Sultan Mahmut ve Ayaz – Mehmet Demirci
Sultan Mahmut ve Ayaz
Mesnevî”de eski kültürlerden süzülüp gelen, bir bakıma insanlığın ortak malı sayılan çok miktarda hikâye yer alır. Mevlânâ, bunlardan bazılarını nereden aldığını kendisi söyler. Hikâyelerin çoğu da muhtemelen şifahî kültürle edindiği birikimin eseridir.
Mevlânâ”nın Mesnevî”de çeşitli hikâyelere yer vermesinin amacı, bir fikri zihinlere daha iyi yerleştirmektedir. O, çok basit ve etkili bir pedagoji kuralını uygulamıştır. Teorik bilgi ve fikirlerin yalın olarak verilmesi son derece kuru ve itici olur. Hâlbuki bir olaya, bir hikâyeye bağlı olarak sunulunca kolay takip edilir ve hatırda daha iyi kalır. İşte bu gönül adamının üstün yönlerinden biri de bu noktada kendini gösterir. O, en basit olayları, sıradan hikâyeleri bile son derece ustalıklı yorumlarla takdim etmesini bilmiştir. Mesnevî ve Fîhi Mâ Fîh, bu yönden onun eğitici dehâsının örnekleriyle doludur. Bu yazıda Mesnevî”deki “Ayaz” hikâyelerinden ikisini ve yorumlarını sunacağız:
I- Ayaz”ın Sırrı
Gazneli Mahmud”un has hizmetçisi Ayaz (Eyaz) saraya geldiği gün, üstündeki posttan yapılmış eski elbisesiyle çarığını bir odaya asmıştı, o günleri unutmamak için onları muhafaza ediyordu. Odanın kapısını kilitlemişti, kimseyi oraya sokmazdı. Ayaz her gün bu odaya gelir, bir süre oturur ve kendi kendine: “Sakın büyüklük taslamaya kalkışma, işte çarığın, işte posttan elbisen!” derdi.
Hükümdar kendisini çok severdi. Düşmanları, onun pâdişaha olan yakınlığını kıskanırdı. Ayaz”ın bu odada bir hazine sakladığını, altın ve gümüş torbalarını biriktirdiğini sanarak, onu gözden düşürmek için Sultan Mahmut”a şikâyet ettiler:
-Siz bu kadar çok değer veriyor, bu kadar ikramda bulunuyorsunuz. O ise sizden çaldığı altınları ve gümüşleri bir odaya saklamış, oraya kimseyi sokmuyor! dediler.
Pâdişah bunu söyleyenlere dedi ki:
-Gece yarısından sonra o odanın kilidini açarak içeriye girin,; oradaki altınları, gümüş ve mücevherleri size bağışladım. Bir şartla ki, neler bulduğunuzu gelip bana anlatacaksınız.
Kıskanç adamlar sevinerek pâdişahın huzurundan ayrıldılar. Sabırsızlıkla beklemeye başladılar. Gece yarısı olunca kapının kilidini kırarak odaya daldılar. Fakat o ne. Odada bir çift çarıktan ve eski bir giysiden başka bir şey yoktu!. Belki altınları yere gömmüştür diye odanın içini kazmaya başladılar. Fakat hiçbir şey bulamayarak, yaptıklarından ve söylediklerinden pişman bir şekilde hükümdarın huzuruna varıp, gördüklerini olduğu gibi anlattılar. Af dilediler. (Mesnevî, C. V, beyit: 1857 vd.)
Gazneliler 963-1186 yılları arasında Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan”da hüküm süren bir Müslüman-Türk hanedânıdır. Sultan Mahmud 998-1030 yılları arasında bu devletin başında bulundu. İslâm”ı yaymak için Hindistan”a on yedi sefer düzenledi. Kazandığı zaferler sonucu, ünü İslâm dünyasında yayıldı ve bir kahraman olarak tanındı.
İşte Eyaz / Ayaz meşhur Gazneli Mahmud”un (ö. 421/1030) sâdık adamının ismidir. Zekâsı, sadâkati, Sultan Mahmud”a bağlılığı ile bir çok hikâyeye konu olmuştur.
Saraya geliş mâcerası kısaca şöyledir:
Bir gün Gazneli Mahmud ava çıkmıştı. Bir ceylan peşinde koşarken, yanındakilerden ayrıldı, adamlarından tamamen uzaklaştı. Nihayet bir kaç Türkmen evi gördü.
Yorgun, terlemiş ve susamış hâlde evlerden birine yaklaştı, su istedi. Karşısına genç Ayaz çıktı, Sultan Mahmud”un kıyâfetinden ve hâlinden önemli birisi olduğunu anladı, saygı gösterdi:
-Sultânım biraz istirahat buyurun, bu civarda suyu çok hoş olan bir çeşme var.
Babam az evvel oraya gitti, su getirecek, size o sudan takdim edeyim, dedi.
Sultan Mahmud atından indi. Ayaz yoksul fakat tatlı dilli, konuşkan ve saygılı bir gençti. Etrafın güzelliğinden, kendi yaşayışlarından bahsederek uzun süre hükümdarı oyaladı. Mahmud, gençten ve davranışlarından etkilendi ve hoşlandı. Genç bir ara kalkıp temiz bir kâsede soğuk su getirdi. Sultan suyu içti ve pek beğendiğini söyledi. Dayanamayıp sordu:
-Babanın çeşmeden su almaya gittiğini söylemiştin, oysa bu suyu evden alıp geldin, nedir bunun sebebi. Ayaz cevap verdi:
-Pâdişahım, buraya geldiğiniz vakit yorgun ve çok terli idiniz. O anda soğuk suyu verseydim size dokunurdu. Sizi konuşmaya tutarak terinizin kurumasını bekledim, bağışlayın.
Sultan Mahmud çocuk yaştaki bu gencin ferâset ve zekâsını çok beğendi. Âilesinin rızâsını alarak onu sarayına getirdi. Ayağındaki çarığı, sırtındaki postu çıkarıp ona kıymetli elbiseler giydirdi ve hizmetine aldı.
Ayaz gibi feraset sahibi, zekî ve becerikli halk çocukları her zaman ve her yerde bulunur. Yeter ki onları keşfedecek, bulup değerlendirecek Sultan Mahmutlar olsun, yeter ki onların önünü açacak imkânlar doğsun.
Mevlânâ bu hikâyede, önemli bir insanın öncesini ve sonrasını anlatmakta, varlığa ve benliğe kapılmanın hoş bir şey olmadığını hatırlatmaktadır.
Yokluktan varlığa ulaşmak, kıt imkânlardan sonra müreffeh bir hayata kavuşmak hayatta ciddi bir sınavdır. Bu sınavda herkesin başarı gösterdiğini söylemek mümkün değildir.
Tuzağa düşmemek için iyi bir ruh eğitimine ve manevî olgunluğa sahip olmak gerekir. Bu da ya Ayaz gibi doğuştan getirilen bir özelliktir veya sonradan eğitimle kazanılacak bir niteliktir.
Hikâyemizde, saraydaki gizli odasında çarığını ve eski püskü giyeceklerini niçin sakladığını soran Sultan Mahmud”a, Ayaz şöyle cevap verir:
-Ben sarayınıza bunlarla geldim, sizin sâyenizde bu devlete ulaştım; fakat aslımı unutmamak, benliğe, kibir ve gurura düşmemek için de bunları sakladım. Arada bir odaya girer, bu eski giyecekleri seyreder ve kendi kendime: “Sen buydun, bunlarla geldin. Gene busun, elde ettiğin mevkiye aldanma, derim. Öylece kendimi ve nefsimi terbiye ederim.”
II- Ayaz”ın Ferâseti
Bir gün beyleri Sultan Mahmut”a:
-Ayaz denilen bu hizmetçinin ne mârifeti var ki, sen ona otuz kişinin ücreti kadar ücret ödüyorsun. dediler.
Sultan Mahmut bu soruya o sırada karşılık vermedi. Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıktı. Giderlerken uzaktan bir kervanın geçmekte olduğunu gördüler.
Sultan Mahmut beylerden birine: “Git sor bakalım, bu kervan nereden geliyor.” dedi. Bey atını sürerek gitti. Bir süre sonra geriye döndü: “Efendim kervan Rey şehrinden geliyor dedi.”
Sultan Mahmut: “Peki, nereye gidiyormuş.” diye sorunca bey susup kaldı.
Bunun üzerine hükümdar başka birini gönderdi, o da gidip geldi:
-Efendim Yemen”e gidiyormuş, dedi.
Pâdişah: “Yükü neymiş.” deyince o da susup kaldı.
Bu defa pâdişah bir başka beye:
-Sen de git yükünü öğren.” dedi. Bey gitti, geldi:
-Her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri, dedi. Pâdişah:
-Peki kervan Rey”den ne zaman çıkmış.” diye sorunca, bey susup kaldı, cevap veremedi.
Pâdişah böylece tam otuz beyi gönderdi, otuzu da istenen bilgileri tam olarak getiremediler.
Pâdişah son olarak Ayaz”ı çağırdı:
-Ayaz, dedi, git bak bakalım şu kervan nereden geliyor.”
Ayaz saygıyla pâdişahın huzurunda eğilerek konuşmaya başladı:
-Efendim, kervan görünür görünmez sizin merak ederek, soracağınızı tahmin ettiğimden gidip gerekenleri öğrendim. Kervan Rey”den geliyor Yemen”e gidiyor. Yükü şudur, şu kadar at, şu kadar deve, şu kadar katırdan oluşuyor. Kervanda şu kadar insan var, onlardan şu kadarı silâhlı…, diye başlayarak kervan hakkındaki bilgileri en küçük ayrıntıya varıncaya kadar anlattı. Bütün bunları beyler ağzı açık dinliyorlardı.
Böylece Ayaz tek başına otuz beyin edinemediği bilgiyi edinmiş, başaramadığı işi başarmıştı.
Pâdişah beylerine döndü:
-Sâdık adamım Ayaz”a neden otuz kişinin ücretine denk para verdiğimi anladınız mı. Görüyürsunuz ki bu bile, onun hizmetine karşı az geliyor, dedi.
Böylece Ayaz”ı çekemeyerek aleyhinde konuşan beyler utandılar, yaptıklarına pişman oldular. (Mesnevî, C. VI, beyit: 385 vd.)
Mesnevî”de hikâyenin devâmında, mahcup duruma düşen emirlerin şöyle dedikleri nakledilir: “Bu bir anlayış, doğuştan gelen bir zekâ işidir. Allah”ın bâzı insanlara verdiği özel lutfu ve ihsânıdır. Çalışmakla elde edilecek bir özellik değildir.”
Onların bu mâzeretine karşılık sultan şöyle cevap verdi: “Şu hayat mücâdelesinde insan, başarıya ulaşamamış, zarar etmişse, bir şey elde edememişse, bu hâl onun gereği gibi çalışmamasından ileri gelmiştir. Eğer başarıya ulaşmış, kazanmış, kâr etmişse, bu başarı onun çalışmasından, çok gayret sarfetmesindendir.”
Bu hikâyeden, başarmak ve kazanmak için dikkatli, basîretli ve bilgili olmak yanında, olağanüstü bir gayret ve çalışmanın da gerekli olduğu sonucunu çıkarabiliriz.