TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ – Yusuf Öz
AŞKIN SULTANLARI SON DÖNEM İSTANBUL MEVLEVÎLERİ ULUSAL SEMPOZYUMU
14-15 Mayıs 2010 / İSTANBUL
ESERLERİ VE HİZMETLERİYLE TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ
Doç.Dr. Yusuf ÖZ
(Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi)
13 Eylül 1877 (5 Ramazan 1294) tarihinde İstanbul, Taşkasap semtinde doğdu. Babası, saray başçavuşlarından Hacı Mustafa Safvet Bey, annesi Emine Emsal Hanım’dır. Dedesi, Mevlevî Tâhir Efendi, zamanın meşhur hattatlarından, aynı zamanda Sultan Abdülmecit’in hat hocalarındandır. Bu ailenin, Tâhirü’l-Mevlevî’nin “tam bir İstanbul efendisi, kibar, terbiyeli, nezih ve mükemmel bir insan”[1] oluşunda önemli bir payı olmalıdır. Tahsilini Hekimbaşı Ömer Efendi Sıbyan Mektebi’nde ve Gülhane Askeri Rüştiyesi’nde tamamlamıştır. 18120 yılında babasını kaybetmiş, aynı yıl Menşe-i Küttâb-ı Askerî’ye devam etmiştir. İki yıllık öğreniminin ardından Haziran-1892’de on beş yaşında iken Seraskerî Piyade dairesinde memuriyet görevine başlamıştır. Buradaki vazifesini sürdürmekle beraber Fatih dersiamlarından Filibeli Mehmed Râsim Efendi’nin derslerine katılmış, diğer taraftan Mesnevîhân Selanikli Mehmed Esad Dede’nin Mesnevî derslerine devam ederek on altı yaşında ondan “Mesnevîhânlık” icazeti almıştır (1893). Son dönemin önemli Mesnevî şârihlerinden, aynı zamanda Yenikapı Mevlevîhânesi’nin son Mesnevîhânı olmakla bu icazetin gereğini lâyıkıyla yerine getirmiştir.
Tâhirü’l-Mevlevî, 1892-1928 yılları arasındaki hayatını, anılarını anlattığı Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri adlı eserine, “Eli biraz kalem tutabilenlerde yazmak ve neşretmek hevesi vardır”[2] cümlesiyle başlar. Şair, yayıncı, gazeteci, yazar, mütercim, müderris, Türkçe ve edebiyat hocası, edebiyat tarihi araştırmacısı ve şârih gibi çeşitli meziyetleriyle ve vasıflarıyla tanınmasında böyle bir hevesin değil, onun genç nesle ve bağlı bulunduğu Mevlevîliğe hizmet aşkının büyük payı vardır. Bu aşkı önce şiirde tezahür etmiş, 1892-93 yıllarında şairlik yönünü keşfetmiştir. Basılan ilk şiirlerinde “Bâb-ı Seraskerîye Mensup Tâhir” imzasını kullanmıştır.
Aralık-1894’de on yedi yaşındayken Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Celâleddin Dede (öl. 11208)’ye bağlanarak fiilen Mevlevîliğe intisap etmiş, bir gün sonra Esad Dede’yle birlikte hacca gitmiş, hac dönüşünde aynı Mevlevîhânede sema meşketmiştir. Hem Mevlevî muhibbi, hem çillekeş olmak için memuriyetten istifa etmiş (13 Ocak 1896), 4 gün sonra çileye soyunmuş, 24 Ekim 1898’de çilesini tamamlayarak “Matbah-ı Mollâ’da çillekeş derviş olmuştur.”[3] Okumalarını bu dönemde gerçekleştirmiş, Çilehâne Mektupları (Ankara 1995) adlı kitapta toplanan mektuplarının önemli bir kısmını, şiirlerini, bazı eserlerini, Mevlevî dede ve dervişlerine dair biyografilerini bu dönemde yazmıştır.[4]
Çile çıkardıktan 5-6 ay sonra, Mevlevîlikle ilgili eserleri gün ışığına çıkarmak gayesiyle Mısır ve Hicaz’dan getirmiş olduğu kitaplarını da sermaye yaparak Beyazıt’ta ‘Tâhir Dede Kütüphanesi’ adında bir yayınevi açtı. Neşriyata başlangıç olarak 1897’de yazdığı Mir‘ât-i Hazret-i Mevlânâ (İstanbul: Cemal Efendi Matbaası, 1315/1899, 30+1 s.) adlı eseriyle, Nayî Osman Dedezâde Sırrî Abdülbâki Dede’nin Mi‘râciye’sini Manzûme-i Mi’râc adıyla neşretti. Bu arada 40-50 kuruşluk çay, kahve ve hediye kitap giderlerine karşılık 5-6 kuruşu bulmayan gelirden dolayı, Bâbıâli Caddesi’ne taşındı. Burada her hafta 16 sayfalık bir forması neşrolunmak üzere yaklaşık 100 forma hâlinde çıkacağı mukaddimesinde bildirilen ve Vâsıf Efendi tarafından toplanıp, Hazret-i Mevlâna hakkında övgü dolu birçok manzumeyi içeren Mecmua-i Medâyih-i Hazret-i Mevlânâ’dan yedi forma bastırdı. Aynı yıl içinde Cevrî İbrahim Çelebi’nin Hilye-i Çehâr Yâr-ı Güzîn adlı manzumesini bir mukaddime ilâvesiyle neşretti.
Neşriyatının yanı sıra bir de haftalık bir gazete çıkarma arzusuyla müracaatta bulundu. O günlerde yayımına ara vermiş olan Resimli Gazete’yi sahibi Karabet’ten kiraladı ve ilk nüshasını 14 Kasım 1899’da çıkardı. İlk sayısındaki tashih hataları, kendi imzasının ters basılmış olması gibi acemilikler, neşriyat işinin yürümeyeceğine dair işaretler gibiydi. İlk sayının kapağında bir Mevlevî sikkesi resminin basılmış olmasından, ayrıca gazetenin bir Mevlevî tarafından yayınlanmasından dolayı, o vakit Mevlevî muhibbi olan Veliaht Mehmet Reşat adına propaganda yapılacağı vehmiyle yapılan bir jurnal üzerine gazete kapatıldı. Maruz kaldığı tavır ve baskılar karşısında, büyük bir masraf yaparak giriştiği kitapçılıktan altı ay sonra pişmanlıkla ayrıldı.[5]
Dört yıl gibi bir süre Nâzıme Sultan’ın yalısında vekilharçlık vazifesinde bulundu. Mizacına uygun görmediği ve ruhen sıkıldığı için buradan da ayrıldı. 1 Şubat 11204’te Orman ve Maâdin Nezareti’nde açılan bir imtihanı kazanarak defter-i kebîr kalemine kâtip tayin edildi. Yine aynı yıl Burhân-ı Terakkî ve Rehnümâ-yı Füyûzât adlı özel okullarda Farsça ve İslâm tarihi okutmaya başladı. Bakanlıkta 20 yıl kadar görev yaparak Maâdin kalemleri mümeyyizliğine kadar yükseldi.
Meşrutiyetin ilanından (10 Temmuz 11208) sonra Rehber-i Vatan gazetesinin kurucuları arasında yer aldı. Nekregû dergisinin başyazarı olarak ‘Tâhir Safvet’ imzasıyla mizahî yazılar yazdı. Derginin kapanmasından sonra çıkan Nekregû ile Pîşekâr’da yazmaya devam etti.[6] 14 Aralık 11209’da Dârü’ş-Şafakati’l-İslâmiyye’nin edebiyat ve kompozisyon hocalığına tayin edildi. Burada 35 yıl hocalık yaptı. 1920’de Mahfil mecmuasını çıkardı. Mahfil’i çıkardığı zamanlarda kendi ifadesiyle ‘genç ve dinç’ idi.[7] “Bildiğiniz vechile mecmuayı altı sene tek başıma yazdım ve bin türlü müşkilât içinde çıkardım.” Aynı yıl Ticaret ve Ziraat Nezareti İktisat Heyeti başkâtipliğine ve özel kalem başkâtipliğine kadar yükselmişken bu görevinden azledildi. 1921’de Âli Satış Komisyonu başkâtipliğine, daha sonra Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde sicil mümeyyizliğine getirildi.
1919-1926 yılları arasında, makalelerini, bazıları kitap hâlinde basılmış olan Farsçadan tercümelerini ve çok rağbet gören el-Futuhâtü’l-İslâmiyye, İslam Askerine gibi dizi yazılarını, Bilgi Yurdu, Yücel, İkbal, Beyânü’l-hak; Sırât-ı müstakîm, Sebîlü’r-reşâd gibi dergi ve gazetelerde yayınladı.
28 Şubat 1923’te sicil mümeyyizliğinden azlolundu. 20 Ağustos 1923-7 Aralık 1925 tarihleri arasında Fatih Camii’nde Mesnevî dersleri verdi. 1924’te İmam Hatip Mektebi’ne öğretmen oldu. Bir ara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandıysa da suçsuz olduğu anlaşıldı ve beraat etti. 15.8.1929 tarihinde Maltepe Askerî Lisesi edebiyat hocalığına ve bu vazifede gösterdiği liyâkat dolayısıyla Ağustos 1931’de terfien Kuleli Askerî Lisesi’ne naklolundu. Burada on yıl kadar görev yaptı ve 30 Nisan 1941’de ayrıldı. 1 Eylül 1941’den itibaren Beşiktaş Mûsiki Mektebi’nde Türkçe okuttu. 12 Şubat 1944’te Dârüşşafaka Lisesi Türkçe ve edebiyat öğretmenliğinden emekli edildi.[8]
Son memuriyeti, Milli Eğitim Bakanlığı Kütüphaneler Müdürlüğü Tasnif-i Kütüb Komisyonu azalığı idi. “Tasnif Komisyonu’na devamım ve oradaki vazifeye ikdâmım, te’mîn-i maîşet ilcâsıyla oluyor.”[9] Burada, yazma divan nüshalarının tavsiflerini ihtiva eden bir katalog hazırladı (İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, İstanbul, 1947).
1948’den sonra İslâm Yolu adlı bir dergi çıkardı. 1940’lı yılları telifat ve edebî faaliyetler açısından yoğun geçmiş, dostlarını kaybettiğinden bu yıllarda yakındığı yalnızlığını sürekli yazarak unutmaya çalışmıştır. Bu yılları kendi ifadelerinden okuyabiliriz:
“Ömrün baharı geçti, hazan mevsimi geldi. Hazan ne demek? Saçımda sakalımda kışın karları göründü.
Hayat bahçesi harap oldu, şevk ü meserret bülbülünün dili tutuldu. Şimdi onun yerinde felaket kargası haykırıyor.
Gam keder harabesi olan o hayat bahçesine bazen bakıyorum; onu kalbim gibi kırık, vîran bir hâlde görüyorum.
Kalbim kırık, vücudum hasta ve daima dertli olarak akran ve emsal hasretiyle bir kenara düşüp kalmışım.
Bu memleket benim nazarımda yabancı durağı olmuş, çünkü ahbap ve yârân kervanı buradan göçüp gitmiş.
İşte bu sebepten bütün dünya bana bîgâne görünüyor. Fakat sevgilinin uzak bulunması neden? Onu bilmiyorum.
Ey Tâhir; hicran ve hasret derdiyle ömür geçiriyorum. Gelip geçen her an hayattan usancımı arttırıyor.”[10]
“Lâkin artık ihtiyarladım. Za‘f-ı kuvvet ve kuvvet-i za‘f içinde çırpınıyorum. Sükût ve sükûna ihtiyacım var.”[11] “Âciziniz epeyce bir rahatsızlık geçirdim. Midemdeki ülserin kanaması dolayısıyla çok zayıf düşmüştüm. Hastaneye kaldırdılar. Orada iki yüz elli gram kan şırınga ettiler. Serumlar, iğnelerle de damarlarımı delik deşik bir hâle getirdiler. Bir buçuk ay kadar yattım. Sancı devam etti ve ediyor. Vazifeye devama başladımsa da tramvay durağından komisyona gidinceye kadar yoruluyor ve iki adımda bir duruyorum.”[12]
“Hayatımı öyle mihnetler içinde geçirdim ki hasta kalbim, felâketin her türlüsünü hoş görmeye başladı.
Öyle iken şikayet etmiyorum; şükür ve senâda bulunuyorum. Çünkü böyle cilvelerden mağrur sevgilim hoşlanmaktadır.”[13]
1950 senesinin sonlarına doğru rahatsızlığı artmış, 20 Haziran 1951 tarihinde vefat etmiş, Merkez Efendi Kabristanlığı’nda toprağa verilmiştir.
Edebî Kişiliği:
Tâhirü’l-Mevlevî, on beş, on altı yaşından beri manzum söz söylemeye çalışmış, geride aruz ve hece vezinleriyle muhtelif mevzularda yazılmış birçok manzume bırakmıştır.[14] “Bende ilim nerede ve marifet hani? Benim gibi söyleyen, şair olamaz”[15] diyecek kadar mütevazı bir şahsiyettir. Olumsuz şartlar ve vakıalar karşısında duyduğu derin teessüre tercüman olarak yazdığı manzumelerine harcadığı zamanı, “ömür heder etmek” olarak görmüş, şiirle meşgalesini bu şekilde tanımlamıştır.[16] Şerh-i Mesnevî’de “Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hayatı ve Eserleri” başlıklı kısmı yazan Sâdi Aytan, onun edebî kişiliğini, şairliğini şu cümlelerle anlatır: “Yazılarını sade ve akıcı bir üslupla yazmıştır. Şiir ve yazılarının en belirgin özelliği samimiliktir. İnandığına sonuna kadar bağlı kalır. Oldukça hassas bir şairdir. O, hassasiyet denilen çaresiz bir hastalığın, şifa bulmaz bir müptelasıdır.”[17]
Şiirdeki çizgisini kendi sözlerinden okuyabiliriz:
“Tabiatım, edebiyat meyhanesinin şarap satıcısı olmuştur. Şarabım eskidir, ama zevk-i selîm sahiplerinin keyfini coşturur.
Ben geçmişlerin irfan meclisinde bir cüracık içmişim, onun neşvesi şimdi gönlümde hurûşa geliyor.
Mevlâna Celâleddin-i Rûmi’nin ruhundan bana ilham feyzi gelmekte, onun rabbâni şiirleri bana birer ilham meleği olmaktadır.
Sa’dî-i Şîrâzî’nin manevi neşvesini de -gönül vahyi gibi- düşünce âleminde duymakta, onun ilâhi nağmelerini âdeta kulağımla işitmekteyim.
Eğer eski üstadların bugünkü vârisi benim diyecek olursam, idraki bulunanlar eğilerek, “evet, öyledir” derler.
Ey eskilerin şiirinden zevk almak isteyen; gel, benim kadehimden iç ki onların lezzetini bir parçacık tatmış olasın.
Ey Tâhir; bugün suhendânlık divanının sadri olabilecek sen kaldın; fakat kıymetini bilmiyorlar. Onun için sükût et.”[18]
Ali Nihat Tarlan, Şerh-i Mesnevî’ye yazdığı takrizde ondan, “Tâhirü’l-Mevlevî (Tâhir Olgun) kalemine üstâdâne tasarruf eden çok değerli bir edebiyat hocası idi” [19] diye söz eder.
Mahir İz, Tâhirü’l-Mevlevî hakkında şu sözleri söylemiştir: “Bu muhterem zât, hürmet ettiğimiz azîz bir dostumuzdur. İlmî ve edebî kıymeti gerek arkadaşları, gerekse yetiştirdiği talebe tarafından tebcîl edilen değerli bir şahsiyettir. (…) Mesnevî okutan, hassas bir Mevlevî şâiri idi. Gönül adamı idi. Dünyanın âlâyişi ile ruhunu kirletmemişti.”[20]
Tâhirü’l-Mevlevî hakkında değerli bir çalışma yaparak kıymetli eserlerinin, makalelerinin yayınlanmasına ve onun, “Keşke eski eserleri anlayabilenler, anladıkları kadar anlatmaya çalışsalar”[21] temennisinin bugün 45 eserinin basılmış olmasıyla[22] büyük ölçüde gerçekleşmesine vesile olan Prof. Dr. A. Atillâ Şentürk, onu şu sözlerle takdim eder: “Şâir, muharrir, Mevlevî dedesi, gazeteci, müderris, mesnevîhân ve edebiyat tarihçisi gibi çok yönlü bir kişiliğe sahip olan Tâhirü’l-Mevlevî, Osmanlı ile Cumhuriyet nesilleri arasında adeta bir kültür köprüsü teşkil eden âbide şahsiyetlerimizdendir.”[23] Tâhirü’l-Mevlevî’nin Türk ve İslâm tarihi, siyer, Türk edebiyatı, Fars dili ve edebiyatı, Mevlâna ve Mevlevîlik, edebî bilgiler, şiir şerhi, çeviri, biyografi, basın hayatı gibi değişik konularda yazılmış olan birbirinden önemli eserleri, Sayın Şentürk’ün kitabında genişçe tanıtılmıştır. Onun Edebiyat Lügati bugün için dahi önemli bir kaynaktır. Mesnevî Şerhi ise, kuşkusuz en önemli eseridir ve bugün de ilgiyle okunmaktadır.
Tâhirü’l-Mevlevî, hayatını bedenen ve fikren, madden ve manen iki aslî vazifeye adamıştır. Birincisi Mevlâna ve Mevlevîliğe hizmet etmek, diğeri de makaleleriyle, eserleriyle bilgilerini, birikimini ve eski kültürü, eski edebî zevki kendi ifadesiyle “zamanımız gençlerine anlatmak”tır.[24]
Yine Tâhirü’l-Mevlevî’nin birbirinden değerli mektuplarını iki ayrı çalışmayla neşrederek onun zengin edebî birikimini ilim âlemine kazandıran Prof. Dr. Cemal Kurnaz da Sayın Şentürk ile aynı kanaati paylaşmaktadır: “Tâhir Olgun, şair, yazar ve edebiyat araştırmacısı olarak yirminci yüzyılın dikkate değer isimleri arasında yer alır. O, genç yaşta girdiği Mevlevî tarikatı çevrelerinde edindiği tasavvuf ve edebiyat kültürünü bir ömür boyu yeni nesillere aktarma çabasında olmuştur.”[25]
Mevlevîliğe Hizmetleri:
Tâhirü’l-Mevlevî’nin hizmetleri, bir rubaisinde
Bir şâha kulum ben ki onun unvânı
Beyne’l-urefâ Hazret-i Mevlâna’dır [26]
şeklinde ifade ettiği Cenâb-ı Pîr aşkınadır. Bu aşk uğrundaki samimi çabaları ‘istifade’ ve ‘istifâze’ içindir. “…Faydalı olmak şartıyla her ilim meclisi, manevi bir cennet, onlardaki ilmî bahisler de cennet nimetleri oluyor. O hâlde Mesnevî, nâfi telkinatı ve müfid talimatı ile o manevi cennetlerin en yükseklerindendir. (…) Hazret-i Mevlâna da, o eşcâr-ı cinânın en ziyâde sâyedâr ve meyvebâr olanlarındandır. Sultânü’l-ulemâ oğlu Hünkâr-ı urefâdır. Kendisi cennet ağacı, âsarı cennet meyvesidir. Binaenaleyh onlardan istifade ve istifâze etmeliyiz. Yalnız bir şarta riayet göstermeliyiz ki o da talebimizde sâdık olmaktır.”[27]
“Gam denizine düşmüş ve çırpınmakta bulunmuş bir hâldeyim. Lâkin halâsımı ben onun şefkatli ve teselli verici tabiatından umuyorum.
Mevlâna-yı Rûmi Hazretleri’nin hâk-pâyı olmuşum. Onun esrâr-ı envârından bir lem‘acık ümidindeyim.
Ey Tâhir; Cenab-ı Celâleddin’in sinesi coşkun akan bir irfan çeşmesidir. Ben de o nur kaynağının bir serpi(n)tisini yüreğim yanarak gözlüyorum.”[28]
Tercümeleri:
Burada Mevlâna ve Mevlevîliğe dair eserlerden yaptığı tercümeler söz konusu edilecektir. Bu alanda kuşkusuz en önemli eseri de Nisâbü’l-Mevlevî Tercümesi’dir. Ayrıca Menâkıbu’l-‘Ârifîn’de Şems-i Tebrizî Hazretleri’nin maârifinden yazılmış on faslın tercümesini yapmıştır. Bu eseri Şems-i Tebrîzî Hazretleri’nin Makâlâtından Menâkıbu’l-‘Ârifîn’de Münderic On Faslın Tercümesi adını taşımaktadır.[29]
Menâkıbu’l-ârifîn’i istinsah ettiği sırada hatırına bu eserden bir çalışma yapmak gelir. Eflâkî Dede naklettiği menakıptan bazılarının râvisini yazmış ve bu râvilerden kısaca söz etmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî bu râvileri tespit ederek alfabetik sırayla biyografilerini yazmış, ayrıca naklettikleri menkıbeleri de ilâve ederek XIII ve XIV. asırlarda yaşamış ve Mevlâna, Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi’ye derviş olmuş 120’den fazla Mevlevînin adını unutulmaktan kurtaran bu esere Kudemâ-yı Mevleviyye[30] adını vermiştir. Bu eseri bitirdikten sonra bir rüya görmüştür. Rüyasını şöyle anlatır: “Rüyamda bana yarım, yani ortasından kesik bir ney verdiler. Bunun manevi bir hediye olduğunu, yarım olmasına sebep de kitabın hepsini değil, yalnız râvisi muayyen bulunan kısımları tercüme edişim olduğunu anladım.”[31]
“Şimdi Şârih (İsmail Ankaravî)’in Mesnevî’den toplamak suretiyle vücuda getirmiş olduğu Nisâbü’l-Mevlevî ile meşgul oluyor ve onu Türkçeleştiriyorum.”[32] “Nisâbü’l-Mevlevî Tercümesi üçte ikiyi geçmiştir. Tasnif-i Kütüp Komisyonu azasından Uzunköprülü Cevad Efendi tarafından da istinsah edilmektedir.”[33] “Ankaravî’nin Mesnevî’den toplamak üzere vücuda getirmiş olduğu “Nisâbü’l-Mevlevî”nin tercümesini hamdolsun, bitirdim.”[34] Tâhirü’l-Mevlevî’nin bu değerli eseri de yayınlanmıştır.[35]
Divân-ı Kebîr’in tercümesi de kendisinden rica edilmiş, ancak sağlığı buna el vermemiştir. “Devâvîn-i Mevlâna’nın en mükemmel olan bir nüshasının fotoğrafisinden bir tanesinin abd-i hakîre gönderilmesini Nisâbü’l-Mevlevî Tercümesi’nin çok yüksek bir câizesi addedeceğim. Lâkin ondan 33.000 beytin tercümesine evvelâ aczim, sonra ihtiyarlığım mâni olacaktır. Maamâfîh çorbada tuzu bulunmak kabilinden olarak inşaallah birkaç gazeli anlayabildiğim kadar tercüme ve takdim etmeğe çalışırım.”[36]
Bunlardan başka, Mevlevî şahsiyetlere dair biyografik yazıları ve derlemeleri de bulunmaktadır.
Mevlevîliğe Dair Bazı Eserlerin İstinsahı:
Menakıbü’l-Ârifîn ve Nisâbü’l-Mevlevî’den kendi kütüphanesi için birer nüsha yazmıştır. “Bendeniz şu ihtiyar halimde 400 sayfalık Menâkıbu’l-Ârifîn’i istinsah ederek kütüphaneme koydum. Belki benden sonra biri okur da bir ‘Allah rahmet eylesin’ der.”[37] Nisâbü’l-Mevlevî’den de bir nüsha yazmıştır.[38] Tâhirü’l-Mevlevî tarafından yazılmış 20 Eylül 1947 tarihli nüsha, SÜMAM Uzluk Arşivi Y 89 numarada kayıtlıdır.
Tâhirü’l-Mevlevî özellikle 1940’lı yıllarda telif ve tercüme faaliyetleriyle, özellikle Mesnevî şerhiyle yoğun bir şekilde meşgul olmuş; böyle bir meşguliyet ile bu yıllarda yoğun olarak hissettiği yalnızlığını unutmaya çalışmıştır. Çünkü Çelebilerin, Dedelerin, Mevlevîleri ‘ihtirâk-ı firaka’ düçâr eden vefatlarından dolayı yalnız kalmıştır.[39] Bu yüzden Mevlâna’ya, eserlerine, Mevlevîliğe dair değil bir makalede, bir eserde, bir pusulada, bir mektupta dahi, sadâ-yı âşinâyı duymakta, kendi ifadesiyle “Gûyâ ki pîş-i dîdede gurbet diyârı var” ifadesiyle mısralarına döktüğü “meslek ve meşrep itibarıyla yalnızlığı”nı bir nebze olsun unutmuştur. 1944-1950 yılları arasında F. N. Uzluk’a yazmış olduğu yirmi iki mektubunda istisnasız, Mevlâna’dan, Mevlevîlikten veya Mevlevî şahsiyetlerden bahsetmiştir.
Mevlâna’ya ve onun tarîk-i celîline olan hizmetleri, hâlisane takdir edenlerden olmuştur. Mevlâna, Mevlevîlik ve Mevlevî şahsiyetler için yazılmış her eseri, her makaleyi, bir biyografiyi, bu yoldaki teşebbüsleri ve gayretleri büyük bir takdirle karşılamış, maddî ve manevi desteğini her zaman vermiştir. Yapılan her yayın için görüşlerini bildirmiş, tebriklerini ifade etmiş, varsa eleştirilerini de nazik bir ifadeyle dile getirmiştir.
Mevlâna ve Mevlevilîğe dair yazılacak ya da basılacak eserlerde yönlendirici olmuştur. A. R. Akyürek’in “bendeki mektupları, fakirhânenin ihtirakında sâir kitaplarımla beraber yanmıştı. (…) Evrak-ı metrukesi ve Divan’ı, tarafınızdan kaydedilerek neşrine gayret buyurulursa ruhu şâd edilmiş olur.”[40]
“Esrar Dede Tezkiresi’ne bir zeyil yapmak, onun yazmadıklarını bulup yaşatmak, tarîkimiz ve tarîkatdaşlarımız için büyük bir hizmet olur. (…) Ulu Ârif Çelebi Dîvânı’nın bastırılması hakkındaki ricama eyvallah deyişiniz -velev şart-ı muallak olsun- fakiri minnettar etti. İnşaallah o şart tahakkuk eder de hâlisâne emel de husûle gelir.”[41]
“Biraz da adam çekiştirelim” kabilinden yapılan eleştiri ve saldırılara yazılarıyla gerekli cevapları vermiştir.
“Mesnevî’nin Tenkidi unvanlı kitabın basıldığını [İstanbul 1946] gazetede görmüş ve gülmüştüm. Galiba münekkit Şahin Efendi de kitap denince en evvel aklına Mesnevî gelmiş ki onu tenkide, yahut onu tenkit diye cehlini teşhîre kalkışmış. Fakir bu işte iki şık görüyorum: Bu Şahin Efendi’yi ya şöhrete yahut servete harîs zannediyorum ki, hareketi kendisi için ikisini de temin edeceğini düşünmüş olmalı. Öyle ya, bizzat Mesnevî’yi tenkit ve onun nâzım-ı âlîsine itiraz edebilmek için insan ne kadar bilgili yahut ne kadar cüretkâr cahil olmalı? Böyle yüksek bir âlimin yazıları tabii merak uyandıracak, kitap satılacak, yazarın ve bastıranın cepleri dolacaktı.”[42]
Tâhirü’l-Mevlevî, Muhammed Şahin ve eserine Mesnevî’nin Eski ve Yeni Mu‘terizleri (İstanbul 1946) adlı risalesiyle cevap vermiş; M. Şahin buna karşılık “Mesnevî’nin Tenkidini Beğenmeyene Cevap” adlı yazısıyla mukabele etmiş; son olarak da Tâhirü’l-Mevlevî bu yazıya Mesnevî’nin Yeni Mu‘terizine İkinci Cevap (İstanbul 1947) adlı makelesiyle cevap vermiştir.[43]
“Mesnevî’nin Tenkidi’ne yazdığım (…) cevap, burada Mevlâna sevenlerin hoşuna gitti, hattâ eski Erzurum mebusu Yeşilzâde Salih Efendi “bunu bastıralım” teklifinde bulundu. Fakir hasbeten li-Mevlâ muvafakat ettiğim gibi o da li-hubbi Mevlâna tab‘ masrafını deruhte eyledi. Bir buçuk forma tutan ve Mesnevî’nin Eski ve Yeni Mu‘terizleri unvanıyla kitabın birinci forması basıldı. (…) Fakat şurası var ki Salih Efendi, bir bacağı kesilmiş ve evinde oturmaya mecbur kalmış olduğu hâlde nakdî bir fedakârlıkta bulundu.”[44] “Mesnevî münekkidi olan adam, fakire karşı da Mesnevî’nin Tenkidini Beğenmeyene isimli ve 12 sahifelik bir risale neşretmiş. Bedbaht adam, Mesnevî’yi tenkit edeyim derken kendi cehaletini teşhir ediyor. Ona da bir cevap yazmaya başladım. İnşaallah yakında niyaz olarak takdim edeceğim.”[45]
Mesnevîhânlığı:
1894’de Mevlevîliğe intisap etmiş, otuz sene sonra, 1925’te destar sarmıştır. İcazetnâme Abdülhalim Çelebi tarafından gönderilmiş ve yedi ay sonra haftada bir gün olmak üzere Pazartesi günleri ikindi namazından sonra Fatih Camii’nde Mesnevî takririne başlamıştır.[46]
“Haftada bir gün takrir eylemek üzere 20 Ağustos 1923’ten 7 Aralık 1925 tarihinde tevkif ve Ankara İstiklal Mahkemesine sevk edilinceye kadar Fatih Cami-i şerifinde Mesnevî-i Cenâb-ı Mevlâna’yı tedris eylemiştim. 2 Şubat 1926 tarihinde mahkemece berat kazanıp 16 Şubat 1926 tarihinde İstanbul’a geldimse de artık camide ders okutmaya lüzum görmedim. Bir müddet terk-i takrîre karar verdim.”[47] Tâhirü’l-Mevlevî, Fatih Camii’nde Mesnevî’nin birinci cildinde yer alan
ای بخورده خون من هفتاد سال ای ز تو رويم سيه پيش کمال
“Ey yetmiş seneden beri kanımı içen, ey kemâl erbabı indinde yüzümü karartan” beytine kadar takrire devam etmiş, yukarıdaki beyit ile Fatih Camii’ndeki bu dersleri sona ermiştir. “7 Muharrem 1342’den Cemâziyelulâ 1344 tarihine kadar Fatih Cami-i Şerîfinde Mesnevî takrir etmiş ve buraya kadar söylemiştim.”[48]
Mart-1948’de Süleymaniye Camii’nde tekrar Mesnevî derslerine başlar:
“Şunu da haber vereyim ki Süleymaniye Camii’nde bir asırdan beri münderis olmuş bir Mesnevîhânlık ciheti varmış. Onu lâyık olmadığım hâlde fakire tevcih ettiler. Fakat daha takrire başlayamadım. Benimle beraber havaların da iyileşmesini bekliyorum.”[49]
“Fakirin Süleymaniye Mesnevîhânlığı Evkaf Umum Müdürlüğünce tasdik edilip geldi. İnşaallah Recep ibtidalarında derse başlayacağım.”[50]
Dersler ilk yıl Süleymaniye Camii’nde Cumartesi günleri yapılır. Mesnevî-i Şerif Takriratı’nda mevcut olup Mesnevî Dersleri veya Şerh-i Mesnevî adıyla yapılan baskılarında bulunmayan ya da özet hâlde verilen şu kısımları da aktarmakta fayda vardır:
“Derse ibtida etmeden evvel mukaddime olmak üzere bazı maruzatta bulunacağım: Bu cami-i şerif dâhilinde, hatta şu oturduğum mevkide* hocam Mehmed Esad Dede Efendi merhum, kemâl-i salahiyetle Mesnevî-i şerif takrir ederdi -rûh-ı revânı şâd olsun-. Merhumun irtihalinden sonra o vazifeyi Karahisarlı Ahmed Efendi deruhte eylemiş, o da senelerce Mesnevî takririne devam eylemişti -Allah rahmet eylesin-. Birkaç ay evvel Ahmed Efendi’nin vefatı vuku buldu. Yerine de kimse çıkıp o dersi okutmadı. Mesnevî-i şerif istimaına teşne bulunanlar irfân-ı Mevlâna’nın füyuzâtından mahrum kaldı. Dâru’l-hılâfe medârisinin* sahn kısmı müdîr-i umumîsi Ali Rıza Efendi üstadımız, hem şu mahrumiyeti izale etmek hem de fakire karşı fevkalâde bir teveccüh ve hüsn-i zan göstermek emeliyle:
-Hocanın yerini boş bırakma, tavsiyesinde bulundu. Her vesile ile itirafından çekinmediğim aczimden bahsettim. Hulûs-i niyet ve sa‘y u gayretin, mazhar-ı tevfîk olarak acze galebe çalacağını söyledi. Diğer bazı zevât-ı kirâm da aynı teşvikâtı ibraz eyledi. Binaen aleyh inayet-i Mevlâ ve himmet-i Mevlâna’ya itimad ederek tahte’l-lafz olsun takrîr-i Mesnevî’ye başlamak cüretini gösterdim. Cenab-ı Hak taksiratımı af eyleye.
Sıddîk-i Ekber radiyallahu anh hazretleri, halife intihab olunduğunun ertesi günü irad ettiği bir hutbede:
-Beni Peygambere kıyas etmeyiniz, ona vahy gelirdi”, mealinde bir sözle itizar eylemişti. Abd-i aciz de derim ki:
-Fakiri benden evvelki Mesnevîhânlara kıyas etmeyiniz, onların hüsn-i hâli ve safvet-i bâli kendilerini ilhâm-ı rabbanîye mazhar kılardı. Pîr-i Destgîr Efendimiz Mesnevî’de:
چونکه گل رفت و گلستان شد خراب بوی گل را از که جوييم از گلاب
Buyuruyor ki: “Gül mevsimi geçip de gülistan harap olunca gül kokusunu gül suyundan aramalıyız” demektir. Abd-i âciz, hakikat güllerinin suyu değil, o suyun tortusu olur da erbabına bir şemme-i marifet verebilirsem benim için ne mutlu bir hâldir.”[51]
“Mesnevî takririne başlayınca (1948) o aczi ve o noksanı daha ziyade anladım ve daha hâlisâne itiraf ediyorum. Hatta derse başlamadan evvel ruhaniyyet-i Pîr’e teveccühle: “Pîr-i destgîrim, Muînüddîn-i Pervâne nezdine gönderdiğin bir dervişin “Ona ne diyeceğim?” diye sorması üzerine, “Sen ağzını aç, ben söylerim” buyurmuşsun. Ben de ağzımı açıyorum, lisanımdan sen söyle” diyorum. Bazen öyle cilveler oluyor ki hâtır u hayâlimde olmayan nükteler ders esnasında sânih oluyor.”[52]
1948 yılının sonbaharına doğru, Süleymaniye Camii, büyüklüğü, cemaatinin azlığı ve içerisini ısıtma imkânı olmayışı gibi nedenlerle Mesnevî dersleri, Laleli Câmii’nde takrir edilmiştir. Bugün elimizde bulunan Mesnevî Dersleri daha sonra yapılan baskılarındaki adıyla Şerh-i Mesnevî, bu derslerin mahsulüdür.
“Ders esnasında söyleyeceğim sözlerin, hafî ve celî zabıta memurları tarafından su-i tefahuma uğramaması, şayed uğrayacak olursa elimde bir vesika bulunması emeliyle takrir edeceklerimi evvelce tahrir etmeyi usul ittihaz eylemiştim. O sayede epeyce yazı toplandı. Cild-i evvelin heman nısfına karib ebyatına terceme ve şerh olabilecek o yazıları şu deftere toplamak istedim. Tevfîk-i ilâhî yardım eylerse şerhin itmamına mukaddime teşkil eder. Olamadığı takdirde kıymet-şinas birinin eline geçerse dua-i hayra vesile olur.
Bakî kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”[53]
Bu dersleri 1948’den vefatına kadar hiçbirini kaçırmadan takip eden Prof. Dr. M. Orhan Okay Bey, “son büyük mesnevîhânın küçük hikâyesini anlattığı bir makalesinde, bu dersleri ve derslerdeki atmosferi şu ifadelerle aktarmaktadır:
“…Tahir Olgun, ilk derste Süleymaniye Camii’nde bu derslerin verilmesinin bir vakıf gereği olduğunu ve bu tarihten galiba iki yüz sene kadar evvel Kubat Çavuş adında biri tarafından vakfedilmiş olduğunu anlattı. Hafif kısık, yumuşak, biraz gevrek bir sesi vardı. Yaşı yetmişin üzerindeydi ve kırçıl kısa sakalı yumuşak ifadeli çehresini çevreliyordu. Mesnevî’den beyitler okuya okuya, bazen sadece tercüme ederek, fakat çok defa uzun yahut kısa açıklamalarla dersini verirdi. Beyitleri şerh ederken ilgisi dolayısıyla âyet ve hadisler zikreder, tarihî hadiseleri anlatırdı. Gerektikçe Sadî’den, Hâfız’dan, Muallim Naci’den, Mehmet Akif’ten, diğer Türk şairlerinden ve kendi müellefatından beyitler okur, araya evliya menkıbeleri hatta fıkralar sokuşturur, bazen de kendi hayatından bir takım hatıralar ilave ederdi tabii okuduğu beyitlerle daima ilişki kurarak. Yani dinleyicileri sıkmayan bir takrir tarzı vardı. Gerek Arapça gerekse Farsça telaffuzunda kendisini sıkmaz, mahreçlerde rahat bir Osmanlı telaffuzunu tercih ederdi.”[54]
Tâhirü’l-Mevlevî’nin takrirlerini yazdığı defterlerinin kendi el yazısıyla yazılmış bir kopyası 11 defter hâlinde Konya Mevlâna Müzesi Kütüphanesi İhtisas no. 12057-12066 numaralarda kayıtlıdır. C I, Defter 1 (bb. 1-720)’in zahriyesinde “Mesnevî-i Şerîf Takriratı” başlığı bulunmaktadır. Bu defterlerden I. cilt, 2. defter (bb. 721-1761) Haziran 1929’da, I. Cilt 3. defter (bb. 1762-2932) Kasım 1942’de, I. Cilt 4. defter (bb. 2933-3976), yani Mesnevî’nin 1. defterinin tamamı 23 Ramazan 1364/21 Ağustos 1945 Cuma gecesi tamamlanmıştır.[55] “Bir aralık Fatih Camii’nde Mesnevî takrir etmiş ve o takrirleri el defterlerime yazmıştım. Onların tebyîzi hemen 2000 sahifelik bir eser teşkil etti ki cild-i evvelin tercümesi ve şerhi oldu.” İslâm Yolu Gazetesi Sahibi Esad Ekicigil, Üstad Tahir Olgun’dan Süleymaniye Camii’nde verdiği derslerin ehemmiyeti dolayısıyla ders notlarının kitap hâlinde neşrini kendisinden rica etmiş ve Tâhirü’l-Mevlevî de muvafakat göstererek Mesnevî’nin I. defterinin tamamını ve II. defterinden 1629 toplamda 5605 beytin tercüme ve şerhini ihtiva eden kısmı dört yıl sonra Mesnevî Dersleri adıyla neşre başlamıştır. Mesnevî Dersleri 11 Şubat 1949 yine Cuma gününden itibaren 15 günde bir forma hâlinde neşredilmekte iken, 1951 yılında şârihin vefatı üzerine yarım kalmıştır.[56] “Âcizane olan şu takrirâtım 1370 sene-i hicriyesinde Mesnevî Dersleri unvanıyla basıldı. Tab‘ı için istinsah edildiği sırada hatıra gelen bazı şeyler de ilave olundu ve eser adeta değişti. Binaen aleyh eser-i âcizanemi mütalaa etmek isteyenler bir kere de basılmışına bakmalıdırlar. Göz gezdirenlerden hayr-i dua temenni ederim.”[57]
“Mesnevî Dersleri’nde de cild-i sâninin tercemesine ibtida olunması bir müddet gecikmiştir.”[58] “Ben artık ihtiyarladım. Hem ihtiyarlık, hem hastalık çalışmama engel oluyor. Mesnevî’nin birinci cildini tercüme ve şerh edip bitirmiş olduğum hâlde cild-i sâniye başlamak için kendimde kuvvet ve cesaret bulamıyorum.”[59]
Mesnevî’nin ikinci defterinin tercüme ve şerhine iki yıl sonra (1947) başlanmış ve 1948’de tamamlanmıştır. III. Cildin tercüme ve şerhine 10 Şaban 1367/18 Haziran 1948’de başlanmış ve 20 Receb 1368/19 Mayıs 1949 tarihinde bitirilmiş; IV. cildin tercüme ve şerhine 20 Receb 1368/19 Mayıs 1949’da başlanmış, 6 ay sonra Kasım 1950’de tamamlanmıştır.[60]
Tâhirü’l-Mevlevî’nin ömrü vefa etmediği için Mesnevî’nin V. cildinin bir kısmı, toplamda Mesnevî’den 17.309 beytin şerhi, -Ali Nihad Tarlan’ın “Tebrik ve Teşekkür”, Nurettin Topçu’nun “Tasavvufun Merhaleleri ve Mevlâna”, Sadi Aytan’ın “Tâhirü’l-Mevlevî, Hayatı ve Eserleri” başlıklı yazılarıyla- Şerh-i Mesnevî adıyla 14 cilt hâlinde yayınlanmıştır (Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Şerh-i Mesnevî, Tercüme ve Şerheden: Tâhirü’l-Mevlevî, C I-XIV [Tevzi yeri: Selâm Yayınları, Uzun Bedesten No: 1 Konya]; İstanbul: Ahmed Said Matbaası, 1963-1975).
