Tâhirü’l-Mevlevî’yi rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz.

A+
A-

20 Haziran 1951 senesinde ebedî âleme göçen Tâhirü’l-Mevlevî’yi rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz.

Ruhu Şad Olsun…

Tâhirü’l-Mevlevî 

(Edebiyat Tarihçisi, Gazeteci, Mesnevîhân, Müderris, Şair, Yazar)

Asıl adı Mehmed Tâhir olan Tâhirü’l-Mevlevî, 5 Ramazan 1294 (13 Eylül 1877) tarihinde, Perşembeyi Cumaya bağlayan gece İstanbul’un Taşkasap/ Fındıkzâde semtinde, Mehter Sokağı’nda bulunan 3 numaralı evde dünyaya gelmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî’nin dedesi bir Mevlevî dervişi ve aynı zamanda Sultan Abdülmecid’in hat hocası olan Hattat Mehmed Tâhir Efendi, babası Hademe-i Hâssa başçavuşlarından Hacı Mustafa Safvet Bey (ö. Şaban 1307/ Mart-Nisan 18120), annesi ise Sultan Abdülaziz’in Çerkez câriyelerinden Emine Emsal Hanım’dır (ö. 1928). Kaynaklarda ayrıca Tâhirü’l-Mevlevî’nin Afife Gülistân ve Fatma Aliye (ö. 1327/11209-1910) adında iki kızkardeşinin bulunduğu bildirilmektedir.1150

Tâhirü’l-Mevlevî

Tâhirü’l-Mevlevî, eğitimine evlerinin yakınında bulunan Hekimbaşı Ömer Efendi İbtidâi Mektebi’nde başlamış, başta babası ve büyükannesi Afife Şefika Hanım olmak üzere âile çevresi de onun yetişmesiyle yakından ilgilenmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî, daha sekiz-dokuz yaşlarında iken Afife Şefika Hanım’ın çalıştırması ile Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmiş, ayrıca Ahmediyye, Muhammediyye, Envârü’l-Âşıkîn ve Battal Gâzi gibi klâsiklerimizi okuyucak duruma gelmiştir. Daha sonra Gülhâne Askerî Rüşdiyesi’ne girmiş olan Tâhirü’l-Mevlevî, bu arada baba­sını kaybetmiş ve on üç yaşında öksüz kalmıştır. Rüşdiyeden me­zun olduktan sonra Menşe-i Küttâb-ı Askeriye’ye devam etmiş, iki yıllık olan bu okulu da bitirmesinin ardından 17 Zilkâde 1309 (13 Haziran 1892) tarihinde ve Bâb-ı Seraskerî Piyâde Dairesi Jurnal Bölümü’nde ilk memuriyetine başlamıştır.1151

Tâhirü’l-Mevlevî, memuriyetinin yanı sıra bir yandan da Fatih Câmii baş imamı müderris Filibeli Mehmed Râsim Efendi’den ders almış, Mesnevîhân Selânikli Mehmed Es‘ad Dede’nin Farsça ve Mesnevî derslerine devam ederek 1309/1893 yılı sonlarında mesnevîhânlık icâzetnâmesi almış, ayrıca kendisine Es‘ad Dede tarafından teber-rüken “Şemseddin” mahlası verilmiştir. Âile bağlarının yanı sıra, Mesnevî okumalarından hareketle Mevlânâ hazretlerine duyduğu büyük muhabbetin de etkisiyle kendisini Mevlevîliğe hayli yakın bulan Tâhirü’l-Mevlevî, hocası Mehmed Es‘ad Dede’nin verdiği izinle zikir ve semâ etmiş olmasına rağmen, hocasının kendisine biat vermediğini ve Mehmed Celâleddin Dede’den feyz alacağını bildirdiğini kaydetmektedir. Yine Tâhirü’l-Mevlevî’nin bildirdiği­ne göre hocası birgün elinden tutarak Yenikapı Mevlevîhânesi’ne götürmüş ve dergâhın o günkü şeyhi Mehmed Celâleddin Dede’den sikke giydirmek sûretiyle şeyh efendiye biat ettirmiştir. Bu intisa­bı üzerine söylediği anlaşılan aşağıdaki tarih kıt‘asından, onun Mevlevîliğe 1312 Cemâziyelâhir (Kasım-Aralık 1894) tarihinde gir­diği anlaşılmaktadır:

Kıt‘a

Bin üç yüz on iki sâli Cumâde’l-âhire içre
Cebîn-sây-ı dehâlet oldu Tâhir bâb-ı Mollâ’ya
İlâhî lutf u ihsânınla ol cûyende-i feyzin
Külâh-ı bey‘ati hem-pâye olsun arş-ı a‘lâya1152

Tâhirü’l-Mevlevî, Mehmed Celâleddin Dede’ye intisap ettiğinin er­tesi günü hocası Mehmed Es‘ad Dede ile birlikte hacca gitmiş, bu vesile ile güzergahtaki birçok dergâh, türbe vb. yerleri ziyaret etme imkânı elde etmiş; ayrıca Kâhire, Medîne ve Mekke gibi şehirlerde aralarında Şeyh Ahmed Denderâvî, İmdâdullah el-Hindî, Şeyh İs­mail Nüvvâb-ı Hindî ve Ahmed Rufâî gibi isimlerin olduğu birçok değerli zâtın sohbetlerinde bulunmuştur. Hatta Ahmed Rufâî, ken­disine teberrüken Kâdirî ve Rufâî tarîkatlarından birer icâzetnâme de vermiştir. Hac görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a dönen Tâhirü’l-Mevlevî, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin semâzenbaşısı Karamanlı Hâlid Dede’den semâ meşk etmiş, yaklaşık bir yıl sonra 27 Receb 1313 (12 Ocak 1896) tarihinde Bâb-ı Seraskerî’deki görevinden istifa etmiş, birkaç gün sonra ve bir mektubunda bizzat belirttiği üzere, 1 Şaban 1313 (16 Ocak 1896) tarihinde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde çileye girmiştir.1153 Tâhirü’l-Mevlevî, çilede iken dergâhta sorumlu olduğu hizmetlerini yerine getirmesinin ya­nında, ilmî ve edebî faaliyetlerinden de geri kalmamıştır. Bu çerçevede bir yandan dergâhın şeyhi Mehmed Celâleddin Dede’nin Mesnevî okuyuculuğunu yapmış, bir yandan Şâh Abdurrahman’ın Kur’ân ve Magz-ı Kur’ân adlı eserini tercümeye başlamış, bir yandan da dergâhta Pazartesi günleri Tunus­lu Şeyh Mustafa Efendi tarafından okutulan Fütûhât-ı Mekkiyye derslerine katılmış, yine bu çile yıllarında pek çok âşıkâne ve dervişâne gazel kaleme almıştır. Tâhirü’l-Mevlevî, çile sırasında yakalandığı egzama rahatsızlığı sebebiyle yirmi gün kadar evinde istirahat etmiş ve iyileşmemesi üzerine on sekiz günlük özel bir izinle ve kaplıca tedavisi için Bursa’ya gitmiştir. Burada şifâ bulması üzerine tekrar Yenikapı’ya dönen Tâhirü’l-Mevlevî, 8 Cemâziyelâhir 1316 (24 Ekim 1898) tarihinde, yirmi iki yaşını doldurmak üzere iken 1001 günlük çilesini tamamlamış ve bu vesileyle aşağıdaki tarih manzûmesini yazmıştır:

