Ümmetin olduğumuz devlet yeter

A+
A-
Ümmetin olduğumuz devlet yeter

Süleyman Çelebi Mevlid‘inde Hz. Peygamber’e hitaben şöyle seslenir:

Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter

Şairlerimiz de Müslüman olduğumuz günden itibaren Hz. Peygamber’e ümmet olmanın verdiği izzet ve saadeti terennüm eden şiirler söylediler ve söylemeye devam ediyorlar.

Enes b. Malik’ten rivayet edilen şu hadis şüphesiz bu sevginin altında yatan sebeplerden biridir:

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: Biriniz beni çocuklarından, anasından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz. (Buhari İman 8/15)

Peygamberi sevmedikçe gerçek mümin olunamayacağını bilen şairler bize onu sevdirmeye çalıştılar. Hz. Peygamber için yazılan kitapları, şiirleri okuyarak onu görmeden ona aşık olduk.

Sadece müezzinlerin değil Peygamber aşıklarının da piri

Bilâl-i Habeşî için anlatılan bir anekdot var. Müsaadenizle naklediyorum.

Peygamberimizin ardından Hz. Ebubekir de vefat edince Bilâl-i Habeşî Hz. Ömer’den izin alıp Medine’den ayrılır ve Şam-ı Şerife gider. Şam’da bir müddet kalan Bilal-ı Habeşî bir gece rüyasında Hz. Peygamber’i görür. Rüyasında Hz. Peygamber Bilal’e:

  • Yâ Bilâl! Bu cefa nedir? Beni ziyaret edeceğin vakit gelmedi mi?

der. Sitem dolu bu sözlerden sonra Hz. Bilal sabah uyanır uyanmaz Medine’ye gitmek üzere yola çıkar. Medine’ye varır varmaz ilk olarak Ravza-i Mutahhara’ya yüzünü sürer, hasretini gidermeye çalışır. Erdem Beyazıt’ın;

Ebedî masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri
İstmemişlerdi de ezan okumuştu Bilâl bir sabah unutmadım

Dizelerinde ifade ettiği olay gerçekleşir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onu görünce ezan okumasını isterler. Hz. Bilal’in sesi Medine semalarında yankılanınca halk Hz. Peygamber’in zamanını hatırlar ve mescide dolar. Sanki Hz. Peygamber orada imiş gibi kılınır namaz. Ancak Hz. Bilal bu duruma daha fazla dayanamaz. Hayrettin Karaman hocamızın Medine yolunda isimli şiirinde:

Şurası elinin değdiği yer mi?
Şu duvar sesini işittim der mi?
Bastığın zemine alnım değer mi?
Yakıyor hasreti şu anlar beni

Diyerek ifade ettiği gibi nereye baksa Hz. Peygamber’i hatırlatan bir hatırası canlanır gözünde. Dayanamayıp geldiği yere Şam-ı Şerif’e döner.

Yaman Dede

Hz. Bilal peygamber aşıklarının serdarıdır, başıdır. Ondan sonra yüzlerce, binlerce aşık yaşadı. 20. asrın aşıklarının şahı ise kanaatimce Hz. Peygamber aklına geldikçe gözleri yaşaran Yaman Dede’dir.

Yaman Dede’nin Hz. Peygamber sevgisini Mustafa Özdamar’ın kitabından nakledelim:

Ahmet Kahraman şöyle anlatıyor:

Yaman Dede 1959-1960 döneminde Farsça dersimize geliyordu. Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Taksim’e doğru gidiyorum. Alman Sefareti (elçiliği) civarında bir mescit var. İşte oradan yukarı doğru tek başıma gidiyorum. Bir baktım Yaman Dede, mescidin duvarına yaslanmış, son nefesini verir gibi bir hali var. Halsiz, mecalsiz, başı hafifçe sağ öne düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve:

  • Hocam, hayırdır, geçmiş olsun neyiniz var, hasta mısınız?

Dedim. Baktım Hoca ağlıyor.

  • Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi?’

dedim. Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle:

  • Hayır yavrum hayır!’ dedi. Rasûlullâh (s.a.s) aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecalim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor veya oturmam icap ediyor.

Böyle bir sevgiyle yanmayan şu dizeleri söyleyebilir miydi?

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirâna dayandım yâ Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasulallah

Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah
Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifâsın

Onun aşkıyla yanan şairler

Şiirimizden Hz. Peygamber’i alın geriuye koca bir boşluk kalır. Hz. Peygamber sevgisini dile getirmeyen şair yok gibidir.

Derviş Yunus Medine ravzasını görmeden, Hz. Peygamber’in kabrinin eşiğine yüzünü sürmeden, Medine’yi mesken edinmeden, ravzasında Kuran okumadan canını almaması için Allah’a yalvarır.

Miskin Yunus’un canı Hz. Peygamber’i arzuladığı için sevgisi gönlünde muhabbeti canında, gözleri yaşlı olduğu halde onun izini arayıp bulmak ve onun izinin tozuna yüzünü sürmek ister.

Aziz Mahmut Hüdâyî Hz. Peygamber’in dünyayı teşrifini bir rahmet olarar görür. Onun gelişi aşıkların derdine devadır ve kıymetini bilenler için bir zevk ve safadır. Niyazî Mısrî onu varlık aleminin ilacı, hakikat ilminin menbaı olduğunu söylerken İsmail Hakkı Bursevî, cânımın cânânı da derdimin dermânı da sensin diyerek yakarır. Şeyh Gâlip Hz. Peygamber’i peygamberlerin ulu sultanı, dertlilerin dermanı, Allah’ın divanında en önde geleni diyerek sevgisini gösterir.

Büyük şair Sezai Karakoç için şiirin ufku naat derken Hz. Peygamber sevgisine dikkat çeker ve şiirimiz en güzel naatlerinden birini söyler:

Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi
Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
Sen Eskimoların ısınması, sevgililer mahşeri

Arif Nihat Asya da Hz. Peygamber’in yolunu gözleyen şairlerdendir:

Gel ey Muhammed bahardır!
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır
Hacdan döner gibi gel
Miracdan iner gibi gel
Bekliyoruz yıllardır

Osman Sarı da Hz. Peygamber’i görmek istemekte ve yolunu gözlemektedir:

Güneşi gönderme bize ey sevgili sen doğ;
Bizi ıslatamaz oldu artık başka güneşler, gel

Bütün varım toplasam sonra varsam toprağa
Senin çağınla olsam senle girsem toprağa

Necip Fazıl kendine has üslubuyla Hz. Peygamber’e seslenir:

Benim efendim
Ben sana bendim
Bir üfledin de
Yıkıldı bendim

Hz. Peygamber, Necip Fazıl için yegâne ölçüdür:

Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim

Erdem Beyazıt onu unutmadığını;

Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım
Her gelişin bir yaze haberdi unutmadım

beytiyle başlayan şiirinde terennüm eder. Cahit Koytak onun bir elçi, bir yoksul ve örnek bir kul olduğunu şu dizelerle ifade eder:

Sen ey elçi,
Sen ey yoksul
Sen ey numûne-i imtisâl kul
Sen, seçilmiş, gözetilmiş,
Fanilere mihmendâr
Alemlere rahmet kılınmış resûl

Zarifoğlu dualarının kabul olması için Allah’a yalvarırken Hz. Peygamber’in gölgesine sığınır:

O güzeller güzeli
Hangi iyilik diledi senden
Dilerim ben de öylelerini

Mehmet Akif İnan ise onun sevgisinin gönlünden hiçbir zaman çıkmadığını şu sözlerle ifade eder:

Gözlerin uyur da kalbin uyumaz
Sevgili gönülden çıkmıyor diye

Celal Fedayî Şeyh Gâlib’e nazire yaparcasına onun, efendisi olmasıyla iftihar eder:

Efendim nasıl da severim efendim deyip durmayı efendim de efendim

M. Ruhî Şirin Hz. Peygamber’in bizim için ne anlam ifade ettiğini şu iki dize ile özetler:

Âlemin gâyesi, sebebi sensin
Sensin tadı, dili, nefesi sensin

M. Ali Eşmeli şu beytiyle duygularımıza tercüman olur:

Görmek için cemâlini geldim bu âleme
Göç etmişsin bu hasrete yandım alev alev

Yüzlerce örnek verilebilir. Muradın hasıl olduğunu düşünerek bu kadarla iktifa edip onu sevenleri anlamayanları Beyâzıd-ı Bestâmî’nin sözleriyle tarif edelim.

Bir gün Beyâzıd-ı Bestâmî sohbetinde “Bizi tanıyan kurtulur.” der. Sözün hakikatinden bî-haber ham sofular “Bu nasıl lakırdı böyle! Böyle bir şey olsa Hz. Peygamber için olurdu. Ebu Cehil onu tanımasına rağmen helak oldu.” deyince Beyâzıd-ı Bestâmî cevap verir:

  • Hayır, Ebu Cehil Hz. Peygamber’i tanıyamadı. Onun tanıdığı Abdullah’ın yetimi idi.

Bize Hz. Peygamber’i tanıtan, onun muhabbetini gönüllere nakşeden şairlerimize ve sanatçılarımıza selam olsun.

İsmail Güleç

https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2024/06/22/ummetin-oldugumuz-devlet-yeter