Şükür nimetin canıdır – Filiz Konca
Hz. Mevlana mürşid kitap olan ” Mesnevi ” sinde şöyle bir hikâye anlatır.
Lokman’ın efendisi, kendisine yemek getirdiler mi, Lokman’a adam gönderip çağırtır, Önce o yemeğe Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi. Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi. Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye ” git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi. Lokman gelince efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim
verdi. Lokman o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi; Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi ” Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi. Çünkü Lokman öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu. Efendisi o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Bir eyyam acılığından âdete kendisini kaybetti. Sonra ” A benim canım efendim, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var? Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
Lokman dedi ki: ” Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım. Çünkü vücudumun bütün cüzleri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum; bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzleri hak ile yeksan olsun! Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı? Sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir…
Ya biz? Söylediklerimizin ve yaptıklarımızın acaba yüzde kaçı isyan kokuyor? Hava durumundan bile şikâyet edip duruyoruz. Biz Rabbimizin kullarıyız. Neden hemen en ufak şeyde “bu acı” diye feryat ediyoruz? Bugüne kadar gelen bunca nimetlere karşı nankörlük olmuyor mu? Biz de Lokman gibi yapmalı değil miydik? Acılar gelse bile bize şeker sunulmuş gibi yemeli değil miydik? Lokman “Karpuzu veren senin lütuf elin bana onun acılığını göstermez” diyor. Ya biz ne diyoruz?
Ehlullah şöyle diyor:
Hoştur bana senden gelen
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken…
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Gelse celâlinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa:
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet Günü “hamdediciler ayağa kalksın” diye ses gelir, bu ses üzerine bir zümre ayağa kalkar, onlara özel bir sancak verilerek hepsi cennete gönderilir.”
Sahabiler “hamdediciler kimlerdir?” diye sorarlar. Peygamber (S.A.V)´imiz: “Her durumda Allah (C.C.)\’a şükredenlerdir.”
(başka bir rivayete göre): “Rahatlıkta ve sıkıntıda Allah (C.C.)\’a şükredenlerdir” diye buyurur.
4-Nisa suresi: 147- Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size azabı ne yapar? Allah, şükredenlerin mükâfatını veren ve her şeyi bilendir.
İnsanoğlu haddini aşmada sınır tanımayıp Allah’ın Hakkını inkâr eder hallere geldi. Hatta şükretmekten çok uzaklaşıp, kendinin bir şeyleri hakkettiğini bile zanneder oldu. Oysa balığın yüzdüğü deniz gibi bizde rahmet denizinde yüzüyoruz. Nimeti artıran, lezzeti lezzet yapan şükürdür. Şükretmek yerine şikâyet edenler sahip olduklarından da mahrum kalırlar.
Hz. Mevlana şöyle der:
Allah’a şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, “şükür” değildir.
Kendinize gelin de şu kereme bakın! Bir şükre karşılık bu kadar nimeti kim verir?
Bir koku alıp da şükrünü eda etmeyen, küfran-ı nimette bulunur ve kendi burnunu yitirir.
Şükür, nimetin canıdır, nimetse deriye benzer. Çünkü seni Sevgiliye kadar ulaştıran şükürdür.
Nimet, insana gaflet verir; şükürse uyandırır. Padişahın şükür tuzağıyla nimet avla!
Şükretmeyenden güzellik de kaybolur, hüner de, sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile görünmez.
O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd ve şükür ise Peygamberin yoludur.
Nimet ve ihsanlarına karşılık Allah’a şükret, fakat sana ihsan eden kişiye de şükret, onun adını da an!
Allah kıyamet günü kuluna “Ne getirdin, sana verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der.
Kul der ki: “Yarabbi! Sana candan ve gönülden şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl-esas bakımından sendendi.”
Allah der ki: “Hayır! Sana bağışta bulunan kişiye şükretmediğin için, bana da şükretmedin.
Bir kerem sahibine zulmettin, sitemde bulundun. Hâlbuki onun yüzünden benim nimetlerime nail olmadın mı?”
Şükret ve şükredenlere köle ol; onların huzurunda öl de ebedîlik bul!
(I/1525, III/2672, I/