin Derdiyok, a.g.e., s. 62.

614  Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499; Cemil Çiftçi, a.g.e., İstanbul 1997, s. 553-560; Abdül-kadir Özcan, a.g.m., s. 250; İbrahim Çetin Derdi-yok, a.g.e., s. 6-11.

615  Fatin Dâvud, a.g.e., s. 55; Hüseyin Vassâf, a.g.e., V, 166; Necdet Sakaoğlu, a.g.m., s. 499; Cemil Çiftçi, a.g.e., İstanbul 1997, s. 553-560; Abdülka-dir Özcan, a.g.m., s. 250; Mehmet Atalay, Hâlet Efendi, Zînetü’l-Mecâlis, Berceste Mısralar, Er­zurum 2005, s. XII.

 

ETİKETLER:
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.