[YAŞLANMA]
Şimdilerde Batı’da bir hayatı uzatma, yaşlanmayı durdurma çılgınlığı var.
Hoş… Eldekinin hakkını ne kadar verdilerse!
Vaziyet, en hafifinden “yaşamın kendisinin” bir noktada ıskalandığını itiraf ediyor.
Bir ülke veya kültür, yaşamı nasıl uzatacağını düşünmeye başlamışsa, bu tek bir şeyi gösterir: o topraklarda hayatın yaşanmadığını!
Hayatı gerçekten yaşarsan, o zaman sâdece bir dakika bile yeterlidir. Tek bir an sonsuzluğa denk olabilir.
Vakit her zaman saatle ölçülmez. An gelir tesiri başka başkadır. Vuslatı bekleyen aşığa, sabahı bekleyen hastaya, ölümü bekleyen yaşlıya sor!
Bu bir uzunluk meselesi değil, derinlik meselesidir; nicelik meselesi değil, nitelik meselesidir, mesele testinin içini neyle doldurduğunla ilgili, testi büyük de olsa küçük de olsa elbet bir gün toprak olacak!
Sadece şunu düşünün: gerçek erenlerin yaşamından bir ân mı isterdiniz
yoksa uyuyanların yaşamından bin yıl mı?
Belki bu cevapla, nitelik, yoğunluk, derinlik derken neyi kastettiğimiz anlaşılır…
Tek bir anda “tam doyum” mümkündür, zaten o anı farkettiğinde hakikatinin zirvesindesin!
Bir anda tomurcuklanabilir hatta çiçek açabilirsin ama binlerce yıl çiçek açamadan tohumda saklı kalabilirsin.
Hayata dâir maddî yaklaşımla, rûhî yaklaşım arasındaki bir fark da budur. Bilimsel yaklaşım uzatmakla ilgilidir: Yaşam nasıl uzatılacak, gölgenin boyu aslından bellidir, zâhir bâtından güç alır!
Ölen: “Dünyada üç gün kaldım ben sadece” der
HAK: “Ondan çok daha az” diye işâret eder
Kendi gözlerini kendi ellerinle kapatıyorsan dedi “derinlerde bir noktadan görüntüyü seyreden” senin körlüğüne çâre yok; hayat böyle!