SULTAN MAHMUT VE HIRSIZLAR

A+
A-

Mesnevi Hikâyelerinden Dersler: 38

SULTAN MAHMUT VE HIRSIZLAR

Sultan Mahmut bir gece tebdili kıyâfet ederek şehri dolaşırken bir grup hırsıza rastladı. Hırsızlar:

-Arkadaş sen kimsin, gecenin bu vakti bu ten­ha yerlerde ne arıyorsun? deyince Sultan Mahmud:

-Ben de sizler gibi hırsızın biriyim, diye cevap ver­di.

Hırsızlar onu aralarına buyur ettiler. İçlerinden biri:

-Dostlar, diye seslendi, madem bir araya geldik, herkes ne hüneri varsa, elinden ne geliyorsa anlatsın, dedi. Bu­nun üzerine hırsızlardan biri ayağa kalktı:

-Ben, köpek havladı mı ne dediğini anlarım, dedi. Öbür­leri gülüşerek:

-Bu mârifet ancak iki metelik eder, dediler. Diğer biri söz aldı:

-Benim bütün mârifetim gözlerimdedir gecenin zifiri karanlığında kimi görsem onu gündüz de tanırım. Bir diğeri:

-Benim hünerim kolumun gücüdür. Onunla istedi­ğim duvarı delerim.

Başka biri:

-Benim mârifetim burnumda, toprağı koklayarak nerde hangi hazîne saklı hemen anlarım.

Hırsızlar böylece mârifetlerini sayıp döktükten son­ra Sultan Mahmud’a döndüler:

-Ey yeni dost söyle bakalım senin ne gibi bir mâri­fetin var?.

Sultan Mahmut:

-Benim hünerim sakalımdadır. Onu şöyle bir oynat­tım mı suçluları cezadan, idamlıkları darağacından kur­tarırım, dedi.

Bunu duyan hırsızlar:

-En büyük mârifet senin, en çok buna ihtiyaç duyarız; onun için sen bizim reisimiz olmalısın. Bundan sonra sen ne dersen biz onu yapacağız. Hepimiz emrindeyiz! dediler.

Sultan Mahmut:

-Mâdem reisiniz benim kalkın gidip pâdişahın hazînesini soyalım, dedi.

Hırsızlar hiç itiraz etmeden kalkıp sarayın yolunu tuttular. Saraya yaklaştıklarında bir köpek havlamaya başladı. Köpek sesinden anlayan telâşla öne fırladı:

-Yahu durun bu köpek: “Pâdişah sizinle berâberdir” diyor, dedi. Diğer hırsızlar:

-Saçmalama yürü işimize bakalım, dediler.

Kokudan anlayan toprağı koklayarak hazînenin yerini tespit etti.

Delik delen duvarı delerek hazîneye bir yol açtı. Hepsi birlikte hazîneye girip taşıyabildikleri kadar altını ve mücevheri alıp çıktılar. Saklandıkları yere geldiler. Sultan Mahmut buraya gelen gizli yolu iyi­ce öğrendikten sonra sessizce oradan ayrılarak sara­ya döndü. Sabahleyin askerlerini göndererek hırsız­ları ininde bastırıp yakalattı. Ellerini bağlayarak hâkimin huzuruna çıkartıldılar. Suçları sabit olduğundan hepsi cezâlandırıldı. Cezâları infaz edilmek üze­re saray meydanına getirildiler. Hepsi korkudan titri­yorlardı.

“Geceleyin kimi görürsem gündüz onu görünce mutlaka tanırım” diyen hırsız, pâdişahı tahtında görünce hemen tanıdı. Arkadaşlarına:

-Bu gece bizimle arkadaşlık eden adam tahtta oturu­yordu, dedi.

Hırsızları infaz yerine doğru götürürlerken Sultan Mahmut, onlara seslendi:

-Herkes mârifetini gösterdi şimdi sıra bende, diye­rek, bir baş işareti ile onları cezâdan kurtardı. (Mesnevî, c. VI, beyit: 2816 vd.)

AÇIKLAMA

Mevlânâ’nın amacı sâdece hikâye nakletmek değildir. Onun için konuyu yayarak anlatır. Aralarda ilgi çekici hatırlatmalar yapar, mesajlar verir. Bu hikâyede toprağı koklayarak içinde ne var anlayan hırsızı anlatırken şöyle der:

“Benim mârifetim burnumda. İşim toprakları koklamaktır. Ben Hz. Peygamber’in “İnsanlar mâdenlere benzerler” hadîsinin sırrına ermişim.”

Burada söz konusu edilen hadis şöyledir: “İnsanlar gümüş ve altın mâdenine benzerler. Câhiliye devrinde hayırlı olanlar, îmânının şuuruna ermek şartıyla İslâm’da da hayırlı olanlardır.” (Müslim, Fedailü’s-sahâbe,199)

Mevlânâ o kişiyi konuşturmaya şöyle devam eder:

“Mecnûn gibi toprağı koklarım, yanılmaksızın Leylâ’nın bulunduğu toprağı bulurum.”

“Her gömleği koklar, içinde Yusuf mu var şeytan mı anlarım. Hz. Muhammed gibi, hani, o da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de şu burnum o nasîbe ermiştir işte.”

Bu son beyitte Yâkup peygamber ve Uveys el-Karenî’ye atıfta bulunulur.

Yâkup peygamber ve Hz. Yûsuf’un hikâyesi Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı biçimde anlatılır. Yusuf kardeşleri tarafından kuyuya atılıp ortadan kaybolunca babasının gözleri kör olmuştu. Yûsuf’un kardeşleri kendisine tuzak hazırlamışlar, uzun süre babasından ayrı kalmasına sebep olmuşlardı. Hz. Yakup evlat acısı ve evlât ihanetiyle imtihan edilmiş, sabrıyla ve ümidiyle bu imtihanı başarıyla atlatınca oğlu Yusuf’a kavuşmuştu. Sonunda Yusuf’un gömleği getirilip onu yüzüne sürünce gözleri açılmıştı: “Yusuf’un müjdecisi gelir gelmez gömleği Yâkub’un yüzüne sürdü ve gözleri açılıverdi.”(Yusuf sûresi, 12)

*

Halk arasında Veysel Karanî diye anılan zat Yemen’li olup, anne sevgisini ve Peygamber aşkını sembolleştiren önemli biridir. Târihî bilgilere göre Yemen’de yaşamış, ihtiyar annesini yalnız bırakamadığı için sağlığında Hz. Peygamber’i görmeye gelememiştir. Hayâtı hakkında daha sonra bir çok renkli menkıbe oluşmuştur. Atar Tezkiretül-Evliyâ’da şöyle der.

“Kâinâtın efendisi, zaman zaman yüzünü Yemen tarafına çevirir ve: “Rahmân’ın nefesini Yemen cihetinde buluyorum” derdi. İşte Mevlânâ’dan alıntıladığımız son beyitte buna işâret edilmektedir. Tasavvuf edebiyatımızda Veysel Karanî geniş yer bulmuştur. Âşık Yûnus şöyle der:

Hakk’ı habîbibinin sevgili dostu

Yemen illerinde Veysel Karanî

Söylemez yalanı yemez haramı

Yemen illerinde Veysel Karanî

Anasından destur aldı durmadı

Kâbe yollarından gözün ırmadı

Eve geldi Muhammed’i bulmadı

Yemen illerinde Veysel Karanî.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR