TASAVVUFÎ ŞİİR GELENEĞİNDE MEVLÂNÂ’NIN YERİ VE ÖNEMİ

A+
A-

TASAVVUFÎ ŞİİR GELENEĞİNDE  MEVLÂNÂ’NIN YERİ VE ÖNEMİ

Fikirleri, takip ettiği yol ve eserleriyle farklı bilim dallarına konu olmuş Mevlânâ’yı sadece bir yönüyle ele almak mümkün değildir. Özellikle Hak aşığı oluşu ile şair kimliği onun birlikte ele alınması gereken iki ayrı yönüdür.

Burada öncelikle klasik edebiyatta şiir ve şairin nasıl değerlendirildiği, Mevlânâ’ya yakın yıllardan örnek verilerek aktarılacak ve tasavvufî şiir geleneğinin önde gelen temsilcilerinin bariz vasıfları özlü bir şekilde sıralanacaktır. Ve akabinde konumuzun özünü teşkil eden Mevlânâ’nın tasavvufî şiir geleneğindeki yeri ve özelliği, onun mutasavvıf kişiliği ile şairlik vasfının uyuşma va çatışma noktalarına da yer verilerek izah edilmeye çalışılacaktır.

İslâm dünyasında şiir, belâgat bilimcilerinin ve ediplerin söz ve anlatımın usul ve kaidelerini tespitteki anlayışlarına uygun bir ifadeyle, en değerli varlık olan insanın en değerli sözü, anlatımı ve ahengi elde etme ve muhatabı insanlara aktarma gayretinin ürünlerinden biridir. Klasik edebiyatta şiir çoğu defa vezin, kafiye özellikleri etrafında tanımlanmaya çalışılırsa da ilk dönemlerde daha çok anlam ön planda tutulmuştur. Mevlânâ’ya yakın dönemlerde yaşamış Fars edebiyatında şiirin mahiyetine ve iyi şairin vasıflarına değinen ilk kişilerden Semerkantlı Nizâmî-i Arûzî de bu düşüncededir. Çehâr Makâle (yazılışı 550-551/1155-1157) isimli eserinde şairliği, kişilerin zihinlerine nüfuz eden, onları yönlendiren, gönülleri neşelendiren veya üzüntüye sevkeden bir sanat olarak görür. Şairin ise temiz yaratılışlı, üstün düşünceli, iyi karakterli, güzel fikirli ve ince görüşlü, dönemindeki bilim dallarından haberdar ve görgülü olmasının; gençlik yıllarında eski şairlerin şiirlerinden 20.000 beyit ezberlemesinin ve yakın dönem şairlerinin eserlerinde yer verdikleri 10.000 kelimeyi kullanabilmesinin gerektiğini söyler. İlave olarak aruz, kafiye ve edebî bilgilerle ilgili çeşitli eserleri okumasını ve ders almasını öğütler. (1) Bu eserin yazımından yarım asır kadar sonra aynı anlayışın hakim olduğu çevrelerde yetişmiş olan Mevlânâ, her ne kadar anılan ağır şartlara uymaya azamî gayret sarfeden saray şairlerinden farklılıklar arzederse de şiirde bu sağlam temellere ve değer yargılarına dayanmaktadır.

Anlatılan özelliklere sahip olması gereken şairler, insanî olmayı, özle ilgilenmeyi ve benliği yıkmayı bilhassa amaç edinen bir tasavvufî düşünce ile hareket edince şekli, kalıbı arka plana bırakmayı tercih etmiş gibi görünürler. Bu hususu Mevlânâ’nın ifadeleriyle açıklamaya geçmeden önce tasavvufî şiirin ilk büyük temsilcilerine değinmek lüzumludur.

Tasavvuf, düşünce ve tavır olarak Müslüman toplumda şekillenirken önce Arap edebiyatında şiire yansımış ancak ilk ve son denebilecek büyük şairini, Mevlânâ ile çağdaş sayılabilecek İbnü’l-Fâriz (ö. 632/1235)’i VII/XIII. asra yaklaşırken yetiştirebilmiştir. Fars edebiyatında ise daha erken dönemlerde yaşayan bazı öncü şahsiyetlerden sonra IV/X. asrın son yıllarında Hakîm Senâî (ö. 525/1131) ortaya çıkmıştır. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde övdüğü, tebcil ettiği ve şiirlerinden alıntılar yaptığı bu şairden biraz sonra şiir dünyasına giren ve Mevlânâ‘nın gençlik yıllarında vefat eden büyük şair Şeyh Attâr (ö. 618/1221) Mevlânâ’nın şiirdeki ikinci mürşidi olmuştur.

Tasavvufî mesnevî tarzının bânisi Senâî kimilerine göre ömrü boyunca saray şairi olma vasfını, mutasavvıf şair kimliği ile birlikte taşımıştır. Bazılarınca ise hayatı, ikinci dönemi tasavvufî özellikte olmak üzere iki döneme ayrılmıştır. Sûfî şair ve düşünür olarak tanınan Şeyh Attâr’ın ise tasavvufî eğitimi, yolu ve mertebesi hususunda tartışmalı noktalar bulunmaktadır. Ayrıca tasavvufî muhtevalı eserlerinin yanı sıra aynı anlayışın egemen olmadığı Husrevnâme isimli bir mesnevîsi de vardır. Mevlânâ hem tasavvufî kimliği, meşrebi ve önderliği ile hem de nitelik ve nicelik açısından üstün durumdaki manzumeleriyle İslâm dünyasında tasavvufî şiirin en büyük temsilcisi olarak kabul edilmektedir.

Mevlânâ’nın, tasavvufî kişiliği şairlik hüviyeti ile birleşince maddeden sıyrılmayı aşkta, vucûd-i mutlak’ta yok olmayı hedef edinip mânâda merkezileşmesi, onu hem düşüncede hem de ifadede daha güçlü hale getirmiştir. Dardan genişe doğru varlık alemi, hayal alemi ve yokluk alemi diye vasıflandırdığı alemlerin en genişine(2) doğru ilerlemede şairlik hususiyeti ona yardımcı olmuş olmalıdır. Aynı özellik hissiyatını dile getirmede ise mutlaka ona büyük imkân sağlamıştır. Şiiriyet anlam, lafız ve ahengi güzelleştirmeyi sağlarken, şiire ait vezin, kafiye ve kalıp engel çıkarır gibi görünmektedir. Mevlânâ bu yönde serzenişlerde bulunmakla kalmayıp gerçekte şiiri küçümser ifadeler de kullanır. Fîhi Mâ Fîh’te “… yanıma gelen şu dostların canları sıkılır korkusuyla şiir söylerim, onunla oyalanmalarını dilerim. Yoksa ben nerdeyim, şiir nerde? Vallahi şiirden usanmışım ben; bence şiirden beter bir şey yok” ifadelerine yer verir(3) ve daha sonra “Bizim ilimizde, bizim toplumumuzda, şairlikten daha ayıp bir iş yoktu. O ilde kalsaydık onların yordamına uygun ömür sürerdik” diye ilavede bulunur.(4)

Mesnevî’sinde de şiire başka bir yönden ancak yine olumlu sayılmayacak şu ifadelerle değinir:

Kafiye düşünürüm. Sevgilim ise bana der ki, beni görmek, müşahede etmekten başka bir şey düşünme.

Ey kafiye düşünenim! Rahatça otur. Benim yanımda devlet kafiyesi sensin.

Harf nedir ki sen onu düşünüyorsun! Harf nedir? Üzüm bağının dikenden duvarı!

Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da seninle bu üçü olmaksızın konuşayım”.(5)

Mevlânâ şiirde gerçek güzelliklerin anlaşılamayacağı korkusunu taşır. Mânânın şiire sığamayacağını ve istikametini tıpkı sapanla atılan taş gibi bulamayabileceğini söyler.(6) “Harf kaptır, içindeki mânâ su gibidir”(7)benzetmesini yapar ve harf suretini mânâ bahçesine yakıştırmaz.(8) Şu beyitte de

Şekle aldananlar mücevherlere bürünmüşler, mânâya değer verenler mânâ denizini bulmuşlar.”(9)

şeklinde belirttiği iki ayrı tercih ve sonucu, sık sık tekrar eder. Sanatsal meşguliyetin ve zevkin gerçeği unutturabileceğini, yaratıcı ile kul arasında perde olabileceğini bir müzisyenin diliyle hatırlatır.(10) Ancak aynı zamanda Mesnevî’nin birçok yerinde surette, şekilde kalacak, Hakk’a erişmede engel olacak tavır, düşünce, fiil ve benzeri her şeyi yerer. Yoksa bu değerlendirmenin dışında kalacak bir şiir onun gözünde de güzeldir ve etkileyicidir. Fîhi Mâ Fîh’te şiirlerinin tesirinden de emin olarak şöyle der: “Önceleri şiir söylemeye büyük bir istek duyardım, o vakit şiirlerimde tesirler vardı. Şimdiyse zayıfladı, battı gitti. Fakat gene de şiirlerimde tesirler var. (11)

Mesnevî’de bir münasebetle “İhsan sahiplerine şiir, yüz denk kumaştan daha iyidir. Hele denize dalıp da dibinden inciler çıkaran bir şairin şiiri olursa!”(12) diyerek şiirinin değerine işaret eder. Bir şiir için de “İnci gibi kıymetli mısralarla dolu çok güzel” ifadesine yer verir.”(13)

Bunlara ilave olarak manzum eserlerinin eldeki baskılarında yer alan, Mesnevî’de 25.682; Divân-ı Kebîr’de 36.360; ve Rubaiyyât 3.966 beyit olmak üzere 65.958 beyit hacmindeki şiirlerinin de sahibi olduğu unutulmamalıdır. Bazı iddialarla anılan rakam biraz küçültülebilecek olsa da bu kadar şiire sahip pek az değerli şair İslâm dünyasında yetişmiştir.

Dipnotlar:

* Bu metin, 6. Milli Mevlânâ Kongresi’nde (24-25 Mayıs 1992) sunulmuştur. (Tebliğler, Konya, 1993, Selçuk Üniversitesi Yayınları, s. 87-120).

1 Nizâmî-i Arûzî-i Semerkandî, Çehâr Makâle, nşr. Muhammed-i Kazvînî, Tahran, 1368 hş./1989, s. 61, 65-66.

2 Mevlânâ, The Mathnawi of Jalâlu’ddîn Rûmî, nşr., trc., şerh Reynold A. Nicholson, I-VIII, London, 1925-1940, I, 3094-3096; krş. Mesnevî, Çev. Veled İzbudak, Gözden geçiren Abdülbaki Gölpınarlı, I-VI, İstanbul, 1988, aynı defter ve beyit numaraları.

3 Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Fîhî mâ fîh, B. Furûzânfer, Tahran, 1369 hş./19120, s. 74; Gölpınarlı, Abdülbaki, Fîhi Mâ Fîh ve Mecâlis-i Seb’a’dan Seçmeler, İstanbul, 1972, s. 61.

4 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 74; Gölpınarlı, Fîhi Mâ Fîh ve Mecâlis-i Seb’a’dan Seçmeler, s. 62.

5 Mevlânâ, Mesnevî, I, 1727-1730.

6 Mevlânâ, Mesnevî, I, 1528.

7 Mevlânâ, Mesnevî, I, 296.

8 Mevlânâ, Mesnevî, IV, 2823.

9 Mevlânâ, Mesnevî, I, 2742.

10 Mevlânâ, Mesnevî, I, 2186.

11 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 199, Gölpınarlı, Fîhi Mâ Fîh ve Mecâlis-i Seb’a’dan Seçmeler, s. 63.

12 Mevlânâ, Mesnevî, IV, 1188.

13 Mevlânâ, Mesnevî, IV, 1208.