Usta Bul Sanat Öğren Sonra Dükkan Açarsın
Usta Bul! Sanat Öğren! Sonra Dükkân Açarsın!
Mademki peygamber değilsin, kalk, koyul yola
Böylece düştüğün kuyudan çıkarsın bir makama
Padişah değilsin madem tabi ol
Bir kayığa çık, gemiciye oradan bak
Sanat öğren usta olmadan dükkân açma
Öğretene hizmet etmekten gocunma
Peygamber değilsin.
Olamazsın da.
Peygamberler insanların arasından seçilirler ama insan gibi değildirler. İnsanların arasından seçilmelerinin sebebi insanoğluna bilmediğini öğretmek, unuttuğunu hatırlatmak, nasıl olmaları gerektiğine dair örnek olmaları içindir. İnsanların içinden seçilmiş olmaları insan gibi olmaları demek değildir. Onları ateş yakmaz, su boğmaz, demir kesmez, zamanın ve mekânın ötesine geçebilirler, geçmişi ve geleceği bilirler. Onlar olmasaydı ne ateşte demiri eritebilir, ne buğdayı ekip biçebilirdin.
Peygamberler, bilgiye bizatihi ulaşırlar. O bilgiyi insanlara aktarırlar. Peygamberlerin dışında kalan insanların bilgiye bizatihi ulaşacak kabiliyetleri yoktur. Ancak bilvasıta bilgilenebilirler. Bu yüzden saf bilgi olan peygamberlerin var oluşları da genel geçer nizamın üstündedir.
Kendine bir bak, peygamber değilsen nesin?
Kuyuya atılmış Yusuf gibisin.
Hayat koyu karanlıklarla kuşatılmış bir kuyu gibi. Nasıl sorusuna yalan yanlış bir sürü cevap bulabilirsin. Ama neden sorusunun cevabı karanlığın içinde kayıptır. Kuyudan kurtulmak, Yusuf gibi yüksek mevki ve makamlara ulaşmak kabiliyetin var. Bunu bil ve işe koyul. Seni derin kuyuların çaresiz karanlığı gibi kuşatmış bilgisizlikten peygamberlerin ışığı kurtarabilir. Onların iyiyi, doğruyu, güzeli gösteren meşalesinin peşine düş, yola koyul. Unutma ki dünyada iyi güzel doğru adına ne varsa peygamberler öğretmiştir. Onlar olmasaydı bunları bilemezdin. İnsanoğlu kendi başına bunlara ulaşamazdı.
Önünde fazla değil sadece iki tercih hakkı olan bir zavallısın.
Ya bilgiye ulaşabilecek fıtratını koruyabileceksin. Böylece anayurdunda var olman mümkün olacak. Dönüş vizesi alabileceksin.
Ya da fıtratın bozulacak, yakıta dönüşeceksin.
Peygamber değilsin, padişah hiç değilsin.
Padişah olsaydın kendi varoluşuna fermanın olabilirdi. Var olduğun için yokluğu unuttun. Oysa yoktun ve bir ferman ile varlık sahnesine geçtin. O halde buyruk veren değil buyruklara uyan konumunda olduğunu unutma. Sakın sana özgürlük türküsü söyleyenlerin nağmeleri güzel gelmesin. O türküler kurda kuşa yem olman için söyleniyor. Kulağına gelen seslerin birisi şu;
“Bana kul ol”
Diğer fısıltı ise şöyle;
“Ona kul olma”
Bu fısıltıya uyman o fısıltının sahibine kul olman olacaktır. Sonuçta kul olmaktan kurtuldum zannederken boynuna demirden laleler takılmış bir köleye dönüşeceksin. Gerçek hürriyet bilgiye ulaşarak elde edebileceğin bir şeydir. Bilgiye ise bilen birisinin eliyle ulaşabilirsin.
Bir usta bulmalısın.
Sadece öğreten değil örnek de olabilen bir usta.
Ustayı aramak bulmak, bulunca dizinin dibinden ayrılmamak, bildiklerini sana öğretmesi için yanından ayrılmamak, yanından ayrılmamak için ona hizmet etmek ve diğer ayrıntılar hep senin işin. Bütün bunlar olmadan dükkân açmaya kalkma sakın. Hem kendini hem sana inanıp güvenenleri perişan edersin. Özgürlük türküsü söyleyenlere aldırma. İnsan kendi kaderini kendi yaratır diyenlere aldırma. Padişah değilsin. Buyruk vermeye değil almaya muhtaçsın.
Aksi kibrine mağlup olmaktır.
Mademki hür değilsin sana kulluk yaraşır
Atlas bulamıyorsan hırka giyin o da yakışır
“Dinleyin” emrine kulak ver de sus, konuşma
Hakkın lisanı değilsin öyleyse dönüş kulağa
Konuştuğun sadece bilmediğin soruyu sormak olsun
Şahların yanında tavrın aczini ortaya koymak olsun
Kibrinin ilacı üç altın öğüt;
- Tevazu göster
- Dinle
- Aczini bil, böbürlenme
Güzel ve gösterişli giysiler nefsine hoş gelse de kibrini artırmaktan başka işe yaramaz. Elbisenden dolayı sana itibar gösterenin itibarının değeri yoktur. Hırka gibi basit şeyler giyinmeyi tercih edersen itibarın eksilmez. Hatta çoğu zaman onlar daha çok yakışır insana. Pahalı ve gösterişli giysiler insanın kibrini tutuşturur. Oysa kibir savaşman gereken bir kötü huydur.
Kibrini tutuşturan bir başka etken konuşmaktır. Sus ve dinle. Hatta kulak kesil. Kulağa dönüş de öyle dinle. Çünkü yüce ferman öyle emrediyor:
[Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin] (Araf/204)
Konuştuklarını ölç biç tart bakalım Hakkın lisanından mı yoksa nefsinin emrettiklerinden mi? Susmak kibrin en etkili ilacıdır. Sadece soru sormak için konuşmak derecesinde susmayı başar. Çünkü şahın yanında böbürlenmek, övünmek, üstünlük taslamak edepsizliktir. Şahın gazabını çeker. Oysa aczini itiraf merhamet ve şefkati celbeder. Her an şahlar şahının huzurunda olduğunu unutma. Susar dinlersen, böbürlenmez tevazu gösterirsen kibrini söndürürsün.
Kibir de kin de şehvetten doğar
Şehvet en güçlü tarafındır
Kibrinle mücadele edebilmen için biraz da onun nereden doğduğuna, kaynağının ne olduğuna dair bilgiye muhtaçsın. Kibir tek başına müstakil bir duygu değildir. Diğer duygular gibi bir diğerinden doğar, bir başkasından beslenir ve güçlenir. Kibir şehvetten doğar. Şehveti sözlükler “Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. Bir şeyi fazla istemek, Cinsî istek, Mahbube için olan istek, iştiha.” Diye tarif eder. İştah ve haz insanın hayatını devam ettirmesi için gerekli olan beslenmeyi sağlar. Temel dürtü hayatın devamıdır. Onu sağlayan araç bu dürtüye hizmet ettiği müddetçe meşru hatta mecbur ve fakat araç olmaktan çıkıp amaca dönüştüğünde memnu ve hatta muzırdır. Arızaların çoğu bu temel ihtiyacın türevi olan duygulardan çıkar. İnsan kendi başına duygularının sınırlarını o sınırları korumak için gerekli olan kuralları bilip bulamayacağı için peygamberlere muhtaçtır.
Peygamberler olmadan, peygamberlerin mirasçısı olan ustaların terbiyesini görmeden yaşamak karanlık bir kuyunun dibinde kalmak gibidir. Karanlıkta el yordamıyla kendine hoş gelen şeyleri yapıp ettiğinde bir taraftan şehvet arpası fazla gelmiş azgın atlar gibi dizgin tanımaz olur. Şehvet bedenini aşar duygularını da peşine takıp sürüklemeye başlar. Mevki makam şehveti, hükmetme emretme şehveti, konuşma şehveti, beğenilme takdir edilme şehveti, bilinme tanınma şehveti ve diğerleri elde edilip her merhalesi geçildiğinde kibir büyür. Kibri şehvet besler, şehveti kibir besler.
Diğer taraftan, bunlar zamanında bir ustanın terbiyesine teslim edilmezse, yılanın başı küçükken ezilmezse her biri birer iptilaya dönüşür. Kısa bir müddet sonra bakarsın ki birçok şeye bağımlı hâle gelmişsin. Bağımlı olduğun şeyler sende huy hâline gelmiş, adeta varlık sebebini onlara bağlamış olmuşsun.
Kötü huyların vazgeçemediğin iptila hâline gelirse
Hasım olur kızarsın sana nasihat edene
Faraza eğer toprak yemek alışkanlığın olduysa
Buna mani olmaya çalışan düşmandır sana
Çünkü putperest putları yüceltir tazim eder
Putları kırana saldırır onu düşmanı beller
Bağımlı hâle geldiğin şeylerin her biri tatmini olmayan, buraya kadar, artık yeter diyemeyeceğin bir gidişin içine sokar seni. Mesela, ne kadar çok yemek yersen o kadar çok acıkırsın. Yemek yedikçe hacmin genişler. Hacmin genişledikçe yemek ihtiyacın artar. Bu müptelası olduğun her ne ise günden güne artar, azalmaz. İyi mi kötü mü zararlı mı faydalı mı diye düşünemezsin. Toprak yeme müptelası olanlar bile vardır. Böyle bir iptilası olmayan canım toprak da yenir mi, yiyecek başka şey mi kalmadı, bu da saçmalık artık diyebilir. Fakat toprak yeme müptelası için durum böyle değildir. O yediği toprağın miktarını her gün çoğaltarak toprak yemeyi sürdürür. Bundan vazgeçmesini söyleyenlere, zararını anlatmaya çalışanlara, öğüt verenlere kızar. Öfkelenir. Onları bağımlı olduğu şeyden kendisini men etmeye çalışanı düşman gibi görür.
Hani hazreti İbrahim putların bulunduğu mabede girip bir baltayla hepsini parçalamıştı. Putlarının parçalandığını görenler bunu kim yaptı diye sorgulamaya, öfkeyle suçluyu arayıp bulmaya girişmişlerdi. Oysa putları kıran onların düşmanı değil dostuydu. Onları kendilerini savunmaktan bile aciz heykelleri mabut zannetme, putlara tapınma sapkınlığından kurtarmaya çalışıyordu. Yaptığı kötülük değil iyilikti. Fakat müptela olanlar iyilikle kötülük mefhumlarını kaybettiğinden kendilerine kötülük yapılmış gibi hissetmekteydiler. Kötü ve zararlı alışkanlıklar, haz ve şehvet bağımlılığı bir bakıma bağımlı olduğu şeyi putlaştırmak gibidir.
Şeytan da kibre düşmüş gururlanmıştı
Âdem’i kendinden daha aşağı sanmıştı
Demişti “benden başka mesut bahtı yüce kim ki?”
“Benim gibi birisi buna secde eder mi?”
Baş olmak ve büyüklük ruhun zehridir
Belki kurtulur o ruh ki yokluk panzehiridir
Dağ yılanla dolu olsa bile korkma zehirlemez
İçinde panzehiri de saklıdır herkesçe bilinmez
Büyüklenmek şeytanın mesleğidir. Yukarda bahsi geçen “Mademki padişah değilsin o zaman emre uy” mısraındaki hikmete muhalefet etmişti. Kayıtsız şartsız emre itaat etmesi gerektiğini bildiği halde büyüklenme duygusuna mağlup olmuştu. Âdem’i kendinden daha aşağı görmüş bu yüzden niye secde edeyim diyerek emre karşı gelmişti.
Çünkü baş olmak tutkusu, büyüklenme duygusu ruhun zehridir. Bunlarla zehirlenen ruhtan yüzlerce kötülük çıkar. Bu zehre panzehir yukarda geçen aczi itiraftır. Hiçlik duygusudur. Eskilerin “mahviyet” tabiri ile ifade ettikleri duygu durumu ve davranış biçimidir.
Her zehirle beraber o zehre çare olacak panzehir bulunduğunu unutma. Yılan zehrine panzehir yine o zehirden elde edilir. İnsanın içindeki kötülükler kadar iyilikler olması her kötülüğün bir zehir her iyiliğin bir panzehir hükmünde olduğunu işaret etmektedir. Mesele kötülükleri yok etmek değil o kötülüklerin etkisini yok etmektir. Bu yüzden zehirlere karşı panzehirlere sahip olmaya çalışmak asıl gaye olmalıdır. İşte karanlık bir kuyudan çıkışın çaresi olan bilgi meşalesini taşıyan ustalara bu yüzden muhtaçsın. Onlar müstesna insanlardır. Dağ gibidirler, içlerinde taşıdıkları yılanları zarar vermeyecek şekilde panzehir de saklayan dağlara benzerler.
Büyüklük hastalığı beyninle olursa arkadaş
Onu bertaraf eden kadim düşmanın olur
Eğer mizacına ters olursa bir kişi
Sende kin ve öfke doğurur onun her işi
“Her isteği mizacımın tersine” dersin
Seni değiştirip kendine benzettiğini zannedersin
Kötü huy içine yerleşmiş olmasaydı
Zıddına asla içinde öfke doğmazdı
Kötü huyu içinde yer tutmamış adamı
Mizacının aksi olan şey kızdırmaz
Başka yerlerde bahsi geçtiği üzere akıl nefsin emrine girerse insan artık doğruyu yanlış yanlışı doğru gibi görmeye başlar. Öyle ki bu vahim durumdan kendini kurtarmaya çalışanı, o kötülüğü bertaraf etmek üzere kendine yardım etmeye çalışanı kadim düşmanı zanneder. Bunların en tehlikesi büyüklük hastalığıdır. Bu hastalık kendine yardım etme konumunda olanı, muhtaç olduğu ustayı da küçümsemesine sebep teşkil eder. Oysa ustadan istifade edebilmenin ilk şartı ona saygı duymaktır. Kibir kendi dışında birine saygı duymaya engeldir. Zaten kibir bizatihi saygısızlıktır.
Zamanında tedavi edilmemiş her hastalık gibi bu da ileri merhalede mizaca dönüşür. Huy olur. Karakter olur. Kendine benzemeyeni kendi gibi hasta olmayanı düşman görür. Ona kin ve öfke duymaya başlar. “Her şeyi ters bana” der sözgelimi. Veya “beni değiştirmek, kendine benzetmek istiyor” savını sürer ileri. Değişmen gerekiyorsa, bu hastalıktan kurtulman gerekiyorsa ne mahzuru var, denmesi de öfkesine mani olmaz. Böylece bir ustadan sanat öğrenmek imkânını kendi eliyle yok etmiş olur. Sebep, kötü huyun içine yerleşmiş mizaç haline gelmiş olmasıdır.
Kötü huylar yerleşmeden içine yaltaklanır
Sonra kalbine gider orayı mesken tutar
İşin başında kötü huy yerleşmiş değildir
Şehvet karıncası alışkanlıkla yılana dönüşür
Bu şehvet yılanını öldür de kurtul
Yoksa onu ejderha olarak görürsün
Lakin herkes yılanını karınca hayal eder
Onu bir gönül ehlinden sorarsan eğer
Bakır altın olmadan bakır olduğunu bilmez, der
Gönlü zaten fakir olan müflisliği nerden anlasın
Huy, karakter, mizaç haline gelmiş kötülükler, kibir de dâhildir buna, işin başında küçüktür. Zararı zannedildiği kadar büyük tehlikesi insanı mahvedecek derecede değildir. Sana hoş gelir, sevimli gelir, hatta çoğu zaman o kötülüğü yapmak için akıl bir geçerli sebep uydurur, bir mazeret üretir. Akıl o kötülüğe hizmet etmekte, kötülük aklı kullanarak insana yaltaklanmaktadır. Söz gelimi “mütekebbire kibir sadakadır” der insan. İşin vahameti o kötülüğün insanın içine girmesinden sonra başlar. İçerde o küçük şey büyüyüp güçlenmeye başlar. Her tekrar onun gücüne bir kat daha güç katar. Tekrarlar çoğaldığında mesele alışkanlık merhalesine geçmiştir artık. Alışkanlıklar o kötülüğün insana hükmetmesidir. Başlangıçta karınca kadar küçük ve ehemmiyetsiz kötülük kısa zamanda bir yılana dönüşür.
Sana düşen vakit geçirmeden o yılanı öldürmektir. O yılanı öldürmeden ondan kurtuluş yoktur. Her muzır katli vacip olandır çünkü. Ne çare herkes kendi yılanını karınca zanneder. Nefsin emrine girmiş akıl bir sürü makul ve mantıklı sebep sayar. Dünyada bu kadar büyük kötülükler varken benim yaptığım ne ki, hiç değilse ben insanlara zulmetmiyorum gibisinden kendini temize çıkaracak, yılanını karınca gibi gösterecek deliller bulur gösterir. Oysa yılan her gün büyümektedir. Kısa bir müddet sonra öldürülmesi mümkün olmayan bir ejderhaya dönüşecektir.
İşte işin bu kısmında da bir ustaya muhtaçsın. Karınca mı yılan mı ejderha mı içindeki kötülüğün ne olduğuna sen karar verme. Bir gönül ehline bir ustaya sor. O söylesin sana ne olduğunu. Kendini altın zanneden bakır gibi olma. O bakırın altın olmadığını ona ancak altından yapılmış bir iksir anlatabilir. Bu kimya yoksa bakır kendini altın zannetmeye, içinde ejderha besleyen küçücük bir karınca taşıdığını iddia etmeye devam edecektir. Günahını küçük görmek rahmetin büyüklüğüne aldanmak olacağından büyük günahtır çünkü.
İyilikten habersiz olmak fakir olmaktır. Zenginliğin ne olduğunu bilmeyen bir fakir iflas etmenin de ne demek olduğunu bilemez. İyilikte altın gibi değerli olmanın, usta olmanın, bilgiyle arınmış olmanın ne ve nice olduğunu bilmeyen de tıpkı böyledir. Günahını küçük bir şey olduğu, nasıl olsa affedilebilir olduğu yanılgısıyla içinde ejderhalar besler durur.
Bakır gibi altına dönüştürecek kimyaya hizmet et
Ey gönül, sevgilinin cevrini çekmeye devam et
O sevgili kim? Kimdir o gönül ehli?
Gece ve gündüz gibi cihanın derdini çeken değil mi?
Allah’ın has kullarının ayıbını söyleme
Padişahı hırsızlıkla itham eyleme
Bakır altına dönüşmez, simyacılar çok uğraştılar bunun yolunu bulamadılar. Ama bakırlaşmış bir insan ustasının eline düşerse aslına rücu ederek altına dönüşebilir. Ustayı bul. Bunu sağlayacak kimyanın çırağı ol. Ona hizmet et.
Ustalar gönüllerin fatihidir. İşi gücü gece gündüz cihanın derdini çekenlerdir. Allah’ın has kullarıdır. Onları yargılamak, onlara dair fikir beyan etmek, onları değerlendirmek, hatalarını bulup çıkarmak, ayıplarını söylemek sana düşmez. Sana bunu yaptıran içinde büyütüp beslediğin, iptila haline getirdiğin, karınca iken yılana, yılan iken ejderhaya dönüştürdüğün kibir hastalığındır. Mülk padişahın iken senin padişahı hırsızlıkla itham etmek gibi bir abesin içine düşmene benzeyen bu durumdan kurtulmak için de bir ustaya muhtaçsın. Sakın unutma!
Mehmet Sait Karaçorlu