Ziyaretçiler
Görülebilen evrenin binlerce ışık yılı mesafelerle ölçülen bir bölgesinde yaşamlarına devam eden sayısız canlı formlarından birinin sureti iki arkadaş, uzak galaksileri tanıma gayesiyle gezintiye çıkıyorlar. Geçtikleri yerlerde farklı yaşamlar ve farklı formlar izleyerek turlarına devam ederken gördüklerini anlamak üzere sürekli sohbet ediyorlar. Şimdi biraz onlara kulak verelim:
– Bak şu karşıda uzanan toz bulutu gibi bir yıldız kümesi var ya!
– Eee var. Nolmuş ki, gezdiğimiz yerlerde ondan milyarlarca var.
– İşte onun adı “Samanyolu”.
– Kime göre?
– …………
– Onun içinde “Güneş” diye bir yıldız var.
– Ben toz bulutundan başka bir şey görmüyorum.
– Tamam, işte onun içinde bir zerre var, ona da güneş demişler.
– Eeee?
– İşte o güneşin etrafında gezegenleri var.
– Zerrenin zerrecikleri. Suyunun suyunun suyu yani
– Ya bi dur hele.
– Tamam durdum.
– İşte o dünyada “İnsan” adlı bir tür var.
– Türlerden bir tür yani?
– Evet.
– Şimdi seninle oraya az yaklaşalım.
– Yaklaşalım.
İki dost anında Samanyolu Galaksisinin içlerine daldılar ve dünya yörüngesine kadar geldiler. Atmosfer dışından dünyayı seyrediyorlar şimdi:
– Bak dönüş konumuna göre güneşten ışık alan yerler aydınlık, alamayanlar karanlık.
– Görüyorum, kör değilim.
– Dünyalılar karanlığa “Gece”, aydınlığa “Gündüz” derler.
– Zerreciklerden biri, zerrenin peşinde dönermiş de zerrenin içinde zerre bile sayılmayan yapılar o dönüşe isimler takarmış. Hıhh. Çok da mühim! Bana ne! Onların ne dedikleri beni ilgilendirmez ama madem bana farklı bir yaşam formu göstereceksin, anlat sen.
– Hah işte, şimdi orada büyük bir değişim yaşanıyor.
Bu arada dünyayı tanımak üzere hep dinleyenin bir şey dikkatini çekti ve dayanamayarak söze girdi:
– Bakıyorum da karanlık kısımda gene de ışıklar var. Ama bu ışıklar yer yer kesif ışık patlamalarına dönüşüyor. Bir de bu patlamalar dünya üzerinde aralıklı olarak devam ediyor. Bu ne?
– Hah işte ben de ona değinecektim sen sordun.
– Nedir bu durum?
– Bu gece onlar yeni bir yıla; 2020′ye giriyorlar…
– Yeni yıl mı? O da ne?
– Nasıl anlatsam bilmem ki.
– Bir sürü şey anlattın zerrenin zerresinin zerreciklerinin dünyasına dair. Bunu da açarsın sen.
– Şimdi bunlar dünyanın kendi dönüş konumu itibariyle güneşten alabildiklerine göre gece gündüz dediler ya.
– Dediler.
– Dünyanın güneş etrafında bir dönüşüne de “Yıl” demişler.
– Yıl?
– Evet.
– Eee sonra?…
– Şimdi tabii bu yılın içinde aylar, haftalar, günler hatta saatler de var da onlara girmeyeyim, sen sıkılıyorsun sanki.
– Girme, özetle lütfen.
– Yalnız şunu diyeyim. Bu gün, hafta, ay, yıl adlı bölümlemelere onlar “Takvim” adını verip ince ince takip ediyorlar.
– “Bölücü” mü bu dünyalılar?!.. Bölücülüğün ismi mi Takvim?..
– Yok da onlar zamanla – mekanla kayıtlı yapılar. Böyle ölçüp biçmezlerse yaşayamayacaklarına şartlanmışlar!..
– Her şey Tek-Bir-Bütün iken bölmeden yaşayamamak!? Çok tuhaf ama madem bir şeyler açıklayacaksın, dinleyeceğiz.
– Bak o bir dönüş bittiğinde bir yıl da bitmiş oluyor.
– Eeeee çok normal, bunda ne var ki, biterse biter.
– Onlar için çok önemli ama bu. Yeni bir yıl başlıyor. O gördüğün kesif ışık patlamaları havai fişek görüntüleri de hep bunun için.
– Havai fişek?..
– Yıldız kümelerine dikkatli bakınca yer yer ışık patlamaları görürüz ya.
– Evet.
– Onu, ürettikleri bir maddeyi kullanarak yapıyorlar.
– Yalancıktan yıldız patlaması
– Yeni Yıla girerken büyük kutlamalar olur tüm dünyada. Saat: 00.00 ı gösterdi mi havai fişekler patlar, törenler yapılır, konuşmalar olur, hediyeleşmeler olur.
– Dünya bir kez dönüşünü tamamladı diye mi hepsi?!
– Öyle!
Dünya hakkında bilgi alan dayanamadı:
– İnsan dediğin bu türün halleri çok tuhaf! Dayanamayacağım haydi başka yerleri gezelim lütfen.
Diğeri atıldı:
– N’olur dur. Az sonra zaten döneriz görev alanımıza. Daha anlatacaklarım var.
– Benzer saçmalıklarsa zor dayanırım.
– N’olur dinle.
– Kısa tut ama.
– Olur.
– Bu takvim dedikleri şey çok mühim.
– Neden?
– Neden olacak tüm yaşamları ona göre!
– ………
– Takvimle yetinmeyip kendilerine “Takvim Hafıza”ları da tutuyorlar.
– Hafıza?!…
– Bunlar “Beyin” adlı bir kod çözücü ile algılarlar her şeyi. Bunların büyük çoğunluğunda beyin “Hafıza” odaklı çalışır. Hafıza; geçmişe ve yaşanmışlıklara dair bilgileri depoladıkları arşiv bölümü beynin.
– Yani bunlar geçip, yaşayıp gittikleri şeyleri bir yerde biriktirerek dönüp dönüp hatırlarlar öyle mi?
– Hatırlamak ne kelime dostum? Bu takvim hafızaları yüzünden kimi gelişmelere “Acı” kimine “Hoş” diye bakıyorlar. Kendi algılama biçimlerine zıt gelenlere acı derler ve bu acılar üstüne “Hüzün” ve “Hınç” biriktirirler. Kendi algılarına uygun düşenlere “Hoş” etiketi yapıştırır ve buna göre de “Sevinç” ve “Tutku” beslerler.
– Başka nelere sebep olur bu takvim hafıza?
– Mesela kendi gelişimlerini buna endeksli olarak değerlendirirler. Yıllık dilimleri bitirdikçe “Ben şu yaşımdayım, sen şu yaşta, o şu yaşında” derler.
– Normal, dünya dönüşüne anlam giydirmişsen, onun üstüne de anlamlar yüklersin.
– Bununla da kalmıyorlar. “Yaş Günleri”, “Yıl Dönümleri”, “Anma Törenleri” yaparlar.
– “Takvim Hafıza” “Takvim Yaşamı” yaratmış bunlarda desene!
– Aynen öyle. Mesela bunların dişi ve erkekleri ilk beraberliklerine çok önem verirler. Evlilik Günü çok mühimdir. Evlilik Yıldönümü unutulursa, unutana hayatı cehennem eder unutmayan.
– Kendilerini bir de “Dişi” ve “Erkek” diye mi tanımlıyorlar? Buna göre ayrımlara mı gidiyorlar?
– Evet.
– Geçici bir süre kullandıkları dünya yaşam giysisi ile mi tanımlıyorlar yani kendilerine bağışlanan özü?
– Evet.
– Şaşırtıcı. Uçsuz bucaksız bir yaşam, girdiği geçici forma göre kendini algılasın ve değerlendirsin. Cidden garip yani.
– Takvime dayalı hır – gürleri de olur bunların. Acı diye etiketledikleri kayıtları sürekli hatırlayarak tazelemek de garip bir zevkleri. “Kin”, “Küsme”, “Uzaklaşma” “Nefret” duyguları hep bu takvim hafızanın eseridir. Hatta bu sadece birimde değil, gruplara, ülkelere kadar yayılmıştır. “Toplumsal Yas, “Toplumsal Lanet Okumalar” kutlu görevdir bunlar için…
– Nolur şu takvim işinden çıkalım. Başka ne tip gariplikleri var bunların?
– Bir de bunlar dünya denen karşımızdaki yeri bölüm bölüm ayırmışlardır.
– “Bölücü” olduklarını ilk anda anladım zaten. Devam et, nasıl bölüyorlar?
– Kara parçalarını “Ülke”, denizleri de “Sahanlık” diye bölmüşler.
– Ülke?
