YASİN SURESİ – 4
YASIN SURESİ- IV
Yemin Olsun İkiz Kardeşine ki; Sen Rasûllerdensin!…
(Yasin Suresi “özde anlama” çalışması… Bu çalışma ne bir tefsir, ne bir te’vil, ne de bir ayet yorumudur. “Kur’an’ı sana inzal olur gibi oku”, uyarısı; “Kur’an İnsanın İkiz Kardeşi” Nebevi Gerçeği çerçevesinde sadece bir yaklaşım denemesidir. )
37-) GECE DE ONLAR İÇİN BİR İŞARETTİR! ONDAN GÜNDÜZÜ (IŞIĞI) ÇEKERİZ DE HEMEN ONLAR KARANLIK İÇİNDE KALIRLAR.
Bu ayetten itibaren ÇİFTER anlatımlar görüyoruz. Yani ÇİFTLERİN YARATILMASI diye önceki ayette işaret olunan açığa çıkışa ilişkin misaller geliyor önümüze geceye- gündüze, güneşe- aya ait tasvirlerle.
Çiftler kavramının YARATMA kelimesi ile gelişi; bize göre İNSANIN KENDİ HAKİKATİNE dair derin bir uyarı!… Bunun açıklamasını konu sonuna bırakıp gece- gündüz kavramlarını tahlil edelim.
Gece; bilinen anlamından daha özde düşünülürse insanın Düşünce Boyutu, gündüz düşüncelerin suretlere bürünerek açığa çıktığı Fiiller Boyutudur. Gece; salt, açığa çıkmamış Esma Manaları; gündüz suretlerle kendini gösteren Ef’al Alemi.
Bu ikisinin birbirini kovalaması ve takip etmesi; düşüncelerimizin fiillerimizi, fiillerimizin düşüncelerimizi sürekli biçimde besleyerek bir dönüşümün hayatımızı inşa ettiğini işaret ediyor. Bir başka deyişle; içinde yer aldığınız ortam; dış dünya; sizin iç dünyanıza; iç dünyanız sizin dış dünyanıza tesir ederek yaşam oluşmakta ve sürmektedir. Bu nedenle; güzel düşünmek, olumlu bakmak, temiz niyetler beslemek ne kadar önemli ise; yaşam alanını temiz insanlar ve güzel mekânlardan seçmek de en az o kadar önemlidir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır” sözü dışla için birbirine tesirinin beliğ bir ifadesidir. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” vecizesi dış alemin içimize etkisini çarpıcı biçimde belirlerken; “Kardeş sen düşünceden ibaretsin, gül düşünür gül olursun, diken düşünür diken olursun” (Mevlana) ifadesi de düşünce boyutumuzun hayatımızı inşada ana mihver olduğunun işaretidir. Aslında bu ayetten alınacak asıl ibret de bizce budur.
Şöyle ki; ayetteki vurucu ifade “Gündüzün gecenin içinden çekilip alınması” “Gecenin bir işaret oluşu”… O halde çözümlemede esas yaklaşım noktamız gündüzden ziyade gece olacak.
Aslolanın “Allah a’madadır” gerçeğince geceden de öte karanlık olduğunu biliyoruz. Gündüz ve gündüzün temel dinamiği ışık ise; geçici- fani bir durumdur!… Uzayın karanlık oluşu; ışığın sanal bir oyundan öte olmayışı da bunun delili. Ehlinin son sohbetlerinden birinde “Dışarıda ışık yoktur. Mekân ve zaman da yoktur. Bunlar beyinde oluşur” mealindeki ifadesi de realiteyi bir başka noktadan okumayı ima ediyor sanki.
Gündüz, yani suretlerin göründüğü âlem ve onları gösteren ışık oyunu; asıl gerçeğin yanında sadece vehmî bir durumdur ki; sinema perdesine yansıyan sahneler kadar geçici ve bir o kadar asıldan uzaktır.
