YASİN SURESİ – 2

A+
A-

Yemin Olsun İkiz Kardeşine ki; Sen Rasûllerdensin!… (2)

(Yasin Suresi “özde anlama” çalışması… Bu çalışma ne bir tefsir, ne bir te’vil, ne de bir ayet yorumudur. “Kur’an’ı sana inzal olur gibi oku”, uyarısı; “Kur’an İnsanın İkiz Kardeşi” Nebevi Gerçeği çerçevesinde sadece bir yaklaşım denemesidir. )

20-) ŞEHRİN UZAK TARAFINDAN KOŞARAK BİR ADAM GELDİ: “EY HALKIM, RASÛLLERE TÂBİ OLUN” DEDİ.

Şehrin uzak tarafından koşarak bir adam geldi… Şehir; beden şehri. Daha doğrusu bedene bağlı bilinçle yaşayan kimsenin, yani henüz “Muhammedi Şuur” kendisinde oturmamış olanın, yaşam alanı olarak “benimsediği”, kendini “kayıtladığı” algı kalıplarının tamamı…

Ve önceki ayetlerde okuduğumuz kadarı ile o bilince Risalet Bilgisi geldiğinde akıl- muhakeme- fikir devreye girerek gerçeğin bu olduğunu açıkça beyan etse de kişi bunu sindiremiyor!.. Öğrendiklerine hak veriyor ama beşeri kalıplarına uymadığı için aklı karışık gezmektense kendini dar alana hapsetmeyi yeğliyor tuhaf biçimde.

Neden?.. Çünkü alışılmış değerleri, bilgi kalıplarını, geleneksel bakış açılarını, değer zannedilen betonları yıkmak atomu parçalamaktan daha zor!.. Bunları normal bilgi ve sezgi ile kabule de güç yetiremiyor kişi. İç ses daima “gerçek bu” dese de bedensel bilinç, kilitlediği kapıyı açmayacak, kale gibi, sur gibi, duvar gibi çevrelediği hükümranlık alanının ele geçirilmesine izin vermeyecektir.

İşte risaletin kişiye açılması aşamasında bu duvarları yıkmak üzere -nasibi olanlarda- muhteşem bir mekanizma daha devreye girer! “Şehrin uzak tarafından koşup gelen adam”, diye tabir olunan; kişinin dünyasına hiç beklemediği anda giren, hesapları alt üst eden, çağrılmadan gelen şey; “AŞK potansiyelinin açığa çıkışı”ndan başkası değildir.

Çünkü benlik dağlarını aşkın dinamitlerinden başka hiçbir şey parçalayamaz! (Aşk yaşanmadan, aşk uğruna tüm varlık feda edilmeden kesinlikle vahdet yaşamı açığa çıkmaz- AH)

Bu ayet bize göre, rasüllere direnen (hakikat bilgisine başkaldıran) bedeni (nefsani bilinci) yıkacak olan bir oluşumu, yani mülhime girdabından mutmainneye doğru bilinci çekecek olan aşkı ve onun tetikleyeceği süreçleri anlatmaktadır!

Hemen akla şu soru gelecek:

– Buradaki aşk, herkesin bildiği, yaşadığı türden bir aşk mıdır?..

Hem evet, hem hayır. Buradaki aşk, herkesin bildiğine, yaşadığına benzer ama kesinlikle içeriği o değildir. Bunun içeriği; sizi bilinç hegemonyasından şuur özgürlüğüne çıkarmak üzere gelişen dönüşüm süreçleridir. Nasıl yaşandığı, nasıl açığa çıktığı da yukarıdaki ayette var aslında… Anlayabildiğimiz kadarı ile açalım…

Bu ayetlere kadar kişinin içsel sorgulamalarını konuştuk. Kişiye açılan hakikat bilgisi karşısında dış dünyaya ve içeriye dönük perdeli bakışları, içsel direnişleri, kafa tutuşları seyrettik.

  1. ayette yaşanan da içseldir ama artık bir yönüyle zuhura çıkış, dış dünyada da mananın suretlenme evresi başlamaktadır. Çünkü aşk sadece kalpte değil, bizatihi açığa çıkan ayna bir mahalde seyredilir ve onunla birlikte yaşanır.

Burada beyin ve kalp, içeride halledemediği problemi dışarıda bir birim oluşturarak halletmeyi denemektedir. (Her aşık, kendi maşukunu kendisi oluşturur ve çağırır hayatına. Detayına girmiyoruz. Yaşayan bilir.)

Ayete dönerek benliği eritecek aşkın ve onun sureti maşukun çıkışını az daha değerlendirelim…

ŞEHRİN UZAK TARAFINDAN… Maşukunuz olacak mahal sizin alıştığınız değerlere, sizin alıştığınız bilgilere, sizin benimsediğiniz hayat tarzına çok zıt bir yönden hayatınıza girer. Sizin mahallenizden değildir o.

Yani, bilinç şehrinizin şimdiye kadar bilinmeyen, göze gözükmeyen en uzak mahallesinden, en uzak mana boyutunuzdan çıkar da gelir… Öyle ki meşrebi meşrebinize, ilmi ilminize, kültürü kültürünüze hiç benzemez. Her seferinde “Ya Hu ben amma da cins, amma da değişik biriyle muhatabım. Bu da nereden çıktı da hayatıma girdi?” demekten kendinizi alamazsınız…Ama bunu diyen yanınıza inat, kimseye duymadığınız yoğunlukta sevginiz de ona yönelmektedir.

Fakat o, sizin şehrinizden, sizin bilinç ikliminizdendir!… Bir yerden, karşıdan filan gelmemiş, bizatihi sizden zuhur etmiştir. Sizin şimdiye dek yüzleşmediğiniz, tanışmadığınız diğer yarınızdır o… İleri safhalarda ruh eşiniz, ikiziniz olduğunu da anlarsınız, ötelemeden değerlendirebilirseniz.

KOŞARAK GELEN… Neden koşuyor bu adam?… Pardon, konu adam değil adam sembolü ile aşktı, maşuktu değil mi?..

Aşk; beklemez dostlar! Vakti gelmişse hiçbir perdeyi dinlemeden hızla girer hayatınıza!.. Koşarak gelir… Nefes nefese gelir size yepyeni bir nefes vermek; SURunuza üflemek için… (Pardon çok açıldım, neler diyorum, sura üfürme kıyamette oluyordu değil mi, pardon, çok pardon)

BİR ADAM… Adam mıdır maşuk?.. Kadın olamaz mı?… Ya Hu Dostlar, Kur’an konuşuyoruz, konuştuğumuz şuur boyutu… Burada cinsiyete yer var mı ki?..

O halde neden adam denmiş?..

Ayette adam yerine kullanılan ifade RACUL… Yani eski tasavvuf büyüklerinin “ER” dediği… Yani ALLAH ERİ… Gelen bir ALLAH ERİdir… Cinsiyeti kadındır erkektir, onunla işimiz yok… Sizi mülhimeden; yani risaleti bildiği halde beden şartlanmasından vazgeçmeksizin yaşama ısrarından çekip almak üzere gelen; ALLAH ERİdir…

***

Kur’an’ın anlattığı bu olay zahiren Antakya’ya gelen İsa (as) elçilerine halkın tavrı olarak nakledilir. “Rasüllere tabi olun” diyerek şehrin öte yanından koşup gelen adamın adı da HABİB-İ NECCAR dır. Bu adam, zahir bilgilerine sahiptir, sevgi ehlidir. Esmaları bilir, sıfatı da suretlerde yaşamaktadır. İşi marangozluktur ve tahtadan suretler oymakta, cemal sıfatlarını orada seyretmektedir.

Rasüllere tabi olun, diye haykırarak bazı gerçekleri söyler. Halk, hem rasülleri hem bu adamı şehit eder. Uzun soluklu süreçler sonunda put perest ROMA İMPARATORLUĞU yıkılır.

İşin kıssa boyutuna fazlaca dalmadan Kur’an’ın naklettiği kadarı ile okumaya devam edeceğiz. Yalnız “Habib-i Neccar” isminin ve halinin, hadislerde de yer alışı; AŞK mekanizmasının devreye girişini bu isim üzerinden de okumamızı gerekli kılıyor. Biraz buna değinelim.

Habib-i Neccar, bu hızlı çıkışından sonra ZAT boyutunu da yaşayarak cennete girer. Halkın kendisini şehit edişi ile HİÇLİĞİ deneyimlemiş, HİÇLİKTE HEPLENENlerden; zati olarak yaşayanlardan olmuştur!… Onun ölümünden sonra o bölge halkı korkunç bir sesle helak olur!

***

Önce ismini ve halini ele alarak aşkın açığa çıkışını seyredelim.

HABİB-İ NECCAR!… Anlamı: “MARANGOZ SEVGİLİ” Kesen, biçen, yaran, kıyan ama bunu sevgiyle yapan kimse!..

Sizde hakikat bilgisini oturtmak, benliği secde ettirmek üzere hayatınıza giren aşk ile HABİB-İ NECCAR tecellisi yaşarsınız.

Seversiniz… Adını koyamayacağınız biçimde çok seversiniz o kimseyi… Bazen aklınız karışsa da, bazen bu sevgiyi bedensel sansanız da, bazen yasak ve haram işliyormuşçasına ürperseniz de içinizde hep şu ses yankılanır: YOK YOK, BU BAMBAŞKA BİR SEVGİ. PARÇAM GİBİ, KALBİM GİBİ, NEFESİM GİBİ BİRİ. ADINI KOYAMIYORUM AMA BİLİYORUM, BENDEN UZAK DEĞİL, TA İÇİMDE GİBİ…

İşte bunu böyle hissettiğiniz o ayna mahal; sizde işlevine başlarken yukarıda anlattığımız biçimde hızla ve hiç beklemediğiniz anda gündeminize oturur!…

Bu öyle bir geliş ve ele alıştır ki; o gündeminize yerleştiğinde kendinden başka tüm sevgileri, kendinden başka tüm ilgileri, kendinden başka tüm yönelişleri keser de sizi tüm benliğinizle kendine çeker, teslim alır!… Adeta kıbleniz olmuştur! ( Aşıkların Kabe’si Maşuktur- Hz. Mevlana)

Onun hitabına kulak verirsiniz. Bir süre onunla yaşarsınız kalben. Ama gerçek şudur ki o sizde kendini yaşatmak, sizi kuşatmak, sizi ele geçirmek üzere gelmemiştir.

O size, sizden içeride saklı sizi göstermek için, onu yaşamanız için gelmiştir.

Bu nedenle de bu tür aşkta hiçbir zaman daimi vuslat yoktur! Gelen, işlevini tamamlayıp dönecektir kendi boyutuna. Ama, siz benlikten kurtulana, sizde şuursal yaşam açılana, siz hilafetinizi fark edene kadar sizinledir!… Bu süreç size açılana kadar bırakmaz sizi. Açıldığında da çoktan çekilmiştir kendi boyutuna…

Habib-i Neccar; Mevlana için Şems, Yunus için Taptuk, Hüdai için Üftade, Yusuf için Züleyha’dır.

Konuyu fazla dağıtmadan ansızın hayatımıza giren sevgilinin ana hitaplarını dinleyelim şimdi:

21-) “SİZDEN BİR KARŞILIK İSTEMEYEN; KENDİLERİ HAKİKAT ÜZERE OLANLARA TÂBİ OLUN!”

