A+
A-

Vefâ

Ö. Tuğrul İnançer

Vefâ, sadece İstanbul’da bir semt adı değildir. Vefâ îmânın, irfanın, ahlâkın en önemli göstergesidir. Hz. Peygamberimiz ahde vefâsızlığın, sözden dönmenin münâfıklık alâmeti olduğunu beyân buyurmuştur.

Hz. Mevlânâ da vefâya çok önem vermiş, eserlerinin pek çok yerinde “Vefâya yemin olsun ki…” ibâresini kullanarak vefânın, üzerine yemin edilecek yüce bir duygu, bir varlık olduğunu bize öğretmeye gayret etmiştir.

Vefâ, aynı zamanda kadir kıymet bilmek demektir. Hz. Mevlânâ, kendisinde mevcûd bulunan ilâhî aşkın ortaya çıkmasına vesile olan Hz. Şems-i Tebrizi’nin kadr-i kıymetini bilmiş ve bütün şiirlerinde onun ismini, Şems-i Tebriz mahlasını kullanarak bu kadirbilirliğini ortaya koymuştur.

Şems-i Tebrizi Hazretleri’ni biraz da olsa tanıyoruz. Mesnevî-i Şerifi de öyle… Ama Mesnevî’nin yazılmasına sebep olan Hüsâmeddîn Çelebi Hazretleri’ni pek tanımıyoruz.

Gelin, bu sohbetimizde bir vefâ örneği gösterelim de bize Mevlânâ’dan Mesnevî’yi kazandıran Hüsâmeddîn Çelebi’den bahsedelim. Hem zaten Mesnevi kitabının bir adı da Hüsâmînâme’dir. Bu lâkab, bizzat Hz. Mevlânâ tarafından verilmiştir. Mesnevî-i Şerifin 6. cildinin başında Hz. Mevlânâ der ki:

Senin gibi bir yücenin çekiciliği ile dünyada Hüsâmînâme dolaşmaya başladı.

Efendim, bilindiği gibi astronomi ilminde bir çekicilik, cazibe kudretinden bahsedilir. Güneş’in cazibesiyle Dünya’mız ve gezegenler Güneş’in etrafında, Dünya’nın cazibesi, çekiciliği ile Ay da Dünya’nın etrafında dönmekte. Böyle bir benzetme ve çok yüksek bir edebî ifâde ile Mesnevî’nin Hüsâmînâme olarak dünyada dolaşmaya başladığını söylüyor Hz. Mevlânâ. Bir başka yerde de diyor ki Hüsâmeddîn Çelebi’ye hitaben:

Kasdemez el fazı o razı tü est

Kasdemez inşâj avaz t tü est

Pîşimen avaz et avaz-t hodast

Aşıkez maşuk haşaki keycü dast

(Onun, yani Mesnevî’nin sözlerinden kastım ancak senin rızandır. Senin hatırın için ve hoşnutluğunu kazanmak için söyledim. Bu sözleri Mesnevî’de inşâ’ edişim, senin sesini duyurmak içindir. Çünkü benim için senin sesin, Hudânın sesi gibidir. Âşık ve maşuk, haşa hiç ayrılmayacağına göre, sesleri de ayrılmaz.)

Hz. Mevlânâ’nın Senin hatırın için… demesi, şu gerçekten dolayıdır: Mesnevî-i Şerif yazılmadan önce Hz. Mevlânâ’nın irşâd halkasına, sohbet meclisine dâhil olanlar tefsir, hadîs, fıkıh, kelâm gibi şer’î ilimlerin yanı sıra -tabi tasavvuf konuları da okuyorlar idi- tasavvuf konularında özellikle Feridettin Attar Hazretlerinin İlâhinâme, Esrarnâme ve Mantık-ut Tayr isimli eserleri ile Hakîm Senâi’nin Hadikatül Hakîka ve Seyrul İvat isimli eserlerini özellikle okurlardı. Çünkü Hz. Mevlânâ Şeyh Attar’ı tasavvufun ruhu, Senâi’yi ruhun gözleri olarak tarif ederek ululamıştır. İşte Hüsâmeddîn Çelebi o eserler gibi bir eser yazmasını Hz. Mevlânâ’dan niyaz ettiğinde Hz. Mevlânâ “Senin gönlündeki, benim gönlüme de gelmişti zaten.” buyurarak sarığının kıvrımları arasında bulunan yazılı bir kâğıdı çıkarıp Hüsâmeddîn Çelebi’ye verdi. Bu kâğıttaki yazılar Mesnevî-i Şerifin ilk 18 beyti idi. Hz. Mevlânâ tarafından bizzat yazılmış ve başının üstünde taşınmış olduğu için herkes tarafından baş üzere taşınması gereken ilk 18 beyit.

Efendim, baş üzere deyince aklıma geldi, söylemeden geçemeyeceğim. Sultan Ahmet Camiini yaptırması ile tanınan Sultan I. Ahmet Han, ki aynı zamanda Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri’nin dervişidir, her gün sabahleyin bir kâğıda “Muhammed” diye yazar ve sarığının kıvrımları arasına iliştirirdi. Yani derdi ki: “Benim ululuğum taç sahibi olmakta değil senin ism-i şerîfini her gün başımda taşımakladır Ya Resûlallah!”

Ve o Sultan Ahmet Han “Resûlullah’ın kabrinin kandillerinde zeytinyağı yanmak lâyık değildir.” deyip Türbe-i Resûlullah’a kandilde yakılmak için gül yağı vakfetmiştir.

Efendim aşkın göstergeleri çok… Biz konuya dönelim.

Hz. Mevlânâ ilk 18 beyti Çelebi’ye verdikten sonra buyurdu ki: “Eğer sen yazarsan ben söylerim ve istediğin gibi, öyle bir kitap ortaya çıkar.”

Ve Hz. Mevlânâ camide, medresede, handa, hamamda, sarayda, bahçede söyledi, söyledi… Hüsâmeddîn Çelebi Hazretleri de yazdı, yazdı… Tam 39120 beyit. Ve 39120’da bir hâl ortaya çıktı. Tarih o sıralarda 1261 idi. Hüsâmeddîn Çelebi Hazretleri’nin refikası, zevcesi vefât etti ve Hz. Çelebi’de bazı hâller zuhur etti. Allah dostlarının, Allah erlerinin bizim aklımızın ermeyeceği bazı hâlleri vardır, buna kısaca “cezbe” denilip geçiliverir, işte Hüsâmeddîn Çelebi Hazretleri’nde öyle bir hâl zuhûr edince Mesnevî-i Şerifin yazılması bir ara durdu. O hâl zuhûr edince Çelebi’de değil yazacak, kalem tutacak hâl bile kalmadı.

Çün be mi’râcı hakayık reftebüt

Bi bahareş gonca han şugüfte büt

Hz. Mevlânâ böyle buyuruyor Mesnevî-i Şerifin 2. cildinin başında. (O, hakikat mi’râcına yükselmişti, burada değildi. Bahar olmadan gonca açılmaz. Onun içindir ki o bahar, Hüsâmeddîn Çelebi, burada yokken benim söz goncalarım açılmadı.)

Çün ziya el hak Hüsâmeddîn anân

Baz gerdanîde ez ağc asoman

(Hakk’ın ışığı olan Hüsâmeddîn mânâ göklerinin yüceliğinden bu âleme döndü, işte o zaman Mesnevî’ye yeniden başlandı.)

Çün zi derya sui sâhil bağz keşet

Çengi şir-i Mesnevî basağz keşet

(Çünkü o, Hüsâmeddîn Çelebi, deryâdan sâhile döndü, Mesnevi şiirinin çengi yani Mesnevi sazı yeniden akort edildi.)

Efendim, Mesnevî’nin birinci cildinin yazılması sırasında Hz. Mevlânâ gibi bir kaynaktan beslenen, 4000’e yakın beyitle beslenen Hüsâmeddîn Çelebi o öğretiden, o besiden aldığı manevî gıda ile yüceldi ve maneviyat göklerine yükseldi. Tasavvufta “mahv hâli” denen bu hâl Vahdet Âlem’ine doğmak demektir. Bunun içindir ki İdris-i Muhtefî Hazretleri Ben bu hâle gelecek / Üç kez doğdum aneden diyor.

Tabi bu “reenkarnasyon” değildir.

İşte bu mahv hâlinden sahv hâline, Vahdet Âlemi’nden Kesret Âlemi’ne döndükten sonra Mesnevî’nin yazımına devam edildi fakat aradan iki seneye yakın zaman geçmişti. “Niçin?” diye sorulursa cevap yine Hz. Mevlânâ’dan:

Müddeti in Mesnevi tehir şüt

Mühleti bayest tahun şir şüt

(Şu Mesnevî’nin yazımı bir süre geç kaldı, tehîr edildi. Kanın süt olması için belli bir zaman geçmesi lâzımdır.)

Mesnevî-i Şerif ile meşgul olan pek çok büyüğümüz bu gecikme, ara verme olayını Resûlullah Efendimiz’e Kur’ân’ın indirilmesindeki vahyin bir ara kesilmesine benzetirler, bu ayrı bir bahistir.

Evet, biz Mesnevî’nin kâtibi diyebileceğimiz Hüsâmeddîn Çelebi Hazretleri için Mesnevî’nin dibacesinde yani ön sözünde Hz. Mevlânâ tarafından Çelebi hakkında neler söylendiğine bir göz atalım, isterseniz. Şöyle başlar:

Li istidai seyyidî ve senedi ve mutemedi ve mekâne ruhumin cesedi

Bu sözlerle başlayan Mesnevî’nin dibacesinde Hz. Mevlânâ şöyle anlatıyor Hüsâmeddîn Çelebi’yi:

Mesnevî’yi bir istek bir arzu üzerine yazdım ki o talebin sahibi cesedimdeki ruhum gibi olan efendim, güvendiğim, bugün de gelecekte de manevî gıdam, âriflerin kendisine uyduğu, hidâyete ve yakîne ermişlerin rehberi, kalp ve akıl sahiplerinin güvenci, âcizlerin imdâdına koşucu, yaratılmışlar içinde Allah’ın emâneti ve en saf, temiz olanı, Allah’ın peygamberine tavsiye ettiği kıymeti gizli, yüksek kişilerden olan o “Hüsâmül Hakkı veddîn” yani hakkın ve dinin keskin kılıcı, arş hazinelerinin anahtarı, yer definelerinin sahibi ve koruyucusu, faziletler, erdemler sahibi Hasan oğlu, Muhammed oğlu Hasan’dır ki “Ahi Türk Oğlu” diye tanınır. O, bu vaktin Bayezîd-i Bestamî’si, zamanın Cüneyd-i Bağdadî’sidir.

Hz. Mevlânâ’nın böylesine övdüğü Hüsâmeddîn Çelebi için biz başka ne söyleyebiliriz?

Hz. Mevlânâ kendisini bir dinleyen ve bir anlayan yani bir Hüsâmeddîn Çelebi bulduğu için yirmi beş bin küsur beyitlik Mesnevî’yi söyleyebilmiş. Öyle bir dinleyici bulmasa idi söyleyebilir mi idi? Bu suâlin cevâbını düşünmek lâzım.

Ve bizler Hüsâmeddîn Çelebi bulmalıyız. Bulmalıyız ki Hz. Mevlânâ’nın ona söylediklerini anlayabildim. Bir başka deyişle Hüsâmeddîn Çelebi’den Hz. Mevlânâ’ya yol bulalım. Yoksa Mesnevî-i Şerif e kurt, tilki, tavşan, aslan masalı diyen, diyebilen ilim ve terbiye fukaralarının derekesine düşeriz.

Maçu çengâmu tü zahme mizenet

Zari ezmâni tü zari bi kûnet

Maçunayîmu neva dermağzetest

Makûhîmu şada dermağ zedest

(Biz, çeng gibiyiz. Mızrap vuran sensin. O hâlde işitilen inilti bizden değil, sazı çalanın iniltisidir. Ve biz ney gibiyiz. İçimizdeki hava ve dışarı vurulan nevâ, sedâ sendendir. Biz dağ gibiyiz. Bizden duyulan ses yankıdan, aksisedâdan ibârettir.)

Hz. Mevlânâ’nın da, Hüsâmeddîn Çelebi’nin de, bütün velîlerin de himmetlerini niyâz ederek, hoş olun, hoş kalın efendim…