Yeni Bir eser

A+
A-

Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, uzun yıllar sohbetinde bulunduğu Abdülbaki Gölpınarlı üzerine kaleme aldığı biyografide hocayı ve dönemin kültür iklimini anlatıyor.

Kapak Yazısı

Bir avuç insan onu gerçekten sevdiler. Onlar, Hoca’yı, kusurlarını örtüp, âteşîn bir zekâ olduğunu kabullendiler. Ondaki cevheri, Türk kültürüne katkılarını gördüler ve çalışkanlığına hayranlık duydular, mezhep farklılığına [Şiî olduğuna], çabuk parlayan mizacına aldırmadan engin bilgisinden istifade ettiler.

“[Bugün] Onun ortaya koyduğu doğru ve sağlam araştırma sonuçlarına itibar edilmeyerek bunlar neredeyse yok sayılmaya başlan[mıştır].” Oysa, “Doğu dünyasının en büyük ilim ve fikir simalarından biri olan Abdülbâki Gölpınarlı, … tasavvuf araştırmacılarının asla müstağni kalamayacakları bir külliyat vücuda getirmiş, âbide bir isimdir.” (Prof. Ahmed Yaşar Ocak)

Bu kuşakta yer almış –mürşid, derviş, araştırıcı– tasavvuf erbabından hikmet pınarını kalemiyle, sohbetleriyle günümüze aktaranlar elbette vardı. “Abdülbâki Gölpınarlı, bazen kalemiyle, bazen kelâmıyla bu meşaleyi taşımaya devam edenlerin başında sayılmalıdır.” (Prof. Mustafa Kara)

“…Onu çocukluğundan, ilk gençliğinden itibaren tanıyanlar, bir özelliğine her zaman dikkat çekmişlerdir: ‘Artist ruhlu’ oluşundan, monoton hayattan sıkılınca her an yeni bir şeyler arayıp bulduğu her yeniliğin peşinden koşmasından… Kendisi de bunu gizlemezdi zaten. ‘Çalmadığım kapı kalmadı’ derdi. ‘Önce, Bektaşî oldum, başka kapıları da çaldım; icazetler, hilafetler bile aldım. Hatta, dinsiz bile oldum bir ara. Ama, bunları iyi ki yapmışım, yoksa bugünkü halime gelemezdim.” (Murat Bardakçı)

Bu haliyle Abdülbâki Hoca bir kıymetti, bir estetti. Geleceğin kuşakları, sadece rasyonalizmin şekillendirdiği maddî hayatın nefesleri kestiği yerde, onun eserlerinden sızan ışıklarla irrasyonel dünyanın lezzetinden alacakları felsefî keyifle soluklanacaklar, böylelikle kendilerine açılacak bu dünyanın ikramları ile rasyonel iktisadî birey olmanın yaratacağı görünmez tehlikelerden de korunmuş olacaklardır.

Ötüken Neşriyat

Ahmet Güner Sayar’dan: ‘Abdülbâki Gölpınarlı’

Sevgili kardeşim, aziz dostum Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, Sabri Ülgener’le başlattığı, Süheyl Ünver’le ve Raif Yelkenci ile devam eden biyografi külliyatına bir yenisini ekledi: Abdülbaki Gölpınarlı!

Doğrusu, bu eserlere ‘biyografi’ demek ne kertede meşrudur, diye sormam gerekiyor: Çünkü, bunlar biyografi olmanın ötesinde, bireysel ilişkileri, özel sohbetleri, hatıraları ve daha çok, -bilhassa Gölpınarlı metninde gördüğümüz gibi- ele alınan karakterin kimliğinin belirli bir yönüne ağırlıklı olarak vurgu yapılmış olmak itibarıyla, farklı bir yapı oluşturan metinlerdir.