Siz bedensel bilincinizin emrinde yaşarken o size hiçbir ücret istemeyen, dünyevi menfaat beklemeyen yöne tabi ol, diyecektir.

Bütün tâbiiliklerde, emretme ve kumanda vardır. Bütün boyun eğişlerde köle mantığı vardır. Dışa yönelişler, ister bir şahsa, ister bir kuruma, ister bir fikre olsun, hepsinde de karşılık ve ücret vardır.

Şahıssa yöneldiğiniz; edep bekler, saygı bekler…

Kurumsa, kurumsal değerler vardır uymanız istenen…

Fikir ve ideoloji ise; belli prensiplerle yaşamanız istenir…

Bunların hepsinde BAĞLILIK VE BAĞIMLILIK hali vardır ki karşılık istemekten öte hepsi de kölelik yaşatır size, sizdeki sizin açığa çıkmasına izin vermeksizin.

Siz benliğinizin esiri olarak zaten köleliğinizi fark etmeyen bir yaşam içindesiniz. İçinizden gelen Risalet hitabına baş eğmek istemiyorsunuz ya. İşte aşkınız size şunu söyler:

GEL SEN DIŞARIDA BİR YERLERE KÖLELİĞİ BIRAK DA KENDİ ZATINA YÖNEL, O YÖNELİŞ SENDEN KARŞILIK BEKLEMİYOR…

Camii cemaatinin ilgisini seven, vaazlarına yönelişleri nefsinin hoşuna giden Celaleddin’e Şems şunu fark ettirir:

KENDİNİ KANDIRMA HİZMET EDİYORUM DİYE. UNVANLARI SEVİYORSUN. İLGİYİ SEVİYORSUN. FARKINDA MISIN, CEMAATİNİN, ÖĞRENCİLERİNİN KÖLESİSİN SEN!… ÇIK BUNDAN DA SENDEN KARŞILIK İSTEMEYEN ÖZÜNE YÖNEL! YÖNEL Kİ KURTUL ŞU SÜSLÜ AZAPLARINDAN!!!!

İşte Maşuk gönlünden dile gelen aşk, bunu diyecektir size. Daha başka ne der?

22-) “BENİ (BÖYLECE) FITRATLANDIRANA NASIL KULLUK ETMEM? O’NA RÜCU ETTİRİLECEKSİNİZ.”

Sen şu an egona kulluk ediyorsun, farkında mısın?… Bense Rabbime, beni FATIR esması ile HALİFELİĞİ YAŞAYACAK ŞEKİLDE PROGRAMLAYANA kulluk etmekteyim. Ve ben biliyorum ki dönüşümüz bu dünyaya değil, dönüşümüz kayıtlı-kısıtlı-sonlu hayata değil, dönüşümüz beşeri değerlere değil.. Bunların hepsi geçici… Dönüşümüz Ona, sonsuz- sınırsız olanadır!!!! O halde neden oyalanırız geçici isimler, ölümlü resimlerle nedennnnn?!….

İşte bu sorgulamayı açar size maşuk!…

23-) “O’NUN DÛNUNDA TANRILAR MI EDİNEYİM! EĞER RAHMAN BİR ZARAR AÇIĞA ÇIKARMAYI İRADE EDERSE, ONLARIN ŞEFAATİ BANA NE YARAR SAĞLAR NE DE BİR ŞEYDEN KORUR…”

Ben nasıl, Fatır olan Allah gayrısında tanrılar edinirim?…

Ben nasıl, ebediyete dönük yanı olmayan dünyevi değerlerle kendimi tanımlarım?

Ben nasıl, çürüyecek olan beden ve o bedene göre hayata bakarım?…

Ben nasıl, beş duyu kaydı ile sınırsız- sonsuz olanı değerlendirmek saçmalığına batarım nasılllllll?!….

