Yalnızlık Ustadan Öğrenilir
Yalnızlık Ustadan Öğrenilir
Halvete girip gözünü kapayan varsa / Bunu bir dostun talimiyle yapar yaparsa
Halvete girmek, yani yalnızlığı seçmek insan-ı kâmil olma yolunda olmazsa olmaz bir şart, bir merhaledir. Büyük insanların hepsi bir halvet merhalesinden geçmişlerdir. Halvetin esası ibadetlerden biri olan itikâfa dayanır. İtikâfa; genellikle ramazan ayının son on gününde girilir. İtikâfa girmeye niyet eden kişi on gün boyunca camiden ayrılmaz. Sadece kendine ayrılmış yerde kısa uyku dinlenmeleri dışında bütün vaktini ibadetle geçirir. Konuşmaz. Hiç kimseyle görüşmez. Hayatını devam ettirecek kadar az miktarda yemek ve suyu kendine getirilir. Bu ibadet dervişlik yolunda “halvet, çile, erbain çıkarmak” gibi adlarla anılan bir talim şeklidir. Hemen bütün tarikatlarda kırk gün süren bu talim şekli vardır.
Kendiyle baş başa kalan insan, algısını bozan dış etkenlerin hepsinden kurtulur. Ömrü boyunca sınırsız bir şekilde konuşan, yiyen, içen veya hayatın diğer gereği saydığı her türlü fiile hiçbir kısıtlama getirmeden yaşama alışkanlığı olan insanlar için tatbiki çok da kolay görünmeyen “halvet” “dünyaya gözünü kapamak” şeklinde tanımlanıyor. Dünyaya gözünü kapayıp da bakışını kendi içine çeviren insan “hakikati görme” yeteneği kazanacaktır. Ruhu incelecek, görüşü keskinleşecektir. Bir bakıma hakikati görmenin yolu dünyaya gözünü kapaktır. Çünkü dünya –ve içindekiler- hakikati görmeye engel olan bir perde gibidir. Bakışın perdenin arkasına nüfuz edebilmesi için perde olanlardan bir vazgeçiş gerekmektedir.
Yalnızlık ister tercih edilmiş, ister zorunlu düşülmüş olsun tahammülü oldukça zor bir hâldir. Yalnızlığın insanın ruhunu çökerten bir baskıya dönüşmemesi için –her ne kadar tenakuz gibi görünse de- bir dostun talimine ihtiyaç vardır. Yalnızlık bile ancak ustasından öğrenilir.
Halvet ağyardan uzaklaşmaktır yardan değil / Kışlık elbise kışın gerekir baharda değil
Sana yalnızlığı öğreten usta senin dostundur. Senin yârindir. İşte bu yüzden yalnızlığı bir ustadan öğrenmek tenakuz değildir. Halvet ağyardan uzaklaşmaktır. Eğer ustasının talimine girmeden kendi başına bir köşeye çekilip dünyaya arkanı dönmeyi, ibadetle meşgul olmak yerine miskinliği, tefekkür yerine hayal kurmayı halvet zannediyorsan yanılıyorsun. Bu yaptığın yaz günü kürk giyip de güneşin altında terlemek gibi münasebetsiz bir iş olur. Mevsimin hangisinde olduğunu, hangi elbiseyi giyeceğini işin uzmanından görüş alarak yapmalısın. O zaman bir fayda elde etmiş olursun.
Akıl başka bir akılla mahirdir / Işık saçıldığında yollar görülebilir
Hayat, nereye çıkacağı belli olmayan dört yol ağzındaki bekleyiş gibidir. Birçok yol vardır. İnsan bu yolların hangisine girerse nereye çıkacağından asla emin değildir. Yolun biri bir ateş deryasına çıkmaktadır. Diğeri dipsiz uçurumlarla dolu sarp bir dağ yoludur. Bir başkası dev gibi dalgaların çarptığı her şeyi yutan ürkünç boğuculuğuna çıkar. Birisi attığın adımın nereye gittiğini, ayağını nereye bastığını görmeyecek kadar karanlık içindedir. İnsan bu tercihler ve her tercihinin kendisinin ne olacağını belirleyen keskinliği içinde çaresizdir. Aklını kullanmak zorundadır. Aklını geliştirmesi, doğru düşünmeyi öğrenmesi lazımdır. Bu o kadar kolay değildir. Çünkü her akıl kendini beğenmişlik ve yeterlilik gibi bir yanılgı hastalığına müpteladır. Aklın tabiatı kendini beğenmek, doğru düşündüğünü zannetmektir. Oysa çoğu zaman doğru düşünmeyi beceremez. Doğru gibi gelen, hatta doğruluğundan emin olduğu yanlışlıkların bataklığına saplanır kalır. Bu bataklığa saplandığını gördüğünde “Ah! Ben kendi kendimi kandırmışım. Ah! Ben aldanmışım” diyebilmesi bile doğru düşünmeye giden ilk adımı sayılmalıdır. Bu yüzden doğru düşünmeyi, kurallarıyla birlikte öğrenip de başaran insan, elindeki sopasını ateşte yakıp karanlığı aydınlatmayı başarmış demektir.
