YILANCI İLE DONMUŞ EJDERHA – Şaban Karaköse

A+
A-

Mesnevî-i Şerif’ten Hikayeler(5)

YILANCI İLE DONMUŞ EJDERHA

 Şaban Karaköse

Eski vak’aları bilip söyleyenlerden bir hikaye dinle de, bu üstü örtülü sırdan bir koku al.[1]

Bir yılancı, efsunlarla yılan tutmak için dağlık yerlere gitti.[2]

Arayan ister yavaş gitsin, ister hızlı, nihayet aradığını bulur. İki elini de aramaktan çekme. Aramak, yolda en iyi bir kılavuzdur.

İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar; gamdan kurtulmak için gam yiyip durur. O da karda kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı. Derken bir dağda, iri bir ölü yılan gördü. Şeklinden bile gönlü korku ile doldu. Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü. Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için o yılan aldı.

İşte sana halkın bilgisizliği! İnsan, bir dağa benzer. Dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur? Zavallı âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi. Fazilet makamından gelip, bu noksan âlemine düşüverdi. İnsan kendisini ucuza sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti! Yüz binlerce yılan ve dağ ona hayranken, o niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?

Yılancı, o ejderhayı aldı; halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a getirdi. Birkaç kuruş kazanmak için, o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi. “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektim” diyordu. O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti; çünkü ejderha diriydi. Kıştan, soğuktan donmuş, kaskatı kesilmişti. Diriydi, ama ölü gibi görünüyordu.

Âlem de donmuştur da adı ‘cemad’ (cansız) olmuştur. Üstadım! Camid, ‘donmuş/cansız’ demektir. Mahşer güneşi doğuncaya kadar sabret de âlem cisminin hareketini gör. Mûsâ’nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et.

Yılancı, o yılanı yüzlerce zahmetle çeke çeke Bağdat’a kadar geldi. O maceracı adam, çarşıda bir hengâmedir koparmak için yılanı Şat kıyısına[3] koydu. Bağdat şehrinde bir gürültüdür koptu. “Bir yılancı ejderha getirmiş! Görülmemiş, kocaman bir şey! Nasıl da avlamış?” diye, yüz binlerce ahmak adam toplandı. Ahmaklıklarından onlar da yılancı gibi yılana avlandılar. Onlar, yılanı görmek için bekleşiyorlardı. Yılancı da, etraftaki halk tamamıyla toplansın diye bekliyordu. “Halk iyice toplansın da elime geçecek para çok olsun” diyordu. Yüz binlerce meraklı ahmak toplandı, sıkı sıka halka oldular. İzdihamdan, erkeğin kadından haberi yoktu. Kıyamet günü gibi, herkes birbirlerine girmişti.

Yılancı, yılanı sardığı kilimi kımıldattıkça, halk onu görmek için parmaklarının ucuna basıp boyunlarını uzatıyordu. Ejderha, karakıştan donmuştu. Yüz çeşit kilim ve örtünün altındaydı. Yılancı, ihtiyatı elden bırakmamış, onu kalın iplerle bağlamıştı. Fakat halkın toplanmasını beklerken epeyce bir zaman geçmiş, Irak güneşi, yılanın üstüne vurmuştu. Güneş onu epeyce ısıtınca bedenindeki soğukluk, uyuşukluk sıyrılıp gitmişti. O müddet zarfında ölü bir halde bulunan ejderha dirildi, kımıldamaya başladı. Ölü yılanın kımıldadığını gören halkın hayreti bir iken yüz bin oldu. Şaşkınlıklarından bağrışarak hep birden kaçışmaya başladılar. Ejderha, halkın gürültüsü arasında çatır çatır bağlarını koparmaya başladı. Bağlarını koparıp kilimin altından sıyrılınca bir de ne görsünler, aslan gibi kükreyen çirkin ejderha! Kaçarken halk birbirini çiğnedi. Hezimette birçok kişi ayakaltında kalıp öldüler. Ölülerden yüzlerce yığın oldu.

