Unutulan bir adetimiz: Temcid ilahileri
Bu sene Ramazan biraz mahzun geçiyor. İnsanların hem ibadet hem de muhabbet için bir araya geldiği ramazanda bu yıl ne topluca ibadet edebiliyoruz ne de eş-dost bir araya gelip eğlenebiliyoruz. Eh haliyle biz de Nâbî merhumun
Ey meh, leyâl-i vesvese-hîz-i fırâkde
Sen gelmeyince hâtıra bilsen neler gelir
dediği gibi Ramazan’ı tam manasıyla yaşayamayınca bizim de hatırımıza neler geliyor neler.
Gelenlerden biri eski bir Ramazan adeti: Temcid ilahileri.
Temcid nedir?
Temcid sözlüklerde “tâzim ve senâ etmek” anlamına geliyor. Bir dini musiki formu olarak anlamı ise sahurdan sonra, ezandan yarım saat kadar önce müezzinlerin veya bilenlerin minarelere çıkarak güfteleri büyük sufilere ait muhtelif makamlarda bestelenmiş ilahiler.
Temcidlerin ezandan yarım saat önce okunmasının da bir hikmeti var. Adeta ezan yaklaşıyor, yemediyseniz yemek yiyin, yiyorsanız acele edin diyor ahaliye. Asıl hikmeti ise bir sünneti hatırlatması. Ta Bilal-i Habeşî’ye kadar gidiyor temcid okuma geleneği. Memlüklüler döneminde saray tarafından okutulmaya başlanmış. Kandil gecelerinde muezzin efendi temcid için minareye çıktığında ahali de zamanla minarenin altına toplanıp ilahilere iştirak etmeye başlamış.
Temcidler güftesi ne olursa olsun “Ya Hazret-i Mevlam” diyerek başlar. Üç kez tekrar edilen kelime-i tevhidin ardından peygamberlerin isimleri teker teker zikredilir ve en sonunda Hz. Peygamber zikredilir ve salat u selâm getirilir. Münacat ve naatten sonra fatiha ile sona erer.
İstanbul’da temcid büyük sufilerin ve musikişnasların katkısı ile bir başka hüviyete bürünür. İlahiler çeşitlenir, okunması yaygınlaşır. Neredeyse tüm selatin camilerde ve asitanelerde okunur ve Osmanlıların diğer işlerinde olduğu gibi bir tertibe, ritüele dönüşür.
Temcid İstanbul dışında da söylenir ama İstanbul gibi merasimi olmaz ve tekke şairlerinin ilahileri okunur. Mesela İstanbul’da tüm peygamberlerin isimlerinin sıralandığı Arapça ilahi yerine Taraklı’da Yunus Emre’nin;
Tehî görmen siz beni dost yüzün görüp geldim.
Baki devr-i rüzigâr dost ile sürüp geldim
Beytiyle başlayan şu devriyesinin;
Âdem oldum bilmedim, nefsin boynun vurmadım
Yanıldım buğday yedim, cennetten çıkıp geldim
Beytini müteakip yedi beyit okunurmuş.
Sivasî’nin temcid ilahisi
Muzaffer Özak Efendi bir sohbetinde temcid ilahilerinden birinin Şemseddin Sivasî’nin ‘Olmadan’ redifli gazeli olduğunu söyler. Aziz Mahmut Hüdaî’nin hürmet ettiği devrinin meşhur alimi ve mutasavvıfı Sivasî’nin tasavvufa yönelmesinin ilginç bir hikayesi var.
Sivasî, İstanbul’da medrese tahsilini tamamlar, müderrislik yapmaya da başlar ancak, bir gün müderrislerin kazaskere, ilim haysiyetine yakışmayacak tarzda yardakçılık yapmalarına rağmen kazasker tarafından aşağılanmalarına şahit olunca çok üzülür. Oradan ayrılır ve doğruca Fâtih Camii’ne gider. İki rek’at tövbe namazı kılar ve müderrisliği bırakıp onu Sivasî yapan yolculuğa çıkar.
Sivasî’den bir anekdot daha nakledeyim.
Sivas’ta uzun yıllar irşad faaliyetini sürdüren Şemseddin Sivâsî ömrünün sonlarına doğru III. Mehmed’in daveti üzerine Eğri seferine katılır. (1005/1596). Şemseddin Sivâsî, henüz padişahtan davet almadan düşmanla cihad etmek gerektiğini söyleyip sefer hazırlıklarına başlamış, İstanbul’a gitmek için halkla vedalaştığı sırada padişahın cihada davet mektubu kendisine ulaşmış, İstanbul’da başta padişah, devlet adamları ve ulemâ tarafından karşılanmıştır. Aziz Mahmud Hüdâyî, yaşlı haliyle sefere katılmasının sebebini sorduğunda şimdiye kadar cihâd-ı ekber yaparak Peygamber’in sünnetine uyduğunu, fakat cihâd-ı asgara katılamadığını, bu yolda da onun sünnetine uymak arzusunda olduğunu söylemiştir.
Sivasi’nin temcid ilahisi olarak okunan ilahisinin sözleri ve günümüz diliyle söylenişi şöyle.
Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz bir gönülde tâ ki pür-nûr olmadan
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk
Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma’mûr olmadan
“Mûtû kable en temûtu” sırrını fehm eyleyen
Haşr u neşri gördü bunda nefha-i sûr olmadan
Mest olanların kelâmı kendinden gelmez velî
Pes “ene’l Hakk” nice söyler kişi Mansûr olmadan
Hakk cemâlin Ka’besini kıldı âşıklar tavâf
Yerde Ka’be gökyüzünde Beyt-i Ma’mûr olmadan
Mest olup mestâne geldim tâ ezelden tâ ebed
İçdiler aşkın şarâbın âb-ı engûr olmadan
Bir ‘acâib derde düşmüş Şemsî yanıyor müdâm
Hakk’a makbûl olmak ister halka menfûr olmadan
Kimse, her şeyden uzaklaşmadan Hakk’a ulaşamaz. Gönül nurla dolmadıkça da Hakk’ın hazinelerinin kapısı açılmaz.
Hakk’ın gönülde tecelli etmesi için ondan başka her ne var ise onları gönlünden çıkar. Çünkü padişah sarayın içi temizlenmedikçe oraya gelip ikamet etmez.
“Ölmeden evvel ölünüz” sözündeki sırrı anlayanlar bu dünyâda iken henüz sura üflenmediği halde haşrı ve neşri görürler.
Mest olanların sözleri onlara ait değildir. Onların ağzından çıkan Hak sözleridir. Hal böyle ise Mansur gibi fena mertebesine erişmeyen kişiler nasıl olur da “Ene’l-Hak” derler?
Aşıklar, yerde Kabe gökyüzünde Beyt-i Mamur olmadığı zamanlarda Hakk’ın cemal Kabe’sini tavaf ederler.
Aşk şarabını üzüm suyu olmadan içtiğimiz için ezelde mest idik, bu dünyada mestiz, ebedde de mest olacağız.
Halkın gözünde kötü olmadan Hakk katında makbul olmak isteyen Şemsî, öyle bir derde düşmüş ki devamlı yanmakta.
İnşallah temcid gibi güzel adetlerimizin unutulmasına izin vermeyiz. Bir sonraki ramazanı topluca ibadet edebilmek ve eğlenebilmek ümidi ve Halka menfur olmadan Hakk’ın katında makbul olanlardan olmak niyazıyla…
https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2020/05/03/unutulan-bir-adetimiz-temcid-ilahileri