Ama bu yetmez. Karanlığı aydınlatmak yine tercihlerin sayısız çokluğu içinde pek de işine yaramayacaktır. Hangi yola düşmesi, doğru seçimin hangisi olacağını yanılgısız şekilde bulabilmesi için aklı yeterli değildir. İşin çözümü bir başka aklı kendi aklına eklemlemektir. Akıl bir başka akılla birleştiği zaman gücü geometrik şekilde artar. Akılları birleştirmek her konuda gücün ele geçirilmesi demektir. Dünya üzerinde nerede bir başarı, zenginlik, güç, kudret, zafer ve istiklal var ise o birleşik aklı başarmak sayesindedir. Akıllarını birleştirmeyi başaranlar zaferlerin sahibi olurlar. İlmin fazileti bile başkalarının aklını kendi aklına eklemleyebilmektedir. Hatta Hazreti Âdem’in cennetten çıkarılma macerası bile kendisine secde eden, değer veren, itibar eden meleklerle istişare etmeyi başaramamış olmasındadır.
Bir başka aklı kendi aklınla birleştirmeyi başardığın zaman gideceğin yolları aydınlatan şuleler parlayacak. Korkmadan, endişeye kapılmadan, acaba bir felakete doğru mu yürüyorum demeden yola koyulacak, menzili maksuduna emin adımlarla yürüyeceksin demektir.
Nefis bir başka nefisle yaran olunca / Karanlık yayılır, yollar kaybolur
Hazreti Âdem, kendisine itibar eden meleklerle istişare etmeyi başaramamıştı. Bunu başarsaydı aklını meleklerin aklıyla birleştirmiş olacaktı. Tam aksine o nefsini Hazreti Havva’nın nefsiyle birleştirmişti. Nefisler bir başka nefisle birleştiği zaman aydınlık değil karanlık artar. Karanlıkta yollar kaybolur. İnsan kendini helak edecek, insanlıktan çıkaracak yanlış yollara sapar. O yanlış yollarda öylesine kaybolur ki çıkışı bulabilmek için binlerce kilometre yolu, yıllarca sürecek bir zaman diliminde dönüp durması gerekir.
İnsanoğlunun en acıklı yanılgılarının başında bu gelir.
İnsan insanın şeytanıdır. Şeytan hem cinlerden olur hem insanlardan. Bazı insanların sureti insan gibidir yanıltır. Çoğu zaman öyle söz söyler, öyle bir fiil işler ki emri doğrudan şeytandan almıştır. Şeytan onun aklının değil nefsinin üzerinde egemenlik kurar. Nefsi şeytanın uzaktan kumandası altına girmiş insan çoğu zaman bunun farkına bile varamaz. Yaptığı fiilin söylediği sözün kendi tercihi kendi iradesi olduğunu zanneder. Ama aslında şeytan onun iradesiyle nefsi arasına bir kontrol mekanizması yerleştirmiştir. O mekanizmadan gelen sinyaller iradesi üzerinde etkili olur. O etki altındaki her insan şeytanlaşmıştır. Karşısındaki ise kendi aklıyla onun aklını birleştirdiğini zanneder. Aslında olan biten iki nefsin birleşmesidir. İki nefis birleşince güçlü bir karanlık üretim merkezi devreye girer. Koyu, yoğun karanlıklar üretilmeye başlanır.
İki insan aynı ortamı paylaştığında aynı şeyleri sever, aynı şeylerden korkarlar. Bu durum onları birbirine yaklaştırır. Bu yakınlaşmanın adı arkadaşlıktır. Arkadaşlık aynı durumu paylaşan iki insanın arasındaki beraberliğin adıdır. Ama dostluk ve yâran olmak böyle değildir. Çünkü arkadaşlıkta paylaşılan durum ortadan kalktığında arkadaşlık da ortadan kalkar. Fakat dostluk böyle değildir. Ebedidir, durumların değişmesiyle değişmez. Arkadaşlıkta birbirlerine eklemlenen genellikle nefislerdir. Onun için insan gördüğü zararların çoğunu arkadaşlarından görür. Ama dostlukta birleşen akıllardır. Bu yüzden dosttan zarar görülmez. O kadar ki dosttan gelen ve zarar gibi görülen şeyler bile aslında faydadır. İşte bu yüzden insan için en değerli varlık gerçek dostudur. Gerçek bir dost bulabilmek ne kadar zor ise bulduktan sonra o dostluğu devam ettirmek de o kadar özen ve emek gerektirir.