Geceden gündüzün; ışığın çekilip alınması ve karanlığa gömülmek ne demek? İlk planda bu tasvir ürkütücü bir olumsuzluk hissi veriyor olsa da bir müjde, bir yeni açılım, bir yeni seyir ufku aslında. Nasıl mı?…
Yasin Suresine girerken bu surenin İNSAN yani HALİFETULLAH olgusunun bizde nasıl ve ne şekilde açılacağını anlattığını ifade etmiş; bunun oluşumunda KUR’AN’IN İKİZ KARDEŞİMİZ oluşunu fark etmekle olayın başladığını, ŞEHRİN ÖTE YANINDAN GELEN ADAM diye tasvir olunan misalde işaret edilen sıralı yaşam süreçleri ile bu idrakin geliştiğini vurgulamıştık. İşte o açılım sürecinin önemli bir aşaması da bizden gündüz ışığının çekilip karanlığa gömülmemizdir!
Az daha mı açalım?..
Bu süreç kendine açılmadan evvel bütün yaşamı, bütün değerlendirmeleri, bütün düşünceleri, bütün hareketleri gündüze; yani DIŞSAL ALEME göre olan kişi; ciddi bir dönüşümle İÇSEL ALEMine dönmekte yada dön-dü-rül-mek-te-dir!… O güne değin değerlendirmeleri KALABALIKLARA GÖRE olan insan; bundan böyle kendi sorgulama süreçlerine açılmaktadır. Bir anlamda topluma, çevreye, yakınlara, genel- geçer kabul ve değerlere göre bakış açısından sıyrılmakta; ALLAH’A GÖRE değerlendirme ve tefekkürlere girişmekte, “İnsan gibi düşünülen Tanrı sanısından; Allah gibi düşünen insan anlayışı”na geçmektedir. Bu süreç karanlığa, yani suretsizliğe, yani düşünce evrenine açılma sürecidir.
Gecenin Allah işareti olarak zikredilmesi ise insanın hakikati ile yüzleşmesinin gece diye betimlenen düşünceye-sorgulamaya dayalı ilme yönelişle gerçekleşeceğinin ifadesi. Kısaca, özüne dönen kimse için dışarının sanal ışıltılarıyla oyun ve oyalanma dönemi bitmiş; aslolan karanlığa; a’maiyete, kalbe dönüş başlamıştır.
Bu dönüşle bakalım daha neler fark edilir?
38-39-40) GÜNEŞ DE KENDİ YÖRÜNGESİNDE AKAR GİDER! AZÎZ, ALÎM`İN TAKDİRİDİR BU! AY`A GELİNCE, ONA KONAK YERLERİ TAKDİR ETTİK… NİHAYET KADİM URCUN (KURUYUP İNCELEN ESKİ HURMA DALI) GİBİ GÖRÜLÜR. NE GÜNEŞ, AY`A YETİŞİR; NE DE GECE GÜNDÜZÜ GEÇER! HER BİRİ AYRI YÖRÜNGEDE YÜZERLER.
Bu defa güneş ve aya dair seyirleri okuyoruz. “Güneş aklı, ay duyguyu temsil eder” dense de, “yakıcı gerçeği” güneş, o “gerçeğin vehmi yansıması”nı ay temsil eder.
Bir anlamda güneş “asıl ben”, ay “gölge benlik”tir. Güneş; “yaşam enerjisi”; ay; insanda çeşitli “çekim etkileri ile duygusal haller yaşatan ayna”dır.
İnsanın Yasin Suresine konu olan süreçte fark edeceği şey güneşin yada ayın üstünlüğü değil; bu ikisiyle kendinde neler oluştuğu, nasıl bir sistem işlediğidir. O nedenle; güneş; kendi yörüngesinde akmakta olan birimsel aklı, ay; çeşitli evrelerden geçerek kişinin bilinç denizinde med- cezir oluşumlarını tetikleyen, duygusal çalkantılar oluşturan nefsaniyete dönük beşeri yanı temsil eder.
