SÖYLE EY TEBRİZLİ ŞEMS!
SÖYLE EY TEBRİZLİ ŞEMS!
Cumartesi Mersin’deydik.
Göksel , Aşina, sabahın beş buçuğunda düştük yola. Karapınar’dan sonra gün ağarmaya başladı. Güneş önümüzde biz peşinde Ereğli’ye kadar yol aldık. Sonra solumuza aldık güneşi. Bir sağımızda, bir solumuzda, bir önümüzde, bir arkada. Aydınlattı. Eşlik etti. Yol gösterdi.
Yeni dostlar edindik. Mesnevi okuduk.
Bu kez Mesnevi güneş oldu. Her yanımızdaydı. Akşama kadar onun nuruyla aydınlandık. Ruhumuzu besledik. Niyazla bitirdik. Yüreklerimize su serptik.
Mesnevi’yi ruhsal tekamül kılavuzumuz yaptık ya. Yapmaya da devam edeceğiz inşallah.
Bir kez daha üstünde uyuyup da kendisinden habersiz olduğumuz bu eşsiz hazineyi fark etmenin ve fark ettirmenin hazzını yaşadık. Tozlarımızı silktik. Gözümüzü daha da açtık. Gönlümüzü de.
Aşk yolculuğu bambaşka. Bir ayrılıkla başlayan.
Her ayrılık aşkın hatırlatıcısı. Her ayrılık aşka doğru biraz daha yaklaştıran. Her ayrılık asıl ayrılığı hatırlatan.
O yüzden nasipdar olmanın başlangıcıdır ayrılık.
Ayrılıkla başlar aşk.
Sonra feryat figan.
Sonra arayış.
Aradığın kadardır yol alma miktarın. Susuzluğunca su.
Sonra bir ney bulunur. Hem zehir hem panzehir. Hem yaralar hem yara sarar. Perdeler kalksın diye aradan.
Aşkın ne sayıyla ne başkasıyla işi yoktur. O sevgiliyi ister. Sevgili kendine çeksin diye koşturur. Yorar. Susuz bırakır. Bu yolda bihuş olanadır çekişler. Yoğunlaşana. Dikkat kesilene. Olgunlaşana.
Hamın, ilkelin, tembelin yolu sapar.
Sonra bağlardan kurtulma zamanı gelir. Önce altın gümüş kaydından. Kanaat yoldaş edinilir. Hırs ve tamahtan soyunulur. Bunu da aşk yapar. O her derdin ilacıdır. Hem Eflatundur hem Calinus.
Ey asıkların ciğerlerini yakan güzel, korkusuzca geliyorsun. Gönlümü alıp götürüyorsun sen, yine ne getirdin bilmiyorum ki!
Kurnaz, aldatıcı gözlerinden feryat. Öteden beri işin bu! Yavaş yavaş gelirsin. Param parça olmuş gönlü alır gidersin.
Neliksiz, niteliksiz ay’ı elde etmek için, feleğin kahrını çekiyorsun. Deliliğin belli oldu. Yaptığın akıl karı değildir. Böyle işe girişilmez.
0 ateş dolu kadehi getir de, göklerden de, yıldızlardan da ötede olan o ay yüzlünün askı ile bir hoşça içelim.
Harmancı, yak bizi, herkesin gözünden düşür! Aşkın işi budur. Aşık avare olur.
Şu zavallı gönlü, kinle yaralayacaksan yarala! Ne yapsın, bu çaresiz gönül, buna da dayanır.
Benim gönlüm, düşünceler yurdu oldu. Yahut şişelerle dolu bir dükkan halini aldı.
Söyle ey Tebrizli Şems! Senin gönlün taş mıdır? Kaya mıdır? (Divan-ı Kebir).
Söyledi de söyledi Pir. Lakin bir yere gelince durdu. Kulaklarımız ve gönlümüz kafi gelmedi söylenenlere ama o yine söyledi:
Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım ( sırlarıma tahammül edecek bir hemdem bulsaydım) ney gibi ben de söylenecek şeyleri söylerdim.
Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir. Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar işitemezsin.(Mesnevi).
Bizim burukluğumuzu görünce yine de devam etti:
Her şey mâşuktur, âşık bir perdedir. Yaşayan mâşuktur, âşık bir ölüdür.
Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!(Mesnevi).
Aynalarınız gammaz değil dedi sonra ve hikayesine başladı.
Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir.(Mesnevi.1/30)
Mersin’den ayrıldık. Gün akşam oldu. Hikaye yarım kaldı. Kendi hikayelerimizle baş başa kaldık yeniden. Kendi hikayelerimizin aslını, hikmetini kılavuzdan sormaya devam edeceğiz.
O’nun hikayelerinden yeni hikayeler yapacağız inşallah.