USULCA!

A+
A-

USULCA!

Eğer gözyaşlarıyla son bulmazsa hiçbir üzüntü sonlanamaz.( Elif. Paulo Coelho).

Sözler, anlatılanlar, yazılanlar aslında gözyaşlarıdır. Gözlerden süzülemediği için seslendirilir, yazılır. Geçen hafta içimiz açılsın diye başlamıştım yazıya. Bu da öyle. İç açılsın diye yazılıyor.

Gözyaşından söz ederek başladımsa, gözyaşının zihnimizdeki anlamı değişsin istediğimden. Dünyanın hemen çoğu yerinde, popüler kültürde gözyaşına izin verilmiyor. Acizlik ve zayıflık, güçsüzlük olarak algılanıyor. Öyle anlatılıyor. İnsanların gözyaşı dökmesine izin verilmiyor. Saklanılması gerektiği söylendiği için içeri akıyor gözyaşları, bu yüzden de iç açılmıyor. Duman boşalmıyor. Sıkıntılar ve üzüntüler sonlanmıyor.

Midesi ağlıyor insanların gözler yerine ülser oluyor. Başı ağlıyor, dizleri ağlıyor, boynu ağlıyor, beli ağlıyor, böbrekleri.

İnsanların ağlamalarına, gözyaşlarını göstermelerine izin versek, ağlamayı zayıflık olmaktan çıkarsak diyorum. Ben demiyorum bunu aslında. Öğrendiklerimden bunu çıkarıyorum. Gönülden gözyaşlarıyla isteyin diyen kadim öğretiden öğreniyorum. Geleneğin, toplumsal öğretilerin kadim öğretinin önüne geçmesini anlamıyorum ve anlamak ta istemiyorum.

Bir çocuğun ağlamasını acizlik zannedip büyüyünce ağlamayacağım demenin yanlış olduğunu anlayalım istiyorum. Büyümenin aslında sadece asıl kimden istenmesi gerektiğini anlayıp fark etmek dışında çocukluktan çok da farklı olmadığını bilebilmeyi istiyorum.

Tüm ibadetlerde gözü yaşlı olmak önerilir. Özellikle Hac İbadeti. Tavaf ederken mesela ağlayın denilir. Ağlayamıyorsan da ağlar gibi yapın. Taklit ederek gerçeğine ulaşmaya çalışın denilir. Yunus’u okusanız aynı şeyi söyler. Mevlana öyle. Çok gülen birisine eskiler sıratı geçtin mi ki derlermiş. Bizim okuduğumuz kitaplarda , bu bilimi öğrendiğimiz kaynakların çoğunda gülmek pirzola falan denilir. Çikolata ya da. Oysa kadim öğretimiz gülmeyi tebessüm ve iç huzuru olarak anlatır. Kahkahalar atmak pek de şık karşılanmaz. Bunun üzerinde düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Filmlerde çokça görmüşünüzdür. Psikoterapi ile ilgili bölümlerinde. Düzelme genellikle kişinin asıl sorunu ile ilgili direnci çözülüp gözyaşlarına boğulduğunda gerçekleşir. Gözyaşı aktıktan sonra nehir gibi etrafını besler ve yeşertir.

Ne yanı salya sümük mü dolaşalım? Dediğini duyar gibiyim bazılarının. Hayır. Hiç kimse salya sümük dolaşmasın. Tebessüm etsin.

Edemiyor ama kimse. Bizim ülkemizde özellikle ben de dahil her birimiz ne kadar asık suratlıyız. Edemiyoruz çünkü. Akması gerektiği yerde suyun önünü açamıyoruz. Bentler dolu nehir yataklarımızda. Yeşermiyor gönlümüzün bağı bahçesi.

Sorunlarımızı kendimiz çözemiyoruz. Buna gücümüz yetmiyor çoğu zaman. Çocukken ağlayarak anamıza babamıza çözdürüyorduk. Büyüyünce hem ağlamayı yasakladık kendimize hem de etrafımızda ağlayacak ana babalar kalmadı. O zaman ihtiyaç mesajlarını, sıkıntı mesajlarını nasıl vereceğiz etrafa?

Surat asarak. Öfkelenerek. Vurup kırarak. Çalıp çırparak. Terörle. Uyuşturucuyla. Madde bağımlılığıyla. Güç arayarak. Fırsat bulunca ezerek. Zulmederek.

Ağlayarak başlayalım derim. Asıl istenilmesi gerekeni hatırlayıp gözyaşlarımızla isteyelim derim. İçimiz açılacak, sorunlarımız çözülecek ve gözyaşlarının aktığı yerler gül bahçelerine dönüşecek derim. Kendimden mi söylerim? Hayır.

Söyleneni söylerim.

Daha önce söylenmiş ve unutulmuş olanı hatırlatmak isterim.

Eğer gözler yaşarıyorsa kalp yumuşuyor demektir. Yumuşamış, savunmasız bir kalbi gözyaşıyla avuçlarınıza bırakan birisine merhamet edilmez de ne yapılır?

Sunay Akın da ağlamış şiiriyle. İçinde hem çocuk, hem gözyaşı, hem merhamet var. Odunsuz bir sobanın
yanında titreyen
çocuğu görse yağmur
gözyaşlarını odaya
tavan arasındaki delikten
usulca bırakır

Sevgililer sevgilisinin sözüyle bitirelim:

“Ürpermeyen kalpten, ağlamayan gözden sana sığınırım Ya rabbi”