SÛFÎNİN VAKTİ – M. Veysi Dörtbudak
SÛFÎNİN VAKTİ
Dün, dünde kaldı cancığazım,
Bugün yeni şeyler söylemek lâzım”
Hz. Mevlânâ
“Vakt-i şerifler hayr ola…”
Vakit nedir? Neden ‘şerîf’tir vakit? Nedir ‘şerîf’lik… Vakit neden şerefli, kutsal, mübârektir? İlâhî yeminler vardır Kur’ân-ı Kerîm’de; “Ve’l-Asr”, “Ve’d-Duhâ”, “Ve’l-Leyl”, “Ve’s-Subh” gibi… Zaman belirleyiciliği bakımından “Ve’l-Kamer”, “Ve’ş-Şems”, “Ve’l-Fecr” “Ve leyâlin aşr” gibi… Bu âyetlerde Allâhü Azîmü’ş-şân (C.C.) zaman bildiren kelimelere yemin etmiş, bu mefhumları kutsallaştırmıştır. Demek ki zaman bu kadar önemli bir mefhum ki bu kelimeler üzerine Yüce Yaratıcı yemin ediyor.
Eski sûfîler saati sağ ellerine takarlardı. Zamanı gösteren âlet sağ elde olurdu. Hayırlı işlerin sağ elle yapıldığı gibi, zamanı gösteren alet de sağ elde bulundurulurdu. “Vakit”, diğer bir deyimle “zaman” kutsaldı.
Âlem-i bekâya göçenler için “vakti saati doldu” “vaktini tamamladı” derlerdi. Vakit bu dünyada sürdüğümüz demler mi acaba… “Külle yevmin hüve fi şe’n : O, her an yaratma halindedir.” (Kur’â: Rahman 55/29) sırrındaki gibi sürekli oluş hâli midir acaba… Nitekim Hz. Pîr-i âlî-Kadir’in buyurduğu gibi “Bugün yeni şeyler söylemek lâzım” veciz kelâmına mazhar olmak mıdır…
Eskiler “Derviş, ânı yaşayandır.” buyurmuşlardır. Cüneyd-i Bağdadi (Rh. A.) arifi, “girdiği kabın rengini alan su”ya benzetmiştir. Sûfî, bulunmuş olduğu devrin gerektirdiği şekilde davranan kişidir. Tekkeler kapatılsa bile “yer yüzü mescid, gökyüzü kubbe” bilincinde olup tüm dünyayı dergâh olarak gören kişidir. Vaktin gereğine göre hareket edendir.
Mesnevî-i Şerîf’te geçen bir muhavere (yeni nesil için diyalog) ilginçtir. Malumunuz Hz. Pir Mesnevî’yi söylemiş Hüsâmeddîn Çelebî (Rh.A.) de yazmıştır. Kendilerine Hz. Şems’in (Rh. A.) ahvalini sorarlar. Hz. Pîr, “Şems gibi eşi ve benzeri bulunmayan bir dostun ahvâlini izah için ben ne söyleyeyim ki, bir damarım bile şuur halinde değildir. Ciğerimi kan eden bu hicranın şerhini şimdilik başka bir zamana bırak” deyince Hüsameddin Çelebi Hazretleri de Hz. Pîr’in kelâmıyla
Sûfî ibnü’l-vakt bâşed ey refîk
Nîst ferdâ goften ez şart-ı tarîk
Tû meger hod merd-i sûfî nîsti
Hêst râ ez nesye hîzed nîsti
“Ey arkadaş; sûfî “İbnü’l-Vakt olur. Yarın, ve yarına demek, tairkat şartlarından değildir.
Yoksa sen sûfî değil misin? Veresiye alış veriş sermâyeyi tüketir.” der. Hz. Pir cevaben her şeyin bir vakti olduğunu ve o duruma göre hareket etmeyi, şartları zorlamamayı telkin eder. (Hz. Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf, Beyit: 124-143) Bu da bize vakte göre davranmanın lüzûmunu gösterir. Vakte göre davranmak deyince, sûfî “İbnü’l-vakt” olur demiştik, buna karşılık “ibnü’z-zaman” tabiri de vardır ki bu ise yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya taşıyan “dalkavuk” tiynetli kişilerle karıştırmamak gerekir.
Sûfî geçmişin üzüntüsünü geleceğin kaygısını taşımaz “dem, bu demdir” der. Hayatın gelgitleri arasında alçalıp yükselmededir. Elinden birşey gelmez. Her şey oluruna bırakılmıştır.
Bir de “Ebü’l-vakt” kavramı vardır.
Hz. Mevlânâ’nın (Rh. A.) deyimiyle, Sûfî, “ibnü’l-vakt”tir; sâfî ise “ebü’l-vakt”tir. “Sûfi”, “hâle” kavuşup değeri arttığı için “vaktin oğlu” olmuştur. Yâni, geçmişi geleceği düşünmez, bulunduğu vaktin gereğini yapar. Fakat “sâfî” olan kişi, “vakt’ten de, “hâl”den de kurtulmuştur..
“Sâfî” olan kâmil insan ise, tamamıyla Allâh’ın aşk denizine batmıştır. Aslında o, kimsenin oğlu (yâni kimseye bağlı) değildir. Vakitlerden de, hâllerden de kurtulmuştur.
Ebü’l-vakt olma yolunda, ibnü’l-vakt olma dilekleriyle VESSELÂM…