Yeni Başlayanlar İçin Mesnevî – Mehmet Yılmaz
Yeni Başlayanlar İçin Mesnevî
- – Baba, Aşk’ı da ALLAH mı yarattı?
- – Evet kızım.
- – O Aşk’ı yaratmasaydı biz birbirimizi sevemezdik değil mi?
Afallamıştım. Ruhanî ve cismanî alemlerden kim bahsetmiş olabilir kızıma?
Mesnevî’yi okudukça ellerimin arasında tuttuğum şeyin bir öğrenme değil hatırlama kitabı olduğunu fark ediyorum. Ufacık kızımın henüz unutmadığı akdini hatırlama kitabı. 5-6 yaşında pırıl pırıl bir akla sahip olan bizler büyüdükçe nasıl da körleşiyoruz. Ölçülebilir, alınıp satılabilir şeylerle uğraşmaktan Aşk gibi, Vicdan gibi kavramları görmez oluyoruz.
Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’sini ilk elime aldığımda bu körlükten dolayı hiç bir şey görememiştim. Okul kitaplarında görmeye alıştığımız fabl tarzı hikâyelere bakıyorum, kıssadan hisse yok. Gaddar bir hükümdar var, hikâyenin sonunda başına kötü bir şey gelmiyor. Bir sürü metafor, okyanuslar, boyalar, papağanlar… Boğulanlar ve evi yıkılanlar kurtuluyor! Bir de dilim devrilmiş ben altında kalmışım ki “eski” kelimeleri hiç anlamıyorum.
Aradan yıllar geçti. Şefik Can’ın tercümesini buldum. Daha “çağdaş” bir Türkçe. En azından benim gibi 20ci yüzyılda doğup da Dil Devrimi’nin altında yamyassı olanların bile anlayacağı kelimeler. Tabi bu yeterli değil. Açıklayıcı dip notlar var.(2) Beyitlere ilham olan ayet ve hadisler, bu konularda Şefik Bey’in düşünceleri, aynı konuda yazılmış başka eserlerden küçük alıntılar… Azimli okuyucular için iyi bir başlangıç.
Ama yine yeterli değil. Neden?
Tabi önce “neden okuyayım Mesnevî’yi madem bu kadar zor?” diye sorulabilir. Bu soruya en kısa cevap (bence) yaşamayı ve ölmeyi öğrenmek için….
Zira yaşamak zannettiğim şeyin yaşamak, ölmek zannettiğim şeyin de ölmek olmadığını bu kitaptan öğrendim. “Ben” hakkında en ufak bir fikir sahibi olmadan öteki “benler” hakkında teoriler hatta ideolojiler üretmenin çok sakıncalı olduğunu da Mesnevî’yi okuduktan sonra düşünmeye başladım.
Peki Mevlânâ Hazretleri bu kitabı neden yazdı? Öyle ya, biletle girilen Semâ Gösterisinden(?) Kozmik insan kardeşliği satan sahte peygamberlere kadar herkes Mesnevî’yi kendi masasına meze yapma gayretinde. Siyasetçiler “Hümanizmi Vahşi Batı’dan evvel biz icad ettik” diyerek Mesnevî’ye sarılıyor. Kimi “Anadolu’da İslâm’ı yaymak için icad edilmiş soft/sevimli bir felsefeden” bahsediyor. Akademik ünvan sahibi uzmanlar(?)“Yok! Yok! Olsa olsa Neo-Platonizm’in etkisi bu” diyorlar.
