VELED ÇELEBİ’DEN HATIRALAR

A+
A-

VELED ÇELEBİ’DEN HATIRALAR

Mevlâna Dergâhı son postnişinlerinden biri olan Veled Çelebi (İzbudak, 1867-1953), Mevlevilik tarihindeki yeri kadar, Türk dili ve edebiyatıyla ilgili çalışmaları ile de tanınmıştır. Günümüzde daha çok 6 ciltlik Mesnevi Tercümesi dolayısıyla adı hayırla anılmaktadır.[1]

Uzun yaşamı boyunca padişahlardan ilim adamlarına, siyasetçilerden edebiyatçılara kadar pek çok önemli şahsiyetle irtibat kurmuş, basın ve yayın hayatında rol almış, daha sonra da milletvekili sıfatıyla siyaset sahnesinde bulunmuş olan Veled İzbudak, görüp işittiği kimi olayları, fıkra ve nükteler ile bazı anılarını zaman zaman defterlerine ve mecmualarına kaydetmiştir.

Halen Selçuk Üniversitesi Ktp. Uzluk Arşivi No: 107’de kayıtlı bulunan ve Veled Çelebi’den intikal etmiş olan defterlerden birisinde[2] yazar tarafından çeşitli şahıslardan duyulan yahut muhtelif eserlerde görülen bazı fıkra, nükte ve hikayeler yer almaktadır. Bunlardan bilhassa müellifin şahit olduğu yahut doğrudan o olayı yaşayanlardan aktardığı hatıralar ve fıkralar önem arzetmektedir.

Biz bu yazıda Mevlevi çevrelerine dair bazı hatıra ve anekdotları seçerek yeni harflerle aynen sunmayı uygun ve faydalı gördük. Dipnotlarda, müellife ait izahları (VÇ) kısaltmasıyla verdik. Her fıkranın sonunda, o fıkranın mezkûr defterde bulunduğu sayfaları da gösterdik.

FIKRALAR, NÜKTELER, ANILAR

  1. Bir sûfî tekyesinde “her tarîkatte birkaç esmâ-i ilahiyye zikredildiği halde Mevlevîlerin zikri niçin yalnız ism-i celâl olan Allah lafz-ı şerîfi olduğu” fakîrden soruldukta, sözü kısa kesmek ve Allah lafz-ı şerîfi cemî-i sıfât-ı kemâliyyeyi şâmil ism-i zât olduğunu bildirmek için “Eleysa’llâhu bi kâfin abdehû”[3] âyet-i kerîmesini okudum. Bu zarâfet-i mevleviyye, huzzârın alkışını da’vet eyledi. (s.18)
  2. Bahâriye şeyhi Hüseyin Efendi Hazretleri[4] ara sıra esbak Dahiliye Nâzırı Münir Paşa merhûmun Kuzguncuk’taki köşküne gider, gece kalırdı. (…)

Bir akşam (Damat Şevki Efendi’yle[5]) Paşa’ya giderler. O sırada Paşa’nın çıldırasıya sevdiği zevcesi Goncafem Hanım vefat etmiş imiş. Paşa def’-i gam için Şevki’den taksim ister; şu manzumeyi okur:

Bir gonca-femin yaresi vardır ciğerimde

Billâhi benim gayrisi yoktur nazarımda ilh. (s.26)

  1. Bahâriye Mevlevihanesi’nde neyzen Çerkes Ahmed Dede gayet titiz ve merâsim âşığı bir zât idi. Kendisi yakışıklı, uzun boylu olup bülend sikke giyerdi. Bir gün dergâhta fasıl okunurken;

Bir goncaya bir hâra nigâh eyledi bülbül

Derdi iki olduğuna âh eyledi bülbül

manzûmesinin üçüncü mısraı,

Mâtem-zede zannetti görüp dûd-ı siyâhı[6]

iken, fakîrin tertibim ile hânendeler hep bir ağızdan,

Ahmed Dede zannetti görüp sivri külâhı

der demez hemen neyi yere bırakıp “Sizi çapkınlar, sizi katırlar! Böyle güzel bir ahenkte de edepsizliği elden bırakmazsınız.” diye başladı söğüp saymaya. Huzzâr, Dede’nin evzâ-ı mahsûsesinden dolayı gülmekten kırıldı. (s.27)

  1. Zavallı Ahmed Dede’nin maraz-ı mevtinde Şeyhim Hüseyin Efendi ile ziyarete gittik. Yanımızda komşulardan biri vardı. Zararsızca okurdu. Dede dedi ki “Kuzum şeyhim! Müsade buyur da beyefendi pesden bir taksim etsin, bir parça münşerih olayım.” Merkûm şu nazmı teganniye başladı:

Yaturam pister-i hasrette açılmaz dehenim

Nâ-ümîdim ser-i bâlînime koydum kefenim (…)

Zavallı Dede hüngür hüngür ağlamaya başladı. Biz de pek fena olduk. O (ise) farkında bile değil! (s.27-28)

  1. Bir sabah Silahdar Ağa Çayırı’nda şeyhim adı yukarıda geçen Hüseyin Fahreddin Dede ve urefâ-yı mevleviyyeden Hacı Râtib Bey[7] ve birkaç ihvan ve Ahmed Dede yemek yiyorduk. Ahmed Dede muhallebiye dehşetli bir hücum gösterdi. Hizmet eden Sa’di namında bir matbah canı da buna hayran hayran bakarmış. Hacı Bey dedi ki “Ahmed Dede! Muhallebi elvedâ çekiyor; Derviş Sa’di de sütüne havâle ediyor.” (s.28)
  2. Bir gün Hacı (Râtib) Bey giderken eızz-i ehibbâsından Aziz Bey, merkeb-süvâr olduğu halde geliyormuş. Hacı Bey yanına sokulunca eşek, başını Hacı’nın eline uzatmış, koklamış. Aziz Bey, “Korkma Hacı, elini öpecek!” deyince derhal Hacı Bey elini merkebe uzatıp “aziz ol, berhudâr ol!” demiş. (s.29)
  3. Mezanne-i fukarâ-yı Mevleviyyeden Burdur şeyhi Kalender Dede sîne-sâf, müstağrak, abdâl-meşreb bir zât imiş. Bir vakit dergâhın evkâfını tanzim için İstanbul’a gelmiş. Cennet-mekân Sultan Mecid Efendimiz muhibbân-ı Mevleviyyeden arayıcı, gönül alıcı bir padişah olmakla nüdemâsı Kalender Dede’yi arz ederler. Zevcesi Cennet Hanım’ı pek sevdiğini ifade ederler. Hazret-i Padişah, Dede’yi huzuruna celbeder. Biraz aşağı yukarı söyletip münbasit olur. Ez cümle şöyle muhavere ederler:

Sultan Mecid: Cenneti kime bıraktın?

Kalender: Dergâhın emektar bakkalı Kirkor kulunuza.

Sultan Mecid: A dede, başka bir adam bulamadın mı?

Kalender: Padişahım, ondan daha göğsü imanlı adam göremedim ki…!(s.53)

  1. Sultan Mecid merhum meşhur mesnevîhân Hâce Hüsâm Efendi’yi[8] görmeye müştak imiş. Bir gün sarayının önünden Hoca Efendi’(nin) geçtiğini söylemişler “Ah görseydim!” buyurmalarıyla mâbeyincilerden biri hemen koşup Hoca Efendi’ye yetişerek “Hoca Efendi! Efendimiz sizi görmek arzu buyuruyorlar. Lütfen geri dönünüz; yine sarayın önünden geçiniz de Efendimize haber verelim. Sizi temâşâ buyursunlar” demekle hiddetli ve pervâsız olan merhum, ak sakalını eline alıp der ki:

– Evlat! Şu sinn ü sâli katettik, muttasıl gidiyoruz. Henüz menzil-i maksûda vâsıl olamadık. Haydi evladım işine git. Biz geçtiğimiz yola tekrar geri dönmeyiz! (s.70-71)

  1. Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Efendi[9] merhumun, ism-i celâlin yekâvâz, yekâhenk olarak çekilmesi hususuna merakı varmış. Bir derviş İsm-i celâli bozunca elini dizine vurarak usûlune dahil edermiş. Hatta bir aralık ism-i celâl hücresine kudüm getirmiş.

Yine bir gün ism-i celâl esnasında bir derviş fevkalâde bozmaya başlamış. Elini dizne vurmuş, anlamamış; yüzüne bakmış aldırmamış; sesiyle işaret etmek istemiş, dinlememiş; elindeki gayet zîkıymet tesbihi yüzüne atınca derviş hiç fütursuz tesbihi alıp “niyazlar kabul ola” diyerek koynuna koyduktan sonra, yine eski bozuk ism-i celâline devam eylemiş.(s.78)

  1. Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Kadri Efendi’nin mahdûmu, bir mukabele günü incir içine habbü’s-selâtîn koyup somatta bütün dervişlere yedirmiş. Esnâ-yı mukâbelede neyzenbaşıda veca’ başlamakla yanındaki neyzene, “Birader sen bu taksîmi ikmal ediver” deyip savuşmuş. Ba’dehû bir aralık semâzenbaşı, bir ihtiyar dedeye “Aman kardeş! Fena veca’ sıkıştırdı. Ben duramayacağım, sen bakıver” demiş, o da sıvışmış. Mutriplerden bir ikisi birbiri ardınca gitmişler. Semâzenler, kimi semâı bozarak, kimi selâm başında gitmeye başlamışlar. Bir kere yol olunca bir parça karnında münasebetsizlik hisseden “Acaba lokmadan zehirlendik mi?” gibi merak ederek dağılmaya başlamışlar. Şeyh Efendi, postta bir aralık iki tarafına bakıp oğluna hitaben “Şemsi oğlum, galiba sen ile ben kaldık!” deyip oğlu “Eyvallah efendim!” deyince “Bari biz de gidelim … Dem-i Hazret-i Mevlâna, hû diyelim hû…!” deyip çıkmış gitmiştir.(s.78-79)
  2. Sadr-ı esbak Halil Rıfat Paşa Sivas valisi iken zurefâ-yı Mevleviyyeden Sivas(ta) Derviş Niyazi ile şöyle bir muhâvereleri olur: [Paşa-yı müşârun ileyh Tarîk-i Bektâşi’ye mensup imiş.]

Rıfat Paşa: Dede, Hazret-i Mevlâna mı kuvvetli yoksa Hacı Bektâş-ı Velî mi?

Niyazi Dede:Uzunçayır’da[10] güreş tutturmadım! (s.83)

  1. Meşhur Dede Efendi’nin şâgirdlerinden bir Eyüplü Mehmed Efendi var imiş. Dede Efendi yeni bir kâr, nakış ve sâire besteledi mi hemen Mehmed Efendi’ye meşk edermiş. Mehmed Efendi güzelce öğrendi mi Dede Efendi sevinir ve:

– Bir beste daha kumbaraya attık!

dermiş. Çünki Mehmed Efendi’nin hâfızası çok sağlam imiş. Hıfzettiğini bir daha unutmazmış. (s.120)

Hepsine rahmetler dileriz, ruhları şâd olsun.

[1] Veled Çelebi’nin hayatıyla ilgili en önemli kaynak, onun Hatıralarım (İstanbul, 1946) isimli eseridir. Eserin ikinci baskısı: Tekke’den Meclis’e Sıra Dışı Bir Çelebi’nin Anıları, nşr. Yakup Şafak-Yusuf Öz, İst., 2009 (Timaş Yay.) Diğer kitaplar: Nevin Korucuoğlu, Veled Çelebi İzbudak, Ankara, 1994, s.69 v.d. (Kültür Bak. Yay.); Metin Akar, Veled Çelebi İzbudak, Ankara, 1994, s.107-122 (TDK yay.). Adı geçen arşiv için bkz. Veled Çelebi-Ahmed Remzî-Tâhirü’l-Mevlevî, Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, nşr. Yakup Şafak-Yusuf Öz, Konya, 2007 (Tekin Ktb.)

[2] Defterin önsözü 14 Teşrîn-i evvel 1318 (27.10.11202) tarihinde yazılmıştır.

[3] Zümer Suresi, ayet: 36. Manası: “Allah kuluna kâfi değil midir?”

[4] Hüseyin Fahreddin Dede (1854-1911) Mevlevi şeyhi, şair bestekâr ve ney virtüozudur. Beşiktaş Mevlevihanesi şeyhi Hasan Nazif Dede’nin oğludur. Veled Çelebî 1889 yılında İstanbul’a göç edince iki yıl Bahariye Mevlevihanesi’nde kalmış ve Mevlevihane’nin şeyhi Fahreddin Dede’nin himayesine mazhar olmuştur. Bkz. İbnül-Emin Mahmut Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul, 1930-1941, s.347-350; Nuri Özcan, “Hüseyin Fahreddin Dede”, DİA,XVIII,546-547; V.Ç. İzbudak, a.g.e., s.23 v.d.

[5] “Yenişehirli meşhur şair Avni Bey, Şeyh Hüseyin Efendi’nin eniştesidir. Bu Şevki Efendi de Avni Bey’in damadı olup dergâhta ikâmet eder.” (VÇ)

[6] “Dördüncü mısrâ: Bir âh ile gülzârı siyâh eyledi bülbül” (VÇ)

[7] Hacı Râtib Bey için bkz. İbnülemin, a.g.e., s.1381-1387.

[8] Eyüplü meşhur Mesnevihan, Hâce Hüsâmeddin Efendi (öl. 1864) hakkında bkz. Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevilik, İstanbul, 1953, s.321.

[9] Son devir Mevlevi büyüklerinden Osman Salâhaddin Dede (ö.1887) için bkz. Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, İst., 2003, s.122 vd.

[10] “Uzunçayır, Sivas Mevlevihanesi civarında teferrücgâh bir meydandır.” (VÇ)

Dr. Yakup Şafak