Yılancı, “Ben meğerse dağdan, ovadan ne getirmişim!” diye korkusundan yerinde kaskatı kaldı, kaçamadı. O kör koyun, kurdu uyandırdı; cahilce Azrail’in yanına kendi ayağıyla gitti. Ejderha o ahmağı bir lokma ediverdi. Haccac’a[4] kan dökmekten kolay ne var? Ejderha yılancıyı yuttuktan sonra, bir direğe sarılıp kendisini sıkarak, karnındaki adamın kemiklerini çatır çatır kırdı.

Ey insanoğlu! Senin nefsin de bir ejderhadır. O nasıl olur da ölüdür? Ölmüş görünse bile ölmemiştir. Günah işlemek için eline fırsat geçmediğinden ötürü, gamdan uyuşmuş bir halde, donmuş gibi beklemektedir. Nefis güçlense, fırsat bulsa, Firavun’un eline geçenler onun da eline geçse neler yapmaz?!

Nefis ejderhası, yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, elinde bir kurtcağıza dönüşür. Fakat mevki ve mal yüzünden nefis sivrisineği büyür, çaylak kesilir! Nefis ejderhasını ayrılık karları içinde tut. Aklını başına al da, sakın onu Irak güneşinin altına getirme. Dikkat et! Ejderhan donmuş bir halde iken selâmettesin, fakat kurtuldu, kendine geldi mi ona lokma olursun. Onu mat et de mat olmaktan emin ol. Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe layık değildir. Üstüne şehvet güneşinin harareti vurdu mu, o geberesice hemen yarasa gibi kanatlarını çırpmaya, uçmaya başlar. Onunla yiğitçe cihad et ve savaş ki, buna karşılık Allah sana kendisiyle buluşmayı ihsan etsin.

O adam ejderhayı getirip de o korkunç şey, sıcak havada kendine gelince, o fitneleri meydana çıkardı. Azizim, hatta söylediklerimizin yüz kat üstününü yaptı!

Sen o nefse zahmet ve eziyet vermeden, riyazet ve mücadehe etmeden, onu uslu, rahat ve vefakâr bir halde tutmayı mı umuyorsun? Nefsi zabtetmek her aşağılık kişiye nasip mi olur? Ejderhayı öldürmek için Mûsâ olmak gerek. Hz. Mûsâ’nın ejderha şekline giren asasından korktukları için, yüz binlerce kişi kaçarken ayak altında kalmış, Hakk’ın takdiri ile ölüp gitmişlerdi! (Cilt: III, beyit nu: 976-1066)

DİPNOTLAR

[1] Muhtemelen, hikaye edilen vak’a, olmuş bir vak’adır. (Veled İzbudak tercümesi, III, 406, dipnot)

[2] O zamanlar, yılan oynatmak adeti vardı. Yılan oynatıcılığı bilhassa Hindistan’da meşhurdur. Ayrıca Fas gibi Kuzey Afrika ülkelerinde de bulunmaktadır. “Efsun” kelimesi sihir, demektir. Hile ile yapılan kötü işlere de efsun denilir. Yılan, hipnotize edilerek, bir nevi oynatılmaktadır. Aslında yılanın işitme organı ve buna bağlı sinirleri yoktur. Ancak topraktan gelen titreşimlere karşı son derece hassastır. Dolayısıyla, onu hareket ettiren, flütün sesi değildir. Hipnotize edilen yılan, flütün veya çalanın vücudunun sağa sola hareket edişine uyarak vücutlarını sallarlar.

[3] Şat: “Büyük nehir” demektir. Fırat ve Dicle’nin birleşmesidir. Şattü’l-Arap denilir.

[4] Haccac: Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi’dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.