Zannediyorum Mesnevî’nin birinci cildine Hz. Mevlâna’nın yazdığı önsözünü okumuş olsalardı bu kadar zahmete girmezlerdi:
“Bu kitap, Mesnevî kitabıdır. Mesnevî, hakîkate ulaşmak ve ALLAH‘ın sırlarına âgâh olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur. Mesnevî, din asıllarının asıllarının asıllarıdır. ALLAH‘ın en büyük şaşmaz şerîati, hakîkate giden nûrlu yoludur. Mesnevî, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer. Sabahlardan daha nûrlu bir sûrette parlar. Hakîkati arayan gönüller için bir cennettir. Mesnevî’nin pınarları var, dalları var, budakları var, bu pınarlardan bir tanesine “Selsebîl” derler. Burası makâm sahiplerince, kalpleri uyanık insanlarca en hayırlı duraktır. En güzel dinlenme yeridir. Hayırlı insanlar, iyi kimseler, orada yerler, içerler, neşelenirler, ferahlanırlar. Mesnevî imanlılara şifâ, imansızlara hasrettir. Nitekim, HAKK: “Kur’ân-ı Kerîm ile çoğunun yolunu azıtır, çoğunun yolunu doğrultur. Hidâyete eriştirir.” demişlerdir. Şüphe yok ki Mesnevî, temizlenmiş kişiler için gönüllere şifâdır. Hüzünleri giderir. Kur’ân’ı açıkça anlamaya yardım eder. Huyları güzelleştirir. Gönülleri temiz insanlardan, hakîkati sevenlerden başkalarının Mesnevî’ye dokunmalarına müsâade yoktur…”
Bazı kısımları özellikle koyu harfle yazdım zira en çok bu noktaların göz ardı edildiğini görüyorum:
1° Kur’an’ı açıkça anlamaya yardım etmesi,
2° imanlılara şifa, imansızlara hasret olması,
3° Huyları güzelleştirmesi,
4° Gönlü temiz ve Hakikat’i seven insanlar dışındakilerin Mesnevî’ye dokunmalarına müsâade olMAması.
Şimdi bu noktaları biraz irdeleyelim: Öncelikle Mesnevî Kur’an’ı anlamaya yardım etmek yazılmış. Yazarın kendisi söylüyor bunu. Yani “dert etmeyin ateist bile olsanız, hepimiz Cennet’e gideceğiz nasılsa” demek için yazılmış bir kitap değil. Okudukça zaten kendiniz de göreceksiniz, Hadislere, Sahabeye ve peygamberlerin yaşamlarına dayandırılıyor neredeyse her harfi. Sünnî İslâm’a alternatif üretmek ya da İslâm’ın “Ortodoks” yorumlarını yumuşatma çabası da yok Mesnevî’de.
Ama (bence) çok ciddî bir anlaTma ve hissetTİRme gayreti var. Bir başka deyişle “naklen” iman edilmiş bir çok şeyin aklen ve kalben tasdik edilmesi var. Bu tasdiki mümkün kılacak argümanlar var. Buna ek olarak kelimelerle ANLATILAMAZ bazı şeyleri KALBEN hissettirecek teşbihler çok. Bu bakımdan özellikle yeni başlarken Kur’an’ı da masaya koymak lâzım. Hatta mümkünse bir kaç tefsir. Artık internet sayesinde çok kolay bu tabi. Arapça, Osmanlıca vb sözlük, ALLAH ne verdiyse. Ağır toplarınızı hazırlayın.
Kur’an’ı anlamaya yardım ediyor mu peki? Eh, Mevlânâ Hazretlerine kusur bulacak değiliz ya. Soruyu şöyle soralım: Benim gibi sıradan bir Müslüman, ilâhiyat vb doktorası yapmadan Mesnevî sayesinde Kur’an’ı daha iyi anlayabilir mi? Tek kelimeyle EVET. Ancak bunun bazı koşulları var. Bunlar da yukarıdaki önsözde verilmiş zaten. Ben şahsi tecrübeme dayanarak konuyu biraz açmak istiyorum sadece.
Nedir? İmanlı olmak. Yani ALLAH’a inanmayan birisi için Mesnevî şifa olmuyor. Yazar öyle buyurmuş. Ateist imanı haiz okuyucularımız bu sebeple Mesnevî’nin şifasından mahrum kalacaklar ama dürüst agnostikler için durum biraz farklı. Onlar için biraz umut var. Tecrübeyle sabit. Neden?
