TÂHİR-UL-MEVLEVÎ

TÂHİR-UL-MEVLEVÎ

TÂHİR-UL-MEVLEVÎ

Sâdi Aytan

Devrimizin büyük şâiri Aziz Üstâdımız merhum Tâhir-ul Mevlevî, 20 Haziran 1951 de hayâta gözlerini yummuştu.

Tâhir-ul Mevlevî, 1294 Ramazânı­nın beşinci ve 1177 Eylülünün 13 üncü Perşembe günü, İstanbul’da doğmuştur. Pederi Elhâc Mustafa Safvet bey de İstanbul’ludur. Validesi Emîne Emsâl hanımdır.

Taşkasab’da, Molla Gürânî mahallesinde kâin Hekimbaşı Ömer Efendi Mekteb-i ibtidâisinde, bilâhare Gülhâne Askerî    Rüştiyesinde    ve   daha    sonra  (Menşe’ kitâb-ı Askerîye)  de okumuş, de okumuş, Bâb-ı Ser Askerî piyâde dâiresine Hazîran 1308 de tâyin edilmiştir. Vazifesi ne devamla berâber , Fâtih Camii başimamı ­Filibeli Mehmed Râsim efendi ile  Mesnevîhan Mehmed Es’ad dedenin derslerine devâm etmiş ve Es’-ad dede’den mesnevi icâzetnâmesi  almıştırBüyük vâlidesinin pederi Hattat Tâhir efendinin Mevlevî olması ve mûmâileyhânın Yenikapı Mev-levîhânesi Şeyhi   Osman Salâhaddin efendinin süt hemşîresi   bulunması, bilhassa    Hazret-i Mevlânâ’ya ve Mevlevîliğe karşı bir câzibe   duyması dolayısıyle, Şeyh Salâhaddin’in mahdûmu Şeyh Mehmed Celâleddin efendi’den sikke giymiş ve Mevlevîliğe intisâb etmiştir.

1310/1312 de  (henüz 18 yaşında iken) hocası Es’ad dede’nin delâlet ve refâkatiyle İskenderiye, Kâhire, Süveyş, Yanbu tarîkiyle Medîne-i Münevvere,   Ravza-i Mutahhara ve Hücre-i Muattara ziyâretiyle müşerref olmuş; yine Yanbu, Cidde yoliyle Mekke-i Mükerreme’ye giderek, Ramazân-ı Şerîfi orada çıkarmış, Hac’dan sonra, Süveyş – İskenderiye tarîkiyle dönmüştü.

Evvelce kendi kendine semâ ederken, Hicaz’dan avdetini müteâkib Yenikapı Mevlevîhânesi semâzen başısı Karamanlı Halil dede’den Semâ meşk etmiş ve Semâzenler arasında şöhret kazanmıştı. Fakat Mevlevî muhibliğini kâfi görmiyerek, çile çıkarmak ve hizmet etmek isteyen merhûm, vazîfesinden istifâ edip Şaban 1313 de, Yenikapı Mevlevîhânesinde çilekeşliğe başlamış ve Hicri 1316 da mukannen hizmeti hitâma ermişti. Bu münâsebetle şu târihi söylemişti :

Mutbabında  çilekeş bir câniken

Kıldı sâhib-hücre Mevlânâ beni!.

(1316)

  Bununla berâber :

Ederken Mevlevînin çillesin itmâm bin  bir gün

Bizim bak çille-î aşkiçre bir mîâdımız yoktur. .

Diyerek huzûru Mevlânâ’ya yüz sürmek arzûsunu   gösteriyordu.     Nihâyet şeyhinden aldığı müsâade üzerine yola çıktı. Evvelâ Eskişehir’e,  sonra Karahisar ‘ a Konya’ya gitti. Uşak, Manisa, İzmir tarikiyle avdet etti. Bu ziyaretden sonra, Tâhirül-Mevlevi, Yenikapı Mevlevîhânesindeki hücresîne çekildi ise de, kendi tâbirîle (orada oturup vakıf lokmasına göz dikmektense kazancından yemek) istedi. Bir kütüphâne açmak ve şurada burada zamânın tahrîp ve imhâsına mâruz kalmış, mevlevî âsârını bastırmak istedi.