Şerh Metodu ve Kaynakları:
Mesnevî’nin mensur mukaddimesi ibareler hâlinde, manzum kısmı da beyit beyit açıklanmıştır. Önce beyit sıra numaraları altında Farsça beyit ve Türkçe çevirisi verilmiş, daha sonra ilgili açıklamalar, değiniler, alıntılar, nakiller yapılmıştır.
Şerh konusunda şârihin Mesnevî Dersleri’ndeki şu kaydını aktarmakta yarar vardır: “Dîbaceye başlamadan evvel şunu itiraf edeyim ki benim burada yapacağım şey, Şârih Ankaravî’nin Mesnevî Şerhi’nden mana nakletmek, onun bugün anlaşılmayacak hâle gelmiş olan üslubuna tercüman olmaktır. Bunu yapabilirsem muvaffakiyet şârihindir. Yapamazsam kusur bendedir.”[61]
Mesnevî’nin mensur mukaddimesi de dahil olmak üzere I. defterinin 518. beytini içeren kısmının şerhinde metin, alıntı, atıf ya da mealen nakil olarak Mesnevî Dersleri’nin birinci cildinde, toplam 130 ayet-i kerime, 64 hadis-i şerif;
Konuyu destekleyici mahiyette, çoğunluğu Mesnevî’den (48 beyit) olmak üzere Divan-ı Kebîr’de mevcut bazı gazellerden mısra, beyit, rubai olmak üzere toplam 60 şiir örneği ile Sipehsâlâr ve Eflâkî’nin Menâkıbnâme’lerinden nakiller yapmıştır.
Halifelerden Hz. Ömer ve Hz. Ali; Yahyâ b. Muazzı-ı Râzî, İmam Câfer-i Sâdık, İmâm Ebû Yûsuf, İmam Kuşeyrî, İmam Gazzâlî (İhyâu Ulûmiddîn, Kimyâ-yı Saadet), Hasan-ı Basrî, Şakîk-i Belhî, Bâyezîd-i Bistâmî, Hallâc-ı Mansûr, Cüneyd-i Bagdâdî, Şeyh Ruzbihân-ı Baklî, Şa‘bî, Muhammed Bahâuddîn-i Nakşbend, Ebû Hafs-i Kebîr, Abdulganî-i Nablûsî (İzâhu’d-dalâlât), İbn-i Arabî (Futuhât-ı Mekkiyye), Kadı Beyzâvî, Sultan Veled (Maârif), İbn Haldûn, Seyyid Şerîf-i Cürcânî (Ta‘rîfât), İmam Suyûtî (Câmiu’s-sagîr), Hakim Senâî (Hadîka), Fahruddîn-i Irakî, Şeyh Attâr-ı Şîrâzî (Esrârnâme, Mantıku’t-tayr), Sa‘dî-i Şîrâzî (Gülistan), Sipehsâlâr (Menâkıb), Şems-i Tebrîzî (Makalât), Hüseyin Vâiz-i Kâşifî (Mevâhibi-i ‘Aliyye, Bahrü’l-hakâyık), Nureddîn Abdurrahman-ı Câmî (Levâyih, Şerh-i Rubâiyyât, Lüccetü’l-esrâr adlı kasidesi), Lâmiî (Nefehâtü’l-üns Tercümesi), Ali es-Sâfî (Reşehât), Celâleddîn Muhammed Kazvinî (Telhîs), İsmâil-i Ankaravî (Minhâcü’l-fukarâ, Huccetü’s-semâ’, Şerh-i Mesnevî), Ahmed Hamdi Efendi (Risâle-i Ruh) gibi büyük şahsiyetlerin, sufîlerin, meşayihin eserlerinden, sözlerinden ve şiirlerinden nakiller;
Vecize, atasözü kabilinden Türkçe (8), Farsça (3), Arapça (17) olmak üzere 28 örnek;
Yunus Emre (3), Fuzûlî (4), Şâhidî İbrahim Dede (1), Nedîm (1), Hersekli Ârif Hikmet (1), Nâbî (1), Üsküdarlı Şeyh Osman Şems (ilahi-1), Mehmet Akif Ersoy (1), Muallim Nâci (3), Abdülvasi Çelebi (Farsça-1), Şeyh Gâlip (2, Hüsn ü Aşk), Recaizâde Mahmud Ekrem (1) ve şârihin kendi şiirleri olmak üzere mısra, beyit veya manzume hâlinde 22 civarında manzum metin;
Yine Enverî (1), Hakîm Senâî (1), Şeyh Attâr (2), Hâfız-ı Şîrâzî (4), Sa‘dî (10), Hâce Pârsâ (1), Muhammed Şâh-ı Nakşbend (1), Câmî (4), Humâm-ı Tebrîzî (1) gibi Farsça yazmış şairlerden 25 kadar beyit;
Şâirini anmadığı, bazıları kendisine ait olmak üzere Türkçe (32), Arapça (6) ve Farsça (6) olarak toplam 44 örnek;
Bazen bizzat yaşadığı, duyduğu, yaygınlaşsa fıkra haline gelebilecek anı ve hikâyecikler nakledilmiştir.
Mesnevî’de anlatılan hikâyelerin şerhlerinde izahlar kısa tutulmuş, ancak tarihî bir olaya telmih varsa bu tarihi olay genişçe anlatılmıştır. İzahlar daha çok hikâyeden önceki kısımlarda ya da hikâyeden sonra tekrar konuya geçildiği kısımlarda yapılmıştır.
Mesnevî’nin bir beytinde, peygamberlere, İslâm tarihindeki bir olaya doğrudan ya da dolaylı bir atıf, telmih yapılmışsa Tâhirü’l-Mevlevî, bu gibi yerlerde, “Burada izahı lâzım gelen bir bahis vardır” diyerek bilgilerini çok cömertçe sunmuştur. Bu hacimli şerhi kıssalarla, hikâyelerle ve hatırında olan beyitlerle, kendi manzumeleriyle daha sürükleyici bir hâle getirmiştir.
Mesnevî’nin mevcut şerhlerini gözden geçirdiği muhakkaktır. Bazı beyitlerin izahına “şârihler” ya da “şârihler diyorlar ki” ifadesiyle başlar. Bazı yerlerde şârihlerin yorumlarına katılmadığını da ifade etmekte, bazen İsmail-i Ankaravî ve Sarı Abdullah gibi Mesnevî şârihleri arasında karşılaştırma yapmaktadır. Bu ikisi dışında, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin de adı sıkça anılmaktadır.
Mesnevî’nin I. defterinin şerhini içeren Mesnevî Dersleri ile Şerh-i Mesnevî’nin Selâm ve Şamil Yayınları tarafından yapılan baskılarında kelimelerin, ibare ve ifadelerin sadeleştirilmesi dışında, şerh metninde büyük farklılıklar vardır. Yapılan karşılaştırmada Şerh-i Mesnevî baskılarında yapılmış, bu makalede konu edilmeyecek olan şeklî farklılıklar ve zamana göre kelime, ibare ve ifade değişiklikleri dışında, Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mesnevî şerhindeki edebî ve kültürel zenginliğin âdeta yağmalanmış olduğunu ortaya koyan şu eksiklikler tespit edilmiştir:
Mesnevî Dersleri (MD) I, 5’de “Hazret-i Mevlâna Kimdi?” başlığı altında yer alan ilk üç paragraf Şerh-i Mesnevî (ŞM), I, 19’da yoktur.
