TASAVVUF KAPILARI AÇMAKTIR
TASAVVUF KAPILARI AÇMAKTIR
Son yıllarda Osmanlı’nın maneviyat tarihini ihmal ettik. Osmanlı toplumunun çöküşünde yegâne sebep ekonomik değildir. Osmanlı aydınları, ‘Biz iki anneden süt emdik; İbn Arabi ve Mevlana,’ diye tarif ederler. Devletin kuruluşu oraya dayanıyor. Orhan Gazi, Osman Gazi’lerin yanında bulunan aydın kesim, İbn Arabî çizgisinde olan kesim. Çok sonraları bu kesim Çivizade ve Kadızade ailesinin gayretleriyle dışlanmaya başlamıştır. Bunlar fıkıh ilmi mensupları… ‘İslam dini eşittir hukuki normlar,’ diyen yaklaşım. Oysa ki bakıyoruz Kur’an’a, hukuki normlar, yaptırımlar, yüzde 30’luk bir yeri işgal ediyor. Onun haricinde büyük bir oranda tefekkür dünyası ve buna ait ilimler var. Bu ilimler ihmal edilip, forma ait ilimler öne çıkarılırsa, bu din bir yerden sonra pıhtılaşır, dondurulur. Bu yeniyetme molla tipi Çivizadeler’in temsil ettiği tahrikler, ajitasyonlar sayesinde tekkeler basıldı, dervişler dövüldü…
Cumhuriyet’in Diyanet İşleri Başkanlığı anlayışı, Çivizade çizgisine yakın bir çizgidir. Arapça grameri öğrenmek suretiyle ortaya çıkan bir din alimi tipi oluşturmuştur tüm bunlar. Oysa Yunus ‘Şeriat, tarikat yoldur varana, hakikat marifet, andan içerü,’ demiştir. Bu dörtlük, İslam din felsefesini anlatmak için size 10 bin sayfa kitap yazdırır. Tasavvuf, İslam dininin arkeolojisidir.
DOĞU AKLI İBNİ RÜŞD’Ü MESNED ALMAMIŞTIR
Selçuklu Osmanlı çizgisinde, büyük bir İslam düşünürü olmakla beraber yaklaşık 800 yıl İbni Rüşd tanınmaz bu topraklarda. Cumhuriyet dönemiyle beraber, kurucular, Tıbbiye ve Harbiye’den mezun pozitif bilimler tahsil etmiş kuşak tarafından keşfedilmiştir. İbni Rüşd, Batı’dan keşfedilmiştir, Doğu’dan değil. Kemalist İslam anlayışının bu yaklaşımını modern Müslümanlar da benimsemişlerdir, o yönde örtüşürler. Osmanlı’nın yükseliş döneminde İbn Arabî’ye önem verildi. Ama çöküş döneminde yeterince önemsenmedi. Kendi zamanında da nadir zevat tarafından anlaşıldı. Nebilerin ve velilerin ortak talihidir anlaşılmamak. Bundan dolayı şehit peygamber çoktur. Bunun izahı: Alt mertebe, üst mertebeyi öldürmek ister. Bunun sebebi kıskançlık olabiliyor, siyasi bazı şeyler olabiliyor, ama en temelde anlamayanlar var. Ki bunlar Kuran tabiriyle çoğunluktadır.
İbn Arabî gibi İslam irfanını en üst mertebelerinden açmaya çalışan bir kişiyi, daha alt mertebelerde dondurulmuş bir anlayış sahiplerinin kolayca hazmetmesini beklemek de abestir.
ÜLKEMİZDE TASAVVUFİ PRATİKLER YASAKTIR
İslam dünyasının geneline baktığınızda Tasavvuf Ana Bilim Dalı diye müstakil bir bilim dalı yok. Hatta bazı ülkelerde yasak. Ülkemizde tasavvufi pratikler yasaktır. 30 Kasım 1925’te çıkarılan kanunla yasaklanmıştır. Ki AB’ye giriş süreci içerinde buna da dikkat çekmek istiyorum. Sümela Manastırı’nda ayin tertip edilmesi gibi özgürlükleri destekleyen biriyim, ama aynı şekilde İslam Tasavvufu’nun pratiği üzerine kurulmuş olan prangaların da dile getirilmesini istiyorum.
Dergâhı kapalıdır İslam Tasavvufu’nun. Yüzyılın başında tekke ve medreselerin kapatılmasına karşı çıkan Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları da vardı. ‘Paşam, İngilizin Oxford’u, Fransızın Sorbonne’u var, bizim de bu müesselerimiz var,’ demişlerdi. Evet, reforma ihtiyaç vardı, ama devrime var mıydı? O çizgi ruh olarak sürseydi, bizim modernistlerimiz dinlerini içselleştirselerdi, daha güzel sentezler çıkardı ortaya. İslam dini, elit kesimin elinden çıkınca toplumda itibarlı konumunu kaybetmeye başladı. O ailelerin çocukları daha çok mühendislik ve tıp okumaya başlayınca, dindarlık ve dini ilimler ister istemez taşraya kaydı. Halil İnalcık’ın tabiriyle yine, ‘Cumhuriyet kurucularının iyi niyetli hataları,’dır bunlar. Siz hem İslam dininin fanatik tarafıyla mücadele etmeyi düşünüyorsunuz hem de bununla en güzel mücadele edecek yer olan tekkeleri kapatıyorsunuz. Ciddi bir paradokstur bu.
ŞİBLİ’NİN AYIKLIĞI HALLAC’IN SARHOŞLUĞUNDAN YEĞİDİR
Bu İslam Tasavvufu’nda sahv ve sekr yaklaşımlarının bir tartışmasıdır. Sahv, ayıklık demektir. Sekr sarhoşluk, manevi sarhoşluk demektir. Siz nasıl beşeri hayatınızda bazı anlarda heyecana kapılırsınız, ki bu daha çok aşk hallerinde olur. Sırılsıklam âşık olduğunuzda biyokimyanız nasıl değişiyorsa aynı. Kimseyi takmama başlıyor.
Aynı şey maneviyat ilimlerinde de söz konusu. Sekr’e erenler dağınık şeyler söyler, üstlerine başlarına dahi dikkat etmekten vazgeçerler. O dönem ‘Ağır ol molla desinler,’ yaklaşımı neyse, ona aykırı hareket ederler. Kalenderi tarzda hareket etmeye başlarlar.
Sahv haliyse uyanıklık hali. Şeriat halinde bir ağırlık vardır. Sonrasında sarhoşluktur makbul olan. Sarhoşluktan sonra ikinci sahv hali gelir.
Toplum içinde kendini tutan ama iç alemde sarhoş olan… Onun için İbn Arabî, Şibli diyor. Ama ‘Hallac da yanlış yaptı,’ demiyor. ‘Hallac mübarek bir kardeşimizdir, aşk şehididir, ne yapsın, dayanamadı, ‘Enel hak,’ dedi, oysa biz onu her gün söylüyoruz,’ diyor. Sır herkesin yanında açıklanmaz. Tasavvuf, herkes tarafından anlaşılamaz. Bir mollanın tasavvufu yorumla anlamaması doğal bir süreçtir. Katı yobazların ileride belirli bir yaştan sonra tasavvufa gelerek dönüştüğünü görmekteyiz. Bilemezsiniz kimde açılımın olduğunu…
İSLAM PEYGAMBERİNİ TANIMIYORLAR
İslam dini, din, her şeyden evvel manevi bir olgudur. Bu manevi yapının tabii ki sosyal uzantıları vardır ama ikinci merhaledir. Siyasi bir ideoloji olarak vahyolunmaz din. İnsanları kurtarmak üzere gelmiş bir maneviyat yoludur. Peygamberin birincil vasfı Allah’la kul arasında yaptığı aracılıktır. Allah’tan insanlığa getirdiği mesaj ve onun talimi öğretimi doktrindir. Konjonktür gereği arızi olarak başına gelirse savaşır ama talep etmez savaşı. Gayesi savaş değildir. Peygamberimiz esas savaşın tasavvufi manada bir savaş olduğunu gösteriyor. Modern Müslümanlar, İslam dinini bu formattan çıkararak, salt ideolojik bir projeye indirgedikleri için, ki bu da düşmanın üzerlerindeki baskılarından dolayı bu hale geldi.
PAUL COELHO SİMYACI’NIN HİKÂYE ÖRGÜSÜNÜ MESNEVİ’DEN ALMIŞTIR
Bazı edebiyatçı, felsefeciler bunu dürüst şekilde ifade ediyor. Önce bu felsefeyi doğru bir şekilde özümsemek gerekiyor, özümsedikten sonra kendi eserinizde kullanabilirsiniz.
Ülkemizdeyse bazı edebiyatçılarımızın, Sufi inisiasyonundan haberleri olmadığı için bir moda akım olarak sırlı, gizemli kitaplar yazabiliyorlar. Motif olarak kullanıyorlar. Maneviyat içermeyen romanlar. Oysa felsefelerinden istifade etmeleri gerekir.
Coelho’nun Simyacı’sını okuduğunuz zaman Mevlana’nın kast ettiği hedefi de görüyorsunuz. Rumi üzerine özellikle böyle bir pazar oluştu. Sufizm yükselen bir değer. Bunun sebeplerinden biri de tasavvufun bazı ülkelerin ‘El Kaide sonrası İslam, hangi İslam olacak?’ çalışmaları yapan strateji merkezlerinde yükselen bir değer olarak görülmesi. ‘Komünizm gelecekse biz getirelim,’ mantığından hareket ederek, Sufizm’e yatırım yapan devletler var.
İSLAM’IN RÖNESANS’A İHTİYACI YOKTUR
Rönesans ne kadar insanların mutluluğunu, huzurunu sağlamıştır?’ bunu sormak lazım önce. Aydınlanma, Budacı bir anlayışın tepetaklak hale getirilmek suretiyle oluşturulmuş bir anlayış. Bugünkü gayri insani birçok yaklaşımın fikri temellerinde Rönesans yatarken birileri çıkıp İslam’ın kendisini yenileyemediği için çağdışı kaldığından bahsediyor. İslam, bir yere kadar bilimsel gelişmeyi teşvik ederdi ama bir yerden sonra edemezdi. Değil İslam, hiçbir semavi din edemezdi. Ateşi ve barutu ilk Çinlilerin bulmuştur ama bunu ateşli silah yapmak yerine Tao’cu bir dünya görüşüne bağlı oldukları için dini bayramlarda havai fişek olarak kullandıklarını ve silah icat eden beyaz adama karşı üstünlüklerini için hor görülür Uzak Doğu gelenekçiliği. Bunun bir benzeri de İslam dünyasında oldu. Çağımızdan, sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’ndan bir örnek verirsek, Saddam Hüseyin, Halepçe’de kimyasal silah kullanırken Humeyni, bir din adamı olarak ‘Ülkemiz işgal edilse bile biz o silahı kullanamayız,’ diyor. Ermeni katliamı, ne kadar oldu olmadı, onları tarihçilere bırakmak lazım ama Srebrenitsa’da katliam olmuştur ve o insanlar Bosna’da bunu her yıl anmaktan rahatsız olmaktadırlar. Çünkü İslam’da trajediyi anmak değil, unutmak vardır.
EHL-İ TARİK DİN ADAMINA RASTLAMAK ÇOK ZOR
Değerli imamlarımızı tenzih ederek söylüyorum, Cumhuriyet projesinin ürettiği din adamları, camiye cemaat gelsin diye minareyi sarı laciverde, Fenerbahçe renklerine boyatabiliyor. Geçen yıl 10 dakikada teravihten çıkaran cami yarışması bile olmuştu. Allah’tan Diyanet el koydu. Böyle hilkat garibesi imam tipleri camilerin ruhani bir merkez olarak kurgulanmamasından kaynaklanıyor. Kilise öyledir mesela. Oysa camiler, Cumhuriyet’ten sonra salt fiziki hareketlerin yapıldığı yerlere dönüştü.
Eyüp’te bir imam vardı, kapısının önü Mercedes’lerle doluydu. 20 rekat namazı, yedi dakikada çıkarıyordu. O namaz namaz değildir, o namaz günah. Vehabi yaklaşımda da maneviyatın dışlanması söz konusu olduğu için İslam maneviyatının dışlanması paralelinde ister istemez oluyor bunlar. ‘Âlemde boşluk yoktur,’ fetvasınca, o boşluğu böyle bina yapımlarıyla tamamlamışlardır. İslam ezoterizminin yasaklanması ülkemizde de büyücülük, üfürükçülük, sahte şeyhlik gibi kavramların çoğalmasını sağlamıştır. 1917 Ekim Devrimi’nin ‘Dine ait ne varsa kazıdık,’ demek suretiyle kiliseyi, havrayı kapatmasından sonra 1925’te Sovyetler Birliği’nin büyücü dolmaya başlamasıyla aynı. Onlar son 10 yıldır yeniden kendi dini gelenekleriyle barışmaya başladı.
YAŞADIĞIMIZ ÇAĞI TANIMALIYIZ
Her insanın kendi devrinin özelliklerini bilmesi lazımdır. İbn Arabî der ki, ‘İyi tanıyabilirseniz sonrasını öngörebilirsiniz. Bunu bilmeyenler de size keşf ehli der. Oysa ki siz bazı şeylere bakarak söylersiniz onu.’ Ülkemizde de bazı öngörülerde bulunulabilir ama tartışılacak zemin oluşmadı.
‘Ben şeyhim, alimim,’ diyene kuşkuyla bakmalı. Sosyalistim diyen kapitalist, kapitalistim diyen sosyalist, Sünniyim diyen Alevi çıkabilir. Hiç kimsenin beklemediği, pozitivist bir aydınlanmayı bir İslamcı, İslam tasavvufunun önünün açılmasını bir sosyalist sağlayabilir.
Yeni Dünya Dergisi Aralık 2010