Evvelce tedârik ettiği ve bil’âhare Hicaz’dan getirdiği kitaplar, bir sahaf dükkânına sermâye olabilecek kadar bulunduğu için, evvelâ Bâyezid’ de , tramvay caddesinde bir dükkan tutdu ve kitaplarını oraya nakletti. Fakat Bâyezid’de  satış olmaması yüzünden, kitaplarını Bâb-ı âli caddesindeki , şimdiki (Medresetül – hâttâtîn) in karşısındaki dükkanlardan birine götürdü.  Yine o târihlerde, haftalık bir Gazete çıkarmak hevesine kapıldı. O zamanlar gazete ve mecmûa imtiyâzı almak pek müşkil, hattâ gayr-i mümkün olduğundan,kitabcı Karabet’in  (Resimli gazete) sini kiraladı ve ilk nüshasını  çıkardı. Mecmuanın kabına, evvelce neşretmiş olduğu Mevlevî muhiblerinden Vâsıf efendi tarafından toplanıp, Hazret-i Mevlânâ  hakkında sitâyişkârâne birçok manzûmeyi hâvi  (Mecmua-i medâyih-i Mevlânâ) nın ilâniyle  berâber, bir mevlevî    sikkesi    resmini bastırmıştı.Fakat bu ilân, o devirdeki jurnalcılar için (Bu meyanda mâlûmat gazetesi sâhibi Baba Tâhir ile Nazif Sürûri   isminde biri tarafından) fırsat addedilerek (Resimli gazete) nin kapatılmasına dâir irâde alınmış; sebeb olarak, Velîahd Mehmed Reşad efendi (Besinci Mehmed) mevlevî muhibbi olması dolayısıyle, Velîahd nâmına propaganda yapıldığı ileri sürülmüştü. Ayrıca Bâb-ı Âli’nin muhâfızı polis komiseri, meşhûr (Mektepli Ahmed Efendi), kütübhânenin tarassuduna memur edilmişti. Zaptiye Nâzırı Şefik Paşa tarafından celb ve sorguya çekilen Tâhirül-Mevlevî, töhmeti mûcib bir hareketi görülmediğinden, serbest bırakılmıştı. Mâruz kaldığı bu tazyikler karşısında kitabcılıktan çekildi. Ve memûri­yet hayâtına atılmaya mecbur kaldı.

  1319/11203 de Orman-Mâden ve Zirâat Nezâreti muhâsebesinde açı­lan bir imtihanda muvaffak oldu ve (370 kuruş maaşla Defter-i kebir ka­lemine kâtip tâyin edildi. Derece derece terakkî ederek, 1334/1918 de, Mâden müdüriyyet-i umûmiyesi ruhsatnâmeli mâden başkâtibi, tevhîd-i mübâyeat komisyonu tahrîrat mümeyyiz-i evveli oldu. Bu komisyonun lâğvına kadar orada kaldı; bil’âhare Ticâret ve Zirâat Nezâreti İktisad  hey’eti başkitâbetine 1336/1020 tâyin olundu. Uhdesine Kalem-i mahsûs Başkâtibliği de ilâve edilmiş ise de, Kuvây-ı Millîye taraftarı olmasından dolayı azledildi. 1337/1921 de Âli satış komisyonu başkâtibi, bil’âhere es­ki kalemi olan Mâden müdüriyyet-i umûmiyesinin fermanlı mâden mü­meyyizliğine naklolundu.

1319/11203 de muallimliğe intisâb etti. Evvelâ (Burhân-ı terakkî ve sonra (Rehnümây-i füyûzat) mekteplerinde fârisi okutdu; ikincisinde İslâm Târihi tedrisine başladı. Târih tedrîsine başlaması, o dersi okutan mektep müdürünün (Amr-ibn-il-As) ismini (Amiru) diye okuması ve okutması üzerine olmuştu.

1325/11209 da Dârüşşafaka Edebiyat ve usül-ü tahrir derslerine mu­allim tâyin edildi. 15/8/1929 da Maltepe Askerî Lisesi edebiyat muallim­liğine ve bu vazifede gösterdiği liyâkat dolayısiyle bir sene sonra, Ağus­tos 1931 de terfîan Kuleli Askerî Lisesine naklolundu ve yaş haddine tâ­bî tutuluncaya kadar orada vazîfe gördü. Son memûriyeti, Millî Eğitim Bakanlığı Kütüphâneler Müdürlüğü Tasnîf-i Kütüb Komisyonu âzâlığı idi.