Her şey özümden zuhur etmekte… Rabbim, bende tasarrufu ile, bana bir zarar dilese kayıtlarım kurtarır mı beni?…

Uğruna hayatımı adadıklarım ne kadar benimle olabilir?…

Aynı yastığa baş koyduğum eşim, dişim ağrısa ne kadar duyar sızısını?…

Onunla aynı rüyayı görmüyorsam kimim ben?!….

Kabre çift gömülen hiç yoksa, hep yalnız isem, şimdiden yalnız olduğumu fark edip kendimde mevcut kudreti neden açamıyorum?…

Anladım, şimdiye kadar adandıklarım beni kurtarmayacak. Kendilerine ömrümü verdiklerim de sadece dünyamda olanlar, öte boyutta benimle olacaklarına garanti yok…

Maşuk size bu ayette işaret edildiği biçimde bu sorgulamaları yaptırır ve değerlerinizi, uğruna adandığınız şeyleri de sarsarak, fay hatlarınızı (kırmızı çizgilerinizi) çatır çatır kırar !…

24-) “O TAKDİRDE MUHAKKAK Kİ BEN APAÇIK BİR DALÂLET İÇİNDE OLURUM!”

Ebedi olmayana adanmak, faniden yardım beklemek; apaçık şirk apaçık dalalet, apaçık sapıklıktır!… Ve maşukla şimdiye dek bir şirk hayatı yaşadığınızı fark edersiniz…

25-) “GERÇEKTEN BEN SİZDE DE AÇIĞA ÇIKAN RABBE İMAN ETTİM; BENİ DİNLEYİN!”

Siz, maşuktan gelen hitabı dinleyerek bu tefekkürleri, sorgulamaları yaparken benliğiniz bir kez daha ayaklanacak, son bir hamle ile sizi saptırmak için şöyle diyecektir:

– Canım dinleme sen onu, başka onun dünyası, tuzu kuru, boş ver.

– Konuşuyor işte, hem senin çektiğini çekti mi bakalım?

– Hem tehlikeli bu hakikati yaşamak. Çevrenle aran bozulmak üzere. Yol yakinken eski haline dön. Bırak şu uç önerileri.

– Tamam belki yaşayan var ama sen yapamazsın. Eskide kaldı bunlar, sana uymaz.

Benlik bunları fısıldarken maşuk son sözlerini söyleyecek, asıl gerçeği, seni can evinden vururcasına haykıracaktır: “Gerçekten ben sizde de açığa çıkan Rabbe iman ettim; beni dinleyin!”

Ne demek bu? Sen maşuku ve fikirlerini dışa atmaya, ötelemeye çalıştın ya. Sen onu uç ve uzak buldun ya. Bak o şöyle diyor.

BEN SENİM. BEN SENDEN AÇIĞA ÇIKMAKTA OLAN, AMA SENİN KAYITLARIN NEDENİYLE GÖREMEDİĞİN, GÖRMEK İSTEMEDİĞİN BOYUTA İMAN ETMİŞ HALİNİM SENİN…. BEN SENDEN BAŞKASI DEĞİLİM…BENİ DİNLE… YANİ ASLINDA GEL SEN ŞU İÇ SESİNİ DİNLE… BIRAK DIŞARIYI, BIRAK DIŞSALLIĞI, BIRAK ÖTELEYEN ŞEYTANİ ZEKA KIVRAKLIKLARINI DA ÜST AKLA, SENDEN İÇRE SEN OLANA TESLİM OL!!!!