– Kendi gruplarının yaşadığı kara parçasının bir bölümüne “Ülke” derler. Topluluklara ayrıldıktan başka kendi topluluklarını diğerlerinden daha üstün ve ulvi görmek de ayrı bir tutkuları. Kimilerinde bu tavır ötekileştirdiklerini aşağılamaya varan “Irkçılık” şeklinde tavan yapar.
– Böl, anlam yükle, sonra o anlamı uğruna adanılan değerler haline getir?
– Evet. Aynen böyle.
– Ülkeleri için başka ne yapıyor bunlar?
– Genellikle de etrafını tel örgülerle çevirirler.
– ……
– Bölünen kısma giriş çıkış da “Pasaport” diye bir belge ile oluyor.
– Allah’ın dünyasında, Allah’ın toprağını böl ve geçiş izne tabii olsun?! Peki izinsiz geçersen?..
– Tek kişi isen ceza görürsün.
– Çok kişi bir anda diğer ülkeye izinsiz girerse?
– “Savaş” sebebidir.
– Savaş?..
– Öldürürler birbirlerini?..
– Kara parçası için?!..
– Evet kara parçası için…
– ………
– Böldükleri ülkelerde yaşam alanlarını da bölmüşlerdir.
– Zincirleme Bölücüler :))
– Toprağı “Arsa”, “Ev, “Dükkân”, “Kamusal Alan” diye bölerler. Bireysel topraklarına diğerleri el süremez.
– “Diğerleri” diye kafanda ayrım varsa böyle oluyor demek ki yaşam.
– Yani bunlar, milyarlarca toz bulutu içinde milyarlarca kum tanesi olan yıldızlardan birinin yavrusunda yaşarken orada ülke, arsa diye mekânları; zaman kayıtları ile de ANı bölüyorlar.
– Aynen öyle!
– Sonra da böldüklerine anlam giydirip onun üzerine yaşamlar, bakış açıları, düşünceler ve teoriler inşa ediyorlar?
– Teori ne kelime! Yasaları dahi buna göre!
– İnşa ettikleri sanal durumlar üzere yaşam sürerken kendilerine ters durumlarda da birbirleri ile çekişiyor hatta kan dökmeye varan kavgalar ediyorlar.
– Evet
– ………
Gezegen hakkında bilgi alan tura başka galaksilerde devam etmek üzere toparlanmaya başladı. Diğeri ısrar etti:
– N’olur azıcık daha dur!
– Öğrendim yeter, sağol.
– Son bir şey daha anlatacağım.
– Son ama! Lütfen son olsun.
– Şu an yılbaşı onlar için.
– Evet, anlamaya çalıştım.
– Şimdi ikimiz atmosferlerine az daha yaklaşsak ve algılayabilecekleri bir forma bürünerek içeriye süzülsek ne olur biliyor musun?
– Ne olur?..
– Neler olmaz ki? Büyük bir çoğunluk bizi “Tanrı” ilan eder. Sonra “İlk bize göründüler” diye ötekilerine hava atarlar. Sonra tartışmalar, yazılar, kitaplar, söyleşiler, büyük organizeler olur. Hatta bunu kaydedip, “Uzaylıların Göründüğü Gün” diye yıl dönümleri bile kutlarlar.
– Birini “Tanrı ilan etmek” ne demek?
– Şimdi bizler “Allah Kulu”yuz değil mi?..
– Elbette.
– Bunu nasıl yaşıyoruz?
– “Program”ımızı ve “Görev Alanı”mızı biliyor ve o doğrultuda kuvvelerimizi kullanarak yaşıyoruz. Gelişime de açığız.
– “Başkaları” “Ötekiler” var mı yaşamımızda?
– Haşa!… Kullar kulları seyrediyor. Birimler; BİR-im olarak BİRe ait oldukları farkındalığı ile program programı, görev görevi tetikliyor. Bu da başka bir yerde olmuyor. Kâinat tek bütün. Hepsi onun içinde, onunla yaşanıyor. Niye bölelim, ayıralım ki?!..
– Kendi programını icra için, kendini unutup hatta inkar edip yardım beklediğin, olmazsa olmaz saydığın bir birim var mı?..
– Haşa!… Programımda görevimi icra için ne lazımsa yüklü zaten. Bir üst programdan bazen beslenir, alış verişe girerim ama bu kendi adıma ne bir alçalma, ne de onun adına yükseltme içermez. O da, ben de programlarımızın gereğini yapıyor ve yaşıyoruz.
– İşte onlar öyle düşünmüyorlar.
– Nasıl düşünüyorlar?