İlmî hayâtına gelince : Merhûm, bizdeki erbâb-ı kalemin ekserîsi gi­bi, Hüdây-i Nâbit olarak yetişmiş ve mâlûmatını zâtî mesâisiyle elde et­miştir. Arabî ve Farîsîyi iyi bilirdi, bilhassa Farîsînin bütün incelikleri­ne vâkıftı. Frânsızcayı da kendi kendine öğrenmiş, birçoğumuzun yapamıyacağı kuvvette tercümeler yapmıştır. Fransız edibî Telemaque’ın «Feneon» ismindeki meşhur eserinin (Mahfel) mecmûasında neşrolunan kısımları, bunu pek güzel isbât etmektedir. Önceleri mütekellifâne ya­zardı; fakat sonraları herkesin anlayabilmesi için, çok sâde yazmayı ilti­zâm etmiştir. Makalelerini, şimdiki tâbir ile akıcı bir üslûb ile yazardı. Bunlar, bugün dahî merakla, zevkle okunmaktadır. Yaptığı tercümeler çok güzeldir. Kendisinin dediği gibi: ”Tercüme edilmiş bir eserde, tercüme kokusu bulunmamalıdır.” Gerek nazmının, gerek nesrinin mümeyyiz vasfı, samîmiliktir. O: kanâati hilâfına ne bir söz söylemiş, ne de bir sa­tır yazmıştır. İnandığına sonuna kadar sâdık kalmıştır.    Rasûl-ü Ekrem Efendimize, pek nâdir kimseye nâsib olan, sarsılmaz bir imân ve sonsuz bir aşk ile bağlı idi.

O hassas bir şâir idi. Duymadan tek bir mısrâ söylememiştir. Gayri matbû’ dîvânının mukaddemesinden, şu güzel parçayı okuyalım:

“ Şuarâ   için, fart-ı hassâsiyet mahsûlü denir. Tehassüsdeki    ifrâtın hastalık olduğu, o nevî mütehassisin hasta bulunduğu söylenir. Şu kavle göre, en hisli, en ziyâde merîz insanlardır. Maalesef ben de o zavalılardan biriyim. Çünkü hassâsiyet denilen devâ nâpüzeyr bir illetin, şifâ nâ ümîd mübtelâsıyım. Bu hasta, dâhilî ve hâricî birtakım âlâm ve esbâbın tazyîkiyle inler, hattâ  nâlezenliği bazan da yıllarca sürer. İşitenleri acındırmakla  berâber, usanç verdiği de olur. Hasta, verdiği melâli, pekâlâtakdir eylediği hâlde, iniltilerini kesemez. Zîrâ o, tellümât ile iztırâbâtının hafiflediğini tevehhüm eder. Belki aks-i feryâdını duy-

makla tesellî bulur. Benim de (Dîvân nâmına tertîp eylediğim şu mecmûa, bu türlü tavsiyeleri muhtevîdir ki, herbiri enfüs ve âfâkı muhtelif teessürâtın kalbî ve rûhî şîveleridir. İçlerinde gülümsemeyi andıranlar varsa, o gibileri bâzı mesâib karşısında gayri   ihtiyârî salıverilmiş zehrîn handeleridir…”  dedikten sonra:     «Medîd ve mükerrer akislerini yalnız kalbimin duyacağı o iniltiler, ben öldükten sonra da Felek kubbesini çınlatsınlar. İhtimâl ki, birinin bir tanîni, insaflı bir  sâmiin merhamati hissini galeyâna getirir de, sâhibi hakkında ALLAH rahmet eylesin düâsında bulunur.  Bir tarafa gitmiş olanların, burada kalanlardan bekledikleri de ancak budur.

Tâhirül-Mevlevî, divân edebiyatının en son mümessillerinden    biri idi. Bugün artık hemen hemen müntesibi kalmamış olan, bu sâhada geniş bilgisinin muhassalasını (Edebiyat Kaamûsu)  ismindeki çok kıymetli bir eserinde toplamıştır, ki, bunun basılması, memleket ilim ve irfânı nâmına ne kadar şâyân-ı arzûdur.

Merhûm çok ince ruhlu bir şâir olmakla berâber, eşsiz bir muallimdi. Takrirleri esnâsında  güzel  fıkralar,  ince  nüktelerle  talebesine  ders dinletir, en ağır bahisleri bile hemen orada öğretirdi.  Süleymâniyye, ve son zamanlarda Lâleli câmiindeki  (Mesnevî Dersleri) ne devam  edenler, nekadar açık bir lisan, ne kadar güzel bir ifade ile, tasavvufun en
derin bahislerini îzâh ettiğini görmüşlerdir. Meclisinde bulunanlar İslâm Târîhine, tasavvufa ve edebiyat târîhine dâir bilmedikleri bir çok şeyleri öğrenir, vaktin nasıl geçtiğini anlıyamazlardı. Sohbetine doyum olmazdı.

Eserlerine gelince : Bunlar 60 ı mütecâvizdir.