Üçüncü paragrafın bir bölümünü burada aktarmakta yarar vardır: “İlm ü irfanda geri kalmış olmamızın başlıca sebebi nedir, bilir misiniz? Yalnız gözlerimizi kullanmamız ve beynimizi işletmeyişimiz, yani gördüğümüz bir yazıya hemen inanıverişimizdir.”[62]
MD, I, 8’de Şârihin bir âyetin tefsir yollu tercümesi ŞM, I, 21’de yalnızca mealen verilmiştir. Mukayese açısından bu örneği vermekte yarar vardır:
“Yani “teslise kail oldukları, yegâne olan Allah’a İsâ’yı ve Cebrail’i karıştırmak suretile şirk koştukları hâlde manastırlarda ve sâir yerlerde riyâzat ile meşgul olan papasların dünya hayatında çalışıp çabalamaları sapıklıktır, kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır. Hâlbuki onlar iyi ve güzel bir iş yapıyoruz sanırlar” ayeti o nâzım-ı bî-sûd hakkında da okunabilir.”[63]
“Yani: “Kendileri muhakkak iyi yapıyorlar sanarak, dünya hayatında sa’yleri boşa gitmiş olanları size haber vereyim mi?” ayeti, o nâzım hakkında da okunabilir.”[64]
MD, I, 26-27’de uzunca iki paragraf, ŞM, I, 36’da,
MD I, 66’da şârihin 5 beyitlik Türkçe gazeli, ŞM, I, 72’de,
MD, I, 67’de Türkçe bir manzume, ŞM, I, 72-73’te,
MD, I, 73’te 3 beyit mizah içerikli Türkçe mesnevi, ŞM, I, 77’de,
MD, I, 73’te mısra hâlinde verilmiş bir Türkçe vecize, ŞM, I, 77’de,
MD, I, 74’te Türkçe bir rubai, ŞM, I, 78’de,
MD, I, 74’te ‘tehzîb-i zâhir’ ve ‘sofî’ye dair izahlar, ŞM, I, 79’da,
MD, I, 79’da Türkçe bir rubai, ŞM, I, 82’de,
MD, I, 82’de Türkçe bir rubainin son iki mısraı, ŞM, I, 86’da,
MD, I, 91’de Mehmed Akif’in 7 beyitlik manzumesi, ŞM, I, 96’da,
MD, I, 93-94’te Hadis-i şerif, üç paragraflık bir izah ve Mevlâna’nın Senâî ve Attâr’ın adlarını andığı bir rubaisi, ŞM, I, 98’de,
MD, I, 100’de on üç satırlık iki paragraf, ŞM, I, 105’de,
MD, I, 126’da şârihin ‘gönül’ redifli 6 beyitlik gazeli, ŞM, I, 132’de,
MD, I, 126’da şârihin altı bendlik Türkçe tahmisi, ŞM, I, 133’de,
MD, I, 128’de bir Türkçe beyit, ŞM, I, 133’de,
MD, I, 137’de Türkçe bir beyit, ŞM, I, 142’de,
MD, I, 157’de bir hikâye, ŞM, I, 165’te,
MD, I, 160’da Ankaravî Şerhi’nden yapılan nakil, ŞM, I, 169’da,
MD, I, 165’te meşhur ‘kime görüneyim’ fıkrası ŞM, I, 175’te,
MD, I, 175-178’de Şârihin “Zebh-i İsmail” vakasını anlattığı 56 beyitlik Türkçe mesnevisi, ŞM, I, 186’da,
MD, I, 188’de, ‘cavlak’, ‘çâr-darb’ ve Feridun Gülrenk adlı şahısla ilgili kıssa, ŞM, I, 199’da,
MD, I, 189’da, Melâmiliğe dair izahlar ve Ankaravî’nin Minhâcu’l-fukarâ’sından konuyla ilgili yapılmış nakil, ŞM, I, 199’da,
MD, I, 1120’da, Muhammed Semâî Çelebi’ye Sultan Dîvânî denmesine dair bilgi, ŞM, I, 200’de,
MD, I, 195’te, şârihin ‘eyler’ redifli gazelinden dört beyit, ŞM, I, 205’te,
MD, I, 201’de, bir paragraflık izahat, ŞM, I, 211’de,
MD, I, 211’de, sarhoş-namaz meselesiyle ilgili bir paragraf ve Türkçe bir beyit, ŞM, I, 222’de,
MD, I, 239’da, maddî, manevî ve fikrî taklit konusunda uzunca bir paragraf, ŞM, I, 255’te,
MD, I, 254’te, rüya konusunda bir fıkra, ŞM, I, 274’te,
MD, I, 264’te, ‘bâtıl’ mazmunlu Türkçe bir beyit, ŞM, I, 286’da,
MD, I, 294’te, şârihin ‘renk renk’ redifli sekiz beyitlik gazeli, ŞM, I, 319’da,
MD, I, 296’da, Nedîm’in Damat İbrahim Paşa vasfındaki kasidesinden iki beyit, ŞM, I, 322’de
MD, I, 313’te, “isterler” redifli 8 beyitlik gazel, ŞM, II, 337-338’de
MD, I, 320’de, Türkçe bir beyit, ŞM, II, 344’te
MD, I, 321’de, bir bentlik Türkçe tahmis, ŞM, II, 346’da
MD, I, 326’da, Türkçe bir beyit, ŞM, II, 351’de
MD, I, 329’da, Farsça bir mısra, ŞM, II, 354’te
MD, I, 329’da, 10 satırlık bir paragraf, ŞM, II, 355’te
MD, I, 331’de, bir satır ve 3 beyitlik Türkçe mesnevi, ŞM, II, 356-357’de
MD, I, 332’de, Türkçe bir rubai, ŞM, II, 357’de
MD, I, 342’de Türkçe bir beyit ve Farsça bir mısra, ŞM, II, 370’te
MD, I, 351’de, Farsça bir rubai ile Türkçe manzum çevirisi, ŞM, II, 382’de
MD, I, 356’da, Türkçe bir beyit, ŞM, II, 384’te
MD, I, 389’da, Türkçe bir beyit, ŞM, II, 427’de
MD, I, 396’da, şârihin Türkçe bir na‘t-ı şerîfi, ŞM, II, 397’de
MD, I, 403’de, 9 satırlık bir paragraf, ŞM, II, 444’te
MD, I, 409’de, 47 satırdan ibaret 4 paragraf, ŞM, II, 449-450’de
MD, I/2, 421’de, Türkçe bir mısra, ŞM, II, 460’da
MD, I/2, 422’de, bir satır, ŞM, II, 460’da
MD, I/2, 429’da, 3 satırlık bir paragraf, ŞM, II, 470’de
MD, I/2, 433’te, 3 paragraf ve şerhe ait 14 satırlık izahat, ŞM, II, 475’te
MD, I/2, 433’te, 2 satır, ŞM, II, 476’da
MD, I/2, 437’de, Türkçe 2 beyit, ŞM, II, 480’de
MD, I/2, 437’de, Türkçe 2 beyit, ŞM, II, 480’de
MD, I/2, 438’de, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 481’de
MD, I/2, 439’da, “göz yaşı” redifli 6 beyitlik Türkçe bir manzume, ŞM, II, 482’de
MD, I/2, 439’da, Türkçe bir rubai, ŞM, II, 482’de
MD, I/2, 449-450’de, 27 satırlık 3 paragraf, ŞM, II, 495’te
MD, I/2, 450’de, son paragraftan iki satır, ŞM, II, 495’te
MD, I/2, 425’te, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 497’de
MD, I/2, 456’da, Arapça bir vecize ve 3 satırlık bir paragraf, ŞM, II, 503’te
MD, I/2, 458’de, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 505’te
MD, I/2, 460’ta, Türkçe 2 beyit, ŞM, II, 507’de
MD, I/2, 461’de, 5 satırlık bir paragraf, ŞM, I, 508’de
MD, I/2, 465’te, Türkçe 1 mısra, ŞM, II, 513’te
MD, I/2, 467’de, 1 satır, ŞM, II, 516’da
MD, I/2, 469’da, bir cümle, ŞM, II, 518’de
MD, I/2, 470’te, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 519’da
MD, I/2, 471’de, Farsça 1 mısra ve Türkçe çevirisi, ŞM, II, 520’de
MD, I/2, 473’te, Aksaraylı yaşlı bir tulumbacının anlatıldığı 5 satırlık bir paragraf, ŞM, II, 521’de
MD, I/2, 480’de, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 528’de
MD, I/2, 491’de, Arapça 1 beyit ve tercümesi, ŞM, II, 540’ta
MD, I/2, 492’de, İbrahim suresinden nakledilen ayetler, ŞM, II, 542’de farklıdır.
MD, I/2, 493’te, Türkçe 1 mısra, ŞM, II, 543’te
MD, I/2, 501’de, 5 satırlık şerh metni ve Türkçe 4 mısra, ŞM, II, 554’te
MD, I/2, 503’te, 8 satır, ŞM, II, 556’da
MD, I/2, 508’de, Türkçe 1 beyit, ŞM, I, 562’de
MD, I/2, 509’da, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 563’te
MD, I/2, 510’da, Farsça başlık ve Türkçe çevirisi, ŞM, II, 564’te
MD, I/2, 511’de, Farsça başlık ve Türkçe çevirisi, ŞM, II, 566’da
MD, I/2, 512’de, Farsça başlık ve Türkçe çevirisi, ŞM, II, 567’de
MD, I/2, 515’te, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 570’te
MD, I/2, 516’da, 1 beyit ve 1 dörtlük, ŞM, II, 512’de
MD, I/2, 517’de, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 573’te
MD, I/2, 518’de, 14 satırlık bir hikâye, ŞM, II, 573’te
MD, I/2, 521’de, 5 paragraf, 36 satır, eğitime dair izahlar, ŞM, II, 577’de
MD, I/2, 523-524, 2 paragraf, 19 satır şeytan ve melek konusu, ŞM, II, 578’de
MD, I/2, 527, Hz. Ali’nin sırra dair bir sözünün manzum tercümesi ve 4 mısra, ŞM, II, 582’de
MD, I/2, 535, Farsça 1 beyit ve tercümesi, ŞM, II, 591’de
MD, I/2, 536, Türkçe 1 beyit, ŞM, I, 592’de
MD, I/2, 537, Türkçe 2 beyit, ŞM, II, 593’te
MD, I/2, 542, Türkçe 2 beyit, ŞM, II, 599’da
MD, I/2, 544, 6 satırlık bir paragraf, ŞM, II, 601’de
MD, I/2, 548-550, Sinek fıkrasına dair şârihin izahı, şârihin “Çöpten Gemi Sinekten Kaptan” başlıklı 9 beyitlik mesnevisi, 2 paragraf ve 22 satırdan ibaret şehir temizliğine dair açıklamaları, aynı manzumenin 20 beyitlik devamı ve 11 satırlık açıklama, ŞM, II, 606’da
MD, I/2, 558, 3 satırlık son paragraf, ŞM, II, 617’de
MD, I/2, 565, Bâkî ve Nef‘î’den birer beyit, ŞM, II, 627’de
MD, I/2, 567, Farsça 1 rubai ve Türkçe çevirisi ile Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 629’da
MD, I/2, 568, Türkçe 1 beyit, ŞM, II, 630’da
MD, I/2, 569, Farsça başlık ve Türkçe çevirisi, ŞM, III, 635’te
MD, I/2, 577, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 646-647’de
MD, I/2, 580, 2 beyitlik Türkçe münacat, ŞM, III, 650’de
MD, I/2, 582, Türkçe 1 beyit ve devamındaki 3 satır, ŞM, III, 652’de
MD, I/2, 587, Farsça başlık ve Türkçe çevirisi, devamında 3 satır, ŞM, III, 661’de
MD, I/2, 607, Arapça 1 beyit ve Türkçe çevirisi, ŞM, III, 6120’da
MD, I/2, 617, 2 satır Arapça dua, ŞM, III, 701-702’de
MD, I/2, 619, İlk paragrafın son cümlesi, devamında 4 satırlık ikinci paragraf, “semâ‘-ı râhî”ye dair 3 satır açıklama ve Esrar Dede’nin konuyla ilgili 1 beyti, ŞM, III, 703-704’te
MD, I/2, 621, Türkçe 2 beyit, ŞM, III, 705-706’da
MD, I/2, 631, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 717’de
MD, I/2, 634, Bir fıkra, ŞM, III, 720’de
MD, I/2, 635, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 721’de
MD, I/2, 641, “Nügûl” kelimesinin 6 satırlık izahı, ŞM, III, 728’de
MD, I/2, 680, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 780’de
MD, I/2, 689, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 791’de
MD, I/2, 693, Türkçe 1 rubai, devamında Türkçe 4 mısra, ŞM, III, 797’de
MD, I/2, 706, 7 satırlık üçüncü paragraf ve dördüncü paragrafın ilk satrı, ŞM, III, 814’te
MD, I/2, 706, Farsça 1 rubai ve Türkçe çevirisi ve devamındaki 5 satır, ŞM, III, 814’te
MD, I/2, 709-710, Cüzamlılara dair İstanbul’da bir vakıa, bu hastalığa dair 9 beyitlik Türkçe mesnevi, devamında 5 beyitlik Türkçe mesnevi, ŞM, III, 817’de
MD, I/2, 722, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 831’de
MD, I/2, 744, 10 beyit Türkçe manzume, ŞM, III, 858’de
MD, I/2, 746, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 861’de
MD, I/2, 750, 3 beyit Türkçe mesnevi, ŞM, III, 864’te
MD, I/2, 755, şârihin 7 bentlik Türkçe na‘t-ı şerif tahmisi, ŞM, III, 869’da
MD, I/2, 760, Türkçe 4 beyit, ŞM, III, 872’de
MD, I/2, 762, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 874’te
MD, I/2, 766, 4 satır, ŞM, III, 878’de
MD, I/2, 767, Fuzulî’nin Türkçe 1 beyti ve devamında 3 satır, ŞM, III, 878-879’da
MD, I/2, 769, Türkçe 1 beyit, ŞM, III, 881’de
MD, I/2, 770, Arapça 1 beyit, Farsça 1 beyit ve tercümeleri, ŞM, III, 882’de
MD, I/2, 819, İkinci paragrafın son 2 satırı ile devamında şârihin “Garazlı Sevgi” başlıklı manzumesi, ŞM, III, 940’ta
MD, I/3, 839-840, Şeyh Osman Şemsî Efendi’den iki beyit, ŞM, IV, 958’de
MD, I/3, 855, 3.paragrafı 3 satır, ŞM, IV, 977’de
MD, I/3, 882, 5 bendlik koşma, ŞM, IV, 882-883’de
MD, I/3, 885, Şarihin 8 beyitlik gazeli, ŞM, IV, 1010’da
MD, I/3, 893, Kâtibî’den 2 beyit, Türkçe çevirisi ve Batırlık son paragraf, ŞM, IV, 1021’de
MD, I/3, 894, Türkçe 1 beyit, 3 satır ve Kâtibî’den Farsça 1 beyit ve Türkçe çevirisi olarak 8 satır, ŞM, IV, 1021’de
MD, I/3, 1204, 10 bendlik terci-i bend şârihin, ŞM, IV, 1032-1033’de
MD, I/3, 910, Türkçe 1 beyit, ŞM, IV, 1038’de
MD, I/3, 916, Türkçe 1 beyit, ŞM, IV, 1045’de
MD, I/3, 924, Türkçe 1 beyit, ŞM, IV, 1053’de
MD, I/3, 935, Şârihin Fatih Camii’ndeki Mesnevî takrirlerinin başlangıç ve bitiş süresi (7 Muharrem 1342-Cemaziyelulâ 1344) için düştüğü dipnot, ŞM, IV, 1070’de
MD, I/3, 945-946, Farsça başlık ve Türkçe çevirisi, 7 satır, ŞM, IV, 1084’de
MD, I/3, 953, Şârihin Türkçe bir beyiti, ŞM, IV, 1093’de
MD, I/3, 995-96, 9 bendlik terkib-i bend
MD, I/3, 1020, Türkçe 1 beyit, ŞM, IV, 1181’de
MD, I/3, 1030, Türkçe 2 beyit ve Şârihin 9 beyitlik Nat-ı Şerifi, ŞM, IV, 1030’da
MD, I/3, 1033, Mesnevî’den 1. beyitin 2. mısraının Türkçe çevirisi, ŞM, IV, 1033’de
MD, I/3, 1049, 2 satır, devamında Ziya Paşa’dan 1 beyit ile Emin Hûmâyî’nin Türkçe 1 kıtası, ŞM, IV, 1049’da
MD, I/3, 1055, Türkçe 1 kıta, ŞM, IV, 1055’de
MD, I/3, 1058-59, Mesnevî’den nakledilmiş bir beyit ve tercümesi ile devamında şârihin 15 beyitlik Türkçe Mesnevisi, ŞM, IV, 1228’de
MD, I/3, 1080, Şârihin 1 Ramazan 1369 tarihli 24 beyitlik Türkçe mesnevisi, ŞM, IV, 1252’de
MD, I/3, 1091, Türkçe bir beyit, ŞM, IV, 1264’de
MD, I/3, 1109 Türkçe 1 beyit, ŞM, IV, 1287’de
MD, I/3, 1110, 10 satırdan ibaret 4. paragraf, ŞM, IV, 1288’de
MD, I/3, 1133’teki Zer-i Ca’ferî’ye dair dört satırdan ibaret dipnot, ŞM, V, 1314’de
MD, I/3, 1136, Türkçe 1 rubai, ŞM, V, 1318’de
MD, I/3, 1165, Nevres-i Cedid’den Türkçe 1 beyit, ŞM, V, 1356’de
MD, I/3, 11120-1191, Cevdet Paşa’dan Kısas-ı Enbiya’sından 2 paragraf nakil ile devamındaki paragraf olmak üzere toplam 21 satır, ŞM, V, 1386-87’de
MD, I/3, 1193, 3. paragraftan ilk 2 satır ve aynı sayfada yer alan Türkçe 1 nazım, ŞM, V, 1389’de
MD, I/3, 1208, Türkçe 2 beyit, ŞM, V, 1406’de
MD, I/4, 12120, Türkçe 1 beyit, ŞM, V, 1512’de
MD, I/4, 1297, Âli-i İmrân suresi 8. ayetin manzum tefsiri, mesnevi, 14 beyit, ŞM, V, 1520’de
MD, I/4, 1345, Şârihin 8 beyitlik Türkçe gazeli, ŞM, V, 1580’de
MD, I/4, 1391, Şârihin 7 beyitlik Türkçe gazeli, ŞM, V, 1636’da
MD, I/4, 1425-26, Şârihin Yermük Savaşını anlattığı “evvel düşman, sonra hem gazi, hem şehit” başlıklı 39 beyitlik mesnevisi ve devamındaki 23 satır, ŞM, V, 1680’de
MD, I/4, 1487, Türkçe 2 beyit, ŞM, V, 1762’de
MD, I/4, 1506, Âli İmran suresi, 8. ayetin mealen manzum tercümesi, 12 beyit, ŞM, V, 1787’de
MD, I/4, 1512, Türkçe 1 beyit, ŞM, V, 1797’de
MD, I/4, 1523, Türkçe 2 beyit, ŞM, V, 1808-09’da
MD, I/4, 1528, 10 satır, “zünnar” kelimesine dair Kâmus’tan nakil, ŞM, V, 1817’de
MD, I/4, 1537-41, 3964 ile 3965 numaralı beyitler arasındaki heyet ilmine dair Sadi Bey’in bir makalesinden yapılmış nakiller, ŞM, V, 1825-1826’da
MD, I/4, 1543-44, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin tefsirinden nakledilmiş Farsça bir kıta ile Türkçe tercümesi ve devamındaki latife, ŞM, V, 1827’de yoktur.
Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mesnevî Şerhi’nde Türkçe çevirisini verdiği son beyit şudur:
قصد خون تو کنند و قصد سر نه از برای حميت دين و هنر
“Senin başını kesmek ve kanını dökmek kastında bulunurlar, fakat bu din ve marifet hamiyetiyle değildir.”
Bu beyit ile, Beşinci cildin birinci kitabı tamamlanmış ve şu not düşülmüştür:
“Merhum Tâhirü’l-Mevlevî’nin şerhi burada sona ermiş olup Mesnevî’nin bundan sonraki bir buçuk ciltlik kısmı merhumun ömrü vefa etmediği için şerh edilememiştir.” (ŞM. (1975), V, 316)
1935 yıllarında stajyerlerinden ve Mesnevî kültürünü kendisinden alan Merhum Şefik Can, “Fıkra söylemeğe meraklı idi, hafızası çok kuvvetli idi, hazırcevaptı, şakacı idi”[65] şeklindeki tasviri, şârihin üslubu olarak şerhine de yansımış, ancak bu üslup ve zenginlik Şerh-i Mesnevî adıyla yapılan baskılarda şârihin asla rıza göstermeyeceği tasarruflar ile yok edilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Can, Şefik, “Yenikapı Mevlevihanesinin En Son Mesnevihanı Tahirü’l-Mevlevî”, SÜ Türkiyat Araştırmaları Dergisi (II. Milletlerarası Osmanlı Devleti’nde Mevlevîhâneler Kongresi -Tebliğler Özel Sayı-), Yıl 2, S 2, Mayıs-1996, s. 97-101.
Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, Hzl. Yakup Şafak-Yusuf Öz, Konya: Tekin Yay., 2007.
Güngör, Zülfikar, Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun) Hayatı, Eserleri ve Dinî Edebiyatla İlgili Şiirleri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), AÜ, İlahiyat Fakültesi SBE, Ankara: 1994.
Keskin, Neslihan Koç, “Tâhirü’l-Mevlevî’nin Hilye’sine Göre Mevlânâ”, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, S 50 (Doğumunun 800. Yılında Mevlana Özel Sayısı), 2008, s. 197-211.
Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî, Tercüme ve şerheden: Tâhirü’l-Mevlevî, C I, İstanbul: SelâmYay. (Ahmed Said Matbaası), 1963.
_____, Mesnevî, Tercüme ve şerheden: Tâhirü’l-Mevlevî, C I, İkinci baskı, İstanbul: Şâmil Yay.
Okay, M. Orhan, “Zarif Bir Mesnevihan”, Yedi İklim, C IV, S 33, Aralık 1992, s. 88-89.
_____, “Osmanlı’da Mesnevihanlık Geleneği ve Son Mesnevihanlardan Tâhirü’l-Mevlevî”, X. Millî Mevlâna Kongresi -Tebliğler- Cilt I, 2-3 Mayıs 2002, Konya: SÜ Basımevi 2002, s. 309-314.
Olgun, Tâhir, Mesnevî Dersleri, C I, nşr. Es‘ad Ekicigil, İstanbul: Işıl Matbaası, 1949.
_____, Çilehâne Mektupları, hzl. Cemal Kurnaz-Gülgün Erişen, Ankara: Akçağ Yay., 1995.
_____, Divan Edebiyatının Bazı Beyitlerinin İzahına Dair Edebî Mektuplar, hzl.: Cemal Kurnaz, Ankara: Akçağ Yay., 1995.
_____, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, hzl.: Cemal Kurnaz, Ankara: Akçağ Yay., 1998.
_____ (Tâhirü’l-Mevlevî), Masal Masal İçinde Hint Masalları, hzl.: Tahir Hafızoğlu, İstanbul: Kaknüs Yay. 2007.
Şentürk, Ahmet Atilla, Tâhirü’l-Mevlevî Hayatı ve Eserleri, İstanbul: Nehir Yay., 1991.
Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî-i Şerîf Takriratı, yzm., Mevlâna Müzesi Ktp., İhtisas no. 12057, C I, Defter:1
_____, Edebiyat Lügati, nşr. Kemâl Edip Kürkçüoğlu, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1973.
_____, Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, İkinci baskı, İstanbul: Nehir Yay., 1991.
_____, Farsça Divançe ve Tercümesi, hzl. Yusuf Öz-Yakup Şafak, Konya: Büyükşehir Belediyesi Yay., 2003.
_____, Nisâbü’l-Mevlevî Tercümesi, Yayına hzl. Yakup Şafak-İbrahim Kunt, Konya: Tekin Yayınevi, 2005.
Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun)’den Metin Şerhi Örnekleri, hzl. Şener Demirel, Ankara: Araştırma Yay., 2005.
_____, Peygamberimizin Hayatı, İstanbul: Ailem, 2007.
_____, Mesnevi Dibacesi: İlk 18 Beytin Şerhi, hzl. Ali Güzelyüz-Mehmet Atalay-Kadir Turgut, İstanbul: Dehliz Yay., 2008.
_____, Mir‘at-ı Hazret-i Mevlâna, hzl. Mehmet Veysi Dörtbudak, Konya: Rumi Yay., 2008.
Temizel, Ali, Mevlâna Çevresindekiler, Mevlevîlik ve Eserleriyle İlgili Eski Harfli Türkçe Eserler, Konya: SÜ Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Yay., 2009.
[1] Can, Şefik, “Yenikapı Mevlevihanesinin En Son Mesnevîhânı Tâhirü’l-Mevlevî”, s. 97.
[2] Tâhirü’l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, s. 15.
[3] Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, s. 18.
[4] Olgun, Tahir, Çilehâne Mektupları, s. 17, 20.
[5] Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, s. 20-26.
[6] Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, s. 20-26.
[7] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 151 (30.4.1946 tarihli mektup).
[8] Tâhirü’l-Mevlevî hakkında burada sunulan hal tercümesi, geniş ölçüde A. Atillâ Şentürk’ün , Tâhirü’l-Mevlevî Hayatı ve Eserleri (İst., 1991) adlı çalışması ile kendisinin Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri adlı eserinden ve bizim neşrettiğimiz Farsça Divançe ve Tercümesi (Konya, 2003)’nin giriş kısmından nakledilmiştir. Başlıca kaynaklar bu iki eserde mevcuttur.
[9] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Edebî Mektuplar, s. 151 (30.4.1946 tarihli mektup).
[10] Tâhirü’l-Mevlevî, Farsça Divançe ve Tercümesi, 67.
[11] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Edebî Mektuplar, s. 151 (30.4.1946 tarihli mektup).
[12] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Edebî Mektuplar, s. 165 (29.3.1948 tarihli mektup).
[13] Farsça Divançe ve Tercümesi, 51.
[14] Farsça Divançe ve Tercümesi, 3.
[15] Farsça Divançe ve Tercümesi, 75.
[16] Farsça Divançe ve Tercümesi, 3.
[17] Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, s. 11-12.
[18] Farsça Divançe ve Tercümesi, 43.
[19] Şerh-i Mesnevî, s. 4.
[20] İz, Mahir, Yılların İzi, s. 298-300.
[21] Tâhirü’l-Mevlevî’den Metin Şerhi Örnekleri, s. 31.
[22] Basılmış ve henüz yayınlanmamış eserleri için bk. Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî Dibacesi, s. 27-35.
[23] Şentürk, Tâhirü’l-Mevlevî Hayatı ve Eserleri, s. VII.
[24] Tâhirü’l-Mevlevî’den Metin Şerhi Örnekleri, s. 53.
[25] Tâhir Olgun, Edebî Mektuplar, s. 7.
[26] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 162.
[27] Tâhir Olgun, Mesnevî Dersleri, I, 17, 18.
[28] Farsça Divançe ve Tercümesi, 53.
[29] Eserin bir nüshası SÜMAM Uzluk Arşivi, Y 66 numarada kayıtlıdır.
[30] Bu eser hakkında bilgi için bkz. Şentürk, Tâhirü’l-Mevlevî Hayatı Eserleri, s. 87-120.
[31] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 143 (6.12.1944 tarihli mektup).
[32] Feridun Nâfiz’e Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 147 (23.1.1946 tarihli mektup).
[33] Feridun Nâfiz’e Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 158 (1.9.1946 tarihli mektup).
[34] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 161 (8.3.1947 tarihli mektup).
[35] Nisâbü’l-Mevlevî Tercümesi, hzl. Yakup Şafak- İbrahim Kunt, Konya: Tekin Kitabevi, 2006.
[36] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 164 (30.9.1947 tarihli mektup).
[37] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 146 (23.01.1946 tarihli mektup).
[38] Nüshaları için bkz. Nisâbü’l-Mevelvî Tercümesi, s. XX-XXI.
[39] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 141 (6.12.1944 tarihli mektup).
[40] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 142 (6.12.1944 tarihli mektup).
[41] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 149 (16.2.1946 tarihli mektup).
[42] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 156 (17.8.1946 tarihli mektup).
[43] Şentürk, Tâhirü’l-Mevlevî Hayatı ve Eserleri, s. 95.
[44] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 159 (29.10.1946 tarihli mektup).
[45] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 160 (25.1.1947 tarihli mektup).
[46] Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, s. 178, 179.
[47] Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî-i Şerîf Takriratı, yzm., Mevlâna Müzesi Ktp., İhtisas no. 12057, C I, Defter: 1; Mesnevî Dersleri, I, 4.
[48] Mesnevi Dersleri, I/3, 935, 2180 numaralı beyit.
[49] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 160 (25.1.1947 tarihli mektup).
[50] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 166 (15.4.1948 tarihli mektup).
* Cami-i şerifin Akdeniz cihetindeki kemerlerden ikincisinin altı (şârihin notu).
* Medâris, Tevhîd-i tedrisât kanunuyla 1341 (1922) senesinde ilga edilmiştir. Rıza Efendi Mayıs 1345’te vefat etti. Merkez Efendi Kabristanına gömüldü. Ahyâr-ı ümmetten bir zât idi. Rahimehumullâh (şârihin notu).
[51] Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî-i Şerîf Takriratı, C I, Defter: 1, yzm., Mevlâna Müzesi İhtisas Ktp., no. 12057, s. 1-2. Krş. Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri, s. 180-181.
[52] Feridun Nâfiz Uzluk’a Gönderilen Mevlevî Mektupları, s. 167 (6.4.1949 tarihli mektup).
[53] Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî-i Şerîf Takriratı, C I, Defter: 1, yzm., Mevlâna Müzesi Ktp., İhtisas no. 12057, Zahriye.
[54] Okay, M. Orhan, “Osmanlı’da Mesnevihanlık Geleneği ve Son Mesnevihanlardan Tâhirü’l-Mevlevî”, s. 311; aynı mlf., “Zarif Bir Mesnevihan”, s. 88.
[55] Temizel, Ali, Mevlâna Çevresindekiler, Mevlevîlik ve Eserleriyle İlgili Eski Harfli Türkçe Eserler, s. 141-148.
[56] Mesnevî Dersleri: Mukarriri: Süleymaniye Camii Mesnevîhânı Tâhir Olgun; Nâşiri: İslâm Yolu Gazetesi Sâhibi Esad Ekicigil; C I/1-4, C II; İstanbul: Işıl Matbaası, 1949-1951 (İslâm Yolu Gazetesi Sâhibi Esad Ekicigil’in “Okuyucularımıza” başlıklı sunuş yazısı, Ön söz (“Hazret-i Mevlâna Kimdi?”, “Mesnevî’de Tahkiye Usulü”, “Mesnevî’nin Dîbâcesi”).
[57] Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî-i Şerîf Takrirleri, C I, Defter: 1, yzm., Mevlâna Müzesi Ktp. İhtisas no. 12057, Zahriye-b.
[58] Mesnevi Dersleri, C I, Kısım: 4, s. 1548.
[59] Tâhirü’l-Mevlevî, Mesnevî’yi beşinci cildin 1094. beytine kadar tercüme ve şerh etmiş, ancak tercüme ve şerhi tamamlamaya ömrü vefa etmemiştir. Bu şerh, onun talebesi olan ve ömrünü Mevlâna’nın eserlerine adamış bulunan Şefik Can (öl. 2005) tarafından ikmal edilmiştir.
[60] Temizel, Ali, Mevlâna Çevresindekiler, Mevlevîlik ve Eserleriyle İlgili Eski Harfli Türkçe Eserler, s. 141-48.
[61] Mesnevî Dersleri, I, 10.
[62] Mesnevî Dersleri, I, 5.
[63] Mesnevî Dersleri, I, 8.
[64] Şerh-i Mesnevî (Şâmil Yay.), I, 21.
[65] Can, Şefik, “Yenikapı Mevlevihanesinin En Son Mesnevîhanı Tahirü’l-Mevlevî”, s. 99.