– Bilginin kendilerinde ZATen yüklü olduğu hiç oturmaz bunlarda. Onun için hep dışarıya, öteye, başkasına yönelirler. Yönelmekle de kalmayıp o birime üst manalar atfederler. Bir süre sonra da kendilerini yok sayıp her şeylerini o birime endekslerler.
– Kendi Programına sırt çevirip ötekinin programına göre yaşamaya çalışmak öyle mi?..
– Evet aynen öyle…
– Taklidin kendini inkâr, kendini inkârın; Allah’ı inkâr olduğunu da mı bilmez bunlar? Hiç aralarından bunu onlara hatırlatan çıkmamış mı?
Bu defa sıkılma sırası anlatandaydı:
– Aaaah dostum ah. Çıkmaz mı? Her çağda çıktı ve yine çıkıyor. Ama tanıyan kiiimmmm, anlayan kiiiimmm?!… Onlar görüş alanına giren her şeyi kendi kayıtları ile algılamaya alıştıkları için Evrensel Gerçeği kendilerine açıklayan kimseleri de değerlendiremiyorlar genellikle. Değerlendirebilen milyonda bir bile olmuyor.
– Kafada bunca sıralı ve bölünmüş kayıtla, değerlendiriyorlar desen de inanmazdım zaten.
Dünya hakkında bilgileri dinlerken zorlanan, hayretten hayrete salınan, toparlandıktan sonra şunları söyledi:
– Dünyanın dönüşüne anlamlar giydiren, hafıza kayıtlarını yaşam addeden, mekanı ve ANı bölük pörçük eden bir yapı için artık ne desen normal kardeşim. Hadi dönelim görev alanımıza.
Dünyadaki insan formunu anlatan bilinç, yola koyulmadan önce arkadaşına önemli bir uyarıda bulundu:
– Bakıyorum da izlediğin ortamı ve orada yaşayan insan türünü tamamen kendi boyutuna göre değerlendirdin. Zaman zaman bunaldın, zaman zaman kızdın. Başını alıp gitmek dahi istedin?… Bu mu senin engin, sonsuz sınırsız bakışın?…
Diğer bilinç bu defa suskundu. Hem de derin bir suskunluk. Arkadaşı devam etti:
– Her ortamın kendine has yaşam ve bilinç formları var değil mi?
– Evet.
– “Tek, bütün bakarız, ayırmayız birbirimizi” dedin ama görüyorum ki bu yeni tanıdığın yapıyı ayırdın kendinden! Hem de ne ayırış?!..
– Haklısın, ne desen haklısın!
– Bizlerin de bir programımız ve buna göre yaşam ve bilinç formumuz var değil mi?…
– Elbette.
– Bilmediğimiz, algılayamadığımız üst formlar yok mu?!
– Olmaz mı? Şüphesiz var.
– Eeeeee?.. Onlar senin aşağıladığın dünyalılar gibi seni aşağılasalar ve senin verdiğin tepkilerle yaklaşsalar sana, memnun olur musun?…
– Sübhanallah… Sübhanallah…
– İster taklitçi, ister sorgulayıcı olsun, her birim programını yaşamıyor mu?
İyice mahcup olan bilinç azıcık savunmaya ve niyetini açıklamaya yeltendi:
– Ben sadece herkes kendi program ve kapasite zenginliğini fark etsin de iyi kullansın isterdim. Kötü niyetim yoktu.
– Sen kimsin?…
– ……
– Kimsin sen?…
– Tamam, Estağfirullah…
Dünyayı ve insanı kısaca tanıtan bilinç yapı arkadaşına sokularak fısıldadı:
– Gördüklerini kendine veya başka yere kıyasla eleştirmek değil işimiz. Gördün, tanıdın, öğrendin. Sadece kapasitemizi genişletiyoruz bir-birimizle. Böylelikle programımızı daha güzel tanıyacak ve açacağız. İşte hepsi bu. Ortada ne eleştirecek bir durum, ne de kınayacak bir hal var!…
***
İki dost kendi sahalarına dönmek üzere geriye yönelirken dünyada havai fişek patlamaları yer yer, saat saat sürüyor. Kimi ülkeler yeni yıla geçişin sevinç çığlıkları ile coşarken, kimi ülkelerde yılın ilk sabahının derin mahmurluğu yaşanıyor. Atmosfere biraz daha yaklaşıp ikisi de el sallayarak sesleniyorlar:
– Heeeeyyy. Kardeşleeeer!… Yeni Yılınız Kutlu Olsuuuuun!…