TEVİL
ÇEŞM-İ ÂDEM ÇÜN BE NUR-İ PÂK PÂK DİD
CÂN Ü SIRR-İ NAMHA GEŞTEŞ BEDİD
Hazreti Âdem’in gözü öyle pâk bir nur ile gördü ki isimlerin sırları ve ruhu ona aşikâr oldu.
Hazreti Âdem’e isimler öğretilmişti. Dünyadaki olmuş ve olacak bütün varlıkların isimleri, o varlıkların isimleriyle beraber akıbetlerinin ne olacağını da görmüştü.
O varlıkların hakikatine de ermiş, ruhanî nurların ve sırların sonuna kadar varmıştı.
ÇÜN MELEK ENVÂR-I HAK DER VEY Bİ YAFT
DER SÜCUD ÜFTAD U DER HİMMET ŞİTAFT
Melekler onda Hakk’ın nurunu bulunca secdeye kapandı, onun hizmetine koşuşturdu.
Hazreti Âdem’in; Allah’ın nuru ile gördüğü, o görüşüyle varlıkların sırrına erdiği şuradan da anlaşılır. Hak Teala Hazretleri meleklere ferman buyurduğunda melekler “ona isimler öğretildi – ALLEMEL ESMA” sırrındaki nurların kendilerine aşikar olduğunu görmüşler ve Hazreti Âdem’e secde etmekten iftihar etmişlerdi.
MEDH-İ ÂDEM Kİ NÂMEŞ Mİ BÜREM
KASİREM GER TA KIYAMET Bİ’Ş MÜREM
Adını anmakta olduğum Hazreti Âdem’i kıyamete kadar överim desem yine de noksan kalırım.
Bütün insanlığın babası olan Hazreti Âdem’in üstün özellikleri o kadar çok, o kadar büyük, manevi faziletinin derecesi o kadar yüksektir ki bir insan değil ömrü boyunca kıyamete kadar bunları sayabilse yine hakkıyla tamamlanamaz. Bir tarafı noksan kalır. Bu onun şu dört özelliği dikkate alınarak düşünülürse daha iyi anlaşılır:
Birincisi; Hazreti Âdem hakkında, Kuran-ı Kerimde Hicr Suresinin yirmi dokuzuncu ayeti kerimesinde “ona ruhumdan nefhettim” ferman buyrulmaktadır.
İkincisi; Ona bütün isimler öğretilmişti. Ve o bütün varlıkların hakikatine muttali idi.
Üçüncüsü; Melekler ona secde etmişlerdi.
Dördüncüsü; O akıl ve irfan sahibi olmak gibi üstün özelliği olan bütün insanlık türünün atasıydı.
İN HEME DANİST ÇÜN AMED KAZA
DANİŞ-İ YEK NEHY ŞUD BER-VEY HATA
O bütün isimleri hakikatleriyle biliyordu ama kaza gelince bir yasağın bilgisi hataya dönüştü.
Bahsi geçen “yasak” cennette yaklaşılması yasaklanan ağaçtır. Hazreti Âdem isimleri ve hakikatlerini bildiğine göre o yasağı da biliyordu. Ama kaza gelince o bilgisi hata yapmasını engelleyemedi. Bilmesine rağmen ağaca yaklaştı. Cenneti terk etmek zorunda kalmak gibi bir mihnete düştü.
KEY ACEB NEHY EZ TAHRİM BUD
YA BE TEVİLİ BED Ü TEVHİM BUD
Acaba bu yasak “tahrim” için mi, “tenzih” için mi diye tevile başvurdu.
Burada iki türlü yasaktan bahsediliyor. “Nehy-i Tahrim” ve “Nehy-i Tenzih” Nehy-i Tahrim, haram kılınmış olan yasak, bu yasağa uymayanın ceza göreceği davranış demektir. Nehy-i Tenzih ise daha iyiye ve daha güzele yönlendirmek için yasaklanmış olan şeylerdir. Bunların yapılmaması güzeldir. Ama yapılması hâlinde insana bir ceza terettüp etmez. Mesela; soğan sarımsak yiyenlerin mescide girmemesiyle ilgili yasak nehy-i tenzihtir. Yapılmaması gerekir, yapılırsa herhangi bir ceza terettüp etmez. Hazreti Âdem cennette malûm ağaca yaklaşılmamasıyla ilgili yasağı bilmesine rağmen, “acaba bu yasak nehy-i tahrim mi, yoksa nehy-i tenzih mi?” diye bir tereddüde düştü. Bu tereddüt onu tevil yapmaya götürdü. O tevil ise şeytanın kendilerini iğfal etmesine yol açtı. Ağaca yaklaştılar. Yasağı çiğnediler. Sonuç “Ey Rabbimiz nefsimize zulmedenlerden olduk” feryadına kadar gitti.
DER DİLEŞ TEVİL ÇÜN TERCİH YAFT
TÂB DER HÂYRET SUY-İ GENDÜM ŞİTAFT
Gönlüne tevil tercihi düşünce tabiatı buğday tarafına koşmaya başlar.
İnsan apaçık yasak olan bir şeyi tevile yeltenirse devreye yaratılıştan var olan toprak ve tane düşkünlüğü girer. Akıl bir yasağı çiğnemeye meyleden insana tevillerle yorumlarla yardım eder, gerekçelerini hazırlar. Sonra bir gaflet anını bulur o yasağı çiğneyiverir. Hazreti Âdem de böyle olmuştu. Cennette yasaklanan ağaca yaklaşmıştı.
İşlerde tereddüt ve şaşkınlık gaflet doğurur. Gafletten de ortaya musibet çıkar. Akıllı insana düşen bir işi yeteri kadar düşünmektir. Tefekkürden sonra tereddüde veya teehhüre (geciktirmeye) meydan vermeden kararı uygulamaya geçmek gerekir. Gerektiğinden fazla düşünmek tereddüdü, tereddüt teehhürü doğurur. Gecikmiş bir karar genellikle zarar ve sıkıntı getirir.
Mutlak olarak kusursuz, sırf fayda olan bir iş çok azdır. Her işin bir tarafında mutlaka fayda diğer tarafında zarar olacaktır. Kararsız insanlar işlerin faydaları ve zararlarını hesaplarken zihinleri faydadan daha çok zararlı kısımların tespitine takılır. Bu ise tereddüt demektir. Tereddütler karar vermekte gecikmeye, gecikmeler ise fırsatları kaçırmaya sebep teşkil eder.
BAĞBAN RA HAR ÇÜN DER PAY REFT
ZERD FIRSAT YAFT KA LA BERED TEFT
Bahçıvanın ayağına diken batınca, onun acısını fırsat bilen hırsız onun eşyasını çalar.
İnsanın kalbine veya aklına vesvese girerse tereddüde düşer. Tereddüt ayağa batmış bir diken gibi insana acı ve eza verir. İşte tam bu durumdayken şeytan insanın itikadından çalmaya başlar. Bu yüzden akla ve kalbe gelen her türlü vesvese bilinen bilinmeyen bir çok zarara ziyana yol açar.
Vesveseden kaçınmak, apaçık hükümlere uymak ise saadet ve selamet sebebidir.
ÇÜN Zİ HÂYRET REST BAZ AYED Zİ RAH
DİDE BÜRDE DÜZD RAHT EZ KARGAH
Şaşkınlıktan kurtulup yola tekrar girince hırsızın eşyasını kapıp götürdüğünü fark eder.
Hazreti Âdem de yasağı çiğneyip, yaklaşma denilen ağaca yaklaştıktan sonra onun sonuçlarını görmeye başlamıştı. Büyük bir pişmanlık içinde inleyerek, ağlayarak Allah’ın affını ve merhametini istemeye başlamıştı.
RABBENA İNNA ZÂLEMNA GÜFT VAH
YANİ AMED ZULMET Ü GÛM GEŞT RAH
“RABBENA İNNA ZALEMNA (Ey Rabbimiz, biz nefsimize zulmeyledik) vah bize dedi, yani karanlık çöktü, yol kayboldu.
Şeytanın gaflete düşürmesiyle yasaklanan ağaca yaklaşan Hazreti Âdem ve Hazreti Havva’nın pişmanlıkları ve tövbekar oluşları Araf Suresinin yirmi ikinci ayeti kerimesinde hikaye buyrulmaktadır. Bu pişmanlıkları ve yalvarışları sonucunda affedilmişler dünyada ve ahirette her ikisi de yüce ve makbul kılınmışlardı. Allah saklasın Allah’ın emirlerini ve yasaklarını bir an için olsa da unutan insanın hemen pişman olması, af dilemesi, emirlere eskisinden daha sıkı sarılması gerekir.
İN KAZA EBRİ BÜVED HURŞİD PÛŞ
ŞİR Ü EJDERHA SEVED Z’U HEMÇU MÛŞ
Kaza; güneşi örten bulut gibidir, o gelince aslanlar ejderhalar fareye dönüşür.
Kaza, Allah’ın ezelde takdir ettiğinin vukua gelmesidir. Onun kazası karşısında insan son derece aciz ve çaresizdir. İnsanın aklı ne kadar parlak, kalbi ne kadar sağlam ve cesur olursa olsun kaza geldiğinde akıllar kararır, kalbe ve dehşet ve korku gelir. Onun kazasından yine ona sığınmaktan başka hiç bir çare yoktur.