Ey hakikat avcısı! Dostun gözün gibidir / Gözünü tozdan çöpten korumalısın
Hakikat aramaya çıkmış insanın yolunu aydınlatacak, aklını onun aklına katacak, nefsinin iradesini esir almasına izin vermeyecek şekilde güçlendirecek dostu gözü gibidir. Doğruyu onunla görecek hakikati onunla bulacaktır. İşte bu sebepten bir taraftan hakikatin peşinde koşar, onun yolunda her türlü badireleri göze alırken diğer taraftan dostun dostluğunu korumaya özen göstermelidir. Dostu kıracak bir söz, onu dostluğunu zedeleyecek bir itiraz, bir küçük hata kendi gözüne çöp girmesi, toz kaçması gibidir. Gözüne toz çer çöp kaçmışsa hakikati nereden nasıl göreceksin?
Dilini tozlar saçan kürek gibi kullanma / Çer çöple gözünü zarara uğratma
Gözüne kaçan toz çer çöp dostunu kırdığında başına gelecek kötülüktür. Dostunu ise genellikle dilinle kırarsın. Kötü bir söz, amacını aşan bir şaka, özensizliğinden dolayı maksadından uzaklaşmış bir cümle dostunu kırabilir. Hatta bazen dostuna “neden, niçin” diye sormak bile kırıcıdır. Eğer gerçekten dostun ise teklif ettiği, istediği, talep ettiği bir şeye kayıtsız şartsız “peki” demen gerekir. Büyükler, “dostluk; peki demekle kaimdir” demişleridir. Eğer dosttan geliyorsa “kalk gidelim” talebine “Nereye?” diye sorman bile abes olur.
Dilini tutmalısın. Dilin bazen tozun toprağın, çerin çöpün atıldığı kürek gibi olur. Konuştukça ortalığa gübür saçılır. O toz toprak dostu kırar, dostun gözün mesabesinde olduğu için kendi gözüne çöp sokmuş gibi olursun. Artık ne hakikati arayıp bulma çaban kalır, ne de hakikat gözünün önüne kadar gelse bile görebilmek imkânın kalmış olur. Gözüne kaçmış çöpün derdine düşer, her şeyi unutursun.
Mümin müminin aynası olduğu için / Ayna tozdan arınmış saf ve cilalı olmalı
Dostunun yüzünde kendini görürsün. Dostun seni yansıtır. İyiysen iyi, cesursan cesur, cömertsen cömert, ahdine vefalı isen ahdine vefalı, dürüst isen dürüst bir insan görürsün karşında. Gördüğün senin aksindir. Dostun seni yansıtan bir ayna gibidir. Bu yüzden Hadisi Şerifte “Mümin müminin aynasıdır” buyrulmuştur. Karşındaki ayna, nefesinle buğulanır. Dostun ise abes sözlerin, nefsine uygun fiilin ile buğulanır. Nefsinin emir ve komutasındaki hiçbir sözün hiçbir fiilin dostuna karşı olmamalı. İşin doğrusu hiçbir sözünde hiçbir fiilinde nefsinin iradene koyduğu tazyik bulunmamalı. Ama özellikle dostuna karşı, seni hakikat deryasına doğru götüren, seni uçurumlu yollardan geçirip selamet sahiline ulaştıracak olan dostuna karşı asla olmamalı. Dostun seni yansıtan ayna olduğuna göre, onun buğulanması senin yansımanı kaybedecektir. Belki sen de kendini kaybedeceksin. Zararın sadece yolu kaybetmekle kalmayacak. Yolunu kaybettiğinin bile farkına varamayacak kadar kendini kaybedeceksin.
Yar ki ruhunun hüznüne aynadır / Nefesinle onu buğulandırmaktan sakın
Sadece seni yansıtmakla sınırlı değildir dostun. Sen ne hâldeysen, mesela hüzün içinde isen senin hüznünü de sana yansıtacak olan aynadır. Hüznünü gördüğünde hüznünün meserrete dönüşmesinin çaresini de dostun yüzünde bulacaksın. Nefesini tut, ayna buğulanmasın.
Nefesinle seni sana göstermez hâle gelmesin / işte bu yüzden nefesini tutmalısın her zaman
Mehmet Sait Karaçorlu