ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ SON ŞEYHİ AHMET REMZİ AKYÜREK – Ahmet Cahid Haksever
AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL
ÜSKÜDAR MEVLEVÎHÂNESİ SON ŞEYHİ
AHMET REMZİ AKYÜREK
Doç. Dr. Ahmet Cahid Haksever
(Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tasavvuf Anabilim Dalı)
Mevlevîlik, Osmanlı’nın özellikle son yüzyılında siyasi ve sosyal alanda artan oranda aktif rol almış bir tarikattır. Mevlevîliğin bu etkinliğinin artmasında doktrin yapısı yanında hiç şüphesiz iyi yetişmiş, sahasında otorite kabul edilen temsilcileri önemli rol almışlardır.
Son Dönem İstanbul Mevlevîlerini ele alan bu Sempozyum çerçevesinde biz de Kütahya, Kastamonu, Halep ve nihayet Üsküdar Mevlevîhânesi’nde postnişînlik yapan Ahmet Remzi Dede’nin hayatını ve tesirlerini ele aldık.
Doğumu ve Ailesi
1289/1872’de Kayseri Mevlevîhânesi’nde doğan Ahmet Remzi Efendi, tekkelerin kapatıldığı 1925’e kadar, nesilden nesile yaklaşık yüz yıl postnişînlik yapmış bir aileye mensuptur.
Ahmet Remzi Efendi’nin büyük dedesi, Seyyid Süleyman Turabi’dir. Kendisi, Mevlânâ Dergâhı postnişîni Mehmet Said Hemdem Çelebi’nin ve Nesib Dede’nin şeyhidir. Süleyman Turabi, Konya Mevlânâ Dergâhı’nda yetişmiş, 1242/1826 yılında Kayseri Mevlevîhânesi’ne şeyh tayin edilmiştir. Dokuz yıla yakın bu vazifeye devam eden Süleyman Turâbî 1251/1835’te Kayseri’de ölmüştür.[1] Mezarı Mevlâna’nın hocası Seyyid Burhaneddin Türbesi içindedir.
Babasının vefatıyla yerine postnişîn olan Seyyid Ahmet Remzi el-Mevlevî, 1274/1857’de Kayseri müftülüğüne de tayin edilmiş, otuz yıla yakın postnişînliği yanında bu görevini de sürdürerek 1282/1865’te vefat etmiştir.[2]
Seyyid Ahmet Remzî el-Mevlevî’nin oğlu Süleyman Ataullah Efendi, tebliğimize konu olan Ahmet Remzi Efendinin babasıdır. Kayseri Mevlevîhânesi’nde elli yıla yakın şeyhlik yapan Süleyman Ataullah Efendi, 1332/1913’te vefat etmiş babası ve dedesi gibi Seyyid Burhaneddin Türbesi hamuşanına defnolunmuştur.[3]
Bildiğimiz kadarıyla dört nesildir Mevlevîliğe mensup bir aileden gelen Ahmet Remzi Dede, ilk eğitimini babası Ataullah Efendi’den almış ve küçük yaşlardan itibaren edebiyat, Farsça ve güzel sanatlar alanında özel dersler görmüş, döneminde Türkçeyi en iyi bilen simalar arasında gösterilmiştir.[4]
İstanbul’a Gidişi
1310 R. /1895’te İstanbul’a giden Ahmet Remzi Efendi, bu dönemde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde kalmış, her ne kadar babasından sikke giymiş ise de Celâleddin Dede tarafından da kendisine tekbir ile sikke giydirilmiştir.[5]
İstanbul’da kaldığı bir yıl içerisinde Divan-ı Muhasebatta mülâzım olarak görev yaparken bazı manzum çalışmaları “Matbuat-ı Dahiliyye”de çalışan Veled Çelebi’nin delâletiyle “Hazine-i Fünûn”da yayımlanmıştır.[6]
Remzi Dede’nin İstanbul’da kaldığı yaklaşık bir yıllık sürede Tâhirü’l-Mevlevî ile birlikte çileye girme arzusu, muhtemelen pederinin izin vermemesi dolayısıyla akim kalmış ve kendisi Kayseri’ye dönmüştür.[7] Tâhirü’l-Mevlevî’nin Ahmet Remzi Dede’ye çilehane hatıralarını naklettiği mektupları, dönemin sosyal ve kültürel atmosferini yansıtması açısından önemli bir eserdir.
Ahmet Remzi Dede’nin memleketine dönüşünde, Nazım Hikmet’in dedesi Nazım Paşa da Kayseri’ye mutasarrıf tayin edilir. Nazım Paşa, Kayseri’de bulunduğu süre içinde, kendisindeki Mevlevî yönün de etkisiyle buradaki Mevlevîhânenin bakım ve onarımını sağlamıştır.
Ahmet Remzi Dede, yine Nazım Paşa’nın delaletiyle “Kayseri İdâdîsi Ahlâk ve Ulum-ı Diniyye” öğretmenliğine tayin olunmuş, bir yandan da medrese talebelerine, sabahları Mevlevîhânede “Kavâid-i Fârisî, Pend-i Attâr, Gülistân, Bostân, Arûz-ı Câmî ve Mesnevî-i Şerif” okutmuştur.[8]
Kayseri’de kaldığı zaman zarfından Feyzioğlu ailesinden Esma Hanım’la evlenmiş, bu evlilikten Zehra, Lütfiye ve Lebibe isminde üç kızı dünyaya gelmiştir.[9] Kendisiyle görüşme imkânı bulduğumuz Lebibe Hanım, diğer iki kardeşinden sonra vefat etmiştir.
Görev Yerleri
Ahmet Remzi Dede, II. Meşrutiyet’in ilânından sonra ziyaret maksadı ile Konya’ya gitmiştir. Bu, onun hayatındaki dönüm noktalarından biridir. Zira Çelebi Efendi’nin, “burada kalınız” talebi üzerine, Kayseri’deki görevinden ayrılarak Konya’ya yerleşmiş,[10] çelebilere Mesnevî dersleri vermeye başlamıştır.
Ahmet Remzi Dede, Konya’da geçirdiği bir yılın ardından Kütahya Erguniye Mevlevîhânesi postnişînliğine vekâleten atanmıştır. Kütahya’da dokuz ay kaldıktan sonra, 1 Mayıs 1326/ 14 Mayıs 1910’da Kastamonu Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin olunmuştur.[11]
Kastamonu’daki postnişînliği sırasında Halep, Urfa, Kilis, Şam, Antep, Maraş, Antakya, Trablusşam, Kudüs, Hama, Humus ve Lazkiye’deki mevlevîhânelerin teftişiyle görevlendirilmiş, kendisi bu sayede bölgeyi yakından tanıma fırsatı bulmuştur.[12] Benzer görev, bir süre sonra Samsun Mevlevîhânesi için de geçerlidir.[13]
Girişimci bir halet-i ruha sahip Ahmet Remzi Dede, o zamanın sınırlı ulaşım şartlarıyla tahkikat görevlerini yerine getirirken Kastamonu Mevlevîhânesi’nin borçlarını ödeyip gerekli onarımlarını yaptırmaktan da geri kalmamıştır. Bu kabiliyet ve aktivitesi, 1332/1914’te onun, dönemin büyük Mevlevîhânelerinden Halep Mevlevîhânesi postnişînliğine tayiniyle neticelenmiştir.[14]
Remzi Dede’nin Halep Mevlevîhânesi’ndeki ilk faaliyeti, daha önceki görev yerinde olduğu gibi ihtiyaç duyulan kısımların yeniden tamiri ve imarıdır. Dönemin savaş ortamı ve kaynakların kısıtlılığı göz önünde bulundurulduğunda girişilen işin zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Ancak Remzi Dede sadece bununla sınırlı kalmamış, mukabele ve ayinlerle de halkın ilgisini yeniden Mevlevîhâneye çekmiştir. Rivayete göre toplantılara katılanlar arasında çok sayıda Ermeni ve Musevî de vardır.[15]
Ahmet Remzi Dede’nin Halep’te görevli olduğu yıllar, Osmanlı için en buhranlı dönemlerden biridir demiştik. Balkan Harbi’nden kayıplarla çıkılmış, çok geçmeden I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yanında harbe iştirak edilmiştir. Sosyal, siyasi ve kültürel alanda faaliyetlerde bulunan tarikatlar, savaş anında da önemli görevler üstlenmişlerdir. Bunun tezahürlerinden biri de Gönüllü Mevlevî Alayı’dır.
Gönüllü Mevlevî Alayı
Mevlevîler, meşrutiyetin ilanı sonrası gerek İttihat ve Terakkî ile yakın ilişkileri gerekse Sultan’ın Mevlevî oluşu dolayısıyla Sultan Hamit döneminde kaybettikleri itibarlarına yeniden kavuşmuşlar, devlet kademesinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Cemal Paşa (ö. 1340/1922), Şam’a giderken Konya’da Veled Çelebi’yi ziyareti esnasında ona, “…kendileri bir gönüllü müfrezesi ile Mısır seferine iştirak edecek olurlarsa Hazret-i Mevlânâ’nın ruhaniyetinden ordumun müstefid olacağını söylemiştim” der.[16] Cemal Paşa’nın Konya’dan hareketinden bir süre sonra da Gönüllü Mevlevî Alayı kurulur.