Mesnevî’yi okuyup Platoncu, varoluşçu, fenomenolojik arayışlara girmiş bir sürü dostum oldu. Bu insanlarla her tartıştığımızda şöyle bir tez savundum(3):
“Bizim dünyamızda omlet yapma bilgisi bilinir, Güzel bir kadına(erkeğe) karşı aşk hissedilir ve ALLAH’a inanılır. İyi insan olunur, kötü insan olunur. Bilmek, Aşık olmak, İman etmek ve Olmak 4 ayrı fiildir. Oysa anladığım kadarıyla İslâm’da Bilgi, Aşk ve İman mertebelerinde ilerledikçe aynı körfeze açılan 3 ırmağın birbirine yaklaşmasına benzer bir durum çıkıyor ortaya. Siz inandıkça bildiklerinizi hissetmeye, hissettiklerinizi bilmeye, iman ettiklerinizi anlamaya başlıyorsunuz. Bilgi, Aşk ve İman karışarak AYNI-TEK(?) bir şeye dönüşüyor: OLMAK. Samimi bir gayret ile ALLAH’ın emrettiği gibi OLmaya çalıştıkça bazı bilgiler size doğru geliyor. Yani hiç bir kitap okumadan bazı şeyleri bilmeye başlıyorsunuz.”
Sözlerimi agnostiklere yakışır bir şüphecilikle karşıladılar.Önce deli olduğumu düşündüler. Ben de onlara asıl deliliğin “görmediğim/ölçemediğim şey yoktur” şeklindeki pozitivist amentü olduğunu söyledim ve “denemesi bedava” dedim. Bazı (eski)agnostik dostlarım başarılı çıktılar bu denemeden. Artık Mevlânâ Hazretleri’nin kasdettiği şifayı buldular.
Mesnevî’yi okuyup anlama konusunda son bir nokta daha var ama bu konuya girmek için Mesnevî’den bir alıntı yapalım:
“…Sen iki parmağının ucunu götür de iki gözüne koy. Dünyadan bir şey görebilir misin? İnsaf et de söyle.İşte sen, gözünü kapadığın için bu dünyayı görmesen de, bu dünya yok değildir. Dünyayı görmemek ayıbı, hakîkati göstermemek kabahati, ancak uğursuz nefsin parmağına âittir. Sen aklını başına al da, önce gözlerinden parmaklarını çek, ondan sonra dilediğine bak, gör. […] İnsan, gözden ibârettir. Geri kalan deridir, ceseddir…”
Evet, insanın kendi nefsine karşı mücadele etmesi, kötülüklerden uzaklaşması zaten ALLAH’ın emri. Ama Mevlânâ Hazretleri burada bir müjde veriyor, nefse karşı mücadele ederek daha ölmeden bazı şeyleri görmek, idrak etmek mümkün olabilir diyor. Hatırlayın önsözdeki ifadeyi: “Huyların güzelleşmesi ve gönlün temiz olması”. Aslında bu iki şey birbirini besleyen, destekleyen iki sebep-sonuç gibi görülebilir. Ne demek? ALLAH’a yönelen, “doğru” yönde ufacık bir adım atana ALLAH bunun misliyle yanıt veriyor. Baştan beri yaptığım gibi bu paragrafta da kişisel tecrübelerime dayanarak yazıyorum. Elbette eli kanlı bir katil ya da çalıp çırpan bir hırsız olmadım hiç. Ancak bir gün Gazalî Hazretleri’nin bir kitabında (mealen) şunu okudum: “ALLAH ilmini hak edene verir, kıymetli şeylerin temiz yerlere konması gibi”. Bu sözler Mevlânâ Hazretleri’nin önsözüyle nasıl da örtüşüyordu. Aslında bunu daha önce de anlayabilirdim belki ama her şeyin bir zamanı var demek ki. Geçelim. İlmine talip olduğum âlimlerin ahlâkına da talip olmalıydım. En azından benim hissiyatım buydu.