Güneşin Aziz ve Alim’in takdiri ile kendi yörüngesinde akması; akla-ilme- gerçeğe dönük değerlendirmelerin AZİZ esması ile tetiklenen baskılama- zorlama- fitne- imtihan süreçleri ile geliştiğinin işareti. AZİZ den hemen sonra ALİYM esmaının gelişi; her sınav ve egoya dönük baskılama evresinin insanda İLMİ BİR GERÇEĞİ su yüzüne çıkararak hakikat güneşiyle ayan beyan yüzleşmesinin temsili.
Güneşi birimsel akıl olarak ele aldığımızda; insanın kendine yöneldiği bu süreçte birimsel aklın her şeyi kapsamadığı, sınırsız- sonsuzu çözmede yetersiz kaldığı; belli bir yörüngeye mahkûm olduğu fark edilir diye de düşünebiliriz. Hakikaten insan bu aşamalarda kendi aklının da ötesinde ve üstünde akıllar, üst bilinçler olduğunu görmekte, ister gönüllü ister mecburen olsun kendi acziyetini kavramaktadır.
…
Ayın çeşitli menziller, konak yerleri geçerek eski- kuru hurma dalına dönüşmesi ise; vehmî benliğin çeşitli seyir ve idrak yolculuklarından sonra kendi varlığının aslında hiç var olmadığını, faniliğini fark edişi diye anlamak mümkün.
Güneşin yörüngesi ve müstekar kelimesinden mülhem istikrarı olmasına karşın ayın menzilleri olması ve halden hale geçişi; hakikatin, özbene ait açılımın istikrarla devamlılık gösterdiğini; ama gölge benliğin aşama aşama eridiğini fısıldamaktadır.
Tasavvufi hayat bir tanıma göre; vehmi benliğin tükeniş evresidir. İşte ayın kuru hurma dalına dönüşmesi diye mecazen anlatılan; beşeri duygu ve değerlerin tükenişi, gerçekle yüzleştikçe hepsinin birer birer boşa çıkmasıdır!
Ne güneşin aya ne de ayın güneşe yetişememesi, gündüzün geceyi gecenin gündüzü geçememesi, her birinin belli bir yörüngede akması ise; güneş- ay, gece- gündüz ikili sistemi ile açıklanan oluşumu fark eden insanın gerek içsel ve gerekse dışa dönük yaşam anlayışında belli bir kudretle ayağa kalkışıdır.
Bu hitap, adeta farkındalığa ermiş insandan çıkmaktadır. Adeta o insan duyguları ve aklına güçlü bir eminlikle şöyle demektedir:
“Her ikinizin de yeri bende bellidir. Hiçbirinizi öne geçirmiyorum. Aklımı da duygumu da yerli yerince kullanacak ve değerlendireceğim!… Ben ne DUYGUSALım ne de çok AKILCI…Gündüzün geceye müdahalesine; yani dışsal dünyanın içsel alemime nüfuz edip beni etki altına almasına izin vermiyorum. Düşüncemi ben inşa ederim!… Düşüncelerimle dış dünyamı yanlı ve bireysel değerlendirmeye de izin vermiyorum… Evren ve dünya sadece benden ibaret değil. O halde her şeyi yerli yerince görecek ve hakkınca değerlendireceğim. Yani HAKKIN HAKKINI BÜRÜNDÜĞÜ SURETE GÖRE VERECEĞİM.”
***
Çiftler kavramının YARATMA kelimesi ile gelişi; bize göre İNSANIN KENDİ HAKİKATİNE dair derin bir uyarıdır demiştik en başta konuya girerken.
HALEKA kelimesi ile gelen YARATMA; bir anlamda VAR OLMAYANI VAR GÖSTERME demektir. CEALE kelimesi ile gelen OLUŞTURMA ise asıl hakikate dikkat çeker.
( http://okyanusum.com/yollarkalbecikarken4.html )
Kur’an HALİFE kavramını CEALE ile kullanırken; İnsana- beşere, dünyaya dair anlatımlar HALEKA ile gelir… Bundan şimdilik kısaca anlamamız gereken; Haleka kelimesi ile geçen işaretlerde boğulmamak, geri çekilip, tepeden bakarak, arka planı görmektir. Gündüz ve geceye, ikisine de ayrı ayrı varlık atfederek bakan anlayışın ne derece kör olduğu; dünyanın dışından bakıldığında bu ikisinin de geçici oluşumlar olduğunun görülmesi ile fark edilir.
O nedenle Haleka kelimesi ile gelen Çiftli anlatımlarda çiftlerden her birine takılarak değerlendirme yapmak değil; daha üstten, daha tepeden bakışla o çiftin işleyişinde saklı Teki görmektir hüner!..
Çiftli anlatımlardan sonra insana halife oluşunu hatırlatan bir diğer işareti okuyalım şimdi.
41-42-43-44) BİZİM ONLARIN ZÜRRİYETLERİNİ O DOPDOLU GEMİLERDE YÜKLENİP TAŞIMAMIZ DA ONLAR İÇİN BİR İŞARETTİR! ONLAR İÇİN ONUN MİSLİ, BİNECEKLERİ ŞEYLERİ YARATMIŞ OLMAMIZ! EĞER DİLESEK ONLARI SUDA BOĞARIZ DA, NE İMDATLARINA YETİŞEN OLUR VE NE DE KURTARILIRLAR! ANCAK BİZDEN BİR RAHMET OLARAK VE YALNIZCA BELLİ BİR SÜRE NASİPLENMELERİ İÇİN ÖMÜR VERMEMİZ HARİÇ.
Bu ayetlerde geçen gemiye iki türlü anlam verilmiş eserlerde. “Genetik kotlarımızın nesilden nesile aktarımı”. Bir de “anne rahminde ceninin korunarak dünyaya gelişi”. Her iki anlamda madde planında şüphesiz doğrudur. İnsanlık nesli genetik kodlar taşıyan DNA sarmalı aracılığı ile çağlara aktarılmaktadır. Gen sarmalları korunmuş birer gemi gibi taşır insana ait özellikleri. Bozulmaksızın, hasara uğramaksızın…
Mana ve idrak planında gemi; alem suretlerince idare olunan; bilinç katmanlarıdır. Her çağda her dönemde Nefs Mertebeleri diye de işaret olunan İDRAK KATMANLARI yani ALEMLER var olacaktır, kendine özgü özellik ve bakış açılarını korumak suretiyle.
Buna göre her idrak; bir idrak gemisi içinde yaşamını sürdürerek bilinç denizinde üzerine düşen işlevi yerine getirerek yol almakta!
Gemi kavramını Nuh (as) kıssasına bağlayarak düşünecek olursak; gemi diye işaret olunanın; İNSANLIK ŞUURU yani HALİFELİĞİNİ FARK ETMİŞ neslin, seçilmiş, süzülmüş, korunmuş neslin devamının sağlanması olduğunu görürüz.
Hz. Nuh (as) Risaletin ilk açığa çıktığı mahalli sembolize eder. Risaletin ilk açığa çıktığı mahal; çeşitli çiftleri değerlendirerek Muhammedi yaşama adım atmak üzere dağa; belli bir bedensel bilince yerleşmiş, oradan hayatiyetini sürdürmüştür.
Binilecek geminin yaratılması; mevcut bedenlerimiz ve onlarda hakim olan bilinçlerimizdir bir bakışa göre. Binilecek gemileri insan karakterlerinin tâbi olduğu BURÇLAR diye de okumamız mümkün.
İnsanlığını fark edecek olanlar, belli idrak grupları içinde taşınmaktadırlar. Said neslinin Şaki neslinin kendi genleri ve kendi alem suretleri ile devamı el’an yürürlüktedir. Her idrak grubu gemisinde taşınacaktır belli bir süre. Sonra ömür denen süreç tükenecek ve her birim asıl gerçekle yüzleşecektir, mazerete, özre, bahaneye yer olmaksızın.
Muhammedi İdrak- Halifelik Şuuru- İnsanlık; Kulluk Şuuru da onun temsilcileri eliyle korunmuş ve aktarılmıştır. Kısacası; gemiler içinde taşınıyor olmak başlı başına bir lütuftur değerlendirebilene.
Tasavvufi Hakikate Yönelmek; kaptanı Muhammedi Zatlar olan Hilafet Gemisinde yerini almaktır, değerlendirebilene!…
…
Gemiler içinde zürriyetlerin aktarımı olayı, Yasinin buraya kadar hitaplarında açıklandığı şekilde hakikatle yüzleşen insana bir şey daha söylemektedir:
Yaşamına ve düşüncelerine dikkat et! El’an yaşadıkların da düşündüklerin de gemiye yükleniyor, bir gün karşına çıkmak üzere seriül hisab ve zül intikam kaydına giriyor. Ve aynı zamanda senden üreyecek neslin; yani bundan sonraki fiil ve idraklerinin de mayası böylelikle oluşuyor!…
Bize göre bu ayetlerin can damarı da burası!
Her fiil ve düşüncemizin yarınımıza seriül hisab kaydı vermesinden çok daha mühim olan; o anlayış ve yaklaşımımızın tüm hayatımızı etkileyecek bir tohum, bir maya oluşudur!
Bilgisayar sürücülerine yazılanı silmek belki kolaydır. Temizlenebilir, format atılabilir. Ne var ki harddiske işlenen, muhafaza edilmekte ve tüm işleyiş sistemini her an etkilemektedir. Buradaki olay, “Dedesi koruk yemiş torunun dişi kamaşmış”, “Bir alimden bir zalim oluşurmuş” şeklinde dışa atılarak değerlendirilecek kadar basit bir olay da değildir. Her an, her halimiz; ana çekirdeğimize, DNA mıza, bilinç merkezimize işlenmektedir, sonraki anların inşasında mutlak yönlendirici olmak üzere! Üzerinde derin derin düşünülesi sarsıcı bir gerçektir bu, anlayabilene!…
…
Harddiske, ana belleğe işlenenlerin kullanımında dahi ilahi bir lütufa kapı aralandığı, bir rahmet olarak; ister yanlış ekilsin ister doğru ekilsin düşünce ve fiilleri dönüştürme fırsatı yani bir “ömür” verildiği ayetin son ifadelerinde öne çıkıyor. Bu insanın sevinçten havalara zıplamasını gerektiren büyük bir müjdedir…
O halde her an derunumuza inecek tarzda kodlama yapıldığı gerçeği fark edilmişse; her an, ne ektiğini ne ettiğini sorgulayacak mekanizmaları devreye alabilecek uyanıklıkta olmak da çok önemli bir husustur.
O nedenle sistem içinde işlevleri açıklanan ve tavsiye edilen TEVBE- İSTİĞFAR- TEVEKKÜL- İHSAN- İNFAK- HELALLİK vb mekanizmalar çok iyi değerlendirilmelidir. Değerlendirilmelidir ki; ileriye dönük kodlamalarda, ileriye dönük gemiye yüklemelerde doğru ve Hakça davranılmış olsun!…
…
O gemide çeşitli idrak tohumlarının yerini almasından sonra kendi içimizde yaşanacak arınmalar, saflaştırmalar acaba nasıl cereyan eder?…
Bunu da önce cehennem, sonra da cennet tasvir eden, gelecek ayetlerde okuyalım inşaAllah!