Abdülbaki Gölpınarlı Hoca’nın tasavvuf yönünün öne çıktığı bu metin, Hoca’nın hem bir ehl-i tarîyk olarak intisapları hem de bu intisaplar bağlamında devamlı olarak değişen görüşlerinin teferruatlı bir şekilde nakledildiği bu metin, Cumhuriyet sonrası tasavvuf tarihinin bir özeti olarak da okunabilme imkânını veriyor. Bence Ahmed Güner Sayar’ın Gölpınarlı’ya ilişkin bu eserinin asıl mühim ciheti budur! Baki Hoca’nın ‘mülevven’ kişiliği, sadece tasavvuf bahsinde değil, fakat siyasi konularda da, onu nevi şahsına münhasır kılan vasıflardan biri, hatta başlıcasıdır. Ahmed Güner Sayar’ın metninde açıkça görülüyor bu! [Prof. Ömer Faruk Akün’ün, Gölpınarlı’nın ‘küçük yaşlarından itibaren çeşitli tarikatlara girmişse de fazla sebat göstermeden bunlardan ayrıldığı’na ilişkin bir notu olduğunu da Ahmet Güner Sayar’dan öğreniyoruz.] Abdülbaki Gölpınarlı, bir edebiyat tarihçisi, bir divan edebiyatı uzmanı olarak kitapları, incelemeleri, makaleleri ile bilinen, tanınan bir kişilik: Fakat asıl bilinmeyen, Hoca’nın kişiliğinin, Akün’ün de belirttiği gibi Mevlevîlik, Bektaşîlik, Melâmetîlik bağlamında nasıl bir dönüşüm geçirdiği, Sayar’ın deyişiyle, ‘sübjektif’ kişiliğidir. Çocukluk yaşlarından itibaren Mevlevî terbiyesi aldığını [çocuk yaşında intisabı Bahariye Mevlevihanesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede Efendi’yedir] ve Mevlevî’liği İkinci Devre [Bayramî, Hamzavî] Melamîliği ile birlikte hayata geçirdiğini biliyoruz: Ama Ahmed Güner Sayar’dan öğrendiklerimiz, Gölpınarlı’nın 1931 yılında yayımlanan ‘Melamîlik ve Melâmîler’de Muhammed Nur’ül Arabî ile başlayan Üçüncü Devre Melamîliğini yüceltirken, 1950’den sonra birdenbire, Nur’ül Arabî efendi hazretlerine ve Üçüncü Devre Melametîliğine karşı şedît bir muhalefet tavrı takındığı ve İkinci Devre Melamî pîri Abdülkâdir Belhî Efendi hazretlerine olan bağlılığını sürdürdüğüdür. Sayar, Gölpınarlı’nın Üçüncü Devre Melametîliğine karşı takındığı olumsuzlayıcı tavırla Yahya Kemal’i de etkilediğini bildiriyor –ki, bence son derece önemlidir: Sayar, Yahya Kemal’in ‘İthaf’ şiirinde ‘Melâmet söndü Şark’ın her yerinde’ dizesini ‘melâmet uzmanından [Gölpınarlı kastediliyor H.Y.] elde ettiği […] kitabî ve şifahî bilgilerden hareketle yaz[dığını]’ bildirmektedir.

İkinci ve Üçüncü Devre Melametîliği arasındaki fark, ilkinin ‘melameti neş’e, zevk ve hâl olarak’ rindâne neşveyle; ikincisininse, melamîliği  ‘telkıyn yoluyla yürütmeyi şiar edinmiş olması’dır. Bu yüzden, Gölpınarlı, İkinci Devre Melamîliği dolayısıyla Yenikapı Mevlevîhanesi’ne, Abdülbâkî Nâsır Dede Efendi’ye değil; Bahariye Mevlevîhanesi’ne, Hüseyin Fahreddin Dede Efendi’ye yakındır. [Esasen ilk intiabı da onadır]. Gölpınarlı, bu iki Mevlevîhane arasındaki farkı şöyle anlatacaktır: ‘Bahariye Mevlevîhanesi rindlikte, Alevîlikle meşhurdu; Yenikapı ise, zâhidlikle meşhurdu’.

Gölpınarlı bir ‘mütelevvin’dir, doğru; ama haydi Melamîliği Mevlevîlikle bağdaştırdı, diyelim -ki, bu mümkündür-, ama öte yandan Hüseyin Fahreddin Dede Efendi de, Abdülkadir Belhî Efendi de Nakşıbendî’ olduklarına göre, Gölpınarlı, Alevîliği bu bağlamda nereye, nasıl oturtmaktadır? Ayrıca, hayatının bir döneminde onu mahkemelere düşüren solculuğunu da?

Sayar’ın bu nefis eserinde Fatih türbedarı Ahmed Amiş Efendi hazretlerine önemli bir yer ayrılmıştır. Sayar dostumuzdan, bu büyük Melamî kutbu Amiş Efendi hazretleri için, müstakil bir çalışma bekliyoruz.

Hilmi Yavuz
h.yavuz@zaman.com.tr

Zaman Gazetesi