UNSURLARA BAK!
UNSURLARA BAK!
Korkunç bir savaş.
Her gün gözümüzün önünde. Çaresizlik duygusu. Bir şey yapamamanın, olan biteni anlayamamanın, anlamlandıramamanın bitkinliği. Ne denir? Ne söylenir? Temel güven duygumuzu zedeleyen bir dram. En çok yapmak istedikleri, çaresizliğimizi bize kabullendirmek. Zihinlerimizi kelepçelemek. Kendimize güvenimizi yok etmek. Filistin’de süren sıcak savaşın yanı sıra diğer bölgelerde de psikolojik savaş stratejileri uygulanmaya devam etmede. Bununla Baş etmek zorundayız. Bunun için görüşü genişletmek, daha yukarıdan, daha geniş bakmak zorundayız. Tıpkı katırla devenin hikayesinde olduğu gibi. Mesnevi’nin 4. Cildinde anlatır Hz pir:
Katırın biri bir gün bir deveyle buluştu… ikisi de bir ahıra düştüler. Katır dedi ki: “Ben tepede, düzde, pazarda, köyde çok düşüyorum. Hele dağ terekesinden aşağı inerken her zaman korkumdan tepe taklak kapanırım. Sense yüz üstü pek az düşersin… be neden? Yoksa senin arı canın devletlik mi ki?
Ben her an tepesi üstü düşer, dizimi vurur, yüzümü, dizimi kanlara bularım! Palanım, yüküm baş aşağı olur; kiracıdan da daima dayak yerim. Hani az akıllı adam gibi… o da aklının kıtlığından günahından tövbe eder… her an da tövbesini bozar. O tövbe bozan reyindeki, azmindeki gevşekliğinin yüzünden zamanede İblise maskara olur.
Her an yükü ağır olan ve taşlık yolda gitmeye savaşan topal beygir gibi tepesi üstüne düşer. O ters huylu, tövbesini bozduğu için kafasına gaybtan tokatlar yer durur. Sonra tekrar gevşek azmiyle tövbe eder… fakat Şeytan “Ne yaptın?” der demez tövbesini bozar. Pek zayıftır… fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki Allah’a ulaşanlara bile hor bakar!
Ey deve, sense mümine benzersin; yüz üstü az düşer, burnunu az vurursun! Sende ne var ki afete uğramıyorsun… sürçmüyor, yüz üstü az düşüyorsun?
Katır bizi temsil eder. Düşüncesini hikmete dönüştürememiş insanlar. Bütünü göremeyen. Dar bakan. Arka planı göremeyen. İnatçı. İnatçı ama hala ümit kesmemiş. Arıyor yine de. Düşmeleri, yaraları bereleri, acılarının nedenini sorgulamaya başlamış. Başlamış ki bir yerde deveyle buluşturulmuş. Sormuş. Hikmeti aramaya başlamış.
Deve dedi ki: “Her kutluluk Allah’tandır ama benimle senin aranda çok fark var! Benim başım yüce, iki gözüm yücelerini görüyor… yüce görüş sahibini zarardan korur. Ben dağın başındayken dağın eteğini görürüm… her çukuru, her düzü kat, kat görürüm.
Nitekim o ulu er de eceline kadar başına ne gelecekse gördü. Yirmi yıl sonra neler olacak o iyi huylu bütün bunları bilir. Hatta o takva sahibi yalnız kendi halini görmez… batıdakilerin halini de görür, doğudakilerin halini de! Nur, onun gözünde, gönlünde yurt tutar… neden mi dedin? Vatan sevgisi yüzünden!
Hani Yusuf gibi… o da ayın, güneşin kendisine secde ettiğini önce rüyasında gördü. On yıl önce hatta daha önce gördükleri Yusuf’un başına geldi. “Mümin Allah nuru ile görür” sözü saçma değil… Allah nuru, gökleri bile delip geçer.
Senin gözünde o nur yok… yürü, sen hayvani duygulara kapılıp kalmışsın! Sen, gözünün zayıflığından ayağının önünü görürsün… zayıfsın kılavuzun da zayıf! Elle ayağa kılavuzluk eden gözdür… basılacak tutulacak yeri de o görür, basılmayacak tutulmayacak yeri de o! Sonra bir de benim gözün pek aydındır… bir de şu var:
Yaradılışım tertemizdir benim. Çünkü ben, helâlzadeyim… zinadan olma ve sapıklardan değilim. Sense şüphe yok ki zinadan olmasın… yay kötü oldu mu ok eğri gider!”
Katır doğru dedin ey deve dedi… bu sözü söyler söylemez de gözleri yaşlarla doldu. Bir müddet ağladı, devenin ayağına kapandı; dedi ki: Ey kulların Allah’ınca seçilmiş er, lütfetsen de beni kulluğa kabul etsen ne ziyana girersin?
Deve, mademki huzurumda ikrar ettin dedi… yürü, zamanenin afetlerinden kurtuldun. İnsafa geldin, beladan halas oldun; düşmandın muhabbet ehline katıldın! Kötü huy zaten senin aslında yoktu… aslı kötü olandan inattan, kötülükten başka bir şey gelmez. Fakat aslında kötülük olmayan ve iğreti olarak kötü huylara sahip olan, kötülüğünü ikrar eder, tövbe etmeyi diler. Adem peygamber gibi. Onun işlediği o pek ehemmiyetsiz suç da iğretiydi de derhal tövbe etti. Fakat İblisin suçu, asil olduğundan canım tövbeye yol yoktu ona.
Hikmete giden yol görüşten geçiyor dedi Hz pir. O görüş de ikram. Kime ikram. Vatanını seven ve aslı temiz olana. Vatan? Geldiğimiz yer. Asıl alem. Hep özlemini çektiğimiz. Gurbette oluşumuzu hatırlayıp durduğumuz. Vatan özlemi bize nur. Işık. Görüşümüzü hikmet yapan olgu. Hikmete giden yol önce suçunu kusurunu ikrar etmekle itiraf etmekle başlıyor. İçinde bulunduğumuz durumun sorumluluğunu almakla. Başkalarını, etrafı, dünyayı, insanları, ötekini suçlamaktan vazgeçip kusur benden demekle. Sonra arayış, bilenden, bir iyi görüşlüden sormakla devam ediyor. Sonra da bütün problemlerin çözümünü Yaratıcı’ya götürmekle nihayetlenen bir süreç. Olan biteni anlamanın anlamlandırmanın yolu hikmete ulaşmak. Bilene sormak. Soralım o zaman:
Dikenliğin gıdası ateştir; sarhoş dimağının gıdası da gül kokusu. Bir leş, bizce kötüdür, pistir ama domuzla köpeğe şekerdir helvadır. Pisler, şu pisliklerini yapa dursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır. Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan eder ama, bal arıları dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur. Zehirler tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir.
Şu aleme baksan görürsün ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle adeta dinin kafirlerle savaşması gibi savaşır durur. Bir zerre sola doğru uçmaktadır, öbürü sağa doğru gidip arayacağını aramada. Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünürler ama onların savaşını bu durgunluk aleminde gör. Onların fiili savaşları gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gör de o aykırılığı anla.
Fakat güneşte mahvolan zerrenin savaşı, vasıftan hesaptan dışarıdır. Zerrenin kendiside, nefesi de mahvoldu mu artık onun savaşı, ancak güneşin savaşıdır. Onun kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? “Biz Allah’a dönenleriz” sırrından. Biz kendimizden geçip senin denizine döndük. Asıldan süt içtik, geliştik. Ey gulyabaniye aldanıp yolun fer-i lerine dalan, ey usulsüz kişi asıllardan az bahset.
Bizim savaşımızda hakikatte bizden değildir, sulhumuz da. Her halimiz Allah’ın iki parmağı arasındadır. Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır. Fakat bu alem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla. (Mesnevi. Cilt 6)