Rüsûhi Baykara, Mücahidîn-i Mevleviyye’nin teşkil sebebini şöyle açıklar: “Hükümet, harbin maddi cepheleriyle uğraşırken manevi cepheyi de ihmal etmek istemiyordu. İstikbalin çok karanlık olduğu görülen bu badirede, milletin maneviyatını takviyeye lüzum görülüyordu. Osmanlı padişahının, aynı zamanda Müslümanların halifesi olmasından istifadeye kalkan hükümet, bir ‘Cihâd-ı Mukaddes’ ilan etti. Bununla, düşmanları olan İngiliz ve Fransızların idaresi altında yaşayan Müslümanları, onlar aleyhine ayaklandıracak ve güya onların başına muazzam bir gaile açacaktı. Hatta Şeyh Senûsî, etrafındaki mücahitlerle bu Cihâd-ı Mukaddes’e katıldı… İşte, halkın maneviyatını takviyeye lüzum gören hükümetin düşündüğü ve fiiliyata çıkardığı diğer bir teşebbüs de Mücahidîn-i Mevleviyye Alayıydı.”[17]
Gönüllü Mevlevî Alayı, askerlik hizmeti yapmayan Çelebiler için bir istisna olup Veled Çelebi Miralay rütbesi ile alayın komutanı olmuştur.[18]
Halep Mevlevîhânesi’nden Konya’ya gelip daha sonra Mevlevî Alayı ile birlikte Şam’a hareket eden Ahmet Remzi Dede’nin kaleme aldığı şu manzume, maneviyatı artırmaya yönelik terennümlerden biridir:
Mevlevî taburu teşkil eyledi Sultan Reşad,
Feyz-i Mollâ dâd-res Allah u a’lem bir-reşâd,
Avn-ı Hakk’la eyleriz meydân-ı harbde biz cihad,
Cünd-i Mevlânâ’yı mansur eyle yâ Rabbe’l-‘ibâd.
Sâlikân-ı Mevlevî meydân-ı harbe hû sala,
Cânişîn-i Hazret-i Molla’ya farzdır iktidâ,
İşte hâzırdır gelin aşk ile meydân-ı vefâ,
Cünd-i Mevlânâ’yı mansur eyle yâ Rabbe’l-‘ibâd.
Pîrimiz pîşuvâmız Hazret-i Mollâ Celâl,
Kahr-ı a’dâ-yı dîniz, zikrimiz İsm-i Celâl,
Azmimiz düşman ile savletle etmektir cidâl,
Cünd-i Mevlânâ’yı mansur eyle yâ Rabbe’l-‘ibâd.
Hâlık-ı kalb-i adûdur fahrımız serde külâh,
Top gibi Gülbang-ı Hû, a’dâmızı eyler tebâh,
Emr-i hayr-ı harbe sevk etti bizi çün pâdişâh,
Cünd-i Mevlânâ’yı mansur eyle yâ Rabbe’l-‘ibâd.
Velvele-endâz-ı âfâkda çoğu nây u kudûm,
Dehşetinden târ u mâr olsa gerek a’da umûm,
Allah Allah Hû diye düşmâna ettik de hücûm,
Cünd-i Mevlânâ’yı mansur eyle yâ Rabbe’l-ibâd.[19]
Gönüllü Mevlevî Alayı’nda Mevlevîler çoğunlukta olmakla birlikte başka tarikatlara mensup dervişler de yer almış, ancak alayın ismine binaen bunlara da Mevlevî kisvesi giydirilmiştir.[20]
4. Ordu emrindeki alayın görevleri arasında lojistik destek sağlamak da vardır. Şam’da Hamidiye Çarşısı içindeki tekkede bulunan dervişler, buradan gelip geçen Osmanlı askerlerine yemek verip misafir etmiştir. Lojistik destek, sağlık ve barınma hizmetleri yanında, Remzi Dede’nin şiirinde de geçtiği üzere savaşa bizzat iştirak eden Mevlevî dervişlerin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Abdülhalim Çelebi’nin 25 Aralık 1919’da Konya’daki İngiliz temsilciliğine gönderdiği, Kahire’deki esir kampında bulunan bazı Mevlevî askerlerin serbest bırakılmalarına dair yazı[21] bu tespiti desteklemektedir.
Ahmet Remzi Dede, Halep Mevlevîhânesi postnişîni iken Gönüllü Mevlevî Alayı’na tekkedeki birçok derviş de katılmış pek az kişinin kaldığı tekkenin cami ve semahanesi ordunun erzak ve mühimmat deposu haline getirilmiştir. Remzi Dede ve Kayseri Mevlevîhânesi postnişîni olan kardeşi Hüsâmeddin Dede Gönüllü Mevlevî Alayı’nda görev yaparken diğer erkek kardeşleri Huldî Efendi, Çanakkale’de şehit düşmüştür.[22]
Şam Ümeyye Camii’nde Mesnevî okutan Remzi Dede, Medine’ye de gitmiştir.[23] Şam’da geçirdiği süre, Remzi Dede için sıkıntılı anlardandır. İçinde bulunduğu durumdan kurtuluş yönündeki duası yanında Hakk’a teslimiyetini yansıtan şu manzumesi de dikkat çekicidir.
Çoluk çocuk böyle gurbet ellerde,
Perişan kaldılar yetmez mi yâ Rab.
Şöhret ü şanımız gezer illerde,
İnsanın gücüne gitmez mi yâ Rab.
Halep, Şam, Kayseri olduk perişan,
Her birimiz bir yerde ağlaşır her an,
Hulâsa yok mudur acaba imkân,
Çektiğimiz mihnet yetmez mi yâ Rab.
Her şeyde bilirim hikmetin vardır,
Ne çare insanız gönlümüz dardır,
Pirimiz büyüktür Molla Hünkâr’dır,
Bize bir gün imdad etmez mi ya Rab.[24]
Zorluklarla geçen üç yılın ardından alay, 1917’de Suriye bozgunu başlayınca Konya’ya dönmüştür.[25] Ahmet Remzi Dede de Halep’in işgali üzerine İstanbul’a avdet etmiş, savaştaki yararlılıklarından ötürü kendisine harp madalyası beratı ve nişanı verilmiştir.[26]
Üsküdar Mevlevîhânesi Postnişînliği
İstanbul’a dönüşü sonrası Meclis-i Meşâyıh âzâlığına tayin edilen Remzi Dede, kendisine yöneltilen mebusluk teklifini, yetişme tarzının bu göreve elverişli olmadığını belirterek reddetmiştir.
Ahmet Remzi Dede’nin ismi, Milli Mücadele döneminde Büyük Millet Meclisi’nde Kayseri mebusu olarak görev yapan Müftü Ahmet Remzi (Akgöz ö. 1938) ile karıştırılabilmektedir. Müftü Remzi Efendi de bir süre sonra mebusluktan ayrılarak Kayseri’deki görevine geri dönmüştür.[27]
Ancak Ahmet Remzi Dede’nin siyasetten tamamen soyutlandığı da söylenemez. Zira Büyük Millet Meclisi’nde tekkelerin ıslahı yönünde projeler üretilmekte olup vakıfların ve gelirlerinin düzenlenmesi de bu çerçevede gündeme gelmiştir. Kütahya Mebusu Besim (Atalay ö. 1965), devletin Celaliyye Vakıflarına müdahalesi ve Mevlevîlere kısmi bir fon ayrılması yönünde kanun teklifi sunar. Bu öneri 6 Aralık 1920’de Layiha Encümeni’nce görüşülür ve teklifin Şer’iye Encümeni’ne sunulmasına karar verilir. Dönemin postnişîni Abdülhalim Çelebi, Celâliyye Vakıflarının Mevlâna Celâleddin ve ailesine ait olduğunu ikna konusunda Ankara’ya heyet gönderir. Heyetin kulis faaliyetleri, önerinin yasalaşmasına mani olur. Bu grupta yer alan isimlerden biri de Ahmet Remzi Dede’dir. [28]
Yaklaşık dört sene Meclis-i Meşâyıh azalığı yapan Remzi Dede, 1338/1922’de Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin olunur. Tâhirü’l-Mevlevî, onun Üsküdar Mevlevîhânesi’ne tayiniyle ilgili şu tarihi düşmüştür:
Üsküdar’ın Mevlevî Dergâhı aldı feyz-i nev’,
Çünki oldu hâdim-i irşâdı bir zî-iktidâr,
Çıktı bir gülbang ile târîhi nây-i sînede,
Remzî-i sâhib-kemâlât oldı şeyh-i Üsküdar.
1338/1922[29]
Remzi Dede, uzun süren savaş yıllarının getirdiği yoksulluk dolayısıyla daha da harap olan Mevlevîhâneyi yeniden imar ettirir, şeyh odasının üstüne bir kat daha yaptırır, hücreleri temizletip bahçeyi düzenletir.[30] Remzi Dede, bu inşa ve imar sonrası semâhânede iki haftada bir âyin düzenler, Ayazma Sultan Mustafa ve Bayezid camilerinde Mesnevî-i Şerif okutur. Medresetü’l-İrşad’da tasavvuf hocalığı yanında Meclis-i Meşâyıh’da âzâlık görevinde de bulunur.[31]
Ancak gerek II Meşrutiyet sonrası teşkil olunan meclisteki gerekse Büyük Millet Meclisi’ndeki tartışmalar, tekkelerin kapatılmasının ayak seslerini bizlere bildirmektedir.
Tekke ve Zâviyelerin Kapatılması
1. Meşrutiyet sonrası tekke ve zaviyelerin içinde bulunduğu dejenerasyon nedeniyle kapatılması yönündeki görüşler, İttihat ve Terakki içinde sadece Garpçılık düşüncesini savunanlar arasında değil, İslamcıların yayın organları arasında yer alan Sırat-ı Mustakim, Sebilü’r-Reşat ve Beyanu’l-Hakk gibi gazete ve dergilerde işlenmiştir.[32]
Büyük Millet Meclisi üçüncü ve dördüncü dönem milletvekilli Kılıçzade Hakkı’nın, 1912’de tekkelerin kapatılıp eli kalem tutan âlim ve fazıl şeyhlerin, “kayd-ı hayat” şartıyla dergâhlarında kalmalarına izin verilmesi yönündeki önerisi, o dönemde olmasa bile 1925’te hayata geçirilmiştir. [33]
30 Kasım 1925’te tekke ve zaviyelerin ilgâsıyla postnişînliği sona eren Ahmet Remzi Dede önce Millet Kütüphanesi’ne, kısa süre sonra da Elif Efendizade Zahir Efendi’nin Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakliyle boşalan Üsküdar Selimağa Kütüphanesi memurluğuna tayin edilmiş, kayd-ı hayat şartıyla Mevlevîhânede ikametine izin verilmiştir.
Kendisi burada, kitapların tanzim ve tasnifiyle uğraşmış, ilgisini çeken bazı Arapça ve Farsça eserleri tercüme ederek fihristler düzenlemiştir. Bu dönemde halkla irtibatını da tamamen koparmamış, İstanbul müftüsü Fehmi efendinin ricasıyla Beyazıt Camii’nde Salı ve Cuma günleri ikindiden sonra vaaz vermiştir.[34]
Remzi Dede’nin idaresindeki Selimağa Kütüphanesi, dönemin münevver kesiminin ve yeni yetişen neslin de uğrak yerlerinden biridir. Onunla mutad görüşmelerde bulunan kişiler arasında Lous Massignon, Feridun Nafiz Uzluk, Sadettin Nüzhet, Ziver Tezeren, M. Kadir Keçeoğlu (Yaman Dede), Hakkı Süha, Arif Nihat Asya gibi isimler vardır.[35]
Selimağa Kütüphanesi’nde yaklaşık on iki yıl görev yapan Ahmet Remzi Dede, yaşının da ilerlemesi dolayısıyla Ankara’ya gelmiş, burada Eski eserler Kütüphanesi’nde müşavirlik yapmıştır.[36]
Vefatı
Ömrünün sonlarına doğru, geçirmiş olduğu zatürreden hayli yorgun düşüp memleketi Kayseri’ye dönen Remzi Dede, 20 Kasım 1944’te vefat etmiştir. Mezarı, büyük dedesi, dedesi ve babasının medfun bulunduğu Mevlâna’nın hocası Seyyid Burhaneddin Türbesi’ndedir.[37] Merkadinin kitabesinde şunlar yazılıdır:
Vâris-i feyz-i cenâb-ı pîr Remzî bundadır,
Tâc-ı nakş-âra-yı erbâb-ı fazîlet bundadır.
Şeyh-i kâmil merd-i fâzıl ârif-i âgâh dil,
Nusha-i mecmua-i ders-i hakîkat bundadır.
Emr-i Hakk’la rûh-ı pâk-i adni kıldı âşiyân,
Fatiha-hân ol gel ey dervîş himmet bundadır.
Sâlikânı haşre dek olsun İlâhî müstefîz,
Feyz-i rûhâniyyetinden kim saâdet bundadır.
Medfen-i pâkin ziyaret eylesün erbâb-ı dil,
Gevher-i gencîne-i nûr-ı hidâyet bundadır.
Kişiliği ve Hakkında Söylenenler
Ahmet Remzi Dede’nin karakterinin şekillenmesindeki en önemli amillerden birisi, şüphesiz içinde yetiştiği Mevlevî kültürüdür. Bu manevi hava, kişiliğine olduğu gibi şiirlerine de büyük ölçüde yansımıştır.[38]
Akrabalık bağları da olan bilim ve siyaset adamı Turhan Feyzioğlu (öl. 1988), Dede’yle ilgili olarak: “Ahmet Remzi Akyürek (1872/1944), fazileti, üstün ahlâkı, tevazuu, ilmi, zekâsı ve yardımseverliği ile gönülleri fethetmiş seçkin bir Türk bilgini ve şairidir. Ahmet Remzi Akyürek yalnız eserleri ile değil, olağanüstü kişiliği ile de her çevrede büyük saygı toplamıştı”[39] derken, Remzi Dede’nin muhiplerinden gazeteci yazar Rasim Deniz şu ifadelere yer vermektedir:
“Ahmet Remzi Akyürek, bencil değildir; güzel ahlâkı ve davranışlarıyla çevresine örnek olan, yardım duygusu her bakımdan üstün bir kişiliğe sahiptir. O, Tanrı’ya olan yakarışlarını, gerçek bir Müslüman’a yakışacak şekilde sadece kendisi için yapmaz. O, zamanının boş yere harcanmamasını, her ânının Tanrı sevgisiyle geçmesini, bilgisinin artmasını, imanının ve dininin saklanmasını isterken; hîşanının (akrabalarının), yârânının (dostlarının), cîranının (komşularının) düşmanları yanında alçalmamasını, Tanrı’nın gazabına uğramamasını dilemekte; akranlarını, din kardeşlerini mutlu görmekle sevineceğini bildirmekte ve bunları yakarış hâlinde sunmaktadır.”[40]
Hakkı Süha, Remzi Dede’nin ölümü üzerine şunları söyler:
“Bazı değerler vardır, yer altı ırmakları gibi sessiz akarlar, gözlere görünmezler… Bunlar, toprağın üstündeki yeşilliğin, çiçeklerin, buğdayın hakiki besleyicisi oldukları halde ortaya çıkmazlar, bizden minnet, alkış istemezler. Bu türlü değer artezyenlerine, ruh ve vicdan burgularıyla inilir. Onları görmek için, insanda onlara benzeyen tarafların bulunması gerekir.
Dün vefâ ve faziletine hayrân olduğum bir dosttan öğrendim ki Remzi Dede Efendi, yaşadığı gibi, sessiz, sedasız, cândan geçmiş. Remzi Dede, işte yukarıda tarifini yapmağa çalıştığım hazinelerdendi. Selimağa Kütüphanesi müdürü iken onu sık sık görür ve hemen her kavuşmadan yüklü ganimetlerle dönerdim. Arayıp da bulamadığım bir yazma, ziyaretine susadığım nâdir bir eser hakkında bana zengin malumat verir, cep defterinden numaralar yazdırır, hangi kütüphanelerde, hangi dolap veya rafta olduğunu söylerdi. Zaten kendisi de canlı bir kütüphaneden farksızdı”.[41]
Remzi Dede’yi Ankara’da öğrencilik yıllarında iken tanıyan, onun manevi kızı konumundaki Hasibe Mazıoğlu da onun hakkında şöyle der:
“O gerçek bir mü’min, ilmiyle âmil bir âlim, dünya malına hiç değer vermemiş tam bir derviştir. Dünya malı olarak oturacak bir ev bile edinmemiştir. Kişiliğindeki üstün meziyetlerle bir ‘insan-ı kâmil’ örneği olan Remzi Dede, Mevlâna yolundaki mürşitliği, yorulmak bilmeyen öğreticiliği, yirmiyi aşkın eserleriyle kültür tarihimizde minnetle anılacaktır.
Remzi Dede’nin yaşayışında ve eserlerinde görüldüğü üzere, Dede’nin ilmi, irfanı, mürşitliği yanında, kişiliğinin en başta gelen vasfı şairliğidir. İlim, irfan kesbîdir. İlim okuyarak elde edilir; irfan nefis terbiyesiyle kazanılır. Şairlik ise fıtrîdir. Remzi Dede doğuştan şairdir. Çocukluğundan itibaren, hayatı boyunca, her günü şiirle dolu geçmiştir. Remzi Dede eskilerin ‘elsine-i selâse’ dedikleri üç dilde, yani Arapça Farsça, Türkçe şiirler yazmıştır. Farsça şiirleri bir divançe teşkil eder. Türkçe şiirleri ise kalın bir divan olacak kadar çoktur. Remzi Dede’nin Türkçe şiirlerinin çoğu basılmamış olup, ailesinin ve hayranlarının yardımı ile, bunları derleyip yayına hazırlamayı görev saydım”.[42]
Ahmet Remzi Dede, edebî kişiliği açısından gazelini tahmis ettiği Su Kasidesi yazarı Fuzûlî’ye benzetilmektedir. Remzi Dede’nin satranç, musammat ve lugazlarla noktasız veya elifsiz harflerden meydana gelen nazımlar kaleme alması[43] ve bu gibi nazım şekilleriyle yazmanın büyük ustalık gerektirmesi, onun şiirdeki hâkimiyetini göstermesi açısından önemlidir.
Veled Çelebi de bu konuya dikkat çekerek Ahmet Remzi Dede’nin Mevlana’nın Yedi Öğüdü başlıklı çalışması hakkında şu ifadelere yer vermektedir: “Bu eserlerin tashihinde, asrımızın vücuduyla iftihar ettiği âlimlerden Üstad Ahmet Remi Akyürek himmet buyurmaktadır. Müşarünileyhin Türk, Arap, Fars dil ve edebiyatındaki iktidarı memleketimizce ve fakirce müsellem olduğundan kitapların tab’ındaki vüsuka kıymetli bir delildir. Kitapları forma halinde iken muntazaman okudum. Tashihleri el-hak muvafıktır. Himmetleri meşkûr, kendileri me’cûr olsun. Ankara 18. V. 1937”.[44]
Remzi Dede’yi en iyi anlatabilecek kişiler, elbette onu yakından tanıyan, beraber vakit geçiren, onunla hemhal olanlardır. Ancak yine de anlatılanların, Remzi Dede’yi tam manasıyla tanıtmasının mümkün olmadığı kanaatindeyiz ki sevenleri de bu konuda sözün yetersizliğine işaret etmektedirler.
Ahmet Remzi Dede gibi şahsiyetlerin toplumumuzdan hiçbir zaman eksik olmaması temennisiyle konuşmama son veriyor, hepinize saygılar sunuyorum.
KAYNAKÇA
Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953.
Abdulkadir Zamantılı, “Yine Remzi Dede”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68
Abdullah Satoğlu, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede (Akyürek)”, Türk Yurdu, c. IV, sayı XII, Aralık 1965.
Ahmet Cahid Haksever, Modernleşme Sürecinde Mevlevîler ve Jön Türkler, H Yayınları, İstanbul 2009.
Ahmet Cahid Haksever, “XX. Yüzyılda Üç Mevlevî Şeyhi: Veled Çelebi, Abdülbaki Baykara, Ahmet Remzi Akyürek”, Tasavvuf, yıl 6, sayı 14, Ocak-Haziran 2005.
Ahmet Cahid Haksever, Son Dönem Osmanlı Mevlevîlerinden Ahmet Remzi Akyürek, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.
Ahmet Remzi, Ceride-i Sufiyye, 11 Şubat 1330, sayı 108.
Ahmet Remzi, Menkıbe-i Şeyh Süleyman el-Mevlevî, (Bergüzar içinde), Kastamonu 1329.
Ali Rıza Karabulut, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede (Akyürek)”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68.
Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Din Adamları, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1995.
Cemal Paşa, Hatıralar, İstanbul 1977.
Emir Kalkan, Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, Kayseri 1988.
Feridun Nafiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, hazırlayan Yakup Şafak-Yusuf Öz, Tekin Kitabevi, Konya 2007.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953.
H. Mehmed Zeki Koçer, KayseriUleması, İstanbul1972
Hakkı Süha Sezgin, “Remzi Dede”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68.
Hasan Âli Yücel, Geçtiğim Günlerden, İletişim Yay., İstanbul 19120.
Hasibe Mazıoğlu, “Ahmet Remzi Akyürek”, DİA, c. II.
Hasibe Mazıoğlu, Akyürek ve Şiirleri, Sevinç Matb., Ankara 1987.
Hüseyin Vassâf, Remzinâme, hazırlayan Yakup Şafak, Tekin Kitabevi, Konya 2006.
Lütfiye Cıngıllı, “Babam Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68.
Muhittin Celaleddin Duru, Tarihi Simalardan Mevlevî, Kader Basm. İstanbul 1952.
Muhsin İlyas Subaşı, Kayseri’nin Manevî Mimarları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995.
Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, Dergâh Yay., İstanbul 2002
Nuri Köstüklü, Vatan Savunmasında Mevlevîhâneler, Çizgi Kitabevi, Konya 2005.
Rasim Deniz, “Divan-ı Remzi Dede”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68.
Resuhi Baykara, “Birinci Harb-i Umumi’de Mücahidîn-i Mevleviyye Alayı”, Yeni Tarih dünyası, no: 3, 15 Ekim.
Saadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul tr, c. I.
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, Zafer Matbaası, İstanbul 1980, c. I.
Sezai Küçük, “Halep Mevlevîhânesi”, İLAM Araştırma Dergisi, c. III, sayı 2, Temmuz Aralık 1998.
Sezai Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Simurg Yay., İstanbul 2003
Süheyl Ünver, “Osmanlı İmparatorluğu Mevlevîhâneleri ve Son Şeyhleri”, Mevlana Güldestesi, Turizm Derneği, Konya 1964.
Veled Çelebi İzbudak, Hatıralarım, Türkiye Yay., İstanbul 1946.
Veled Çelebi, “Mevlana’nın Eserleri” (Önsöz), Mevlana’nın Yedi Öğüdü, Bozkurt Matb, İstanbul 1937.
Ziver Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68.
[1] Ahmet Remzi, Menkıbe-i Şeyh Süleyman el-Mevlevî, (Bergüzar içinde), Kastamonu 1329, s. 23; Abdullah Satoğlu, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede (Akyürek)”, Türk Yurdu, c. IV, sayı XII, Aralık 1965, s. 17; Ziver Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes Dergisi, s. 6; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, s. 43.
[2] Hüseyin Vassâf, Remzinâme, haz. Yakup Şafak, Tekin Kitabevi, Konya 2006, s. 6; Ali Rıza Karabulut, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede (Akyürek)”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68, s. 24; Kadir Özdamarlar, “Ahmet Remzi Akyürek Üzerine Notlar”, Erciyes Dergisi, s. 35; Haksever, aynı yer.
[3] Hasibe Mazıoğlu, Akyürek ve Şiirleri, Sevinç Matb., Ankara 1987, s. 25-27.
[4] Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, Zafer Matbaası, İstanbul 1980, c. I, s. 208; Hasibe Mazıoğlu, “Ahmet Remzi Akyürek”, DİA, c. II, ss. 304-305; Muhsin İlyas Subaşı, Kayseri’nin Manevî Mimarları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. 260; Saadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul tr, c. I, s. 326; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, ss. 43-49.
[5] Vassâf, age, s. 12; Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes, s. 7; Mazıoğlu, Akyürek ve Şiirleri, s. 3; Haksever, aynı eser, s. 50.
[6] Satoğlu, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Türk Yurdu, c. IV, S 12, s. 17; Ergun, age, c. I, s. 326.
[7] Karabulut, agm, Erciyes, s. 24; Kalkan, Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, s. 77.
[8] Vassâf, Remzinâme, ss. 15-16; Haksever, Ahmet remzi Akyürek, ss. 53-54.
[9] Lebibe Gürzümar ile yapılan röportajdan, Haksever, age, s. 44; Lütfiye Cıngıllı, “Babam Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68, s. 26.
[10] Vassâf, Remzinâme, ss. 16-17; Haksever, age, s. 54.
[11] KMMA, 49/15; Satoğlu, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Türk Yurdu, c. 4, S 12, s. 17.
[12] KMMA, 47/21; Dosya No:108/-1, Gömlek no: 10; Fon Kodu: DH.MUİ
[13] KMMA, 47/21, 49/15, 51/10, 74/15; Dosya No:108/-1, Gömlek no: 10; Fon Kodu: DH.MUİ. Sezai Küçük, “Halep Mevlevîhanesi”, İLAM Araştırma Dergisi, c. III, sayı 2, Temmuz Aralık 1998, s. 88.
[14] BOA, Dosya No: 1, Gömlek No: 40, Fon Kodu: DH.KMS.
[15] Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes, ss. 7-8; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, s. 56.
[16] Cemal Paşa, Hatıralar, İstanbul 1977, ss. 185-186; Nuri Köstüklü, Vatan Savunmasında Mevlevîhaneler, Çizgi Kitabevi, Konya 2005, ss. 65, 98-100.
[17] Rüsuhi Baykara, “Birinci Harb-i Umumi’de Mücahidîn-i Mevleviyye Alayı”, Yeni Tarih dünyası, no: 3, 15 Ekim, ss. 106-123.
[18] BOA, Dosya no 32/12, DH.KMS; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 259; Veled Çelebi İzbudak, Hatıralarım, Türkiye Yay., İstanbul 1946, ss. 54–55; Muhittin Celaleddin Duru, Tarihi Simalardan Mevlevî, Kader Basm. İstanbul 1952, ss. 160–162.
[19] Ahmet Remzi, Ceride-i Sufiyye, 11 Şubat 1330, sayı 108, s. 145.
[20] Ahmet Cahid Haksever, “XX. Yüzyılda Üç Mevlevî Şeyhi: Veled Çelebi, Abdülbaki Baykara, Ahmet Remzi Akyürek”, Tasavvuf, yıl 6, sayı 14, Ocak-Haziran 2005, s. 407.
[21] İzbudak, age, s. 54-55; Köstüklü, “Balkan ve I. Dünya Harplerinde Mevlevîhaneler”, XII. Türk Tarih Kongresi, ss. 1139-1140; Ahmet Cahid Haksever, Modernleşme Sürecinde Mevlevîler ve Jön Türkler, H Yayınları, İstanbul 2009, ss. 144-145.
[22] Süheyl Ünver, “Osmanlı İmparatorluğu Mevlevîhaneleri ve Son Şeyhleri”, Mevlana Güldestesi, Turizm Derneği, Konya 1964, s. 35; Kalkan, Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, s. 77; Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, Dergâh Yay., İstanbul 2002,, s. 166; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, s. 44; Küçük, XIX. Asırda Mevlevîlik ve Mevlevîler, s. 244.
[23] Koçer, Kayseri Şairleri, s. 70; Karabulut, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Erciyes, 25; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, s. 58.
[24] Mazıoğlu, Akyürek ve Şiirleri, s. 311.
[25] BOA, Dosya no 32/12, DH.KMS; Gölpınarlı, Mevlana’dan Sonra Mevlevîlik, s. 259; İzbudak, Hatıralarım, s. 54–55; Muhittin Celaleddin Duru, Tarihi Simalardan Mevlevî, Kader Basm. İstanbul 1952, s. 160–162.
[26] Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes, s. 8; Karabulut, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Erciyes, s. 25; Kalkan, Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, s. 77.
[27] Sarıkoyuncu, Milli Mücadele’de Adamları, s. 66; Haksever, Mevlevîler ve Jön Türkler, s. 200.
[28] Haksever, age, ss. 179-180.
[29] Mazıoğlu, Akyürek ve Şiirleri, s. 19
[30] Satoğlu, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Türk Yurdu, c. 4, S 12, s. 17; Tezeren, agm, Erciyes, s. 8; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, ss. 61-64.
[31] Mazıoğlu, age, s. 6; Subaşı, Kayseri’nin Manevî Mimarları, s. 261.
[32] Haksever, Mevlevîler ve Jön Türkler, s. 178.
[33] Aynı eser, s. 179.
[34] Ahmet Remzi Dede’nin Feridun Nafiz Uzluk’a gönderdiği mektuptan, Feridun Nafiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, haz. Yakup Şafak-Yusuf Öz, Tekin Kitabevi, Konya 2007, ss. 99-100; Karabulut, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Erciyes, s. 25; Özdamarlar, “Akyürek Üzerine Notlar”, Erciyes, s. 35; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, ss. 64-65.
[35] Geniş bilgi için bk. Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, ss. 75-91.
[36] Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes, s. 10; Hasan Âli Yücel, Geçtiğim Günlerden, İletişim Yay., İstanbul 19120, ss. 47-49, 137-139; Vassâf, Remzinâme, (hazırlayanın notu), s. 7-8d.
[37] Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes, s. 11; Karabulut, “Mevlevî Ahmet Remzi Dede”, Erciyes, s. 25; Satoğlu, Kayseri Şairleri, s. 70; Koçer, Kayseri Uleması, s. 97.
[38] Mazıoğlu, Akyürek ve Şiirleri, s. X.
[39] Aynı eser, s.12.
[40] Rasim Deniz, “Divan-ı Remzi Dede”, Erciyes: Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, Ağustos 1983, sayı 68, s. 13.
[41] Hakkı Süha Sezgin, “Remzi Dede”, Erciyes, s. 3; Haksever, Ahmet Remzi Akyürek, s. 89.
[42] Haksever, age, s. 120.
[43] Tezeren, “Üstad Ahmet Remzi Akyürek”, Erciyes, s. 14.
[44] Veled Çelebi, “Mevlana’nın Eserleri” (Önsöz), Mevlana’nın Yedi Öğüdü, Bozkurt Matb, İstanbul 1937, s. IX.