AÇIKLAMALAR

SAHTE ŞEYH

Hikayedeki “yılan tutucu”, “müddeî-i kâzib olan şeyh” yani, şeyhim diye propagandada bulunan yalancı kişilerdir. Bunlar, nefsi ölmemiş iken, halkı başına toplayıp irşada ve neticede halkın kabulü ve saygıları yüzünden nefsinin ejderhası dirilip halkı ifsad ve manen helake sevk eder. (Ahmet Avni Konuk, Mesnevi Şerhi, IV, 284)

İnsanlar arasında itibar görmek, çeşitli maddi ve manevi menfaatler elde etmek için bir dağ başına giden, orada kendince çeşitli riyazetlerle meşgul olan, nefsini terbiye ve tezkiye ettiğini zanneden birisi, şehre indiğinde kendisini şeyh diye tanıtır, mürşidliğe kalkışır, hakkında çeşitli keramet söylentileri yayarak etrafına her kesimden insanı toplarsa, bir süre sonra şehir hayatının şehveti, nefsi arzuları tahrik eden faktörleri sebebiyle nefsi azgınlaşır, azgın nefsi hem onu hem de etrafında toplananları helak eder.

NEFS

Hikayedeki yılan/ejderha, “nefs”i temsil eder. Nitekim Hz. Mevlana şöyle demiştir: “Putların kaynağı ve anası nefsinizdir. Diğer putlar yılan ise, nefs ejderhadır.” (Mesnevi, I, 772)

Hikmetli Kur’an’da, tezkiye edilmemiş nefsin kötülükleri şöyle bildirilmektedir: “(Hz. Yusuf dedi ki:) Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Yusuf Sûresi, 53) buyurmuştur.

Nefs tehlikesi ve onunla mücadele hakkında Peygamber Efendimiz şu açıklamaları yapmıştır:

“Mücahid, nefsi ile cihad eden kimsedir.” (Tirmizî, Fedâilu’l-cihad 2; Ahmed, Müsned, VI, 20)

“Büyük cihad, insanın nefsî arzularıyla mücahedesidir.” (Beyhakî, Kitabü’z-zühd, hadis nr. 373; Hatîb, Tarihu Bağdâd, XIII, 523-524 (7345); Aclûnî, Keşfu’l-hafa, I, 454-55 (1362); Suyûtî, Câmiu’s-sağîr, II, 253 (6107)

“Düşmanlarının arasında en azılı olan düşmanın, iki yanın arasında ve içinde bulunan nefsindir.” (Beyhakî, Kitabü’z-zühd, nr. 343; Gazzâlî, İhyâ, III, 10; Aclûnî, Keşfu’l-hafa, I, 143 (412)

“Nefsini kötüleyen kişiye ne mutlu!” (Buhârî, Tarihu’l-kebîr, III, 398; Taberânî, Mu’cemu’l-kebîr, V, 71-72 (4615-16); Beyhakî, Sünen, IV, 182 (7783-84); Heysemî, Mecmau’z-zevaid, X, 229; Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, II, 46 (1672); Suyûtî, Camiu’s-sağîr, II, 136 (5299)

“Nefsini bilen Rabbini de bilir.” (Hucvirî, Keşfu’l-mahcub (Hakikat Bilgisi), s. 310; İmam Rabbani, Mektubat, I, 234. mektup. Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, II, 262 (2532). İbn Arabî der ki: “Bu hadis, her ne kadar rivayet yoluyla sahih değilse de, bize göre keşif tarikiyle sahihtir.” (Aclûnî, age., II, 262) Nevevî ise, Nebî’den bu sözün sabit olmadığını, sadece mânâ olarak sabit olduğunu ifade eder.)

“Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en korkuncu hevâ ve hevese uymak ve tûl-i emeldir. Nefsin arzularına uymak insanı hak yoldan sapıtır. Tûl-i emel ise âhireti unutturur.” (Suyûtî, Camiu’s-sağîr, I, 50 (306); Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, I, 68 (161). Zayıf.)

“Allah’ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir süre bile olsa nefsime bırakma.” (Aclûnî, Keşfu’l-hafa, I, 189 (564); Heysemî, Mecmau’z-zevaid, X, 181)

“Allah’ım! Nefsime takva duygusunu ver. Onun sâhibi ve mâliki sensin. Onu (gaflet ve isyandan) temizle. Onu temizleyenlerin en hayırlısı sensin.” (Müslim, Zikr 73; Nesâî, İstiaze 13 (5473), 65 (5553); Ahmed, Müsned, IV, 371)

ETİKETLER: