Yine de Gel! – Ayla Ağabegüm
Yine de Gel!
Ayla Ağabegüm
Yine de gel… Yine de gel, ne olursan yine de gel,
Hıristiyan, Mecûsî, putperest olsan yine gel…
Bu bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir…
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan bile, yine gel!
Mısralar yüzyıllardır dilden dile dolaşırken Mevlânâ, halkın gönlünde taht kurar. Hümanist düşüncede olanlar bu güzel dörtlükten dolayı Mevlânâ âşığıdırlar. Mesnevî”yi okumaya üşendikleri için bir dörtlükle yetinirler. Mevlânâ yaşadığı devirden yüzyıllar ötesine Farsça bir dörtlükle cevap verir. Bu cevap, tartışmalara girmeden noktayı koymaktır:
Men bende-i Kur”ânem eger cân dârem
Men, hâk-i reh-i Muhammed Muhtâr”em
Ger nakl küned cüz in kes ez-güftârem
Bîzârem ez ô v”ez an sühan bîzârem.
“Canım (rûhum) var oldukça ben Kur”ân”ın kölesiyim. Ben Hazret-i Muhammed”in yolunun toprağıyım. Eğer benim sözümden bundan başka en ufak bir şey bile, bir kimse nakledecek olsa, o kimsenin de onun sözünden de incinirim, tiksinirim.”
Mevlânâ”nın şiirlerini ve bütün eserlerini bu dörtlüğün ilhamıyla değerlendirmemiz bir vefâ borcudur, bir görevdir. Bu görevi yerine getirirken ülkemizdeki kutuplaşmaları da önlemiş oluruz ve dünyaya birlikteliğimizin heyecanıyla sesleniriz. İslâm”ın yüksek ahlâk anlayışını adım adım yaşarken yaşatırız.
Yaşatma heyecanı için okullar, televizyonlar, aydınlar, sermayedarlarımız, halkımız olmalı. Bu heyecanı sağlamak için sivil toplum kuruluşlarımız, televizyonlarımız, gazetelerimiz, finans kaynaklarımız olmalı diye büyük hayallere kapılmayalım. İnanmış olan her gönül bir okuldur, bir kitle iletişim aracıdır, bir sermayedardır. Başlatmamız gereken; İslâmî rûhu, özde yaşatan gönül seferberliğidir. Bu seferberlik vatanî görevini yapmak için oğlunu askere gönderirken bir annenin, babanın, dedenin, ninenin, eşinin, bacının, kardeşinin içinde duyduğu vatan aşkıdır, bir karış toprağın bile kutsal olduğudur. Bu seferberlik ahlâkî değerlerine bağlı dürüst insanların yetişmesi için yeniden yapılanmadır, bu seferberlik dağlarıyla, denizleriyle, ovalarıyla, ormanlarıyla ve buralarda yaşayan canlılarıyla bize ait olmanın verdiği güvenin, heyecanın çalışmaya yansımasıdır.
Bu seferberlik İslâm”ın güzel rûhunu yaşayan ve yaşatacak olanların yetişmesi seferberliğidir. Bu seferberlik gönlü aşkla dolu olan ailelerin, eğitimcilerin, aydınların, yazarların, topluma örnek olacakların Mevlânâ”yı anlayarak yetişme seferberliğidir. Vatanının bayrağının kutsal olduğu konusunda taviz vermeme seferberliğidir.
Bu seferberlik; topraklarımızın, okullarımızın, gençlerimizin tehlikeler karşısında kameralarla değil, evlerin okulların bilgisayarlarla donatılmasıdır. Ödevleri bile bir düğmeye basarak internetten yapan bir şekilciliğin değil bütün âletlerin nasıl kullanılması gerektiğini bilmenin, cezaları, yasakları neden koyduğumuzu anlatmanın seferberliğidir.
Bu seferberlik yanlış karşısında susan, korkan değil, bilgili gençlerin konuşarak, anlatarak, kavga etmeden doğruda birleşme seferberliğidir. Bu seferberlik, aydınıyla, zenginiyle, ordusuyla, bütün idare edenleriyle, dünya karşısında içinde bulunduğu durumu değerlendirme ve topyekûn sıkıntıya katlanma seferberliğidir. Şehit olan her askerin acısını kendi evlâdıymış gibi duyma ve kendini sorumlu tutarak yeniden kendine gelme seferberliğidir.
İşte o zaman vatanını seven, mânevî değerlerine bağlı olan insanlar yetişecektir ve o zaman hoşgörü uğruna, meşhur olma uğruna yazarlar yetişmeyecektir. Elif ŞAFAK”lar yazdığı romanlarda, hikâyelerde, vatanın ve bayrağın kutsal olacağını bilecek, buna inanmasa da halktan çekineceği için tarihi doğru kaynaklardan okuyarak eser verecektir ve eserlerde bir Fransız mantığıyla düşünüp eser kahramanlarına Türk olmanın utancını yaşatamayacaktır. Orhan PAMUK”lara Nobel ödülü verilirken Türk halkı bunun sebebini bilecektir, belki de ödüller onları yurt dışında yaşamanın ve onların diliyle anlatmanın hazzını yaşatacaktır. Onlar Mevlânâ”nın, Yunus”un diliyle konuşarak halkı kandıramayacaklardır. Çünkü halk gönül seferberliğinde zaten Mevlânâ”yı, Yunus”u yakından tanıyacaktır. Şuurlu olan halk, değerlerine sahip çıkarken, medya patronları, idareciler, aydınlar bu bilinçlenmenin karşısında doğrunun yanında olmak zorunda kalacaklar ve idareciler halkın tavrı karşısında Elif ŞAFAK”ları, Orhan PAMUK”ları tebrik edemeyeceklerdir. Onlar da halk gibi oturup okuyarak, düşünerek gönül seferberliğinin içinde olacaklardır.
Bu seferberliğin içinde olmak isteyenler «nasıl?» diye bir soru soracaklarsa, bu soruyu kendilerine sorsunlar ve yol bulmaya çalışsınlar.
Ben bir eğitimci olarak bu soruyu uzun zamandır kendime soruyorum. Kendimce cevaplarım ve plânlarım var. Şanslıyım, düşüncelerimi sizinle paylaşmak için yazabiliyorum. Benim sizlerle paylaştığım gibi sizler de fikirlerinizi yazarlarla, konuşmacılarla, aldığınız gazetelerin, dergilerin yazarlarıyla, televizyonların yapımcılarıyla paylaşma cesaretini gösterin. Gösterin ki size seslenenler bilinçli toplumun karşısında daha çok çalışmak, okumak, düşünmek ve proje üretmek zorunda kalsın. Eğer bunu yapsaydık, üniversitelerimizin sosyal konularda açılan bölümlerinin hocaları yazılan kitaplarla ilgili tenkitler yaparlardı. Bu incelemeler kültür ve edebiyat dergilerinde yer alırdı. Okuyan gençlerle tartışmalara girilirdi. Vakıflar, dernekler, kulüpler ve görüntülü medya bir yazarı tek başına konuşturmak yerine o oturumlara katılmak için eserin okunmuş olması şartını getirir, kendimiz söyleyip dinlemezdik.
Ben görevimi yaptım. Elif ŞAFAK Hanım”ın yazdığı gazetedeki yazılarında yaptığı yanlışları yazı işlerine bildirdim. Tek bir yazıda bile tarihî gerçekleri saptırırsa gençlerle beraber cevabımızın olacağını yazdım. Yazı işleri anlayış gösterdi. Bir uzun mektup yayınladı. Okuyucuyla gazete yazı işleri müdürlüğü arasında kamu teftişi sistemi kurulduğu, gelen mektupların yazı işlerinde değerlendirileceğini, ayrıca gönderilen her mektubun yazara gönderileceğini ve yayınlanacağını ifade ettiler. Şu anda Elif ŞAFAK tarihî konulara temas etmeden yazılarını yazıyor. Sizler de bütün gazetelerden gelen mektupların değerlendirilmesini ve yayınlanmasını isteyerek işe başlayabilirsiniz.
Eğitimimizi ve okullarımızı gelecek sayıda değerlendirelim. Son sözü Hazret-i Mevlânâ”ya bırakalım:
“Peygamber, tek başına bir âleme saldırırken, bir korkuya bir gama düşüp de yüz çevirmedi.
Taşın da yüzü pektir, gözü pek, dünyalar dolusu kerpiçten korkmaz o. Çünkü kerpici, kerpiç döken yapmıştır. Taşsa Allah”ın sanatıdır, o yüzden pektir, sağlamdır.
Seni bekletmeden sana yol vermeye, yol uğrağını göstermeye gücüm yeter. Fakat varılan yerin tadı-tuzu yolculuğun zahmetincedir.”