Zevkten dört köşe – 3
Mescid-i Haramın revaklı kısmında oturuyoruz bir süre. Öğle namazından bu yana açılan sırlardan öylesine doluyum ki; yeni idraklerle ruhen yaşadığım gönül genişliği, bedenimde müthiş bir yorgunluk olarak kendini gösteriyor. Bir sütuna yaslanıyorum. Bitkinliğimi görünce;
– Kestir biraz, diyor.
– Ama burası mescid, olur mu?
– Burası en emin yer, burası gönlümüz, burası bizden içre biz. Niçin olmasın?
Biraz kendimden geçmişim. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama Yatsı ezanına doğru uyandırılıyorum. Abdest tazelemek için Babü’s- Selamdan lavabolara doğru geçiyorum. Döndüğümde Mescid-i Haram ışıl ışıl. Büyük spotlar altında Beytullahın siyah örtüsü ve o alnında kuşaklanan altın sırmalı şerit ruha sevinçler saçan bir armoni oluşturuyor. Siyah ve sarı bu kadar mı birbirini tamamlarmış, hayran hayran izliyorum.
Yatsıya bu defa Rukn-u Yemani cihetinde duruyorum. Namazdan sonra gözlerim onu arıyor.
Arka saflardan geliyor usul usul. Tavaf epeyce genişlediği için gerilere diz çöküp Rukn-u Yemani’ye yöneliyoruz.
BEYTULLAHTAN GÖNÜLE
Kabe’nin dört cenahından ilhamla Ehl-i Beyti konuşuyorduk. Aslında gönül denen o emin, o muhteşem saraya sığınmanın, özümüzde mevcut Beytullahla bütünleşmenin yollarını konuşuyoruz. Ehl-i Beytten de anladığımız; Gönül Ehli. Yani gönülce yaşamın ana unsurları. Neyi, nasıl düşünür, nasıl hisseder, nasıl uygularsak gönülce bakışın engin huzuruna kavuşuruz?.. Arayışımız bunun için. Yoksa Kabe’nin dört cenahını sadece dört zat ile sınırlamak değil niyetimiz. Zaten konuştuklarımız da zat adı altında hakiki manalar!..
Kabe’de Rasülullah’ın selamladığı, hürmet gösterdiği, öptüğü yegane cenah; Hacer-i Esved. Bir ikinci köşe de Rukn-u Yemani. Kabe örtüsünün sanki bıçakla kesilmişçesine çok az açıldığı bu yeri de selamlıyor ve öpüyor tavaf edenler. Rasülullah burayı selamlamış, burada RABBENA DUALARI nı okumuş.
Birinci cenahta kapıdan ilham alıp Hz. Ali (k.v) ile açılan manaları, ikinci cenahta Fatıma annemizle doğan idrakleri konuştuk. Şimdi 3. cenahı konuşacağız. Yanımdaki zat Rukn-u Yemani’yi göstererek başlıyor:
– 3. ve 4. cenahın kesiştiği yer bura. Yemen köşesi; Rukn-u Yemani. Neler düşünürsün?
– İki cenahı birleştirip konuşacağız sanıyorum. 3. cenahı başlı başına konuşmayacak mıydık?
– Hasan’ı Hüseyin’den, Hüseyin’i Hasan’dan ayırabilir misin?.. Rasülullah onları dizlerine oturtup severmiş. Onun için iki cenahı bir köşede buluşturup konuşalım.
Eyvallah, diyorum.
İKİ CENNET REYHANESİ
Hasan ve Hüseyin’i anlat bana dediğimde çocuksu bir tebessüm kaplıyor simasını ve başlıyor:
– Onları dizine oturtmuş Efendimiz. Karşılıklı severmiş. Ve ashaba şöyle buyurmuş: “Bunlar
benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanemdir. Ya Rab! Ben bunları seviyorum, sen de sev! Bunları sevenleri de sev!”
– Hasan ve Hüseyin’i biz de seviyoruz, diyorum.
