UZAK İHTİMAL
UZAK İHTİMAL
Son günlerde sıkça sözü edilen Uzak İhtimal filmini henüz seyredemedim. Yalnız geçen sene film çekilmiş ve yurtdışında bazı festivallere katılmış, ödüller almıştı. O günlerde yapımcısı, senaristi ve yönetmeniyle biraz sohbet etmiştik. İsmail, Tarık ve Mehmet Fazıl… Bir de Tarık’ın kardeşi Hakan. Gayretli, çalışkan ve en önemlisi heyecanlı bir ekip.
Hakan beni o sabah Yenikapı’da karşıladı, ofise geçtik, güzel bir kahvaltı hazırladı. Bu arada filmin yurtdışı afişini konuşuyorduk: Gül ve tespih… İki temel sembol. Bu afişi yurtiçinde de kullanmalılar. Çünkü ne tespihin, ne de gülün sembolik değerini, bu sembolik değerlerdeki uzakları yakın eden müsamahayı, anlayışı ve en önemlisi temsil ettikleri aşkı ve bu aşkın boyutunu hatırlar olduk. Esasen tespih taneleri ne kadar artarsa atsın, özü itibariyle güldür, gül demetidir.
Bendeniz henüz filmi seyredemedim, galaya da işlerim dolayısıyla katılamadım. Gerçi işim olmasaydı katılabilir miydim? Bilemiyorum, ama İstanbul dışında yaşamak, bazı meselelere uzaktan bakmak anlamına geliyor. Uzaktan seyrediyorsunuz… Geçen sene Özkul Beyin “Dinle Neyden”’ine de uzaktan seyirci kaldım. Dersler, yetiştirilmesi gereken işler… Uzak İhtimali seyredemedim, ama o gün, ofise gittiğim gün, daha film Türk seyircisine sunulmadan alınan ödülün heyecanını arkadaşların yüzünden okumuştum. En önemlisi de filmin afişini pek sevmiştim.
Gül ve tespih, uzakları yakın eden iki sembol. Gülden ve tespihten uzaklaşan nesil, kendinden de uzaklaştı. Yabancılaştı. Bir müezzinle bir rahibe adayının aşkı, uzak ihtimal olarak düşünülmüştü… Evet, öyledir de. O gün, orada arkadaşlara gelenekte anlatıla gelen Şeyh San’an’dan bahsettim mi? Çünkü daha evvel bu hikâyenin Mostarlı Ziyâ’î tarafından yeniden yorumundan mülhem “Kûy-ı yârda bir azîz” başlıklı makale yazmıştım. Şiir ve İrfan kitabına da aldığım bu yazı, uzak ihtimali yok ediyordu. Daha doğrusu uzakları yakınlaştırıyordu…
Biz Uzak İhtimal ekibiyle Mevlit Belgeseli hazırladık. Sen Doğdun Diye adıyla Kutlu Doğum Haftası’nda TRT’de gösterilen bu belgesel de bir metinden yola çıkarak uzakları yakınlaştırıyordu. Süleyman Çelebi bundan 600 yıl evvel bir metin yazmış; o gün bugün kandillerde, neşeli ve hüzünlü günlerimizde okunan, bizi birbirimize yakınlaştıran, neşelendiren, şenlendiren bir eser. Sadece Anadolu’da değil, Rumeli’de, Kafkasya’da, Kuzey Irak’ta, Türkçenin gittiği hemen her ülkede ve her şehirde okunuyor. Mevlit, tarihte, çok ötelerde klan zamanı yakınlaştırdığı gibi, uzak coğrafyaları da birleştiriyor. Sınırları aşıyor… Keza musikisiyle dil farkını da ortadan kaldırıyor.
Uzak İhtimal, uzaklık ve yakınlık kavramlarını tartışmaya açar mı? Bunu bilmiyorum. Fakat nice yakınların, özü itibariyle uzak ve nice uzakların da yakın olduğunu biliyorum. Demem o ki, bazen yakınındaki çok uzaktadır. Bazen de çok uzak olan, en yakındır. Yatay ve dikey uzaklık, hele hele aşığın nazarında, ne anlam ifade eder? Diğer bir ifadeyle, daima sevgiliyle hemhal olduğunu düşünen âşık için, uzaklığın ne anlamı vardır? Sonra âşığın kitabında, onu sevgiliden uzaklaştıracak hangi engel vardır? Dil mi? Örf mü? Kültür mü? İnanç mı?
Her halde film bu sorulara cevap arayıcı niteliktedir. Ancak film, yakını hep uzakta arama fikrini de empoze ediyor olabilir mi? Bunu bilmiyorum. Ama burada soruyorum, çünkü çoğu kere uzaklara, hep uzaklara bakan, önündeki güzellikleri de, tuzakları da fark edemez.
Bilal Kemikli