Ulu Arif Çelebi Divân’ından Nevruz

A+
A-

Ulu Arif Çelebi Divân’ından Nevruz

Mutlu bahar geldi ve tabiat gülümsedi. Kalk, bahçeye doğru [git], şimdi çalışma zamanıdır.

İşret, mutluluk ve neşe zamanıdır. Zevk, eğlence, gül bahçesi ve sevgi­linin yüzü [nü görme] günleridir.

Yeryüzü yemyeşil oldu, gökyüzü aydınlandı, süslendi. Kalp gözünü aç ve Yaradan ‘m sanatına bak.

Kışın uyuyanların hepsi uyandı. Geçen yıl ölenlerin hepsi tekrar diril­di.

Kışın yeryüzünün Hak’tan içmiş olduğu şarap, işte bu bahar mevsi­minde gül olup açtı.

Her yaprak ve her bitki o şarapla sarhoş; her dal ve her ağaç o bade ile yüklü.

Sahra hurilerle aydınlanmış cennet bahçesi gibi; o çöl lale bahçesiyle bezenmiş cennet gibi.

Aşk bahçesinin güzelleri ve bostanın gelinleri, sarhoş ve mahmur ol­dular, başlarını feda ettiler, kendilerinden geçtiler.

Baskı, haraç ve el koyma zahmeti olmadan altınlar verirler, gümüşler saçarlar.

Söğüt dalı rüzgârla kendinden geçti, mest oldu. Selvi sevinçten kendini kaybetti, çınar ise hayrette kaldı.

Zambak, “Nerede o ekşi [suratlı] Dey, nerede o zemheri [soğukla] Bebmen”, [nerede] o sıkıntı ve kargaşa? ” diye kılıcını çekip [bağırdı].

Çimen piyade olmuş, yasemin gülün habercisi olmuş; [onlar] gülün peşinde köleler gibi, gül ise at binmiş.

Menekşe, gülün ayrılığından mavi renkli yas elbisesi giyip geldi: “Ey yasemin! O gül yanaklının güzelliğinden bir nişan göster” [dedi].

Dedi: Bî-nişandan nasıl söz edilir, [o] nasıl gösterilir? Fitne [ateşi]ni söndür; o bi-nişandan benim nişanım yaralı gönlümdür.

Başını Öne eğdi, iki büklüm oldu, utandı; özür dilemek için söz aldı ve dediğinden utandı.

Reyhan, her sevgili gül suyundan hediye götürsün diye dikenin etrafı­na kendi kokusunu yayıyor.

Nilüfer neden sarardı böyle? Gül niçin dikenle dost oldu diye ona askından ve onu kıskandığından.

Ey güzelliğin âşığı, [ey] ise güce müptela olan! Eğer kıskanacaksan böyle bir güzeli kıskan.

Sümbül, [gözü] yaşlı nergise “[Son] durum nedir? Haber ver o diyar­dan! ” diye kızarak baktı.

Dedi: “Ey habersiz! Habersizden haber sorma; çünkü o baş ağrısı vermeyen şarapla sarhoşum, mahmurum. “

Üzümünü ye, bağım sorma! ” [sözünü] duymuşsan eğer, gece gün­düz sarhoş gibi güzelce hüngür hüngür ağla.

Nevruz, erguvan ve şakayık ovada ve ırmak kenarında toprağın için­den çıktılar, [çiçek açtılar].

Işığın ve ateşin sahibini tesbih eden, [O ‘na] hamd eden, kuşların ön­deri ve başı olan leylek geldi.

Der ki “Gökyüzü, yeryüzü, felek ve melek, hepsi senindir; sen onların ihtiyacını gider”.

Çaresiz kumru sürekli “kû kû [nerede nerede]?” der; niçin? Çünkü [su ve toprakta yaşayan] solucanlar ona perdedir.

Hüthüt geldi, öbür dünyadan mektup getirdi ve “dön, seni şah çağırı­yor” dedi.

Bülbül yüz binlerce feryat, figan ve dertle ağıt yakarak ağaç dallarına kondu.