Matbah-ı Mollâ’da itmâma resîde çillemiz
Âcizâne etdik itmâma resîde çillemiz
Yazdı târîhin mücevher beyt ile kilk-i sürûr
Olmasıyla vaz‘-ı erkâma resîde çillemiz
Lutf-ı Molla müncelî oldukda serde Tâhirâ
Feyz-i Hak’la oldu encâma resîde çillemiz1154

Hüseyin Vassâf, Tâhirü’l-Mevlevî’nin, “çilesini tamamlaması üzerine söyle­diği manzûmenin sonunda” notuyla, aşağıdaki şiirini örnek olarak vermiştir:

Şevke geldi nuh felek etdikde Hak
Bu güher târîh ile gûyâ beni
Matbahında çille-keş bir cân iken
Kıldı sâhib-hücre Mevlânâ beni1155

Çilesini tamamladığında, Tâhirü’l-Mevlevî’nin aynı zamanda yakın dostu olan Ahmed Remzi Akyürek Dede de uzun bir tarih manzûmesi kaleme al­mıştır. Tamamına Hasibe Mazıoğlu’nun çalışmasında yer verilen bu şiirin son mısraları şu şekildedir:

Çıkdı bir târîh-i mu‘cem söyledi
Hizmetin tekmîlini nâkil Dede
Mazhar-ı aşk-ı cenâb-ı Mevlevî
Pür-edeb Tâhir’dir ehl-i dil Dede1156

Hüseyin Vassâf ayrıca, Tâhirü’l-Mevlevî’nin aşağıdaki mısraları da çilesini tamamlaması üzerine söylediğini belirtmektedir:

Ederken Mevlevî’nin çillesin itmâm bin bir gün
Bizim bak çille-i aşk içre bir miâdımız yokdur1157

Tâhirü’l-Mevlevî, çilesini tamamladıktan sonra, âdet olduğu üzere Konya’ya Mevlânâ hazretlerini ziyarete gitmiş, orada bir süre kaldıktan sonra Mani­sa ve İzmir üzerinden İstanbul’a dönmüş ve Yenikapı Mevlevîhânesi’ndeki hücresinde bir süre kalmıştır. Tâhirü’l-Mevlevî daha sonra ve kendi ifâdesiyle aktarmak gerekirse “İmâret kapısı bekler gibi vakıf lokmaya göz dikmektense…” diyerek geçimini kendi imkânlarıyla temine karar vermiş ve şeyhi Mehmed Celâleddin Dede’nin de uygun görmesiyle beş altı ay için­de, 1316/1899’da Beyazıt’ta Tramvay Caddesi üzerinde, “Tâhir Dede Kütüp­hanesi” adıyla bir sahhaf dükkânı açmıştır. Öncelikli amacı, bazı Mevlevî büyüklerinin unutulmuş olan eserlerini tekrar gün yüzüne çıkarmak olan Tâhirü’l-Mevlevî, bu meyanda ilk olarak Mevlânâ hazretlerinin hilyesi ile bazı tasavvufî şiirlerini içeren Mir’ât-ı Hazret-i Mevlânâ adlı eseri, ardından da Sırrî Abdülbâki Dede’nin Manzûme-i Mi‘râc’ını bir mukaddime ile birlik­te yayımlamıştır. Tâhirü’l-Mevlevî, bir ara dükkânını Bâb-ı Âlî Caddesi’ne taşımış ve orada kütüphanenin üçüncü kitabı olarak Vâsıf Efendi’nin tertip ettiği Mecmûa-i Medâyih-i Hazret-i Mevlânâ’yı neşretmeye başlamıştır.1158 Ardından Cevrî’nin Hilye-i Çehâr-Yâr-i Güzîn’ini bir mukaddime eklemek sûretiyle bastıran Tâhirü’l-Mevlevî, bir de haftalık gazete/dergi çıkarmak için başvuruda bulunmuş; ancak bu isteği karşılığında red cevabı alınca, o günlerde yayımına ara verilen Resimli Gazete’yi sahibi Karabet’e haftada iki yüz kuruş vermek şartıyla çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî, ye­niden çıkmaya başlayan Resimli Gazete’nin ilk nüshasının kapağına bir de sikke-i Mevlânâ resmi bastırmış; ancak o zamanlar henüz veliahd ve aynı zamanda bir Mevlevî muhibbi olan Sultan Reşad’ın propagandasını yapaca­ğı; hatta bu amaç için bir ittihâd-ı Mevlevî komitesi oluşturacağı iddiasıyla, Mâlûmât Gazetesi sahibi Baba Tâhir ile Şûrâ-yı Devlet âzâsı Nazif Sürûrî ta­rafından yapılan jurnal üzerine, henüz ilk sayısı basılan gazetesi kapatılmış, kitap yayımlama izni durdurulmuş ve kendisi de sorgulanmıştır.1159

Gazetesi kapatıldıktan sonra da sürekli göz altında bulundurulmaktan, takip edilmekten bunalan, bu şartlar altında yayın ve matbuat dünyasında devam edemeyeceğini düşünerek dükkânını kapatmak zorunda kalan ve gerek tica­ret, gerekse yayın hayatına atıldığına âdetâ pişman olan Tâhirü’l-Mevlevî, mektuplarından anlaşıldığına göre önce Sultan Abdülaziz’in kızı Nâzıme Sultan’ın Ortaköy’deki yalısında vekilharç olarak görev yapmış; ancak rahatı çok yerinde olmasına, kendisine “Dede Efendi” diye hitap edilerek saygıda kusur edilmemesine rağmen alışamadığını belirttiği konfor ve protokolden sıkılmak sûretiyle yaklaşık dört yıldır sürdürmeye çalıştığı bu görevinden ayrılmıştır. Bu görevinde iken de yazı ve yayın işleri ile tamamen ilgisini kesmeyen Tâhirü’l-Mevlevî, dostlarının ısrarı ile 11200 yılında Dîvânçe-i Tâhir adlı eserini neşretmiştir. Vekilharçlık görevinden ayrılmasının akabin­de Orman, Maâdîn ve Ziraat Nezâreti’nce açılan imtihanda başarılı olarak 1 Şubat 11204 tarihinde Defter-i Kebîr Kalemi’nde kâtip olmak sûretiyle me­muriyete başlayan Tâhirü’l-Mevlevî, burada Mehmed Âkif Ersoy ile tanışıp dost olmuştur. Farklı tarihlerde başka memuriyetlerde de bulunan ve yazar­lığın yanı sıra öğretmenlik yönü de bulunan Tâhirü’l-Mevlevî, 11204 yılında Burhân-ı Terakkî ve Rehnümâ-yı Füyûzât adlı özel okullarda Farsça’nın yanı sıra İslâm tarihi hocalığı yapmış; Kuzât, İrşad ve Dârülhilâfe İbtidâ-yı Dâhil medreselerinde kitâbet-i resmiye, siyer-i nebeviye ve edebiyat dersleri okut­muştur. Tâhirü’l-Mevlevî, öğretmenliğin yanında yayıncılık, özellikle gaze­tecilik ve dergicilik faaliyetlerinden hiçbir zaman geri kalmamış, örneğin Meşrûtiyet’in ilanından sonra Rehber-i Vatan gazetesinin çıkarılmasına kat­kı sağlamıştır. Aynı zamanda “Tâhir Saffet” imzasıyla Nekre-gû gazetesinde istibdâdı ve hafiye teşkilâtını hicveden mizâhî yazılar yazmaya başlamış, bu gazetenin kapanmasının ardından yine Midhat Rebiî tarafından kurulan Nekre-gû ile Pîşekâr adlı mizâhî gazete de yazmaya devam etmiştir.1160

Hayli mâceralı bir süreç olduğu anlaşılan matbuat hayatı1161 boyunca yayım­ladığı kitap ve dergileri, abone yoluyla ya da dostları aracılığıyla dağıtmaya çalışan, tüm engellere rağmen yolundan dönmeyen bir şahsiyet olan, bir ara İttihad ve Terakkî’ye katılmış olmakla birlikde daha sonra bilinmeyen bir sebepten ötürü ve 31 Mart Vak‘ası’nın biraz öncesinde bu cemiyetten istifa eden Tâhirü’l-Mevlevî’nin Beyânü’l-Hak, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşad dergilerinde de İslâm tarihine ve günlük meselelere dâir sürekli yazdığı görülmektedir. Bir yandan hocalık mesleğinden de kopamadığı anlaşılan ve İbnülemin’in, “okuduğunu anlayan ve okuttuğunu anlatan kıymetli bir muallim” olarak nitelediği Tâhirü’l-Mevlevî, 11209 yılında Dâruşşafakati’l-İslâmiyye Mektebi’nde edebiyat ve usûl-i tahrîr dersleri okutmuştur. Hat­ta Mehmed Es‘ad Dede’nin vefatı üzerine 1911 yılında kendisine Kasım­paşa Mevlevîhânesi mesnevîhânlığı teklif edilmiş; ancak hocasına olan saygısı yüzünden, yoğunluğunu ileri sürerek bu görevi kabul etmemiştir. Tâhirü’l-Mevlevî, daha sonra 1914 yılında kurulan Dârülhilâfet-i Aliyye Medresesi’ne, Mehmed Âkif Ersoy’un tavsiyesiyle müderris tâyin edilmiş, ayrıca aralarında Üsküdar Atik Vâlide ve Medresetü’l-İrşâd’ın da bulundu­ğu daha birçok medresede İslâm tarihi ve medeniyeti dersleri okutmuştur. 1918 yılında Ali Ekrem Bolayır’ın başkanlığında kurulmuş olan Tedkîkât-ı Lisâniyye Heyeti’ne üye olan, büyük Fatih yangınında Taşkasap’taki eviyle birlikte kütüphanesi ve kaleme aldığı eserleri yanan Tâhirü’l-Mevlevî, altı ay kadar Mâliye Nezâreti’nde çalışmış, aralarında İskilipli Âtıf Hoca’nın da bulunduğu bazı isimler tarafından 1919 yılında İstanbul’da oluşturulan ve daha sonra adı Teâlî-i İslâm olarak değiştirilen Cemiyyet-i Müderrisîn’e üye olmuş, bu arada Ticaret ve Ziraat Nezâreti İktisat Heyeti ve Kalem-i Mahsûs Başkâtipliği görevinde bulunmuştur. Tâhirü’l-Mevlevî, meşîhat tarafından cemiyet adına bastırılan ve halkın Kuvâ-yı Milliye aleyhine olmasını amaç­layan beyannâmeye imza atmaması üzerine bu görevinden azledilmiş; an­cak daha sonra yine aynı görevine dönmüştür. 1920 yılının Temmuz-Ağustos’undan itibaren ve Teâlî-i İslâm Cemiyeti’nin Şehzâdebaşı’ndaki merkezi­ni adres göstermek sûretiyle Mahfil mecmuasını çıkarmaya başlamış, değişik okullardaki öğretmenlik görevinin yanında 17 Eylül 1923 tarihinden itiba­ren ayrıca Fatih Câmii mesnevîhânlığını fahrî olarak yürütmeye başlamış­tır. 1924 Mayısında, medreselerin kapatılmasından sonra kurulan İstanbul İmam Hatip Mektebi’nde edebiyat, hitâbet ve irşad hocalığı yapmış, bu oku­lun lise seviyesine çıkarılması teklifinin medreselerin yeniden ihyâsı şeklin­de yorumlanması üzerine, yaklaşık on beş hoca arkadaşıyla birlikte görevine son verilmiş, şapka kanunundan sonra rahat etmek ve bu çerçevede sarık sar­ma hakkından faydalanabilmek için fahrî olarak sürdürdüğü mesnevîhânlık görevini 1925 yılında resmen üzerine almıştır. Aynı yıl şapka inkılâbı aleyh­tarlığı ile suçlanarak İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanmış, Ankara’da bir süre tutuklu kaldıktan sonra beraat ederek İstanbul’a dönmüş olan Tâhirü’l-Mevlevî, Dâruşşafaka’daki derslerine devam etmiş, bu mektepte otuz altı yılı bulan hocalığı yanında ayrıca aralarında Maltepe ve Kuleli Askerî Lisesi’nin de bulunduğu daha birçok okulda edebiyat dersleri okutmuştur.1162

Çalışmalarını daha çok edebiyat tarihi sahasında yoğunlaştıran Tâhirü’l-Mevlevî, Yücel dergisindeki yazıları ile bazı kitaplarını yayımlamıştır. S. Nüz-het Ergun ile aralarında, Kurun ve Bilgi Yurdu’nda Bâkî ve Şeyh Gâlib üzerine hayli şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. 1940 yılında çıkmaya başlayan İslâm-Türk Ansiklopedisi’nin yazarları arasında yer alan ve Mehmed Ali Aynî’nin teklifi üzerine 1943 yılında İstanbul Kütüphaneleri Tasnif Komisyonu’nda çalışmış olan ve 1944 yılında ise yaşının ilerlemiş olması gerekçe gösterilerek Dâruşşafaka’daki hocalık görevinden emekliye sevk edilen Tâhirü’l-Mevlevî, yazma dîvânları toplayan bir katalog hazırlamış ve bu eser 1947 yılında ba­sılmıştır. Orhan Okay hocamızın tespitiyle 1946-1948 yılları arasındaki de­mokrasi hareketleri veya Cumhuriyet Halk Partisi hükümetlerinin, bazı koz­larını muhalefete kaptırmamak endişesiyle dinî yayın ve faaliyetlere yeniden izin verdiği 1948 yılında, Mesnevî derslerini bu kez Süleymaniye Câmii’nde, Cumartesi günleri öğlen namazından sonra vermeye başlayan, bir ara anılan câminin kışları hayli soğuk olmasından ötürü dersleri Lâleli Câmii’nde ver­meye devam eden ve bu faaliyetini ilerleyen yaşının ve artan hastalığının el verdiği ölçüde yaklaşık iki yıl kadar sürdüren,1163 bunun yanı sıra Beşiktaş’ta bulunan Mûsiki Mektebi’nde de Türkçe dersi veren Tâhirü’l-Mevlevî, aynı zamanda 1948 yılı Ekim ayından itibaren bir de İslâm Yolu adlı mecmuayı çıkarmaya başlamıştır. Ömrünün son devresini hastalıklarıyla mücadele ede­rek ve hayli sıkıntılı günler yaşayarak geçiren Tâhirü’l-Mevlevî, 16 Ramazan 1370 (21 Haziran 1951) tarihinde İstanbul’da hasta yatağında vefat etmiştir. Nâşı, Sünbül Efendi Câmii’nde kılınan öğle namazının ardından, vasiye­ti üzerine Yenikapı Mevlevîhânesi hazîresinde, şeyhi Mehmed Celâleddin Dede’nin kabri önüne getirilmiş, ardından da dergâhın hemen karşısında bulunan Hâmûşân’a götürülerek 1928 yılında kaybettiği annesi Emine Em­sal Hanım’ın yanına defn edilmiştir.1164 Tâhirü’l-Mevlevî’nin vefatı üzerine birçok tarih düşürülmüş olmakla birlikte bunlardan sadece Rüsûhi Baykara tarafından söylenmiş olan örneğin verilmesiyle yetinilmiştir:

Târîh-i Berây-ı Ufûl-i Tâhirü’l-Mevlevî

Mevlevî bendesi Tâhir Dede bu
Bezm-i cânândan alınca bir bû
Lâilâhe dedi ol ser-mest-i cemâl
Oldu en son nefesi illâ Hû
Âh u eyvâh ile yazdım târîh
Mesnevîhân Dede göçdü yâ Hû1165

Soyadı kanunundan sonra Tâhir Olgun olarak anılan ve İbnül-emin’in ifadesiyle “soyadına mâ-sadak olan” yani, “soyadı gibi ol­gun, aynı zamanda ilim ve irfanla dolgun edip ve şairlerden” biri olan Tâhirü’l-Mevlevî, ayrıca son dönem yazarlarımız içinde en velûd isimlerden biridir. Bir kısmı telif, bir kısmı tercüme, bazıları basıl­mış, bazıları ise basılmamış yüze yakın eseri1166 olduğu kaydedilen Tâhirü’l-Mevlevî, daha ziyâde İslâm büyükleri, Mevlevîlik ve edebi­yat konuları üzerine yazmıştır. Edebiyatla ilgisi şiirle başlamış ve ilk şiirleri Mektep mecmuasında yayımlanmış olan Tâhirü’l-Mevlevî, Dîvânçe-i Tâhir adlı eserinin “İfâde-i Mahsûsa” bölümünde “Ben Fuzûlî, Nef‘î, Sezâî, Nedîm, Nâci ve sâir gibi esâtîz-i edebi taklîde çalıştım. Bu hareketimle zevk-i millîden behre-dâr olduğumu isbât ettim. Bundan hazzı olmayanlar, varsınlar udebâ-yı Efrencin peyrevi olsunlar.” demek sûretiyle, o yıllarda şiir konusunda takındığı tav­rı dile getirmiştir. Çelebi kişiliğinin yanı sıra, hicivleri ve özellikle edebî konulardaki polemikleri ile tanınan, serâzâd bir karaktere sa­hip olup Yenikapı Mevlevîhânesi’nin ilim-irfan ortamı içinde ömür sürmüş çok yönlü bir şahsiyet olan Tâhirü’l-Mevlevî, aynı zamanda sayıları binleri aşan ve birçoğu yüksek mevkilere gelmiş öğrenciler yetiştirmiş bir hoca vasfıyla da dikkat çekmektedir.1167

Basılmış Eserlerinden Bazıları

  1. Mir’ât-ı Hazret-i Mevlânâ. Tâhirü’l-Mevlevî’nin Yenikapı’daki çilesi esnasında yazdığı Hilye-i Hazret-i Mevlânâ ile Mevlânâ için yazdığı diğer manzûmelerinden oluşan eser, Tâhir Dede Kütüphanesi neşriyâtının birinci kitabı olarak yayımlanmıştır (İstanbul 1315).
  2. Dîvânçe-i Tâhir. Tâhirü’l-Mevlevî’nin gençlik yıllarında yazdığı Türkçe ve Farsça şiirlerinin yer aldığı bu eser, Nâzıme Sultan’ın vekilharçlığı görevinde bulunduğu yıllarda ve Mehmed Tâhir imzasıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1318).
  3. Yenikapı Mevlevîhânesi Postnişîni Şeyh Celâleddin Efendi Mer-hûm. Yenikapı Mevlevîhânesi postnişînlerinden ve aynı zaman­da Tâhirü’l-Mevlevî’nin şeyhi olan Mehmed Celâleddin Dede’nin vefatı üzerine kaleme alınmış kırk sekiz sayfalık bir risâledir. Anılan şeyh efendinin oğlu ve Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son şeyhi olan Abdülbâki Baykara Dede’ye sunulan eser, Tâhirü’l-Mevlevî’nin hayatı ve şahsiyetine dâir önemli ipuçları vermesi bakımından ayrıca değerlidir (İs­tanbul 1326).
  4. Tarih-i İslâm Sahâifinden. Bu eser, Tâhirü’l-Mevlevî’nin Beyânü’l-Hak dergisinde neşrettiği makalelerinin bir araya getirilmesiyle oluşturul­muştur (İstanbul 1326).
  5. Tedrîsât-ı Edebiyye’den Nazım ve Eşkâl-i Nazım. Dâruşşafaka’da okuttu­ğu edebiyat derslerinde tutturduğu notlardan oluşmakta olup iki bölüm hâlinde yayımlanmıştır (İstanbul 1329).
  6. Kafkas Mücâhidi Şeyh Şâmil’in Gazavâtı. Muhammed Tâhir el-Karahî adlı müelliften tercüme edilmiş olan eser Sebîlürreşad dergisinin yirmi üçüncü kitabı olarak yayımlanmıştır (İstanbul 1333).
  7. Hazret-i Peygamber ve Zamanı. Bu eser, Cemiyyet-i Tedrîsiye-i İslâmiyye tarafından, önceleri okul olmayan köylerde imamlar tarafından okutul­mak üzere, daha sonra ise Dâruşşafaka’da okutulması düşüncesiyle ha­zırlatılmış ve anılan cemiyet tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1339).
  8. Fuzûlî’ye Dâir. Edebiyat Tarihimizde Araştırmalar serisinin ilk kita­bı olarak yayımlanmış olan eserde, “Beng ü Bâde Neden Bahseder”, “Fuzûlî’nin Şikâyetnâme Gönderdiği Nişancı Kimdi?” vs. başlıklı maka­leler bulunmaktadır (İstanbul 1936).
  9. Edebiyat Lugatı. Eserin özünü, Tâhirü’l-Mevlevî’nin 1934 yılında başına getirildiği Edebiyat Lugatı Komisyonu’ndaki çalışmaları oluşturmaktadır. Yazar, bu görevi sırasında belirlediği ıstılahları, görevinden ayrıldıktan sonra harf sırasına göre dizmek sûretiyle 1935 yılnda bir ciltte toplamış, bir yıl sonra yani 1936 yılında ise seçmiş olduğu tanınmış ıstılahları kı­saltmak sûretiyle Edebiyat Lugatı adı ile yayımlamıştır. Bu eser daha son­ra Kemâl Edib Kürkçüoğlu tarafından, içindeki maddeler Latin harflerine göre sıraya konulmak ve bazı küçük değişiklikler yapılmak sûretiyle aynı adla Enderun Kitabevi tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1973).
  10. Şair Nev’î ve Sûriyye Kasîdesi. Edebiyat Tarihimizde Araştırmalar seri­sinin ikinci kitabı olarak yayımlanmış olan kırk sekiz sayfalık bu eser­de, kısaca Nev’î’nin biyografisinden bahsedilmiş, ardından da Sultan III. Murad’ın büyük oğlu Şehzâde Mehmed’in ünlü sünnet merâsiminin iş­lendiği kasîdenin şerhine yer verilmiştir (İstanbul 1937).
  11. Bâkî’ye Dâir. Edebiyat Tarihimizde Araştırmalar serisinin üçüncü kita­bı olarak yayımlanan bu eserde Bâkî’nin hayatı, ahlâkı, sanatı, Zâtî ile görüşmesi vs. bölümlere yer verilmiş; kitabın ayrıca daha önce Yücel dergisinde çıkan iki bölümüyle ilgili olarak S. Nüzhet Ergun tarafından yöneltilen eleştiriler, “Mecbûrî Birkaç Söz” başlığı altında değerlendiril­miştir (İstanbul 1938).
  12. Mesnevî’nin Eski ve Yeni Mu‘terizleri. Muhammed Şahin adlı Mevlânâ ve Mesnevî karşıtı bir şahsın 1946 yılında yayımladığı Mesnevî’nin Tenkîdi adlı iki yüz yirmi dört sayfalık kitabın, sadece önsözüne cevap olmak üzere yazılan ve yine iki yüz yirmi dört sayfadan oluşan bir eserdir (İs­tanbul 1946).
  1. Germiyanlı Şeyhî ve Harnâmesi. Edebiyat Tarihimizde Araştırmalar se­risinin son kitabı olan eser, Şeyhî’nin hayatı, eserleri, edebî kişiliği ve Harnâme’nin açıklamasından oluşmaktadır (Giresun 1949).
  2. Müslümanlıkta İbâdet Tarihi. Asıl adı “İbâdât-ı İslâmiyye Tarihçesi” olan ve namaz, oruç, zekât ile haccın tarihçelerinden bahseden eser, üç yüz otuz iki sayfalık bir kitap hâlinde iki defa yayımlanmıştır (1946, 1963).
  3. Mesnevî Dersleri/Şerh-i Mesnevî (1949, 1951, 1971). Bu eserin temelini, Tâhirü’l-Mevlevî’nin 7 Muharrem 1342 (20 Ağustos 1923) tarihinden itibaren Fatih Câmii’nde, 1948 yılından sonra ise Süleymaniye Câmii ile Lâleli Câmii’nde okuttuğu Mesnevî dersleri vesilesiyle tuttuğu ve Mesnevî Takrîrleri adını verdiği defterler oluşturmaktadır. Eserin ilk iki cildi 1949 ve 1951 yıllarında Mesnevî Dersleri adıyla, Konya’da Selam Yayınları tarafından, daha sonra 1971 yılında İstanbul’da Şâmil Yayın­ları tarafından, on dört cilde tamamlanmak sûretiyle ve Şerh-i Mesnevî adıyla yayımlanmıştır.1168

Şiirlerinden Örnekler

Na‘t-ı Şerîf

Mest etdi beni nûr-ı tecellâ-yı Muhammed
Oldum ezelî âşık-ı şeydâ-yı Muhammed
Çeşmânıma etdirmede taktîr-i le’âlî
Şevk-i ezel-i lü’lü-i lâlâ-yı Muhammed
Yakdı dili âteşlere âh kalmadı sabrım
Envâr-ı ruh-ı câzibe-efzâ-yı Muhammed
Etdi beni ham-geşte-i hicrân-ı hırâmı
Fikr-i reviş-i kâmet-i Tûbâ-yı Muhammed
Kaldım şeb-i târîk-i firâkında meded-hâh
Ey hâdî-i râh-ı şeb-i yeldâ-yı Muhammed
Meş‘al-keş-i râhım olun Allah için olsun
Ey râhile-i bâdiye-peymâ-yı Muhammed
Siz söyleyin ey eşber ü sevdâsı olanlar
Âyâ nerede Yesrib ü Bathâ-yı Muhammed
Bilmem ki nasîbim mi bu pür-cürme olur mu
Mâlişgeh-i rû südde-i vâlâ-yı Muhammed
Ey nûr-ı sevâd ey şeb-i târ olmada rengin
Yâd-âver-i gîsû-yı mutarrâ-yı Muhammed
Ey nûr-ı şafak lem‘a-fürûz ol ki olursun
Âyîne-i dîdâr-ı musaffâ-yı Muhammed
Ey bâd-ı seher-hîz-i harem başla vezâna
Dehri bürüsün bûy-ı dil-ârâ-yı Muhammed
Ey hâme-i çâlâk sükût et edemezsen
Eşkim gibi sen arz-ı tevellâ-yı Muhammed
Dünyâda vü ukbâda beni etmeye yâ Rab
Mahrûm-ı nazar şefkat-i ulyâ-yı Muhammed1169

Gazel

Etdim âteş-bâz-ı Mevlânâ’ya vakf-ı cism ü ten
Nâr-ı hestî-sûzuna yanmağçün iklîm-i beden
Ölmeden evvel fedâ-yı hesti-i mevhûm için
Sevb-i sûrîden çıkıp tennûreden giydim kefen
Ey tarîk-i aşkına sâlik olan bî-dillere
Rûy-ı maksûdu nümâyân eyleyen Rabbü’l-minen
Üstüvâr et verdiğim ikrârın üstünde beni
Olmayım meydân-ı ehlullahda peymân-şiken
Nûr-ı dîdârınla Allah’ım hakîkat-bîn edip
Kec-nazarlık illetin kaldır bu gâfil dîdeden
Düşdü dâl ikrârıma târîh-i cevher Tâhirâ
Matbah-ı Monlâ’da oldum çille-keş derviş ben1170

Gazel

Ye’s ile ol rütbe oldum ki memâtın mâili
Görsem âğûşa alırdım şevk ile Azrâil’i
Öyle bîzâr-ı hayâtım ben ki tercîh eylerim
Böyle bir ömr-i tüvân-fersâya merg-i hâili
Hâtır-ı pejmürdemi ihyâ da etse istemem
Nefha-i Îsâ ile feyz-i dem-i Cebrâil’i
Âşık-ı âsûdegî-i mevtim ey şûr-ı hayât
Olma Allah aşkına dil-dârımın sen hâili
Gâyet-i hırmânı gör kim ölmek isterken yine
Etmiyor dil-hâhımın baht-ı siyâhım nâili
Sûziş-i efgân-ı Tâhir eyliyor işrâb-ı hâl
Ki nasıl âlâm ile olmuş bu nazmın kâili1171

Bâki’ye Nazîre

Kubbe-i eflâke sûz-ı sîneden ahker düşer
Füshat-âbâd-ı fezâda sanki ahterler düşer
Sis değildir subh-dem âfâkı yek-ser kaplayan
Çekdiğim âh-ı seherden arza hâkister düşer
Katre-bâr olmuş değildir hâke ebr-i nevbahâr
Kulzüm-i cûşân-ı çeşmimden çıkan gevher düşer
Turre-i fevkal-cebîn-i yâri yâd etdikçe dil
Hâveristân-ı derûna zıll-i nûr-âver düşer
Ey leb-i dil-dâr ey ser-çeşme-i mâü’l-hayât
Teşne-i reşhan olup binlerce İskender düşer
Etdiğin dem azm-i gülgeşt-i mesâ ey nâzenîn
Nûr-ı vechinden gurûba şems-i zer-efser düşer