Biraz önce yüzüne yayılan nurlu tebessüm hüzne dönüşüyor. Titrek sesle devam ediyor:
– Efendimiz onları severken Cebrail (as) göründü, elinde sarı ve kırmızı iki gömlek vardı. Ya Muhammed! Onların ikisi de şehit olacak, sarıyı Hasan’a, kırmızıyı Hüseyin’e getirdim. Giydir onları!
– Tam severken gelen habere bak!
– Bize göre kötü ve korkunç. Ama Rasülullaha göre iki goncanın da şehadet haberi bu! Ona göre müjdenin hası, ona göre goncanın gül olup açması!
Gözlerinden yaşlar süzülüyor. Birden içimi kaplayan hüznün kalbimi titrettiğini hissediyorum. Duygusal paylaşımlara girişecekken yine kesiyor:
– Rukn-u Yemani’ye, Kabe’ye bak. Bana bakmayacaksın. Kaç kere dedim. Gözünü ayırma Kabeden, bağını çözme gönülden, hitaba kulak ver, seslenince özünden!..
RAHMANDAN RAHİME, CELALDEN CEMALE
– Ali ile Rahmani boyutu, Fatıma ile Rahimiyyet boyutunu anlamaya çalıştık. Hasan ve Hüseyin neyi temsil ediyor?
– Bana sormayacaksın, soru da cevap sende, kendinde bulacaksın o manayı.
Hasan ve Hüseyin’in hayatlarından ilhamla sesli düşünüyorum:
– Hz. Hasan’ınn belden yukarısı, Hz.Hüseyin’in de belden aşağısı Rasülullaha benzermiş. İlginç değil mi?..
– İlginç değil. Gayet doğal. Yüzleri de çok benzerdi. Ama birinin belden yukarısına, ötekinin belden aşağısına benzemesi manidar. Düşün, bir şeyler bulursun sen.
– Şöyle düşündüm. İnsanın belden yukarısında kalp, sine ve beyin mevcut. Yani belden yukarısı daha çok ilim, akıl, şefkat, merhamet, kısaca gönül sembolü.
– Belden aşağısı?..
– Belden aşağısında da hemen akla gelen; ayaklar! Ayak; kudret sembolü. Ayağa kalkıyorsanız kudretlisinizdir. İkame etmek derken dahi ayakta durmaya işaret var !
– Şimdi dönelim gül goncalarına. Hasan belden yukarıda Rasulullaha benziyordu değil mi?..
– Evet!
– Nasıl bir hale, duruşa sahip Hasan?…
…
Hz. Hasan’ın hayatına dair bildiklerim sayfa sayfa akıyor zihnimden. Hepsini özetlemek gerek. Hikayeden çok, satır arasında mevcut karakteri okuyabilirsem, ondan yansıyan manayı kavramış olacağım.
– Hz. Hasan oldukça Halim. Yumuşak, şefkatli, merhametli bir zat. O bu haliyle Razı olmuş mümin duruşunu hatırlatıyor. Razı olmuş, iç dünyasındaki kavgayı bitirmiş, herkesle barışık, sulh ve birliği yansıtan bir zat.
– Yani?..
– O sanki Efendimizin CEMAL boyutunu almış!..
– Zaten hadis var. “Bu benim oğlum seyyiddir. Ümit edilir ki Allahu Teala onun vesilesiyle ümmetimden iki tarafın arasını bulur.” Nasıl arasını bulmuş anlat bakalım. İslam tarihinden hatırlıyorsundur.
…
Hasan ve Hüseyin’in hayatı denince derin bir acı, yoğun bir üzüntü kaplıyor her yanımı. İnsanın hatırlamak istemeyeceği sahneler. Dayanabilirsem özetleyeceğim.
– Hilafet Hz. Ali’nin vefatından sonra Hz.Hasan’a geçmiş. Kufe ahalisi Hz. Hasan’a biat etmiş. Diğer yandan Şam’da da Muaviye halife!.. Bu durum tabii ki gerginlik oluşturacak.
– Nasıl çözülmüş peki?
– Kufe’den güçlü bir ordu ile yola çıkmış Hz. Hasan. Diğer yandan da kalabalık bir kitle ile Muaviye!.. Karşılaştıkları anda, Arapların dört dâhisinden biri olan Muaviye, ince politika ile Hz. Hasan ordusunda fitne çıkarmış. Ordu içindeki ayrışmalar ile durumun kötüye gittiğini, fitnenin ayaklanıp ayrılık oluşacağını ve kan akacağını sezen Hasan Efendimiz Muaviye’ye teslim etmiş hilafeti.
– Niçin direnmemiş?
– Hadis var ya, fitne anında iki büyük grubu barıştıracak, kan akmasına mani olacak demiş Efendimiz. O yüce Rasülün öngördüğünü icra etmiş.
– Sonra?
– Sonra kendisi Medine’ye dönmüş. Burada ikamet etmiş.
– Medine halkı kınamamış mı onu?
– Kınamışlar, hatta “Sen başımızı yere eğdirdin, bizim utancımızsın” diyerek çok ileri gidenler bile olmuş. Ama o şöyle demiş: AR; NARDAN HAYIRLIDIR !..
– Yani?
– (DÜNYADA) UTANÇ; (AHİRETTE) ATEŞTEN (CEHENNEMDEN) DAHA HAYIRLIDIR!
…
Bu sözü uzun uzun düşünüyorum. Utanç pahasına barışçı olmak!.. Aşağılanma pahasına ümmetin selametini istemek! Hakkı olandan vazgeçmek, kendinden çok başkalarını düşünmek. Çok büyük, çok erdemli, çok yüce bir davranış!.. Diğerkâmlığın, fedakârlığın zirvesi bu!
– Hasan, Hakikat boyutunda seyretmiş olayı. Onun için Razı olmuş ezelde Efendimiz tarafından bildirilen sahnedeki rolüne.
– Eyvallah!
– Kendi programında mevcut Cemali, Rızayı, Şefkati, Sulhu açığa çıkararak kulluğunu icra etmiş değil mi?..
– Evet!
– Nasıl tanırız kendi programımızı?
– Sana nelerin kolaylaştığına bak ve tereddütsüz onları icraya koyul.
– Etraf ne der kaygısına düşmeden değil mi?..
– Kabeye bakan, gönle yönelen etraf görmez ki zaten.
– Eyvallah!
Hz. Hasan’ın ortaya koyduğu rıza halinin neticelerini düşünüyorum. Büyük bir savaş, dehşet bir fitne duraklamış. Ne yazık ki saltanat düşkünlerinin hırsı hiçbir zaman bitmeyeceği için yine de rahat verilmemiş Hz. Hasan’a.
– Ölümü nasıl Hz. Hasan’ın?..
– Zehirlenmiş! 40 gün hasta yatmış. Başta kardeşi Hüseyin olmak üzere Medine’liler ne kadar zorladılarsa da kendini zehirleyeni söylememiş. Örtmüş hep.
– Kimmiş zehirleyen?..
– Muhtemelen Muaviye tarafı ile irtibatlı olan karısı!..
– Niçin söylememiş?.. Söylese de şöyle iyi bir ceza alsaydı bunu yapan!
– Kaderini okuyanın sebeplerle işi olmaz ki!.. Kudretten seyreden Hikmete bakmaz ki!.. Kaderini okuyan; kaderine koşar!
…
……..
Vakit gece yarısına doğru ilerliyor. Gündüz ki kadar olmasa da tavaf edenlerin azaldığı söylenemez. Daha geç vakitleri bekliyorum. Hacer-i Evsedi öpmek, Ruknu Yemaniyi selamlamak için. Ama yoğunluk 24 saat sürecek gibi geliyor. Ben Hz. Hasan’ı anlatırken yoğun bir tefekkürle gözlerini kapatıyor. Göz kapaklarını araladığı bir anda:
– Vefatı ve defni nasıl?
– Sormasan olmaz mı? Dayanamıyorum.
– Anlat, diye üsteliyor. Anlatıyorum:
– Vefat etmeden önce Hz. Aişe annemize haber salmış. İzin verirse dedem Rasulullah’ın yanına gömüleyim demiş. Annemiz izin vermişler. Ama ne yazık ki Emevilerin Medine valisi karşı çıktığı için, Baki kabristanına defnedilmiş.
– Başka ne gibi özellikleri var Hasan’ın?
– Neleri yok ki?..15 kere hac yapmış. Hem de yürüyerek gitmiş Medine’den Mekke’ye… 47 yıllık ömre 15 hac sığdırmak! Sonra çok hayırsever. Çok cömert. Malını öyle bir dağıtırmış ki; iki kere elinde hiçbir şey kalmayasıya fakir düşmüş.
– Vecizelerinden, öğütlerinden hatırladığın var mı?
– Onu da siz lütfetseniz.
Biraz düşündükten sonra ilim hakkındaki sözünü naklediyor: “İlim için çalışınız! Ezber zorunuza gidiyorsa yazınız. Yazdıklarınızı evlerinize de taşıyınız!”
– Yazdıklarını eve götürmeyi iki türlü anladım.
– Nasıl, aç bakalım.
– Yazdıklarını, ilmini gönlüne yerleştir, hazmet ve uygula birinci anlam. İkincisi de dışarıda kendin bir şeyler okuyup öğrenmişsen bunu eşinle, çocuklarınla, akrabanla, komşunla da paylaş!
– Güzel…
Biraz da Hüseyin’i konuşalım diyor ayağa kalkarken.
– Madem ki Hüseyin ayaklanmanın, kıyamın, direnişin, ikamenin sembolü, onu ayakta konuşacağız. Boş boş ayakta durmayalım gel girelim tavafa.
GÖKLERİN VE YERİN SÜSÜ
Saat gecenin 02 sini gösterirken tekrar tavafa dahil oluyoruz. Gündüz ki kadar olmasa bile akış hız kesmiyor. Ama biraz daha rahat dönüyoruz şavtları. Son şavtta Rukn-u Yemanide duruyoruz. Diz çöküp altın halkalara tutunarak açıyor Hüseyin bahsini:
– Hüseyin hakkında Kerbela’ya işaret eden hadis var değil mi?..
– Evet Rasulullah önceden bildirmiş.
– Hasan’ı öğrendik, Hüseyin hakkında neler doğar gönlüne?..
Kabenin 3. vechine ellerimi dayıyorum. Örtüden yayılan koku misk ü amber gibi. Avuçlarımı açıp ellerimi yapıştırdım Kabeye!
– Hüseyin, Hasan gibi infak ehli. O da bulduğunu dağıtmış etrafa. Paylaşımı zirvede yaşamış. Babası Hz. Ali’nin bedeni kuvveti sanki Hüseyin’e geçmiş!
– Sadece bedeni kuvveti mi?
– Kudret ve İradesi de. Elbette ilmi de.
– Başka?..
– Rasülullah CELAL yüzünü Hüseyin’den göstermiş ümmete. Sorgulayan, nebevi düsturlar çerçevesinde hesap soran ve İslam adına demir yumruk olunması lazımsa o yönüyle de öne çıkan bir mücahid Hüseyin!
– Yani şeriatin, kulluk boyutunun hakkını vermede oldukça hassas değil mi?..
– Elbette.
– Rasülullah GÖKLERİN VE YERİN SÜSÜ demiş Hüseyin’e… Bunu nasıl anlarsın?..
– Bilmem, pek bir şey gelmiyor aklıma.
…
Yanımızdan bizi sıkıştırarak geçişiyor müminler. Sıkışmak yada ezilmek gibi bir kaygımız yok. Ehl-i Beyt sırrını açan zat Rukn-u Yemaniyi çocuğunu okşayan bir baba gibi okşayarak şöyle diyor:
– Süs; güldür. Gül, aşkın sembolü! Gül, kırmızı. Gül; Rasülullahın özü! Kırmızı gül demetleri yayılır Hüseyin’in yüreğinden. Yayılır da ümmete şehadet ve kıyam bilinci baki kalır!.. Gül; Muhammedi bahçenin en hoş çiçeği. Semanın ve arzın, bilinç katmanları ile bedeni kuvvelerin birleştiği, kişinin tek noktaya odaklandığı yerdedir Gül. Beşeriyetin insaniyetle bütünleştiği anda doğar Şehadet. İşte o zaman açar gönül gülleri.
…
Şimdi bir başka dünyadayız. Bir yanıyla kan ve gözyaşı, diğer yanıyla kıyam ve şeriat! Bir yanıyla cennet gülleri, diğer yanda yürekten sızan kanla tazelenen yara! Söz Kerbela’ya geldi dayandı. Şimdi o anlatıyor:
– Şam’da hüküm süren saltanat odaklı hilafet, Medine’de yaşayan Hüseyin’e huzur vermeyecektir. Kendisine yönelik komploları duyunca ailesi ve sevenleri ile birlikte emin yere; Mekke’ye göç eder Hüseyin. Burası emindir, en azından burada cana kastedilmez diye düşünür.
– Rahat bırakırlar mı peki?
– Bırakmazlar. Birkaç defa hacı kılığında suikastçılar yollanır Hüseyin’i öldürmek için! Bunlar yakalanır, kurtulur ama artık burada da eminliğe darbe vurulacağını sezmiştir.
– Ne yapar peki?..
– Sevenlerini, ileri gelenleri toplar ve onlara bir konuşma yapar:
“ Korkarım ki biz buradayız diye gözünü hırs bürüyenler Kabe’nin, Mescidi Haramın izzetine, eminliğine de kast edecekler! Bizim yüzümüzden Beytullaha halel gelmesin! Biz buradan ayrılıyor ve şehadete yürüyoruz!”
İleri gelenler, yapma, gitme dedilerse de Hüseyin: “ Korkmayın! Şehadetimizi biliyoruz. Dedem Rasülullahın hadislerinden biliyoruz. Biz zulme rıza göstermeme, haksızlığa baş kaldırma geleneği başlatmak için gidiyoruz” der ve ailesi, çocukları, ehlibeyt sevenleri ile yola çıkar!
Kerbela denen mevkide kalabalık bir ordu kendisini kuşatmaya alır. Biat et, baş eğ çağrılarına karşı çıkar. Günlerce susuz ve çaresiz kaldıktan sonra çemberin iyice daraldığı günlerde bir gece vakti çevresindekileri toplar ve :” Bizim sonumuz malum! Sizler bizimle kalmak zorunda değilsiniz. Size kırılmayız. İsteyen yurduna dönebilir.” Der.
Bu sözler üzerine çoğunluk tekrar bağlılık gösterirken, bir kısım menfaat ehli gece oradan ayrılır. Ertesi gün ailesiyle birlikte Şehadet şerbetini içer Hüseyin!..
Saltanata, arza egemen olmak isteyen ego kökenli hırslara baş kaldırmaktır Hüseyni duruş! Egona başkaldırırsan erersin Şehadete!..
…
O bunları kâh gözyaşları kâh iştiyak dolu bir imani heyecanla anlatırken Rukn-u Yemani hakkında zihnimde şimşekler çakıyor.
RUKNU YEMANİ; NİÇİN AÇIK?
– Rukn-u Yemani kısmında Kabe örtüsü neden açık?
– Kıblenin henüz Mescidi Aksaya dönük olduğu günlerde Rasülullah namazı buraya dönerek eda etmiş. Buraya dönünce Kabe ve Kudüs aynı doğrultuya geliyor ve aynı anda ikisine de yönelmiş oluyor.
– Aksa; en uzak demek. Harem de en mahrem, en içsel. Yani bu tavrı; insanın varacağı en uzak algı ile en iç hissedişin birliği diye düşünebilir miyiz?.. Uzak boyutlarla, dışarıdaki geniş alanla; afakla, içte olanın, enfüsün bütünleşmesi diyebilir miyiz?..
– Deriz de Hüseyin ve Hasan’ın fonksiyonunu unuttun!..
– Haaa o da şu; Hasan’la öne çıkan Rıza, Hüseyin’le öne çıkan İkame hali bizde birleşirse Ruknu Yemaniye yöneliş kemal bulur diye düşündüm.
– Ama asıl düşündüğün bu değildi, daha basit bir imaj yakalamıştın?..
Hayret gene içimi okudu. Evet, yakalamış ama söylememiştim. Şimdi vakti geldi:
– Rukn-u Yemanide Kabe örtüsü bıçakla kesilip oyulmuş, yaralanmış gibi.
– Yani?..
– Hasan ve Hüseynin şahadetini söyler gibi…
– Daha başka?..
– Razı bir kul olmanın, şeriatin hakkını vermenin; göze alınması çetin bir mücadele ve hal olduğu!.. .Ölümü, sınırsız vermeyi göze alanların hakiki kul olacağı!…
…
Bu ifadelerimle mest olduğunu seziyorum. Ruknun bir başka boyutunu açıyor:
– Yemen’e dönük bu köşe! Yemen deyince neler gelir akla?..
Bunu ondan dinlemeliyim. Siz buyurun nolur diye ısrar ediyorum. Açıklıyor:
– “Rabbim bana Yemen tarafından bir delikanlı suretinde göründü” diyor Efendimiz. Bir de büyük velilerden Üveys El Karani (ks) Yemen’li… Bunları da unutmayalım. Ve düşünelim tabii Yemen’le işaret edileni.
…
A’MADA SEYRETTİK ALEM İÇRE ALEMİ
Rukn-u Yemaniden Hacer-i Esvede geliyoruz. Hacer-i Evsedi öpmek artık kolay. Çünkü yoğunluk epeyce azalmış. Öpüyor ve başımı sokuyorum cennetten gelen taşa. Tavaf seline kendimizi bırakıp Makam-ı İbrahim karşısında kıyama duruyoruz.
– Gözlerini yum, diyor.
– Ama namazda göz yummak caiz değil, secde mahallini görmeliyim.
– Gözlerini yum ve ben aç diyene kadar da açma!
Gözlerimi yumuyorum. Tavaf selinden yayılan dönüş hışırtısı, etraftan gelen sesler ve kalabalığın etkisi bir anda kalkıyor omuzlarımdan. Aç dediğinde gözlerimi açıyorum. Ama her yer alabildiğine karanlık.
– Şimdi salata dur!
– Ama kıbleyi göremiyorum, ne yana duracağım?..
– Sus, dış gözünle değil, kalp gözünle göreceksin şimdi. Yönler, köşeler, cenahlar bitti artık. Yüzünü ne yana dönersen kıble orası şimdi!..
Baştan ayağa üşüyorum. Yapayalnız ve alabildiğine karanlıktayım. Sonra birden alev alev sıcaklık sarıyor her yanımı. Ne düşünce, ne hayal, ne akıl, ne aşk, sanki hepsi nötrlendi şimdi. Tekbir aldığımda madde kayıtlarından sıyrılmış, hafiflemiş gibiyim. Sanki ayaklarım yerde değil. Dış gözle görmekten geçtim. Ya içimde hissettiklerim? Hepsi durdu. Bambaşka bir şey oldu.
Eda ettiğim iki rekat salattan selamla çıktığımda yine Makam-ı İbrahim önündeyiz. Yanımdaki zat son sözlerini söylüyor:
– Buraya kadardı. Ben gidiyorum. Bunu al, beni hatırlarsın!
Başımı döndüğümde yok artık. Gitmiş. Göremiyorum. Elimde yeşil bir mendil. Çevresi kırmızı işlemeli bir küçük ve nazenin bir hatıra.
Anlıyorum. Kimdi, niçin geldi?.. Anlıyor ve tam sevinçten uçuyorken yan taraftan bir çocuk el atıyor mendile. Pakistanlı bir hacının çocuğu. 4-5 yaşlarında. Kendi lisanınca onu bana ver, dercesine çekiştiriyor. O bana muhteşem bir hatıra diyecek oluyorum, sonra vazgeçip veriyorum.
Zat gitmekle kalmıyor, hatırası da gidiyor.
Benliğimle, nefsimle sevdiğim, övünç duyduğum ne varsa alınıyor bu yolda.
Kabe’ye bakıyorum tekrar tekrar! Hacer annenin tevekkülü, İbrahim babanın feragati, İsmail atanın teslimiyeti dökülüyor zemzem çeşmesinden!…
Kana kana içiyorum…
Ab-ı hayat niyetine…