TEVHİD EHLİ SÜKUT EHLİDİR
İnsan bu âlemde Allah’ın iki eliyle yarattığı; yani rablık ve kulluk vasıflarını birlikte taşıyan yegâne varlıktır. Allah “Yalnız insanı cemâlim ve celâlimle yarattım.” buyurmaktadır.
Tevhid ehli sükût ehlidir. Susar, dedikodu etmez, aleyhte konuşmaz. Çekiştirecek, yanlış görecek kimse yoktur onun nezdinde. Tevhid ehli olan Hazret-i Cîlî; hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz’in “Verdiğiniz sadaka insanın eline düşmeden Allah’ın eline düşer.” dediğini bizlere aktarır. Demek ki her şey ilk önce Allah’ın elinden, Allah’tan geçer. O hâlde küfür ettiğin, çekiştirdiğin ya da kötü muamele ettiğinde bu davranışların o kişiye gitmeden önce Allah’a uğrar. Bu durumda ise bizim edep etmemiz gerekir.
Diğer bir sükût ise kalbin sükûtudur. Bu da dünya endişe ve takıntılarını bırakmaktır. Dilin ve kalbin sükûtu hâsıl olursa o kulun sırrı kendini gösterir ve Cenâb-ı Hak o kimsenin aynasında isimleriyle tecellî eder. İşte bu hâl, vahdet hâlidir.
İnsan bu âlemde Allah’ın iki eliyle yarattığı; yani rablık ve kulluk vasıflarını birlikte taşıyan yegâne varlıktır. Allah “Yalnız insanı cemâlim ve celâlimle yarattım.” buyurmaktadır. Bazı insanda celâli ile hâkim olduğunda, -Allah korusun- o zaman insan kendinde bir varlık addedip kendini Firavun gibi görebilir… Bazı insandaysa cemâli hâkim olduğunda o kişi kendini “kul” olarak görecek ve Hz. Peygamber gibi “Seni lâyıkıyla bilemedim Allah’ım…” diyecektir. İşte Allah’ın celâli ve cemâlinin zuhur ettiği yer olduğu için insan çok önemlidir. Allah celâl ve cemâlinin tecellî ettiği kemâl sahibi kullar istiyor. Rahmetiyle gazabını örtmüş, güzel ve iyi huylu kullar istiyor. İşte onun için ilâhlık iddiasında bulunan insan istemiyor, böyle bir insan Allah’a makbul olmuyor.
Allah (cc), Hazret-i Mûsâ’ya buyuruyor ki; “Kuluma söyle, ikimiz de ‘ben’ diyoruz. Ben onun için yok olurdum ama olamam. Çünkü ben ezelî ve ebedî Hayy’ım. Kulum bana varmak için zıddımla gelmek zorunda; yok olarak, fena bularak gelmek zorunda…” Bu aşamalardan geçtikten sonra, kul kemâl noktasına erdiği yerde hüviyet sahibi olur. Hayy ismiyle dirilen kişi bu merhaleleri aştığında şahsiyete kavuşur. İnsanın şahsiyet sahibi olması için kul olması gerekir, nefsinin kül hâline gelmesi gerekir.
İnsan kendini terbiye ederek, kendinden tecellî eden Hakk’ı görmelidir. Bunu görmek ise şöyle olur: Kızmayacak, kırılmayacak, alınmayacak, darılmayacak, sinirlenmeyecek, her şey Hakk’tandır diyecek, ben Allah’ıma, yaradanıma, var edenime nasıl kızar, sinirlenirim diyecek ve tıpkı Mecnun’un Leylâ’ya bakışı gibi Allah’a bakmayı öğrenecek… Mecnun Leylâ’ya nasıl bakmış? Hani Leylâ, sultanın kızı olduğu için işçilere yiyecek dağıtıyormuş. Sıra Mecnun’a gelince Mecnun’un kabına tın diye vurmuş kepçesiyle, Mecnun zevkten delirmiş. Demişler
ki “Leyla sana yemek koymadı, seni sevseydi tabağına bol bol yemek koyardı.” Mecnun da demiş ki; “Niye bana da sizler gibi davransın? O’nun sevgi gösterişi, farklı davranmaktır…” Demek ki o görüş; bu hikâyede olduğu gibi, Allah’ın verdiği sıkıntılarda ya da bize kızan insanlarda O’nun tecellîsini görerek ya da hissederek oluşur. “Ne güzel ki bana farklı davranıyor, ne güzel ki benim buna tahammül edip dayanacağıma inanıyor, onun için bana farklı davranıyor…” diyebilirsek kurtuluruz. O zaman da şahsiyet sahibi oluruz.
Hazret-i Mevlânâ diyor ki: “ ‘Lâ ilâhe illallah’ avamın tevhididir. Havasın yani daha üst seviyenin tevhidi ‘lâ ilâhe illa hüve’dir.” Ne demek istiyor? Hüve; tek O var, başka hiçbir şey yok demektir. Hüve yani O; bizden öte olan O ama her yerde bizden tecellî eden de O’dur. Burada iki durum var; tenzihle teşbih. Bu konu çok önemlidir. Tenzih, Allah’ın hiçbir benzeri olmadığının idrak edilmesidir. O’nun doğmadığını, doğurmadığını, her şeyden üstün olduğunu bilmek; işte bu tenzihtir. Aynı zamanda O’nun isimlerinin tecellîlerinin her yerde göründüğünü bilmek ve bundan dolayı her şeye hürmet etmek de teşbihtir. İnsan bu ikisi arasında olduğu zaman kâmil insan olur. Bu hâlin diğer bir adı da sadâkattir.
Kâinatta her şey Allah’ı zikreder. Kur’an bizi zikre ve tevhide dâvet eder. Olan biten her şeyde bir hikmet var. Konuşsak da sussak da apaçık bir hakîkat var! Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söylemiştir: “Hak şerleri hayr eyler. Zan etme ki ğayr eyler. Ârif ânı seyr eyler. Mevlâ görelim n’eyler. N’eylerse güzel eyler…” Vesselâm.