26-27) (ONA): “CENNETE DÂHİL OL!” DENİLDİ… DEDİ Kİ: “KEŞKE HALKIM BİLEYDİ…””RABBİMİN BENİ MAĞFİRET ETTİĞİNİ VE İKRAMLARA NAİL OLANLARDAN OLDUĞUMU…”

Bu idraki size fark ettiren maşuk, kendi boyutuna dönmeden önce, sıfat tecellisinden zati yaşama sıçrayarak özünden CENNETE GİR hitabını alacaktır. Yani esmaları ile tasarruf eder olduğu, şuursal yaşamın en zirve haline yükselecektir. O bunu yaşarken, sizin ters tepkiniz nedeniyle zahiren çekilmiştir hayatınızdan… Ayrılmıştır artık… “Keşke bilselerdi” diyerek…

Bu “keşke”, sizin mağfiret ve ikram süreçlerini fark edemeyerek israf ve gaflet içinde yaşamı cennet sanmanıza duyulan keşkedir!… Bu keşkenin içi boş kalacak değil, doldurulacaktır…

Keşkenin içi nasıl dolar?… Geçenlerde dinlediğim değerli İslam Alimi Ziya ERYILMAZ hocaefendinin hoş bir tespitini buraya almak istiyorum:

TEVBE VE İSTİĞFAR; SİZDEKİ KEŞKE YANIŞLARININ İÇİNİ DOLDURMA SÜREÇLERİNİZDİR… TEVBENİZ, İSTİĞFARINIZ KEMALE ERİNCE KEŞKENİN İÇİ DOLAR VE SİZ AFFEDİLME, ARINMA SEVİNCİ İLE KEŞKESİZ YÜRÜMEYE BAŞLARSINIZ!…

İşte maşukun hayatınızdan zahiren çekilmesinden sonra sizde o keşkenin içini doldurma, yani arınma, fark edemediklerinizin bedelini ödeyerek tevbe etme, vazgeçemediklerinizden vazgeçme ile istiğfar süreçleri start alacaktır.

Nasıl başlar o tevbe ve istiğfar? Sözlü mü? Yok Cancağızım yok…

Sözlü değil bizzat sahne sahne yaşayarak, yanarak arınma ve tevbe bu…

28-) ONDAN SONRA ONUN HALKININ ÜZERİNE SEMÂDAN HİÇBİR ORDU İNZÂL ETMEDİK, İNZÂL EDİCİLER DE DEĞİLDİK. SADECE TEK BİR SAYHA OLDU; ONLAR HEMEN SÖNÜVERDİLER!

Aşk süreci açılanın, benliğini yıkmak için yeni ordulara ihtiyaç yoktur!

Aşk süreci açılanın, çok özel arınma çalışmasına da ihtiyacı yoktur!

Aşk; otomatik bir yıkım ve temizlik harekatıdır çünkü…

Benlik hükümranlığına en acı darbe vurulmuş, bilinç sokaklarından tanklar geçmeye, düşünce semasında fantomlar uçmaya başlamıştır çoktan!

Bir kere maşukun hitabı alınmıştır ya, tamamdır. Dinamit konmuştur benliğinize. Patlamalar bundan sonra peş peşe gelir…Yıkımlar, dizili dama taşlarına vurulmuşçasına sıralanır!… Arınma düğmesine basmışsınızdır aşk ile….

Bir tek ses olur!… Sayha kopar!… Nedir o ses? Bunu da ancak yaşayan bilir!

İbni Arabi, “Bu ses aklı ve mantığı alt eden Aşkın; Cebrail’in sesidir” demiş!…

Biz bir şey diyemeyiz!… “Aşıka Cebrail gelir” desek kafalar karışır… İyisi mi susalım artık…

Sadece şunu bilelim ki aşıkın dünyasında bulutlar birleşmiş, şimşekler çakmış, yıldırımlar düşmüştür arza… Toprağını sulamak, tarlasını yeşertmek, göğünü güneşe açmak için.

Çok mu soyut oldu? Az daha basit söyleyelim…

Şehrin öte yanından gelen kimsenin nazarı (şimşek) ile ; (bulutlar) ayrı duran hakikat ve şeriat bilgisi birleşir de marifet yağmurları yağdırmak üzere (yıldırımlar) imtihan ve bela süreçleri başlar arzınızda (beden ve bilincinizde).

Daha neler olur, diğer ayetlerde konuşalım inşaAllah…

(DEVAM EDECEK)