BASILMIŞ VE BASILMAMIŞ KİTAPLARI

Basılmışları:

1  — Mirât-ı Hz. Mevlânâ

2  — Dîvânçe-i  Tâhir

3  — Nazım ve Eşkâli Nazım

4  — Edebiyat Lügati

5  — Teşebbüs-i Şahsî

6  — Şeyh Celâleddin Efendi Merhûm

7  — Cengiz ve Hülâgû Mezâlimi

8  — Şeyh Şâmilin Gazevâtı

9  — İslâm Medreseleri  Talebelerine  Târih Hülâsaları

10  — Şeyh Sa’dî’nin Bir Sergüzeşti

11  — Âmûzgâri Fârisî

12  — Destâviz Fârisî Hânân

13  — Efgan Emîri Abdurrahman Han

14  — Hindin Moğol Hükümdarları

15  — Hind İhtilâlî

16  — Şükûfe-i Bahâristan

17  — Hazret-i Peygamber ve Zamânı

18  — Hind Masalları

19  — Fuzûlîye Dâir

20  — Nev’î ve Sûriye Kasîdesi

21  — Bâkîye Dâir

22  — Müslümanlıkda İbâdet Târihi

23  — İslâm Askerine

24  — Manzum Bir Muhtıra

25  — Mesnevî’nin Eski ve  Yeni  Mu’terizleri

26  — Mesnevî’nin En Son Mu’terizine

27  — XII – XVI. Asır Şaîrlerinin Dîvanları  Kataloğu

28  — Aylık (Mahfel) Mecmuası

29  — Târih-i İslâm Sahîfelerinden

Basılmamışlar:

30    — Tefsîr-i Hüseynî Tercümesi   (Nâtemam)

31    — Siyer-i Peygamberî   (Bedr Gazâsına  kadar yazılmıştır.)

32    — Târîh-i Enbiyâ

33    — Asr-i  Saâdetde  Müslümanlığın Medeniyyete  Hizmetleri

34    — Şâir Giritli Ali İffet Merhum

35 –  Kamerî Aylara  Dâir Mâlûmat

36 –  Büyüklerimizden Bâzı Zevât

37 –  Tercümelerim

38 – Manzûm Bir Muhtıranın Zeyli

39 – Matbuat  Âlemindeki  Hayâtım

40 – Nedîmin  Köşk  Kasîdesi  ve  Şerhi

41 – Sünbüllüzâde Vehbinin  (Tanâne)  Kasîdesi ve Şerhi

42 – Ibni Kemâlin Yavuz Mersiyesi ve Şerhi

43 -Bursalı Gazâlî

44 – İki Mektup ve Sürûrî ile Gubâri

45 – Bâkînin Kâanûnî Mersiyesi ve Şerhi

46 – Bâkînin Sünbül Kasidesi  ve Şerhi

47 – Yahya  Bey’in  Şehzâde  Mustafa  Mersiyesi ve Şerhi

48 – Nefi’nin (Hotin)   Kasîdesi ve Şerhi

49 – Şerif Sabrinin Ebu Saîd Kasîdesi ve Şerhi

50 – Fuzûlinin Bağdad Kasîdesi ve Şerhi

51 – Fuzûlînin Şikâyetnâmesi ve Şerhi

52 – Kudemây-i Mevleviyye

53   — Veliyüddin Oğlu Ahmet Paşa  Dîvânının Nesre Çevrilişi

54   — Dîvân-ı  Tâhirülmevlevî   (İkinci  Dîvân)

55 –  Dîvânçe-i Fârisî Tâhir.

Bu eserlerden maadâ aylık Mahfel Mecmûası  (l – 68)  numara. Beyânülhak , Sırâtı Müstakîm,  mecmûalarında ve en  son  olarak  «İSLÂMIN  NURU»   nda  ve diğer  dergilerde  dînî, târihî, edebi  bir çok makaale.

Merhûm; 75 senelik hayâtının elli yılını tedkik ve tetebbûâtda bu­lunmak; bildiklerini usanmadan, bıkmadan ve hiçbir maddî menfeat gö­zetmeden öğretmek ile geçirerek, memleket ilim ve irfânına çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bizde bâzı kıymetli bilginler, didaktik yâni ta’lîmî eserler neşretmek istemedikleri ve bilgilerini kıskandıkları için, bâzı sâhalarda geri kalmamıza sebeb olmuşlardır. Halbukî, yukarıda saydığımız eserlerinde görüleceği veçhile, Tâhirül-Mevlevî, hiç bir vakit bildiklerini öğretmekden çekinmemiş bunu Millî ve dînî bir vazife telâk­kî etmiştir.

“Öğretmek, ilmin zekâtıdır!..” derdi. Her biri büyük emek ve uzun bir sabır ile meydana gelen eserleri meyânında, bilhassa ikisi ürerinde durmak, istiyoruz.

Kütüphâneler müdürlüğüne bağlı tasnîf-i kütüp komisyonuna âzâ tâyin edildiğinden îtibâren, İstanbul kütüphânelerinde bulunan Türkçe yazma dîvanları tetkike başlayan merhûm, 20 nci asra kadar dîvân sa­hibi şâirlerin yazma dîvanları kataloğunu, vefâtından kısa bir zaman ev­vel ikmâle muvaffak olmuş ve bu kataloğun 12/16 ncı asra âid birinci cildi, 1947 de Millî Eğitim Bakanlığınca neşredilmiştir. İkinci cildin de matbaaya verildiğini ve yakında yayınlanacağını memnûniyetle öğren­miştik. Edebiyat târihimizde araştırmalar yapacaklar için çok büyük de­ğer ve ehemmiyeti hâiz olacak bu eser, üstâdın ilim ve fazlını isbâta kâ­fidir. Fakat bizce en olgun ve mühim eseri (Mesnevi Dersleri) nâmı al­tında (Mesnevî) ye yazdığı şerhtir. Tefsîr, Hadis, İslâm Târîhi, tasavvuf sahalarında bütün müktesebâtının muhassalası olan bu şerh, (Mesnevî-i ma’nevî) yi bugünkü nesle îzâh edecek bir bilgi hazinesidir. Merhûmun hocası Mehmet Es’ad efendi, yarım asra yakın Fâtih câmiinde Mesnevî okutmuş, onun vefâtından sonra Karahisarlı Ahmef efendi oraya Mesnevîhan olmuştu. Onun vefâtında bu ders TâhirüI-Mevlevî’ye verilmiş ve haftada bir gün 20 Ağustos 1339/1923 den 7 Aralık 1341/1925 târihine ka­dar Mesnevî takrîr etmiştir Derste söyliyeceklerini hatırlamak için ha­zırladığı notlarını tevsî ederek Mesnevî’nin birinci cildinin dördde üçü­nü tercüme ve şerh etmiş, bilâhere ehibbâ ve talebesinin ricası üzerine birinci cildini tamamlamıştır. Süleymâniye câmiinde (Kubab Çavuş) nâmmdaki bir zâtın vakfetmiş olduğu Mesnevîhanlık cihetinin 1948 yılın­da üstâda tevcîh edilmesi üzerine 29 Mayıs 1948 den îtibâren bu câmide, müteâkiben Râgıp Paşa kütüphânesinde tasnîf-i kütüp komisyonundaki vazîfesine yakın olması dolayısiyle Cumartesi günleri Lâleli câmiinde Mesnevî takrîrine başlamış ve muntazaman derslerine devam ederek bir taraftan Türkçe yazma dîvan kataloğonu hazırlamak, diğer taraftan Mes­nevînin tercüme ve şerhini temamlamak için, yaşı 70 i mütecâviz oldu­ğu ve mi’de ülserinden muztarip bulunduğu hâlde geceli gündüzlü ça­lışmıştır.

Mâlumdur ki. Hazreti Mevlânâ’nın mübârek ve ölmez eseri, İsmâîl Ankaravî merhum tarafından şerh edilmiş ise de, üstâdımızın dediği gi­bi, bu şerh bugün anlaşılamıyacak bir hâle gelmiş olan bir üslûb ile ya­zılmıştır. Son senelerde neşrolunan tercümeler ise okuyucuları tatmîn edici mâhiyetde değildir, İşte bu vaziyeti göz önünde bulunduran mer­hûm, (Mesnevî Dersleri) ni yazmak istemiştir.

(Mesnevî) yi okuyup anlamak, ancak (Mesnevî Dersleri) nin mütâleasıile mümkün olacaktır.

Tâhirül-Mevlevî’nin vefâtı, memleket için çok büyük bir kayıbdır. Bıraktığı boşluğun kolay kolay doldurulacağını tahmîn etmiyoruz. Bel­ki gün geçtikçe değerinin büyüklüğü anlaşılacaktır.

(Tâhir Hoca) yalnız ilmen değil, ahlâkan da yüksekti. Merhûm, dâ­ima fakirlerin, kimsesizlerin yardımına koşmuş ve hiçbir zaman maddi­yat için çalışmamıştır. Çünki ehl-i dünyâ değildi, hakikî bir müslüman, asîl ruhlu, ulûvvicenab sahibi ve tam mânâsiyle kâmil bir insandı.

<Rahmetüllâhi aleyhi rahmeten vâsia.>