Düzenli olarak Mesnevî okumaya ama bu arada hayatıma da biraz çeki-düzen vermeye başladım. Meselâ İhya gibi bir eserde ziyadesiyle bulabileceğiniz, özetle her inanan insanın yapması gereken şeyler. Ama nedense ihmal ettiğimiz, ertelediğimiz mevzular. İşte benimkisi biraz daha dikkat etmekten ibaretti. Bu “bahar temizliği” neticesinde ilmî mevzularda bir çok şeyin netleştiğine tanık oldum. Olur olmaz şeylerle “enerji” kaybetmek yerine daha sakin, rüzgârsız ve bulutsuz bir kalp!
Doğal olarak temizlik yapma isteğim daha da arttı. İşte “birbirini besler” derken kasdettiğim bu. Tabi tertemiz kalpli, mertebe sahibi, süper bir gönül adamı olmak ile meraklı ve iyi niyetli sıradan bir Müslüman olmak arasında çok fark var ama Hacca (?henüz) gitmemiş bir insanın yüzünü Kıble’ye dönüp bir kaç adım atması da güzel bir şey.
Kitap okuyarak futbol oynamayı öğrenmek mümkün müdür? Çamurun, suratınıza çarpan topun “lezzeti” kelimelerle anlatılabilir mi? Bütün derinliğine rağmen Mesnevî bir teori kitabı değil. Uygulayarak, yaşayarak öğrenilecek bir eser bu.
Evet, Mesnevî’yi okuyup anlamak mümkün. Ama bitirmek? Mesnevî kanaatimce bir hayat projesi. Hayatımın değişik dönemlerinde elime aldığımda bulduklarım da değişiyor. Bir kaleidoskop gibi değişken, onunla kurduğum ilişki üzerinden bana beni yansıtıyor Mesnevî. Zannediyorum ki bu kitaptan öğrenilecek şeylerin hepsi kelimeye dökülebilir, objektif bilgiler değil. Aşk da İman da ilim öğrenmenin birer kanalı, penceresi. Haliyle Mesnevî ile onu okuyanlar arasında kurulacak öznel, sübjektif bir ilişki var.
Dip notlar
1° Gazalî Hazretleri’nin Mişkat-ül Envar adlı kitabından istifade edelim:
“Bil ki iki âlem vardır, ruhanî ve cismanî. İstersen bunlara hissî ve aklî veya ulvî ve suflî diyebilirsin. Bunların hepsinin mânâsı birbirine yakındır. Farklılık sadece bakış açısıyla ilgilidir. (ikinci faslın başlangıcı) […]Ayrıca sana gizli kalmaz ki izhar edilen, izhâr edilenle beraber olmakla birlikte ondan önce ve onun üstündedir. Ancak onunla beraberliği bir yönden ve ondan önceliği bir başka yöndendir. Bu sözün çelişik olduğunu zannetme. […] Elin hareketinin nasıl hem elin gölgesinin hareketiyle beraber hem de ondan önce olduğunu düşün. Artık kimin idraki bunu anamaya kâfî değilse ilmin bu çeşidini terk etsin. Nitekim her ilmin kendine göre adamları vardır ve her şey ne için yaratıldıysa o onun için kolaylaştırılmıştır.” (Birinci faslın sonuç bölümü)
2° Ne yazık ki Şefik Can bile pozitivizmden ve ulus devletin millî eğitiminden yakasını kurtaramamış. Az da olsa bazı dip notlarda dini “rasyonalize” edici arayışlar, bazen de Süleyman Nazif’in “benim dinim kinimdir” sözüne atıf yapıldığı yer gibi milliyetçi/militarist kokular olabiliyor. Dikkat etmek lâzım.
3° Bu tezin üç ilham kaynağı Mesnevî, Gazalî Hazretleri’nin Mişkat-ül Envar’ı, İbn Arabi Hazretleri’nin Füsus’u oldu. Bu yaklaşım MUTLAKA anlaşılması gereken TEK bir YOL olarak görülMEmeli. Her insan bu eserleri okuyup kendi sonuçlarını, tezlerini üretmeli ve gerektiği gibi yaşamalı.
Mehmet Yılmaz