O lâl elbiseli, şarap renkli akik madeni, [o] birkaç günlük maşuk ve mutlu sevgili,

Yani balçıktan azat olmuş gül nerededir? Ben gülün tutsağı oldum; o gülden dolayı böyle zayıfladım.

İşi sevgi olan, ışık saçan o ay [yüzlü güzele] kavuşma ümidiyle güver­cin bir burçtan bir burca uçar durur.

Beyaz avcı kuşu şahin, şah için canı gönülden keklik ve bıldırcın av­lar.

Papağan, tatlı dilli olmak ve şükürde tatlı konuşmak için şekere doğru meyleder.

Sen can kulağınla bülbülün nağmesinden çok acayip sırlar ve pek ga­rip sözler dinle.

Kumru, bülbül ve milyonlarca kuş dünyanın ebedî olmadığına dair sırlar söylerler.

Bu yıl bu ölür, ertesi yıl falan; mutlu ol ve [bu] zamanı ganimet bil.

Çaresiz gidilecek madem, hiç olmazsa isteyerek, doğruluk ve safa top­rağına iyilik ek.

Bu zamanda bağda ve gül bahçesinde gez, dolaş. Sen bu bahar mev­siminden niçin vazgeçersin.’

Yaşamaya, eğlenmeye bak; çünkü gün işret günüdür. Şarap kadehini al, malı mülkü düşünme.

[Bu vakitler] değerli vakitlerdir; bakıp ferahlamak için bağa, çimenli­ğe, ovaya, gül bahçesine ve dağlık araziye git.

Ne zamana kadar evde bir köşede oturacaksın? Çünkü Hakk’ın fazile­tinin bereketiyle açık bir hazineye dönmüştür bostan ve dünya.

Bahar mevsimi yeni bir diriliş, yeni bir hayata başlama zamanıdır; “Sırların döküldüğü [gündür] “;” şimdi ayağa kalkma zamanıdır.

Gizli olan iyi ve kötü her tohum ortaya çıkar. Din günü diriliş de böy­ledir; sen, bundan ibret al.

Evde birisi varsa eğer, bir işaret yeter; zira yüz binlerce sözden iki üç tanesi söylendi.

Bu bahar, o gizli batından ortaya çıkmıştır; meyve dolu ağaçlardan bir elma tanesinin [ortaya çıkması] gibi.

O taraftan bu tarafa “bunların hepsi senindir, sen bizi seç” diye bir numune gelmiştir:

Bizim hurmamızı ye, bizim incirimize doğru gel; bir şeftali [ve] sulu bir ayva al.

Bu bahar mevsimi ansızın sonbahar olmadan önce, sen şimdi [bu] be­delsiz ömürden bir nasip al.

Dünyaya gönül verme; çünkü bir an bile sebatı yoktur; fânidir, vefa­sızdır, bir yerde karar kılmaz.

Mutluluk, neşe ve sevinç sana eştir madem, bazen iç, bazen coş, bazen öp, bazen de kucakla.

Âşıkane bir öğüttür [bu], öğüdüme kulak ver; canı gönülden mutlaka kabul et bu öğüdü.

Ey Arif. Sus; çünkü suskunluk, ilkbaharın sayısız sır beyan etmesi gibi [birçok sır] beyan eder.

 

Ulu Ârif Çelebi’nin Farsça Divanı ve Türkçe Çevirisi

Prof.Dr. Veyis DEĞİRMENÇAY

 


[50/1]
آمد بهار خرم و خندید روزگار
برخیز سوی باغ کنون است روزگار
Âmed bahâr-i hurrem u handîd rûzigâr
Ber hîz sûy-i bâg kunûnest rûzigâr
Mutlu bahar mevsimi geldi, zaman gülümsedi. Kalk, şimdi bahçeye doğru gitme zamanıdır.

