[TEKKE:SIĞINAK]
“Gel ey dil bülbülü gülzâr-ı tenden eyle ihbârı, ayân eyle ne gülşenden gelirsin bize de bârî…” dâveti erişince cân kulağımıza, Edirne’de meknûz Halvetî-Gülşenî yolu azizlerinden, Osmanlı’nın Hâfız-ı Şîrâzî’si olarak bilinen: Hasan Sezâyi (v. 1738) Sultânımızın gülşeninden bir deste-gül ikrâm olundu:
Bu ten tekye, gönül kandil ü revgân feyz fitîli âh
Yakupdur nâr-ı ‘aşk ile tecellî eyleyip Allâh
Ten kabuğu tekke, bu tekkeyi nurlandıran gönül kandil, bu gönül kandilinin yağı feyz, o yağın beslendiği fitil de derdinden yükselen derûnî âh’dır âh! Aşk ateşi ile zuhûra geldikçe, öz evinde bu kandili yakıp duran Allah’tır Allah!
Halîfe eylemiş ol tekyede bir şeyh-i nûrânî
O’dur mir’ât-ı Subhânî bakan Hakk’ı görür her gâh
Kendine, bu biyolojik beden âleminde hâlife (birinin yerine geçen kimse) eylemiş tekkede bir nurânî insan-ı kâmili. Kendi tenzihdeki sonsuz sınırsız manâ halini, sonlu sınırlı âlem-i imkan içinde gösteren ayna O’dur. O’na tertemiz bakan o saf aynada her zaman Hakk’ı görüp durur.
Salâ eyler o meclîsde ne denli var ise abdâl
Gelin esrâr-ı Hakkânî yin ondan olun âgâh
Varlığını yoğa sayan yani bedel ödeyen ne kadar derviş var ise insan-ı kâmil onları kendi câmisine çağırır ve Hakk’ın sırlarından ikrâm eder ki bu sırlarla beslendikçe, uykunun tadı kaçsın ta böylece dünya rüyasından uyansınlar.
O şeyhe baş koyup teslîm olanlar oldular kâmil
Ona serkeş olan râh-ı dalâlet içredir gümrâh
O insan-ı kâmile kendilerini fedâ edip, tatlı canından geçenler, irâdesini teslîm edenler fakirken zengin, zenginken sultân olup dururlar. O’nun huzurunda varlık gösterenler, itaatsiz, inatçı, dik kafalı, “ben varım” diyen gâfiller yolunu sapmış, doğru yoldan uzaklaşmış olarak kendi yataklarında kurumaya mahkumdurlar.
Ma’ârif söyle gel ‘ilm-i ledünnîden Sezâyî lîk
Velî senden kıyâs etme ki nâtıkdır bunu Allâh
İrfan ile ilâhî sırlara dâir, varlığın özü ve gerçeği hakkında tefekkür, keşif ve ilham yoluyla elde edilen bilgilerden söyle, ilm-i ledünden haber ver, kendi kaynağından çıkan suyu akıt ey Sezâyî (ksa) amma ve lâkin çıkan bu ilmi kendine nisbet edip “bilen benim, söyleyen ben” de sanma ki senden konuşan, boşalttığın ten sarayına hükümdar olan ancak ve ancak Allah’tır vesselâm
Daha ilk sahnesinde aşk ile başlayan bu mâcerâya bir hadd ü kenâr bulunmazsa da âşıkların sultânı dilinden, esmâ (kadeh) ve feyz (şarap) dolu, bitmeyen bir nokta ile yüksek müsâadeleriniz alalım cânım erenlerim:
Ol dost bana gelsin demiş sundum kadeh alsın demiş
Aldım kadeh içtim şarâb, ayruk gönlüm ölmez benim
Hâmiş: Tekke kelimesini kökeni olan Arapça tekye, takiyat, تكية halindeki sığınma, iltica, barınma’dan mülhem “derviş yatağı” özü malûm-u ihsânınızdır elbet…