TEVHİD PUTLARI REDDETMEKTİR
Tevhid bütün putları reddetmektir. Çünkü Allah’tan başka ilahlar ve tüm aşırılıklar put hükmündedir.
Bir insan için tek yöneliş ve teslimiyet yalnız Allah’adır. Kulluk sadece O’nadır. Tevhid konusu konuların en zorlarındandır. Çünkü tevhid idrakle varılan bir mesafedir. Her şeyde ve her yerde Allah’ı görebilmek derecesine erebilmektir. İnsan öyle bir idrake ulaşıyor ki, eşyada dahi Allah’ı görüyor. Tevhid, her yerde ve her şeyde; celâlde, cemâlde, nebatta, bitkide, hayvanda o yüce tecellîyi görüp idrak etmek, her şeyde ondan bir eser olduğunu hissederek sevebilme kabiliyetidir. Yunus Emre’nin “yaradılmışı severim Yaradan’dan ötürü” deyişinde olduğu gibi… İşte “her yerde O’nu görüyorum O‘nu seviyorum” diyebilmektir. Tevhid, gördüğünüz gibi her işin başı ve sonudur. Yani Bir’den geliyoruz, Bir’den zuhur ediyoruz. Tıpkı Lauoisier’nin dediği gibi “Hiçbir şey yoktan var olmaz, varken de yok olmaz.” Yani, birden gelir bire gider. İnançlı inançsız herkeste bu tecellîyi görmek mümkün müdür?
Devrin sultanı, Rum ilinde yaşayanlar (Türkler) ve Çinliler arasında iki grup oluşturmuş ve bir resim yarışması yapmış ve her iki gruba da karşılıklı birer duvar vermiş, araya da bir perde germiş. İki grup birbirlerinin neler yaptığını görmeden resim yapmaya başlamışlar. Çinliler çok güzel bir resim çizmişler. Yeşiller morlar kırmızılar… Renkler o kadar güzel kullanılmış ki, anlatılamaz. Öbür tarafta Rum ilinde yaşayanlar (Türkler) devamlı duvarı cilalamışlar, cilalamışlar, cilalamışlar. Sonunda iki taraf arasındaki perde açılmış ama bir de ne görsünler? Çinlilerin yaptığı o muazzam güzel resim, o cilalanmış duvara o kadar güzel aksetmiş ki… Renkler hafif solmuş, ortaya bir şah eser çıkmış. İşte Allah’ın sonsuzluktaki manasını en temiz, en cilalı aynada, yani Efendimiz’de (sav) şaheser bir halde seyretme isteğinden yaratılış doğmuştur. O halde tevhid ehli de, bunu görebilendir. Çeşitli duvarlarda bu aksi hissedebilendir.
O zaman görmek için tevhid ehli olmak gerekiyor. Biz de İslâm olabilmek, teslim olabilmek için “şahadet ederimki Allah birdir” diyoruz. “La ilahe illallah” diyoruz, peki Kelime-i Tevhid’in manası nedir? Bütün insanlar sadece bu cümlenin manasını anlayabilmek için bu dünyaya gelirler. Neden mi? Dünya halk ve Hak olmak üzere iki gruptan oluşur. Halk, henüz kendi hakkı olan manasını bulmak için mücadele halindedir. Yani ezelde nasibi olan levh-i mahfuzuna ulaşmak için bilerek veya bilmeyerek mücadele halindedir. Sonra bu mücadele esnasında halk “l”sini “la” eder yani yok olur. Yani “la” makamında olan nefsini terbiye eder, aşırı istek ve arzularını yok eder. O zaman Hak olur yani özüne varır, haklılık zuhur eder, Hak haline geçer. İşte “la ilahe illallah” iki grubu anlatır. “La” yok et, Neyini? İlah olan kısmını, nefsinin kendine tapan kısmını yok et “la” et. O zaman senden Hak zuhur eder. “La ilahe” dersen, ben ilah değilmişim dersen “illallah” olursun. ‘Senden Allah zuhur eder’ diyor, yalnız Allah! Eğer her görünende bu hali temaşa edersen şahadet ederim ki, nefsini yok edende Allah tecellî eder, biliyorum ki, görüyorum ki, kendi varlığını nefsini temizleyenden Allah tecellî eder demiş olursun. İşte şehadetin esas manası budur
Görüyoruz ki, şahadet tevhide gitmek için tek yoldur. Taptığımız şey batıldır, puttur. Önemli olan putu yok etmektir. Kendimizi, nefsimizi, aşırı isteklerimizi, kendimize tapmamızı yok etmektir. Neden mi? Muhyiddin İbnü’l-Arabi diyor ki; “İnsan kendi kişiliğinde Rahmân’ın nefesini ve kulluğu, ikisini de taşır.” Bu ne demektir? İnsana bakalım. İnsanın özünde ne var? Nefis var, ruh var, akıl var, kalp var. İnsan bu dört manadan oluşmuştur. Ruh, Allah’tan emirdir. Mahluk değildir. Halık’tan zuhurdur. Nefs mahluktur, kuldur. Yani “ben” diyen kısımdır. Toprağın zuhurudur. Gene o da Allah’tan, nefs-i küllden gelmiştir ama halk edilmiştir. Toprağın hakimiyetine girmiştir. Şehvetler, kinler, arzular, istekler nefiste toplanmıştır. Şimdi nefis vücutta canlı iken, aklı nefis yönetiyorken, yani kinler, nefretler yönetiyorken, vücudun içinde hayvani can var, deriz. Hayvani canımız hâkim, deriz. Ne zaman ki, kalp denen et parçası üzerine Allah’ın nuru akseder ve gönül adını alır. Bu nur, ışık gibi aklın üstüne düşer. Aklın üstüne düşünce akıl nefse der ki; ‘bunca yıldır beni idare ettin ama sen yok olmaya mahkumsun. Sen fanisin oysa vücut içinde bir de baki kalacak olan ruh var. O daha haklı, sen biraz kendinle mücadele et’ der. O zaman aklın yardımıyla aşırı çirkinliklerinin başını kesmeye başlar. Burada en büyük yardımcısı aşktır. Ne zaman ki nefis kulluğunu anlar. O zaman ruh, vücut içinde hakimiyet kurar vesselam!…