[50/2]
هنگام عشرت است و نشاط است و خوش دلی
ایام ذوق و شادی و گلزار و روی یار
Hengâm-i ‘işretest u neşâtest u hoş-dilî
Eyyâm-ı zevk u şâdî u gulzâr u rûy-i yâr
Bahar, işret, mutluluk ve eğlenme zamanıdır. Zevk günleri, mutluluk, gül bahçesi ve sevgilinin yüzünü seyretme zamanıdır.

[50/3]
سر سبز شد زمین و زمان زیب و فر گرفت
بگشای چشم جان و ببین صنع کردگار
Ser sebz şod zemîn u zemân zîb u fer girift
Bugşây çeşm-i cân u bebîn sun‘-ı kirdgâr
Yeryüzü yemyeşil oldu, vakit güzelleşip parlaklık kazandı. Can gözünü aç da yaratıcının sanatını gör.

[50/4]
بیدار دل شدند همه خفتگان دی
زنده شدند باز همه مردگان پار
Bîdâr-ı dil şudend heme huftegân-ı dey
Zinde şudend bâz heme murdegân-ı pâr
Kışın uyuyan ne varsa, hepsinin gönlü uyandı. Geçen yıl ölenlerin hepsi tekrar canlandı.

[50/5]
خمری که خورده بود زمستان زمین حق
اینک شکوفه کرد درین فصل نوبهار
Hamrî ki horde bûd zemistân zemîn-i Hak
Înek şukûfe kerd derîn fasl nevbahâr
Hakk’ın olan yeryüzü, kışın bir şarap içmişti (sızıp kalmıştı), şimdi ilkbahar mevsiminde tomurcuklandı.

[50/6]
هر برگ و هر گیاه ازان خمر سرگران
هر شاخ و هر درخت ازان باده باردار
Her berg u her giyâh ezân hamr sergirân
Her şâh u her dıraht ezân bâde bârdâr
Her yaprak ve her bitkinin başı dönmüş, o şaraptan sarhoş. Her dal ve her ağaç o içkiden meyveli.

[50/7]
صحرا چو صحن خلد منور ز حوریان
وآن دشت چون بهشت مزین به لاله زار
Sahrâ çû sahn-i huld-i munevver zi-hûriyân
V’ân deşt çûn beheşt-i muzeyyen be-lâle zâr
Ova, hurilerle nurlanmış ebedî bir bahçe gibi. Ova, lale bahçesiyle süslenmiş cennet gibi.

[50/8]
خوبان باغ عشق و عروسان بوستان
گشتند سر خوشان و سرفشان و بی قرار
Hûbân-ı bâg-ı ‘ışk u ‘arûsân-ı bûstân
Geştend ser-hoşân u serefşân u bî-karâr
Aşk bahçesinin güzelleri ile çiçek bahçesinin gelinleri sarhoş oldular, kendilerinden geçip başlarını salladılar, kararsız oldular.

[50/9]
بی زحمت عوان و قلان و مزاد ره
زرها همی دهند و کنند نقره ها نثار
Bî-zahmet-i ‘avân u kulân u muzâd-ı reh
Zerhâ hemî-dehend u kunend nukrehâ nisâr
Zamanın zahmeti olmadan, yardımsız ve yoldaki zıtlıklar olmaksızın altınlar verirler, gümüşler saçarlar.

[50/10]
از باد شاه بید سرفشان و مست شد
سرو از سرور بی خود و حیران شده چنار
Ez-bâd şâh-ı bîd serefşân u mest şud
Serv ez-surûr bî-hod u hayrân şode çenâr
Söğüt dalı rüzgardan başını sallayıp sarhoş oldu. Selvi sevinçten kendinden geçti, çınar şaşırdı, hayran oldu.

[50/11]
سوسن کشید تیغ که کو آن دی ترش
وآن زمهریر بهمن و سختی و گیرودار
Sûsen keşîd tîğ ki kû ân dey-i turş
V’ân zemherîr-i behmen u sahtî u gîrûdâr
Zambak kılıç çekip ‘nerede o asık yüzlü kış, nerede zemherî, zorluk ve kargaşa?’ dedi.

[50/12]
سبزه پیاده گشته سمن پیک گل شده
اندر رکاب گل چو گلامان و گل سوار
Sebze piyâde geşte semen peyk-i gul şude
Ender rikâb-ı gul çû gulâmân u gul sevâr
Yeşillik yürümüş, yasemin gülün habercisi olmuş, gülün çocukları üzengide, çiçeklere binmiş gibi.

[50/13]
آمد بنفشه جامه کبود از فراق گل
کای یاسمین نشان ده ازان حسن گل عذار
Âmed benefşe câme kebûd ez-firâk-ı gul
K’ey yâsemîn nişân deh ezân husn-i gul-‘izâr
Menekşe, gülün ayrılığından mor elbise giyip ‘Ey yasemin! O gül yüzlüden haber ver’ diyerek geldi.

[50/14]
گفتار بی نشان چه نشان فتنه را نشان
زان بی نشان نشان من آید دل فگار
Goftâr-ı bî-nişân çe nişân fitne râ nişân
Z’ân bî-nişân nişân-ı men âyed dil-figâr
Alâmetsiz söz, fitneden başka neyin alâmeti olur? O alâmetsiz benim alâmetimi yaralar.

[50/15]
سر پیش فکند و دو تا گشت و شد خجل
بر عذر لب گشاد و شد از گفته شرمسار
Ser pîş fikend u dû tâ geşt u şod hacel
Ber-‘uzr leb guşâd u şod ez-gofte şermsâr
Başını eğdi, iki büklüm oldu, utandı. Özür dilemek için ağzını açtı ama söz söylemeye utandı.

[50/16]
ریحان به گرد خار همی کند روح خویش
تا از گلاب گل ببرد تحفه هر نگار
Reyhân be-gird-i hâr hemî kuned ravh-i hîş
Tâ ez-gulâb gul bebered tuhfe her nigâr
Reyhan, sevgiliye hediye olarak gül suyundan gül kokusu götürmesi için dikenin etrafına kokusunu yayıyor.

[50/17]
نیلوفر از چه روی چنین زرد رنگ شد
از عشق رشک گل که چرا شد قرین خار
Nîlûfer ez-çe rûy çunîn zerd-reng şud
Ez-‘ışk-ı reşk-i gul ki çerâ şud karîn-i hâr
Nilüfer hangi sebepten böyle sarardı? Dikenle yakınlaştığı için gülün aşkını kıskandığından…

[50/18]
گر رشک می بری به چنین خوب رشک بر
ای عاشق جمال و گرفتار و کار و بار
Ger reşk mî-berî be-çunîn hûb reşk-ber
Ey ‘âşık-ı cemâl u giriftâr u kâr u bâr
Ey güzelliğe aşık olmakla birlikte işe güce bağlanıp kalmış kişi! Eğer kıskanacaksan, böyle bir güzeli kıskan.

[50/19]
سنبل به سوی نرگس تر تیز بنگرید
یعنی که حال چیست خبر ده ازان دیار
Sunbul be-sûy-i nergis-i ter tîz bingerîd
Ya‘nî ki hâl çîst haber deh ezân diyâr
Sünbül! Taze nergise doğru çabucak bak da, o diyarda durum nasıldır, haber ver.

[50/20]
گفتا خبر ز بی خبر ای بی خبر مجوی
چون مستم و خراب ازان خمر بی خمار
Goftâ haber zi-bî-haber ey bî-haber mecûy
Çûn mestem u harâb ezân hamr-ı bî humâr
Dedi ki: Ey habersiz! Habersiz olandan haber sorma. Mahmurluğu olmayan o şaraptan öyle sarhoş ve harabım ki…

[50/21]
انگور خور مپرس ز باغ ار شنیده ای
مستانه خوش بنال شب و روز زار زار
Engûr hûr mepurs zi-bâğ er şenîdeî
Mestâne hoş be-nâl şeb u rûz zâr zâr
Üzümü ye, bağını sorma. Eğer bahçeyi işittiysen sarhoş gibi hoşça inle, gece gündüz ağla.

[50/22]
نوروز و ارگوان و شقایق برون شدند
از جیب خاک و دامن صحرا و جویبار
Nevrûz u erguvân u şekâyık berûn şodend
Ez-ceyb-i hâk u dâmen-i sahrâ vu cûybâr
Nevruz, erguvan ve şakayık toprağın içinden, ovanın ve akarsuyun kıyısından dışarı çıktılar.

[50/23]
لکلک رسید سردۀ مرغان و پیشوا
تسبیح و حمد خوان خداوند نور و نار
Leklek resîd serde-i murgân u pîş-vâ
Tesbîh u hamd hân Hudâvend-i nûr u nâr
Leylek ve çeşit çeşit kuşların öncüleri, ışık ve ateşin sahibine hamdedip tesbih ederek geldiler.

[50/24]
گوید که آسمان و زمین فلک ملک
این جمله آن توست تو حاجاتشان بر آر
Gûyed ki âsumân u zemîn u felek melek
În cumle ân-i tûst tû hâcâtişân ber âr
Şöyle diyorlar: Gökyüzü, yeryüzü ve felek, hepsi bize mülktür. Bu senin sözün. (Öğleyse) Sen onların ihtiyaçlarını karşıla.

[50/25]
بی چاره فاخته همه کو کو کند چرا
زیرا حجاب اوست همان گرز باز غار
Bî-çâre fâhte heme kû kû kuned çerâ
Zîrâ hicâb-i ûst hemân gurz bâ-ziğâr
Çaresiz kumru niçin devamlı kû kû deyip durur? Çünkü defnenin kaldırdığı ağırlık ona perde olmaktadır.

[50/26]
هدهد رسید و نامه رسانید زان جهان
هدهد که باز کرد تو را خواند شهریار
Hudhud resîd u nâme resânîd zân cihân
Hudhud ki bâz kerd tû râ hând şehriyâr
Hüthüt geldi ve öbür alemden mektup getirdi. Mektubu açınca, ‘hükümdar seni çağırdı’ dedi.

[50/27]
بلبل به صد هزار فغان و حنین نشست
نوحه کنان رسید بر اغصان شاخسار
Bulbul be-sad hezâr figân u hanîn nişest
Nevha kunân resîd ber-eğsân-i şâhsâr
Bülbül yüz bin inilti ve feryatla, ağıt yakarak dalların üstüne kondu.

[50/28]
کآن لعل پوش و کآن عقیق شراب رنگ
معشوق چند روزه و محبوب کامیار
K’ân la‘l-pûş u k’ân ‘akîk-i şerâb-reng
Ma‘şûk çend rûze vu mahbûb kâmyâr
O lâl kırmızısı örtüyle, o şarap kırmızısı akikle, sevgili kaç gün oruç tutar, sevilen kaç gün mutlu olur?

[50/29]
یعنی که گل کجاست که از گل خلاص یافت
دربند گل شدم من از آن گل چنین نزار
Ya‘nî ki gul kucâst ki ez-gil halâs yâft
Der bend-i gil şodem men ez ân gil çunîn nizâr
Yani, çamurdan kurtulan gül nerede? Ben çamurla bağlandım, o gül yüzünden ağlayıp inlemekteyim.

[50/30]
از برج تا به برج کبوتر همی پرد
بهر امید وصلت آن ماه مهر کار
Ez-burc tâ be-burc kebûter hemî-pered
Behr-i umîd-i vuslat-i ân mâh-ı mihr-kâr
Güvercin, o şefkatli ay yüzlüye kavuşmak ümidiyle bu burçtan öbür burca uçar durur.

[50/31]
شاهین برای شاه که باز سفید اوست
کبک و سمانه می کند از جان و دل شکار
Şâhîn berây-i şâh ki bâz-ı sefîd-i ûst
Kebk-u semâne mi-kuned ez-cân u dil şikâr
Şahın beyaz şahini, şah için can u gönülden keklik ve bıldırcın avlar.

[50/32]
طوطی به سوی قند ازان میل می کند
تا گردد و شکر لب و در شکر قند یار
Tûtî be-sûy-i kand ezân meyl mî-kuned
Tâ gerded û şeker-leb u der şukr-i kand yâr
Papağan, şekerden yiyip şeker dudaklı olmak ve bundan dolayı yare teşekkür etmek için şekere yönelir.

[50/33]
اسرار بس عجیب و ملاقات بس غریب
بشنو به گوش هوش تو از نغمۀ هزار
Esrâr-ı bes ‘acîb u mulâkât-ı bes garîb
Bişnev be-gûş-i hûş tû ez-nağme-i hezâr
Çok acayip sırları ve çok garip konuşmaları, can kulağıyla bülbülün nağmesinden dinle.

[50/34]
قمری و عندلیب و هزاران هزار مرغ
گویند رازها که جهان نیست پایدار
Kumrî u ‘andelîb u hezârân hezâr murg
Gûyend râzhâ ki cihân nîst pâyidâr
Kumru, bülbül ve milyonlarca kuş, dünyanın kalıcı olmamasıyla ilgili sırları söyler durur.

[50/35]
امسال این بمیرد و سال دگر فلان
هوش باش و نقد وقت غنیمت همی شمار
İmsâl în bemîred u sâl-i diger felân
Hûş bâş u nakd-i vakt ganîmet hemî şumâr
Bu sene bu ölür, önümüzdeki yıl filanca. Mutlu ol, eldeki vakti ganimet bil.

[50/36]
باری به اختیار چو ناچار رفتن است
اندر زمین صدق و صفا نیکویی به کار
Bârî be-ihtiyâr çû nâçâr reftenest
Ender zemîn-i sıdk u safâ nîkûyî be-kâr
Burası istesen de, istemesen de gidilecek bir yerdir. Doğruluk ve temizlik dünyasında, güzelce amel et.

[50/37]
در باغ و گلستان سفری کن درین زمان
فارغ چه رستی تو ازین موسم بهار
Der-bâğ u gulsitân seferî kun derîn zemân
Fârig çe restî tû ezîn mevsim-i bahâr
Bu zamanda bağa, gül bahçesine yolculuk yap. Bu bahar mevsiminde neden boş durursun?

[50/38]
در عیش و تیش کوش که ایام عشرت است
جام عقار گیر و میندیش از عقار
Der ‘îş u tîş kûş ki eyyâm-ı ‘işretest
Câm-ı ‘ukâr gîr u meyendîş ez-‘akâr
Yaşamaya, eğlenmeye bak, gün işret günüdür. Şarap kadehini tut, malı mülkü düşünme.

[50/39]
اوقات نازنین به تماشای فرجه رو
در باغ و راغ و دشت و گلستان و کوهسار
Evkât-ı nâzenîn be-temâşây-ı furce rev
Der bâğ u râğ u deşt u gulistân u kûhsâr
Bu vakitler, nazenin vakitledir. Bağda, çayırda, ovada, gül bahçesinde ve dağlık yerde manzara seyretmek için fırsat kolla.

[50/40]
تا چند کنج خانه که از فیض فضل حق
گشتست بوستان و جهان گنج آشکار
Tâ çend kunc-i hâne ki ez-feyz-i fazl-i Hak
Geştest bûstân u cihân genc-i âşikâr
Evin köşesine varıncaya kadar her yer Hakk’ın faziletinin feyziyle bahçe olmuş, dünya açık bir hazine haline gelmiştir.

[50/41]
حشر تو است فضل ربیع و زمان نشر
تبل السرائر است کنون گاه انتشار
Haşr-i tû est fazl-i rebî‘ u zemân-i neşr
‘Tuble’s-serâir’ est kunûn gâh-ı intişâr
İlkbahar mevsimi senin yeniden dirilme zamanın ve hesap günündür.
Bugün, ‘gizlenenlerin ortaya döküldüğü’ açığa çıkarılma zamanıdır.

[50/42]
هر تخم نیک و بد که نهان بد پدید شد
زآن حشر یوم دین تو زین گیر اعتبار
Her tuhm-i nîk u bed ki nihân bud pedîd şud
Z’ân haşr-i yevm-i dîn tû zîn gîr i‘tibâr
Gizli olan iyi kötü her tohum ortaya çıktı. Sen o adalet gününü, (işte bununla) kıyas et.

[50/43]
در خانه گر کس است یکی رمز بس بود
زیرا که گفته شد دو سه حرفی ز صد هزار
Der-hâne ger kes est yekî remz bes buved
Zîrâ ki gofte şod du se harfî zi-sad hezâr
Eğer evde birisi varsa, bir işaret yeterlidir zira yüzbin sözden iki üç tane söylendi.

[50/44]
هست این بهار ظاهر ازان باطن نهان
چون سیب دانه ای ز درختان پر ثمار
Hest în bahâr zâhir ezân bâtın-ı nihân
Çûn sîb-i dâneî zi-dırahtân-ı pur simâr
Bu bahar, o saklı olan gizli bahardan ortaya çıkmıştır. Tıpkı tomurcukla dolu ağaçlardan bir elma tanesinin oluşması gibi.

[50/45]
انموزجی رسیده ازان 68 جانب این طرف
کین جمله آن توست تو ما را کن اختیار
Enmûzecî resîde ezân cânib în taraf
K’în cumle ân-ı tûst tû mâ râ kun ihtiyâr
Oradan buraya, ‘bunların hepsi senindir, sen bizi seç’ diye bir örnek geldi.

[50/46]
خورمای ما بخور سوی انجیر ما بیا
شفتالویی بگیر ز آبی آبدار
Hûrmâ-yi mâ behûr sûy-i encîr-i mâ beyâ
Şeftâlûyî begîr zi-âbî-yi âbdâr
Bizim hurmamızı ye, incirimize doğru gel, sulu şeftalimizden al.

[50/47]
زین پیش که این بهار شود ناگهان خزان
از عمر بی بدل تو نصیبی کنون بدار
Z’în pîş ki în bahâr şeved nâgehân hazân
Ez-‘omr-i bî-bedel tû nasîbî kunûn bedâr
Bu İlkbahar mevsimi ansızın sonbahar olmadan önce, paha biçilmez ömrünün nasibini şimdiden al.

[50/48]
دل بر جهان منه که ندارد دمی ثبات
فانی و بی وفاست نماند به یک قرار
Dil ber-cihân meneh ki nedâred demî sebât
Fânî u bî-vefâst nemâned be-yek karâr
Gönlünü, bir an bile sebatı olmayan dünyaya bağlama. O fani ve vefasızdır, bir kararda durmaz.

[50/49]
شادی و خرمی و خوشی چون قرین توست
گه نوش و گه بپوش و گهی بوس و گه کنار
Şâdî u hurremî u hûşî çûn karîn-i tust
Geh nûş u geh bepûş u gehî bûs u geh kenâr
Mutlu, sevinçli, neşeli olduğun zaman sana yakınlaşır. Bazen iç, bazen ört, bazen öp, bazen de kucakla.

[50/50]
پندیست عاشقانه و دربند پند باش
از جان و دل قبول کن این پند زینهار
Pendîst ‘âşıkâne vu derbend-i pend bâş
Ez-cân u dil kabûl kun în pend zînhâr
Bu aşıkâne bir öğüttür, bu öğüdü tut. Bu nasihati cân u gönülden kesinlikle kabul et.

[50/51]
خاموش عارفا که خموشی بیان کند
زآن سان که نوبهار ز اسرار بی شمار
Hâmûş ‘Ârifâ ki hamûşî beyân kuned
Z’ân sân ki nev-bahâr zi-esrâr-i bî-şumâr
Ey Arif! Sus! Çünkü suskunluk, ilkbahardaki gibi sayısız sırrı anlatır.

 

Ulu Ârif Çelebi Dîvânı

Dr. İbrahim KUNT
Dr. Mehmet VANLIOĞLU