Sen değil âğûş-ı fikre şevk verse hâtırân
Tâ samîm-i rûha bir hengâme-i mahşer düşer
Öğrenip gamzenden olsam nâzım-ı sihr-i helâl
Çeşmine karşı elimden kilk-i efsûn-ger düşer
Oldu tanzîrim neşât-efzûd Bâkî’nin bile
Zevk-ı inşâdıyla rûh-ı pâkine Kevser düşer
Hâl takdîr etmesin varsın ferâmûş eylesin
Defter-i âtîde Tâhir nâmına bir yer düşer 1172

Koşma

Seyrine daldığın şu coşkun dere
Gözümden çağlıyan hicrân yaşıdır
Dikkat et basdığın ezdiğin yere
Yüzümden ibâret pınar başıdır

Süzülüp geçerken o gamlı dere
Sıçrar da bir damla durduğun yere
Gelirse o şâyed sana bir bere
Ağlıyan rûhumun sitem taşıdır

Cevrinde kanıyan yüreğim dâğlı
İrâdem zülfünün teline bağlı
Gönlümü doğrayan kılıcı zağlı
Sevdânın kesilmez bir savaşıdır

Felek de benimle olmuş kavgacı
Serpiyor üstüme belâdan saçı
Ölüm dedikleri olsa da acı
Duyduğum acının en yavaşıdır

Alnımın yazısı bezdirdi beni
Kalbinden yaralı gezdirdi beni
Ayaklar altında ezdirdi beni
Belki toprağımı başda taşıdır1173

Kıt‘a

Âlem-i bâlâ-yı aşka per-güşâ olmak için
Dâhil-i meydân olup tennûre aç pervâza gel
Hesti-i mevhûmunu yakmak dilersen aşk ile
Matbah-ı Mollâ’ya gir kânûn-ı âteş-bâza gel1174

Kıt‘a

Terk edip gitdin nihâyet kimsesiz evlâdını
Ayrılıkmış mihr-i bî-pâyânının âhir sonu
Nüh felekden yâdıma târîh-i menkûtun gelir
Ellisinden sonra öksüz koydun anne oğlunu1175

Kıt‘a

Çınlıyor bâng-ı Elest’in aksi hâlâ rûhda
Çok mudur olduysa sînem vâdi-i Sînâ bana
Gûşumu vakfeyledim Tâhir o aks-i akdese
“Bişnev în ney” emrini vermekde Mevlânâ bana1176

Tâhirü’l-Mevlevî ayrıca, aralarında Fuzûlî, Nâbî ve Nedîm’in de bulunduğu birçok kadîm şairin; Muallim Nâci, Leskofçalı Gâlib vb. dönemi şairlerinin şiirlerine yaptığı nazîre, tesdîs vs. nin yanında tarih manzûmeleri de kaleme almış; aynı zamanda, yazdığı mektuplar aracılığıyla Ahmed Remzi Akyü-rek Dede’yi de şiir konusunda yönlendirmeye çalışmıştır.1177 Mektuplarında verdiği örneklerden hareketle onun ayrıca latîfe, hiciv; hatta hezeliyyât saha­sında da hayli yetenekli olduğunu söylemek mümkündür.1178

 

Tâhirü’l-Mevlevî’nin Bulunduğu Dönemde Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Sâkin Olan, Görev Yapan veya Dergâha Gelip Giden Bazı İsimler:1179

Tâhirü’l-Mevlevî, Ahmed Remzi Akyürek Dede’ye yazdığı mektuplarında, çilede olduğu yıllarda Yenikapı Mevlevîhânesi’nde görev yaptığını, dergâhta bulunduğunu veya dergâha gelip gittiğini belirttiği birçok isme yer vermiştir. Mektuplarda bazen yeri geldikçe kendilerinden bahsedilen, bazen de “Mev­cut ihvânımız ber-vech-i âtîdir” denilmek sûretiyle müstakilen yer verilen bu isimler arasında, örneğin Kudümzenbaşı Ahmed Efendi, Neyzenbaşı Cemâl Dede,1180 Türbedâr Tırnovalı İsmail Dede, Semâzenbaşı Karamanlı Hâlid Dede, Kazancı Halepli Hasan Dede, Hoca Zülâlî Efendi,1181 Meydancı Şumnulu Yusuf Dede, Vanlı İbrahim Dede, Ankaralı Sükûtî Dede, Elbistanlı Mâlik Dede, Kıbrıslı Mehmed Dede, Lofçalı Derviş Murad, İstanbullu Derviş Hacı İsmail, Ankaralı Derviş Mehmed, Derviş Osman1182, Celâl Dede, Kazan­cı Mâlik Dede vs. bulunmaktadır. Bu isimlerden, haklarında kısa değerlen­dirmelerde de bulunduğu bazılarını aşağıda ayrıca vermeyi yararlı bulduk:

Aşçı Dede/Aşçı Ahmed Dede: Tâhirü’l-Mevlevî, bu zâtın Yenikapı Mevlevî-hânesi’nde sadece aşçı dedelik değil, cânlara âdetâ babalık da ettiğini be­lirterek kendisinden sitâyişle bahsetmiştir. Aşçı Dede, dergâhta tahammül edemediği bazı yanlış uygulamalar karşısında yaşlılığını ileri sürerek bu görevinden istifa etmiş, özellikle cânlar buna çok üzülmüş ve Tâhirü’l-Mevlevî’nin ifadesiyle, âdetâ boynu bükük yetimlere dönmüşlerdir.1183

Eşref Dede: Tâhirü’l-Mevlevî bu zâttan, “Bizim havas Eşref Dede Efendi haz­retleri, ki kadd-i vâlâsı kadar ömrü de olsun efzûn” diyerek, kısa fakat olum­lu bir şekilde bahsetmiştir.1184

Abdullah Dede: Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hücrenişîn olan dervişlerdendir.1185

Kazancı Halepli Hasan Dede: Tâhirü’l-Mevlevî bu şahıs hakkında, “Çok riyâkâr var veli görünür/İbn-i Mülcem iken Ali görünür” gerçeğine lâyık biri, şeklinde olumsuz bir ifadeye yer vermiştir.1186

Neş’et Bey: Dergâhta mukâbeleye girenlerden olup Tâhirü’l-Mevlevî’nin, hakkında bazen olumlu, bazen de sitemkâr ifadeler kullandığı bir şahıstır.1187

Kazancı Mâlik Dede: Yenikapı Mevlevîhânesi’nin, şeyh dairesinde hizmetle vazifeli Kazancı Dedesi olup Aşçı Ahmed Dede’nin istifasının ardından ve Tâhirü’l-Mevlevî’nin belirttiğine göre “adam kıtlığında aranıp taranıp zorla bulunabilmiş” bir isimdir. Dergâhtaki cânların da kendisinden pek memnun olmadıkları anlaşılan bu şahıs hakkında Tâhirü’l-Mevlevî ayrıca, kazancı oldu olalı: ‘Hâli bir bed-aslın ikbâle tahavvül etmesin/Çünkü müstakbelde ya Fir‘avn olur ya Nemrûd’ hakîkati tezâhür etmeye başladı…” değerlendir­mesinde bulunmuştur.1188

Hâlid Dede: Dergâh kütüphanesinin hâfız-ı kütüb muâvini olan bu şahıs, Tâhirü’l-Mevlevî’nin, “işinin ehli olmamakla, okuduğunu anlamayan bir hâfız-ı kütüb” olmakla suçladığı ve hakkında hayli serzenişte bulunduğu isimlerden biridir.1189

Râif Dede, Afyonkeş: Galata, Üsküdar ve Yenikapı mevlevîhâneleri kudüm-zenbaşısıdır. 11120

Nûri Dede: Manisa çilekeşlerinden ve aynı zamanda hâfız bir zâttır. Aslen Rumeli kökenli olduğu hâlde uzun süre İzmir taraflarında oturmuş oldu­ğundan diline o tarafların şîvesi hâkimdir. Nûri Dede, Mevlânâ cezbesi ile Manisa’da ikrar vererek Abdülvâhid Çelebi’nin şeyhliği döneminde hücreye çıkmış ve daha sonra bir süre Gelibolu’da oturmuş, ardından da Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hücrenişîn olup kalmıştır. Tâhirü’l-Mevlevî’nin bildirdi­ğine göre yaşı kırk-elli arasında olup derste kitap tutmadığı hâlde hücresin­deki zamanını Mesnevî mütâlâasıyla geçirir ve Nâlânî Efendi bulunmadığı zaman namazları da o kıldırırmış.1191

İsmet Bey: Tâhirü’l-Mevlevî, “Cinnet meydanında büsbütün gemi azıya al­mış ve çok şükür artık dergâha geldiği de yoktur.” diyerek hakkında hayli olumsuz değerlendirmelerde bulunduğu bu kişinin, önce Tarîkatçı Dede, ar­dından da bütün Yenikapı Mevlevîhânesi mensupları hakkında asılsız söz­leri yaydığını, hiddeti geçmesine rağmen tekkeye uğramayıp, keşmekeş bir hâlde vakit geçirdiğini kaydetmiştir.1192

Derviş Abbas: Tâhirü’l-Mevlevî’nin “vesvâs-ı hannâs” karakterli bir kişi ola­rak tanıttığı Derviş Abbas, türlü rezâletlerden sonra dergâhtan çıkarak mem­leketi Vodin’e dönmüş, oradan Romanya’ya geçerek polis çavuşu olmuş, bir süre sonra tekrar dergâha dönmeye mecbur kalmıştır. Derviş Abbas, daha önce dede olup hücreye çıkmış olmasına rağmen, yeniden çileye soyunması şartı ile dergâha kabul edilmiştir.1193

Hacı Hâfız Nâlânî Efendi: Yenikapı Mevlevîhânesi müntesiplerinden olup dergâhın imamlığı hizmetini yürütmektedir.1194

Kolağası Doktor Kâzım Bey: Tâhirü’l-Mevlevî, “doktorumuz” diye andığı bu şahsın Yenikapı Mevlevîhânesi muhibbânından olduğunu ve dergâhın ney­zenlerinden Cemâl Dede’den ney dersleri aldığını kaydetmiştir.1195

Lofçalı Mehmed Dede: Tâhirü’l-Mevlevî’nin belirttiğine göre Gelibolu Dergâhı çilekeşlerinden olan bu zât, Hüsâm Efendi zamanında hücreye çık­tıktan sonra Selânik ve Siroz taraflarıyla Mısır’a kadar gidip bir süre gezip dolaşmış, daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’ne gelip hücreye çıkmıştır. Yine Tâhirü’l-Mevlevî’nin kaydettiğine göre “oldukça hoş sohbet ve edib bir derviş” olup sesi güzel olmamasına rağmen, ezan okuyacak bir kişi bulunma­dığında dergâhta müezzinlik yapar; hatta imam bulunmadığı zamanlarda da namazları kıldırırmış. Hücresindeki zamanını bazen Kur’ân okuyarak, bazen de ney üfleyerek geçiren ve aynı zamanda eski pehlivanlardan olup otuz kırk yaşlarında bulunan Lofçalı Mehmed Dede, yine Tâhirü’l-Mevlevî’nin bildirdi­ğine göre bir parça da yazı ile uğraşmıştır.1196

Hakkı Dede: Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hücreye çıkan dervişlerdendir.1197

Derviş Murad: Yenikapı Mevlevîhânesi müntesiplerinden olup Tâhirü’l-Mevlevî’nin “Cân değil, şeytana maskara olan sûfilerdendir” şeklinde tanıttığı bir derviştir.1198

Derviş Mehmed: Aslen Ankaralı olan bu zât, Selimiye Kışlası’nda askerlik hiz­metini yerine getirirken gözlerinde meydana gelen bir rahatsızlık sebebiyle mem­leketine gönderilmiş; ancak derviş-nihadlığı ve ehlullaha olan sevgisi sebebiyle İstanbul’a gelmiş, ölünceye dek hizmet niyetiyle Yenikapı Mevlevîhânesi’ne intisap etmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî’nin bahsettiğine göre “son derece çalışkan ve irfan sahibi bir cân” olan Derviş Mehmed, “orta boylu, iri kemikli, yüzünde yeni yeni tüyler çıkmaya başlayan” ve yine Tâhirü’l-Mevlevî’nin ifadesiyle be­lirtmek gerekirse “gerçek derviş” olan bir şahsiyettir.1199

Mehmed Gâlib Efendi (ö. 1324/11206): Mektuplarda kendisinden, “çoğunlukla dergâhın kütüphanesine geliyor” şeklinde bahsedilen; ancak kimliğini ve Ye-nikapı Mevlevîhânesi ile olan bağını kesin olarak belirlemeye yarayacak ayrın­tılı bilgilere yer verilmeyen bu şahıs, o dönemin şairlerinden ve aynı zamanda Ahmed Remzi Akyürek Dede’nin çok sevdiği isimlerden biri olan Çivicizâde Mehmed Gâlib Efendi’dir. Tâhirü’l-Mevlevî, muhibbândan olma ihtimâli bu­lunan bu şahsın, bir defasında yanında Andelib ve Sâmih Beyler bulunduğu hâlde dergâh kütüphanesine geldiğini, yazdığı bir sâkî-nâmeyi kendine has tavrıyla okuduğunu bildirmektedir. Yine Tâhirü’l-Mevlevî’nin belirttiğine göre Gâlib Efendi’nin “gösterir” redifli bir gazelinin yanı sıra Ahmed Remzi Akyürek Dede ile müştereken yazdığı gazelleri de bulunmaktadır.1200

TEKKE KAPISI – Zeytinburnu Belediyesi Yayını

 


1150  Hüseyin Vassâf, Tâhirü’l-Mevlevî’nin doğduğu evin adresini, “Mahal-i velâdeti, Aksaray civa­rında Molla Gürânî Mahallesi, Mehter Sokağı’ndaki hânedir.” şeklinde vermektedir (Hü­seyin Vassâf, a.g.e., I, 325); İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1857; Atillâ Şentürk, Tâhirü’l-Mevlevî, Hayatı ve Eserleri, s. 1-3; Tâhir Olgun, a.g.e., s. 8; “Olgun, Tâhir”, TDEA, İstanbul 19120, VII, 118; Âlim Kahra­man, “Tâhirülmevlevî”, DİA, İstanbul 2010, XXXIX, 407.

1151  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 325; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1857; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 4-6; Tâhir Olgun, a.g.e., s. 8; “Ol­gun, Tâhir”, TDEA, s. 118; Âlim Kahraman, a.g.m., s. 407.

1152  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 325; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1857-1858; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 7-8, 11-12; Tâhir Olgun, a.g.e., s. 8-10, 12; “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 118; Âlim Kahraman, a.g.m., s. 407.

1153  Hüseyin Vassâf, Tâhirü’l-Mevlevî’nin çileye giriş tarihini 12 Şaban 1313/28 Ocak 1896 şek­linde vermektedir (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 326); Tâhir Olgun, a.g.e., s. 31; Âlim Kahra­man, a.g.m., s. 407.

1154  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 325-326; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1857-1858; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 12-15; Tâhirü’l-Mevlevî, Ahmed Remzi Akyürek Dede’ye yaz­dığı bir mektubunda çilesini tamamlası ile ilgi­li olarak şu kayda yer vermiştir: “Birâder, çile âlemi hakîkaten başka bir âlem. Fakir, evvelce de Mevlevî muhibbi idim, ekser-i evkât dergâh­ta yatar kalkardım; fakat, bu neş’eyi bulamaz­dım. Sen de Mevlevîsin, şeyhzâdesin; amma sözüme darılma, çillekeş olmadığından bu neş’eyi bilmezsin. Evvelî ilme’l-yakîn biliyor­dum, bu sefer ayne’l-yakîn öğrendim…” (bk. Tâhir Olgun, a.g.e., s. 8-10, 12, 33); “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 118.

1155  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 326.

1156  Hasibe Mazıoğlu, a.g.e., s. 231-232; Tâhir Ol­gun, a.g.e., s. 12-13.

1157  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 326.

1158  Hüseyin Vassâf, Tâhirü’l-Mevlevî’nin üçüncü kitap olarak İbrahim Cevrî’nin Hilye-i Çehâr-yâr-ı Güzîn adlı eserini yayımladığını ve dükkânını ondan sonra taşıdığını bildirmek­tedir (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 328); Âlim Kahraman, a.g.m., s. 407.

1159  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 328; İbnülemin Mah-mud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1857-1858; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 15-19; Tâhir Olgun, a.g.e., s. 13-14; “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 118; Âlim Kahraman, a.g.m., s. 407.

1160  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 328; İbnülemin Mah-mud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1858-1859; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 19-22; Tâhir Olgun, a.g.e., s. 13-14, 16; “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 118-119; Âlim Kahraman, a.g.m., s. 407.

1161  Tâhirü’l-Mevlevî’nin matbuat hayatına dâir ay­rıntılı bilgiler için bk. Tâhirü’l-Mevlevî, Mat­buat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahke­meleri, İstanbul 19120.

1162  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 328, 330; İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1858-1859; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 22-31, 35-36, 39-46; “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 118-119; Âlim Kah­raman, a.g.m., s. 407-408.

1163  Orhan Okay, “Osmanlı’da Mesnevîhânlık Ge­leneği ve Son Mesnevîhânlardan Tâhirü’l-Mevlevî”, X. Millî Mevlânâ Kongresi, 2-3 Ma­yıs 2002, Tebliğler-I, Konya 2002, s. 311, 313. Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mesnevî dersleri hakkın­da ayrıntılı bilgi ve bu derslerin işleniş tarzına ilişkin bilgi ve değerlendirmeler için ayrıca bk. Orhan Okay, a.g.m., s. 309-314.

1164  Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 48, 52, 56-58; “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 119; Âlim Kahraman, a.g.m., s. 408.

1165  Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 59.

1166  Tâhirü’l-Mevlevî’nin basılı yahut basılı olma­yan tüm eserleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 61-115.

1167  Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 68; Âlim Kahraman, a.g.m., s. 408.

1168  Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 329; İbnülemin Mah-mud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1858-1859; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 63-64, 68-69, 73, 78-79, 81, 93-96, 98-99, 106-110; Tâhir Olgun, a.g.e., s. 25; “Olgun, Tâhir”, TDEA, s. 119; Âlim Kahra­man, a.g.m., s. 408-409.

1169  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 84-85.

1170  Tâhirü’l-Mevlevî, bu tarih gazelini Yenikapı Mevlevîhânesi’nde çileye girişi üzerine söyle­miştir (bk. Tâhir Olgun, a.g.e., s. 30-31); Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 14.

1171  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 183-184.

1172  İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1859-1860; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 14.

1173  İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., IV, 1860; Atillâ Şentürk, a.g.e., s. 14.

1174  Hüseyin Vassâf, bu şiirin, Tâhirü’l-Mevlevî’nin çile esnasında söylediği zengin şiirlerinden olduğunu belirtmektedir (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 326).

1175  Tâhirü’l-Mevlevî bu tarih manzûmesini, çok sevdiği annesinin vefatı üzerine söylemiştir (bk. Hüseyin Vassâf, a.g.e., I, 330).

1176  Tâhirü’l-Mevlevî bu şiirini, Âsaf Hâlet Çelebi’nin Defter-i Meşâhir adlı eserine yazıl­mak üzere ve 28 Kânûn-ı evvel 928 tarihinde kaleme almıştır (bk. İsmail Kara vd., a.g.e., s. 53).

1177  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 77-154, 156-160 vd.

1178  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 93, 99, 102, 117-118, 131, 147.

1179  Tâhirü’l-Mevlevî, bazıları çalışmamızda müs­takil madde olarak yer alan şahısların bir kıs­mından sadece ismen bahsetmiş, bir kısmı hakkında ise olumlu ya da olumsuz bazı ka­naatler dile getirmiştir. Haklarında yeterli bilgi temin edilemediği için, tamamını çalışmamıza müstakil madde olarak ekleyemediğimiz bu isimleri, daha sonra yapılacak çalışmalara kat­kı sağlayabilir düşüncesiyle, Tâhirü’l-Mevlevî maddesinin sonunda vermeyi yararlı bulduk (HN).

1180  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 39. Hakkında ayrıntılı bilgi için “Cemâl Dede” maddesine bakınız.

1181  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 38.

1182  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 43.

1183  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 32, 36-37, 48.

1184  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 37-38.

1185  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 43.

1186  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 46.

1187  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 54.

1188  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 48, 55.

1189  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 88, 104-105.

11120  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 120-91; Hakkında ayrıntı­lı bilgi için “Râif Dede, Afyonkeş” maddesine bakınız.

1191  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 91.

1192  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 91.

1193  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 92.

1194  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 89, 131, 142-144.

1195  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 105.

1196  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 143-144.

1197  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 144.

1198  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 144.

1199  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 145-146.

1200  Tâhir Olgun, a.g.e., s. 101, 149-150, 174-175; Mehmed Gâlib Efendi hakkında ayrıntılı bilgi için bk. İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, a.g.e., I, 453-455; “Galib Efendi, Mehmed”, TDEA, İstanbul 1979, III, 273; Rasim Deniz, “Dîvân-ı Remzi Dede (Akyürek)”, Erciyes, Aylık Fikir ve Sanat Dergisi, sy. 68, Kayseri 1983, s. 30-31; Kadir Özdamarlar, a.g.m., s. 35; Hasibe Mazı-oğlu, a.g.e., s. 162.