SON DEVİR MEVLEVİLİĞİ İÇİN BİR KAYNAK: HÜSEYİN VASSÂF BEY’İN DÎVÂNI – Mustafa Tatcı
SON DEVİR MEVLEVİLİĞİ İÇİN BİR KAYNAK: HÜSEYİN VASSÂF BEY’İN DÎVÂNI
Mustafa Tatcı
HÜSEYİN VASSÂF’IN HAYATI:
Son devir mutasavvıf, âlim, şair, edip ve tasavvuf tarihçilerinden olan Hüseyin Vassâf Bey, ilim âleminde daha çok “Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr” adlı beş ciltlik sûfîler ansiklopedisiyle tanınmaktadır. 1872 tarihinde İstanbul’da doğan Vassâf, Mülkiye’den mezun olduktan sonra Rüsûmât Emânetinde, Sirkeci Gümrüğü’nde ve Rüsûmât Baş Müdürlükleri’nde görevler yapmıştır. Karadeniz Gümrükleri teftişinde bulunmuş, Millî hükûmetin idareye geçmesiyle birlikte rüsûmâtla ilgili inkılâbı İstanbul’da sevk ve idare etmiştir. 1922 senesinde emekliye ayrılarak eserlerini tamamlamakla meşgul olmuştur.
Emekli olduktan sonra daha ciddi çalışmalar içine giren müellif, bu tarihten itibaren Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Bursalı İsmail Hakkı ve Niyâzî-i Mısrî başta olmak üzere geçmişte yaşayan ve devrinde tanıdığı pek çok tasavvuf büyüğü hakkında incelemelerde bulunmuştur.
Hüseyin Vassâf ömrünün son senelerinde, kış aylarını İstanbul Vezneciler’deki Tekke sokağındaki evinde; yazlarını ise Suadiye’deki sayfiyesinde geçirmiştir. Aralık 1925’te tekkeler kapandığında Kasımpaşa Uşşâkî Tekkesinin postnişinidir. 1929 yılında Arnavutköyü’ndeki evinde damar sertliğinden 57 yaşında vefât etmiş, vasiyeti üzerine Rumeli Hisarı kabristanına defnedilmiştir.
Hüseyin Vassâf, 57 sene gibi pek de uzun sayılamayacak ömründe, hepsi birbirinden değerli otuzdan fazla eser kaleme almıştır. Sefine-i Evliyâ, bu eserlerin en tanınmışıdır. Eserleri arasında Süleyman Çelebi’nin Mevlidine Gülzâr-ı Aşk adıyla yazdığı şerh, Bursalı Mehmet Tâhir, Mehmed Es’ad Dede ve İbnül Emîn M. Kemâl gibi devrin tanınmış zevatıyla ilgili biyografik eserleri de vardır. Diğer taraftan bazı sûfî şairlerin ve bilhassa XVII. asrın büyük mutasavvıfı Niyâzî-i Mısrî’nin şiirlerine şerhler de yazmıştır.
Devrin tanınmış bilginleri elinde ve yanında yetişen Vassâf Bey’in zamanla büyük bir kütüphanesi olmuşsa da, Aksaray yangını sırasında evi yandığı için aralarında kendi yazdığı bazı eserlerinin de bulunduğu pek çok eser zayi olmuştur.
Vassâf, harf inkılabından az önce bu eserlerinin bir kısmının basımı için gayret etmişse de, bunu gerçekleştirememiştir. Müellifin, eserlerini yeni harflere çevirip bastırmaya ise ömrü yetmemiştir. Kitapların yazma müellif hattı nüshalarının çoğu, oğlu Suat Erler tarafından Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır. Tâhirağa Dergâhı’ndan intikal eden bazıları ise Çemberlitaş’taki Karababa Tekkesi’ndedir.
HÜSEYİN VASSÂF’IN MEVLÂNÂ VE MEVLEVİLERLE İLGİSİ
Hüseyin Vassâf Bey, yakın zamanlarda yaşayan en önemli tasavvuf tarihi araştırmacılarından birisi, belki de birincisidir. O, İbnü’l-Emin’in “Son Asır Türk Şairleri” hakkında yaptığı çalışmanın benzerini, mutasavvıf şahsiyetler konusunda gerçekleştirmiştir. Yazmış olduğu sûfi biyografileri incelendiğinde, araştırmacılar için gizli kalan pek çok konu aydınlığa kavuşacaktır.
Kendisi bir Uşşakî müntesibi olmakla birlikte bizatihi bir Mevlevî şeyhi olan Mehmed Es’ad Dede tarafından yetiştirilen Hüseyin Vassâf, araştırmaları sırasında Mevlânâ’nın ve devrinin Mevlevî büyüklerinin eser ve görüşlerinden de sık sık yararlanır.
Kendi hal tercümesini anlatırken, yetişmesinde en önemli şahsiyet olan Mevlevî şeyhi Mehmed Es’ad Dede hakkında şunları söyler:
“Pederim, bir aralık Mesnevî-hân-ı şehîr Mehmed Es’ad el-Mevlevî hazretlerinin meclis-i sohbetinde zevkyâb olmuş idi. Vâlide Rüşdiyesi’ne müdâvim olduğum sırada Es’ad Dede farisî hocamız idi. (Allah rahmet eylesin). Onun perverde-i kerâmeti oldum. Cuma günleri Fâtih’te hünkâr mahfili altında, ramazanlarda müezzin mahfili yanında Mesnevî-i Şerîf okutduğunda henüz küçük yaşlarda olduğum hâlde, pederim beraberinde derse devama başladım. Salı günleri Bostân, Hâfız, Aruz-ı Endülüsî okudum. Gülşen-i Râz’dan hissemed-i feyz oldum. On beş yaşında bir çocuk böyle hakâyıka müteallik derslerden, tabiî müstefid olamazdım. Fakat hikmet-i İlâhiyye, o zamândan bu derslerden zevk almağa başlamış idim. Terkinden hazer ederdim. Es’ad Dede’nin, Çayırlı Medrese’de odasına da girer, Kaside-i Hamriyye okurdum. Kalbime genç yaşında tohm-ı tasavvuf ve aşkı eken Es’ad Dede Hazretleri olduğunu bi’t-tazîm arzederim. Onun hâtıra-i ihtirâmı olarak bu bâbda mufassal bir esere başladım ve kütüphâne-i dehre yâdigâr eyledim.”
Hüseyin Vassâf, Sefine’sini yazarken Mevlânâ ve Mevlevî büyüklerini de incelemiş, bu çerçevede, 1912 senesinde gerçekleştirdiği bir seyahette önce Ankara’ya oradan da Konya ve Afyon’a geçmiştir. Hal tercümesini anlatırken bu konuda da şunları kaydetmektedir:
“1327 senesinde Ankara’ya Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin ziyaretierine gittim. Orada bir hafta Hz. Pîrin misafiri oldum, saadetler ve devletler buldum. Oradan Konya’ya gitdim. Hazret-i Mevlânâ -min külli’l-vücûh evlânâ- Efendimizin südde-i seniyyelerine yüzler sürdüm:
Titriyor cân u dilim Hazret-i Mevlânâ’ya
Ol sebebden yanarım Hazret-i Mevlânâ’ya
terânesiyle dem-sâz oldum. Âh o ne âlemler idi; âh o ne âdemler idi! Afyonkarahisar’ında Sultân Dîvânî’yi ziyâret etdim.”
Bu geziler sırasında elde ettiği bilgileri Sefine’de kaydeden müellif, aynı zamanda görüp yaşadıklarını da şiire dökmüştür. Bu belgesel nitelik taşıyan şiirlerin tamamı Dîvân’ında kayıtlıdır.
MEVLÂNÂ, MEVLEVÎLİK VE MEVLEVÎLERLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI:
Vassâf’ın Mevlânâ ve Mevlevîlerden söz eden eserleri şunlardır:
1-Şerh-i Esmâr-ı Esrâr Sefine-i Evliyâ-yı Ebrâr: Tarîkat silsilelerini ve şeyh biyografilerini toplayan Sefîne, beş cilttir. Mevlânâ ve Mevlevîler bu eserin I. cildinde yer almaktadır.
Hüseyin Vassâf bu önemli eserini 15 Şubat 1318/11202’de sahaflarda eline geçen Esmâr-ı Esrâr’ı şerh etmek maksadıyla yazmaya başlamışsa da, eser sadece onun şerhi olmaktan çıkmış toplanan geniş bilgiler sayesinde beş büyük cilt haline gelerek biyografik sûfî kitaplarının en büyüklerinden birisi olmuştur. Eserin müsveddesi 1923’te, tebyizi 1925’te tamamlanmıştır.
Sefine-i Evliya’da Mevlânâ ve Mevlevîler “Tarîkat-i Aliyye-i Mevlevîyye” başlığıyla ele alınmakta, Mevlânâ’nın silsilesi, hayatı ve lakapları incelendikten sonra sırasıyla Mevlânâ’nın hayatında ve yetişmesinde etkili olan şu şahısların hayatları ve menakıpları verilmektedir:
Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizî, Şeyh Salahaddin Hazretleri, Ahmed el-Gazzâlî, Şems-i Tebrîzî Hazretleri, Muhammed Dede Hazretleri, Sultânü’l-Ulemâ Hazret-i Bahaeddîn, Sadreddin-i Konevî, Kemâleddin-i Kâşânî Hazretleri, Şerefeddin Dâvud b. Mahmud-ı Kayserî, Hazret-i Mevlânâ Hüsameddin Çelebî Hazretleri, Sultan Veled Hazretleri, Ulu Ârif Efendi Hazretleri, Mehmed Es’ad el-Mevlevî, Mehmed Tâhirü’l-Mevlevî.
Hüseyin Vassâf eserinin bu bölümünde ayrıca yakın dostu Ahmed Remzî Dede’nin manzum bir Mevlevî silsilenâmesini olan “Tarihçe-i Aktâb”ını aynen almaktadır. Ancak müellif söz konusu eserinde Ulu Ârif Çelebî’den sonra gelen Mevlevî postnişînleriyle Çelebîlerin hayatlarını inceleme imkânı bulamamıştır.
2-Es’adnâme: Mehmed Es’ad Dede hakkında yazılmış olan en önemli kaynak şüphesiz öğrencisi Hüseyin Vassâf’ın Es’adnâme isimli eseridir. Vassâf, H. 1339 senesinde telif ettiği bu eserinde Dede’yle ilgili hemen hemen bütün bilgileri toplamış, kaybolmayan ve yanmayan şiirlerini kaydetmiştir. Eserde ayrıca devrin tanınmış mevlevîleri Hulûsî-zâde Osman Nuri, Şeyh Seyfeddin Efendi, Ahmed Remzî Dede, Mehmed Ziya Efendi, Adil Abdurrahman Efendi, Abdülbaki Dede, Seyyid Hafız Tahsin Efendi, Ahmed Avnî Konuk ve Mehmed Cemâl Bey’in, Hüseyin Vassâf’a Es’ad Dede ile ilgili yazdıkları mektuplar mevcuttur. Vassâf’ın belirttiğine göre, Es’adnâme’deki bir kısım şiirler kendisi tarafından derlenmiş, bir kaç şiir de Ahmet Avni Konuk’tan alınmıştır.
3-Remzînâme: Vassâf bu biyografik eserini, yakın dostu Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Remzî Dede’nin hayatı hakkında 1924 senesinde kaleme almıştır. Bu eserin yazma nüshasının kimin elinde olduğu belli değildir. Bir fotokopisi Prof. Dr. Hasibe Mazıoğlu’dadır. Mazıoğlu, bu eseri Remzî Dede’nin hayatını konu alan bir bildiride ve şiirlerini yayımladığı eserinde geniş olarak tanıtmıştır.
4-Dîvân-ı Vassâf: Dîvân, Vassâf’ın şiirlerini topladığı büyük ve önemli bir eserdir. Müellif hattı yegâne nüshası Süleymaniye Kütüphanesindedir. Eserle ilgili olarak İsmail Kasap tarafından bir master çalışması ve tarafımızdan ayrıca bir müşterek çalışma yapılmıştır.
Dîvân, 265 büyük boy çizgili sayfa bir yazmadır. Yer yer boş sayfalar bulunmaktadır. İçinde 504 şiir vardır. Şair, sonradan doldurmak amacıyla boş bıraktığı sayfaların bir kısmını yazamamıştır. Dîvân bu haliyle mürettep değildir. Şiirler harf sırasına göre dizilmeye çalışılmışsa da sonlara doğru harf sırası bırakılmış, gazeller, kasideler, müfretler, tahmisler, taştirler, tesbiler karışık şekilde verilmiş, şaire yazılan nazireler, şairin yazdığı nazireler, hatta şaire yazılan medhiyeler bile Dîvân’a eklenmiştir.
Vassâf, aruza son derece hakim ve kolaylıkla şiir yazabilen bir şairdir. Şiirleri, dönemine göre oldukça sade bir dille kaleme alınmıştır. Dîvân’ındaki şiirlerde gazel, kaside, murabba’, muhammes, müsebba’, terbi’, tahmîs, tesdîs, tesbi’, taştir, matla’ ve müfred, mesnevî, rubaî, kıt’a ve şarkı gibi hemen her çeşit nazım şekli denenmiştir. Bu nazım şekilleriyle içinde na’t, münâcât, medhiye, mersiye türünde yazılmış şiirler, tarih manzumeleri ve silsilenameler çoğunluktadır. Şairin, kendi şiirlerini de tahmis, taştir ve tesbi’ ettiği görülür.
Dîvân, son devir edebiyat tarihimiz ve bilhassa tasavvuf kültürümüz için belgesel bir nitelik taşımaktadır. Bu eser için “bir mersiyeler, medhiyeler ve silsilenâmeler Dîvânıdır” diyebiliriz. Vassâf, Sefine-i Evliyâ’yı yazarken dolaştığı türbe ve tekkelerin tarîkat büyüklerine yazdığı şiirlere, tanıştığı postnişinler hakkında yazdıklarını da ekleyince Dîvân manzum bir “terâcim-i ahvâl” kitabı görüntüsü almıştır. Yine meşhur sufiler ve tanıdığı mutasavvıflar hakkında yazdığı vefât tarihleri ile tekke ve camilerin inşa ve tamiri hakkında yazdığı tarih manzumeleri Dîvân’ı tarih ve edebiyat tarihi açısından da önemli bir kaynak haline getirmektedir.
Kasidelerin pek çoğu mersiye ve medhiye türündedir. Medhiyeler daha ziyade tarîkatler ve mürşidler hakkında yazılmıştır. Bunlar arasında Mevlevî, Nakşî, Halvetî, Rufâî, Kadirî, Celvetî, Cerrahî, Mısrî, Bayramî, Şabânî, Uşşâkî, Gülşenî, Sünbülî büyükleri sayılabilir.
Dîvân’da başka şairlerin şiirlerine nazireler, tahmisler, taştirler, tesdisler ve tesbi’lerin yanında devrin tanınmış şairlerinin Vassâf’a yazdığı nazireler ve tahmisler de vardır. Bunlardan Behçet Dede, Mehmet Şemseddin Mısrî ve Tâhirü’l-Mevlevî’ninkiler bir kaç adettir. Ayrıca, müşterek gazeller bulunmaktadır.
Vassâf’ın Dîvânında, Mevlânâ ve Mevlevîler hakkında yazdığı 25 şiir bulunmaktadır. O, bu şiirlerinden bazılarını hem Sefîne’sine almış, hem de, Ceride-i Sufiyye’de yayımlamıştır. Dîvân’da ele alınan Mevlevîler, Mesnevî şârihleri ve Mesnevîhânlar arasında Âbidin Paşa, Suûdü’l-Mevlevî, Ahmed Ferid, Hasirî-zâde Elif Efendi, Mehmed Es’ad Dede, A. Avnî Konuk, Erzurumlu Abdürrezzak İlmî, Nâyî Osman Dede, Remzî Dede, Abdülbaki Baykara ve Hüseyin Fahreddin Dede bulunmaktadır. Vassâf’ın, bu şahıslarla ilgili düşünceleri aşağıda değerlendirilecektir.
VASSÂF’IN DÎVÂNINDA MEVLÂNÂ VE MEVLEVÎLERLE İLGİLİ BELGESEL ŞİİRLERİ:
MEVLÂNÂ:
Hüseyin Vassâf Bey’in Dîvânında doğrudan Mevlânâ’yı konu alan ve öven dört manzume, Mesnevî hakkında yazılmış bir lahika, Mevlevî tâcını ve semâ konusunu işleyen iki ayrı manzume bulunmaktadır. Onun Mevlânâ’yı ele aldığı şiirlerinden birisi Konya ziyareti esnasında yazılmış olup duygularını ifade etmektedir:
Titriyor cân u dilim Hazret-i Mevlânâ’ya
Bu sebeble yanarım Hazret-i Mevlânâ’ya
Severim cân u gönülden o muazzam pîri
Arz-ı tekrîm ederim Hazret-i Mevlânâ’ya
Konya’nın kubbe-i hadrâsı göründükde hemân
Yandı dil nâire-i Hazret-i Mevlânâ’ya
…………..
Âkıbet aşk ile sürdü yüzünü Vassâf’ı
Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Mevlânâ’ya
Vassâf Bey, bir müfredinde de, Mevlânâ’dan şefaat umarak şöyle der:
Umarım kemter-i Vassâf’a şefâat eyleye
Düşerim pâyına ben Hazret-i Mevlânâ’nın
Vassâf, söz konusu manzumelerinde Mevlânâ’yı şu özellikleriyle tavsif eder:
Bir mürşid-i ekmel olan Mevlânâ, ölmeden önce ölünüz ve kenz-i mahfi (gizli hazine) sırrına mazhar ve mâlik, eşyanın mahiyetinden haberdâr, âlimlerin ve şairlerin baş tâcı, ölü gönülleri dirilten bir kutsal nefes, Tanrı aşkının sâkîsi, zâhir ve bâtın ilimlerinde zamanının en seçkini, marifet bahçesinin gülü, hakikat denizinin incisi, marifet semasının güneşi, irfân gecesinin parlak ayı ve aşk ehlinin gözüne ışıktır. Mesnevî ise, Kur’ân’ın özüdür.
Vassâf’ın, semâyı ele aldığı şiirinde doğrudan Mevlevîlerin semâı işlenmemekle birlikte, bu şiir, konunun mahiyetini ortaya koyması açısından önemlidir. Ona göre semâ, doğrudan âşıkların gönül âlemiyle ilgili olup, hüsn-i dilber dediği Tanrı’nın tecellî etmesiyle meydana gelen vecdin eseridir. Söz konusu gazelin matla ve makta beyitleri şöyledir:
Vecde geldi hüsn-i dilberden gönül eyler semâ
Ol güzel cânânın aşkından gönül eyler semâ
……………….
Cezbe-dâr oldu kemâl-i neş’eden Vassâf-ı aşk
Hazret-i Allah’a aşkından gönül eyler semâ
Vassâf, bir kıt’asında Mevlevî tâcını, Mevlevî’nin nûr olan vücûdunun ve aşk ehlinin yol göstericisi olan Mevlânâ’nın bir işareti kabul etmektedir:
Sikke-i pâk-i Mevlevîdir bu
Tâc-ı pür-nûr-ı Mevlevîdir bu
Zât-ı pâk-i Cenâb-ı Mevlânâ
Ehl-i aşkın pîşrevidir bu
*
Dîvân’ında hakkında medhiyyeler ve vefât tarihleri yazdığı Mevlevîleri anlatırken de, değindiğimiz gibi, Hüseyin Vassâf, devrinde yaşayan pek çok Mevlevî ile arkadaşlık etmiş, onların meclislerinde bulunmuş ve yine o günün tanınmış mesnevîhânlarından dersler almıştır. Bunlar içinde Es’ad Dede, Ahmed Remzî Dede, Ahmed Avni Konuk ve Abdülbaki Dede, Tâhirü’l-Mevlevî ve Elif Efendi’nin özel bir yeri vardır. Dîvândaki;
Mevlevîler gönlümü cezbettiler
Hâlimi âşıklığa kalb etdiler
matlaıyla başlayıp,
Rûhuma oldu gıdâ sohbetleri
Feyz-i enzârı bana nasb etdiler
maktaıyla biten şiir, her halde Ahmed Remzî Dede’nin sohbetinin tesiriyle yazılmış olsa gerektir.
*
Hazret-i Mevlânâ’ya hıyn-ı ziyârette
Titriyor cân u dilim Hazret-i Mevlânâ’ya
Bu sebeble yanarım Hazret-i Mevlânâ’ya
Severim cân u gönülden o muazzam pîri
Arz-ı tekrîm ederim Hazret-i Mevlânâ’ya
Konya’nın kubbe-i hadrâsı göründükde hemân
Yandı dil nâire-i Hazret-i Mevlânâ’ya
Ne muallâ, ne mutarrâ, ne müfehham ravza
Mest olur zâiri hep Hazret-i Mevlânâ’ya
Geldi bir lerze aşk sabr u karârım gitti
Âşıkım neyleyeyim Hazret-i Mevlânâ’ya
Ma’kes-i hüsn-i ezel oldu mübârek zâtı
Mazhar-ı tam dediler Hazret-i Mevlânâ’ya
Âkıbet aşk ile sürdü yüzünü Vassâfı
Hâk-i pâk-i kadem-i Hazret-i Mevlânâ’ya
*
Mefhar-i Mevlevîyân Hazret-i Mevlânâ’dır
Mâlik-i genc-i nihân Hazret-i Mevlânâ’dır
Gül-i gülzâr-ı ma’ârif idi ol zât-ı şerîf
Mahrem-i râz-ı cihân Hazret-i Mevlânâ’dır
Ulemânın hükemânın şuarânın tâcı
Nice mürde dile cân Hazret-i Mevlânâ’dır
Ka’be-i dâniş ü irfân idi zât-ı pâki
Sâhib-i fevz ü emân Hazret-i Mevlânâ’dır
Sâki-i aşk-ı Hudâ matla’-ı envâr-ı hüdâ
Kutb-ı aktâb-ı cihân Hazret-i Mevlânâ’dır
Mazhar-ı ism-i Hakîm mahrem-i esrâr-ı azîm
Gavs-ı yektâ-yı zamân Hazret-i Mevlânâ’dır
Zâhir ü bâtın ulûmunda ferîd-i âlem
Nûr-ı irfânı ayân Hazret-i Mevlânâ’dır
Şems-i devvâr gibi nûru cihân-pîrâdır
Nûr-bahşâ-yı cinân Hazret-i Mevlânâ’dır
Mürşid-i ekmel idi her emeli hâsıl idi
Sırr-ı Mûtû’yu bulan Hazret-i Mevlânâ’dır
Evc-i himmet güneşi lem’a-i Sıddîk-i Nebî
Sâhib-i devlet ü şân Hazret-i Mevlânâ’dır
Mesnevîsi nice esrâr u nükâta mahzen
Bülbül-i bâğ-ı cenân Hazret-i Mevlânâ’dır
Kemteri âşıkı Vassâfını mahrûm etmez
Himmeti dâim olan Hazret-i Mevlânâ’dır
*
Velâyet ehline server Celâleddîn-i Rûmî’dir
Hakâyık bahrine gevher Celâleddîn-i Rûmî’dir
Vücûd-ı mekremet efzûdu mülk-i Rûma ni’metdir
Vücûdu hikmete masdar Celâleddîn-i Rûmî’dir
Kemâl-i devlete nâil olan zât-ı mufahhamdır
Kerâmet bâğına mazhar Celâleddîn-i Rûmî’dir
Muhibb-i zâtı olmak pek büyük izzet selâmetdir
Kulûba himmeti evfer Celâleddîn-i Rûmî’dir
Semâ-yı ma’rifetde mihr-i tâbân-ı sa’âdetdir
Uyûn-ı ehl-i aşka fer Celâleddîn-i Rûmî’dir
Hikem-perdâz-ı aşkdır dürre-i Sıddîk-i ekberdir
Be-gâyet sâfileşmiş zer Celâleddîn-i Rûmî’dir
Kitâb-ı Mesnevî’si magz-ı Kur’ân menba’-i esrâr
Ma’ârif kenzine rehber Celâleddîn-i Rûmî’dir
Ne âlî bir kitâb-ı hikmet-âmûz-ı edebdir o
Uluvv-i rütbesi ebher Celâleddîn-i Rûmî’dir
Döner meydân-ı aşkda cezbe vü hâlât ile cânâ
Şeb-i irfânda meh-peyker Celâleddîn-i Rûmî’dir
Seherlerde çıkardı âh u feryâdı semâvâta
Reh-i aşkdan haber söyler Celâleddîn-i Rûmî’dir
Semâ-yı sıdk u irfâna vücûd-ı ziynet-efzâdır
Misâl-i encüm-i enver Celâleddîn-i Rûmî’dir
Müdevven bir kitâb-ı aşk-ı esrâr oldu Mevlânâ
Bütün uşşâka ser-defter Celâleddîn-i Rûmî’dir
Mürîd-i hâlise dâim eder bezl kerem ü himmet
Muallâ mürşid-i eşher Celâleddîn-i Rûmî’dir
Doğar Vassâf’ının kalbinde her gün şems-i Mevlânâ
Mükerrem pîr-i feyz-perver Celâleddîn-i Rûmî’dir
*
Vecde geldi hüsn-i dilberden gönül eyler semâ
Ol güzel cânânın aşkından gönül eyler semâ
Ermek ister âşıkân vuslat-serâ-yı halvete
Dâim istimdâd eder cândan gönül eyler semâ
Olmuşum dîdâra müştâk âşık-ı şûrîdeyim
Her zamân bu hâl-i mestîden gönül eyler semâ
Öyle ezvâk-ı derûnî var semâ-ı aşkda ki
Arş-ı esrâr-ı temâşâdan gönül eyler semâ
Cezbe-dâr oldu kemâl-i neş’eden Vassâf-ı aşk
Hazret-i Allah’a aşkından gönül eyler semâ
*
Umarım kemteri Vassâf’a şefâat eyleye
Düşerim pâyına ben Hazret-i Mevlânâ’nın
*
Tâc-ı Mevlevî için:
Sikke-i pâk-i mevlevîdir bu
Tâc-ı pür-nûr-ı Mevlevîdir bu
Zât-ı pâk-i Cenâb-ı Mevlânâ
Ehl-i aşkın pîşrevîdir bu
*
Lahika
Tamâmen onsekiz beytdir nümâyân nezr-i Mevlânâ
Bu medhiyyem ile zâhir gönül bahrinde mevcullah
Anı kim söyleyen Hak söyleten Hak’dır hakîkatde
Bu yolda arz-ı teslîmiyyet etdi evliyâullah
Kemâl-i aşkımın burhânıdır pîrim Hüsâme’d-dîn
Hem ‘âm-ı mâsivâdan yüz çevirdim zikrim illallah
Şefa’ât isterim senden Muhammed Nûrî-i Vassâf
Talebkâr-ı visâlim ben bi-hakkı şevk u aşkullah
*
Mevlevîler gönlümü cezbettiler
Hâlimi âşıklığa kalb etdiler
Bezm-i âlemden kesildi rağbetim
Hubb-i dünyâdan beni selbetdiler
Pîr-i âl-i şâna vardır nisbetim
Hânkâh-ı pîre dek celbetdiler
Cân u dilden sevdi rûhum onları
Ârifâna himmeti hep etdiler
Rûhuma oldu gıdâ sohbetleri
Feyz-i enzârı bana nasb etdiler
ÂBİDÎN PAŞA
1843’te Preveze’de doğup, 11208’de İstanbul’da vefât etti. Kaymakamlık, mutasarrıflık ve valiliklerde bulundu. Kısa bir süre Hariciye nazırlığı yaptı. Arnavutça, Arapça, Farsça Rumca ve Fransızca şiirler yazan Âbidin Paşa, Mevlânâ’nın Mesnevi’sinin birinci cildine yaptığı altı ciltlik şerhiyle şöhret bulmuştur. Vassâf, Âbidin Paşa’nın Mesnevî şerhi vesilesiyle duygularını bir manzumeyle dile getirmiştir.
Şârih-i Mesnevî Âbidîn Paşa merhûma:
Şârih-i Mesnevî-i Mevlânâ
Ser-firâz-ı âlem-i hükemâ
Mahzen-i ilm ü fazl-ı bî-hemtâ
Hazret-i Zeyne’l-Âbidîn Paşa
Vüzerâ-yı fihâm-ı devletten
Urafâ-yı kirâm-ı hikmetten
Fuzalâ-yı izâm-ı ümmetten
Hazret-i Zeyne ‘l-Âbidin Paşa
Yazdı şerh-i belîği rikkatle
İhtitâma erince himmetle
Zevkyâb oldu bir beşâretle
Hazret-i Zeyne’l-Âbidin Paşa
Bûy-ı sünbül-meşâmına erdi
Sünbülistân-ı Merkeze girdi
Nûr-ı irfâna tezeyyün verdi
Hazret-i Zeyne’l-Âbidin Paşa
Neş’e-yâb oldu rûh-ı Mevlânâ
Şübhe etmem ki bunda ey dânâ
Revvahallahü rûheke ebadâ
Hazret-i Zeyne’l-Âbidin Paşa
SUÛDÜ’L-MEVLEVÎ:
Şeyhülislam Ebussuûd Efendinin soyundandır. Babası, Dîvân-ı hümâyun kayıt kalemi mümeyyizi Rıza Saffet Bey’dir. 1882’de Boğazisindeki Kuruçeşme’de doğdu. Beşiktaş’taki Hamidiye mektebinde okudu. Özel dersler alarak yetişti. Çeşitli hatlardan icazetler aldı. Dîvân-ı hümâyun mühimme kalemi ve Ayan meclisi katipliği, bazı okullarda yazı hocalığı yaptı. Ayan Meclisinin dağılmasından sonra açıkta kaldı. Babıali caddesinde bir dükkanda haftalıkla geçinmeye çalıştı. 1930’da Millet Kütübhanesi memurluğuna tayin edildi. 1947’de felce tutuldu. İki sene kadar bir süre bu halde yattı. 25 Ağustos 1948 Cumartesi günü vefât etti. Merkez Efendi Camisinin haziresine defnedildi.
Bir Mevlevî olan ve Suûdü’l-Mevlevî mahlasıyla şiirler yazan şâirin, bazı şiirleri devrin edebî mecmualarında yayınlanmıştır. Dîvânı ve başka eserleri vardır. Müellif hattı bazı şiirleri “Sadalarım” adıyla Millî Kütüphane’deki bir defterde bulunmaktadır. Ömrünün son döneminde bir çok levha yazmış ve geçimini yazdığı hatlarla temin etmiştir.
Suûdü’l-Mevlevî’nin, Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili şiirleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında Avnî Bey’in
Miyân-ı lücce-i mihnetde kaldım bî-kes ü tenhâ
Amân yâ Hazret-i Monlâ Celâleddin-i Mevlânâ
beytini tesdisi, Gâlib’in “Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim” mısraının terbii;
Suûd-ı Hazret-i Monlâ Celâl’e müntesibim
Benim o bende ki şâh u gedâ nedir bilmem
maktaıyla biten ve kendisinin bir Mevlevî müntesibi olduğunu belirttiği gazeli, anılmaya değer güzelliktedir. Yine;
Bir tarz-ı hâmuşânede gûyiyâyım ben
Bî-savt u hurûf ayn-ı ma’nâyım ben
Hamdenlillah ayn-ı hâkim ammâ
Hâk-i kadem-i Hazret-i Mollâ’yım ben
şeklindeki rübaisinde Hz. Mollâ’nın ayak toprağı olduğunu belirtir.
Vassâf, şair ve hattat Suûdü’l-Mevlevî hakkında iki manzume yazmıştır.
Bu manzumelere göre Suûdü’l-Mevlevî, Mevlevîlik bahçesinde yetişen ve Mevlânâ bendelerinden olan bir âşıktır. Tevhîd sırrına âşinâdır. Zevk-i selîm sahibi, hoş mizaçlı bir şahsiyettir. Sözlerindeki teshîr kuvveti ve hüsn-i hat konusundaki mahareti ise diğer önemli özellikleridir.
*
“Şuarâdan ve hattâtînden Suûdu’l-Mevlevî Bey kardeşimizin mütâlaa olunan Dîvân’ına yazdığım manzûmedir:
Gülzâr-ı Mevlevîde bir gül-i hoş-bûsun ey Suûd
Sen aşk mazharısın şâ’ir-i hoş-gûsun ey Suûd
Eş’âr-ı ârifanen ile rû-nümâna sen
Ez-cân-ı âşık-ı şeydâ-yı Hû’sun ey Suûd
Râz-ı âşinâ-yı feyz ü edebsin hakîkaten
Tabında zevk-i selîm sâhibi hoş-husun ey Suûd
Teshîr eder insânı ol âşıkâne sözlerin
Zerrât-ı kâinâtda neş’e ile Hak-cûsun ey Suûd
Yüksel semâya aşk-ı hakîkiye doğru sen
Vassâf-ı ilm ü ma’rifete âb-rûsun ey Suûd
*
Hattât Suûdü’l-Mevlevî’ ye:
Peyrev-i pîr-i tarîkattir Suûdü’l-Mevlevî
Mazhar-ı izz ü sâ’adettir Suûdü’l-Mevlevî
Neş’e-i ma’nâ ile bulmuş safâ-yı devleti
Lâ’ık-i tevkîr u midhattir Suûdü’l-Mevlevî
Feyz-i Mevlânâ ile ermiş makâm-ı rıfka
Sâhib-i irfân u izzettir Suûdü’l-Mevlevî
Hüsn-i hattı hüsn-i hâli meslek-i müstahseni
Bâis-i fahr u meveddettir Suûdü’l-Mevlevî
Mahlâsı Vassâf meftûn eyledi hoş hasleti
Ârif-i esrâr-ı vahdettir Suûdü’l-Mevlevî
AHMED FERÎD EFENDİ:
Hüseyin Vassâf’ın dostları arasında Hallâc Baba Dergâhı şeyhlerinden Ahmed Ferîd Efendi de bulunmaktadır. 1866’da İstanbul’da doğan Ahmed Ferîd, Yine İstanbul’da 1910’da vefât etmiştir. İyi bir eğitim alarak Arapça ve Farsça öğrenen Ferîd, Rüşdiyyede hocalık da yapmıştır. Ferîd, ve Ferdî mahlasıyla şiirleri bulunan Ahmed Ferîd Efendi, şairliği ve musikîşinâslığıyla şöhret bulmuştur. Bir Sa’dî şeyhi olmasına rağmen Mevlânâ âşıklarından olan ve Mesnevîhanlığıyla tanınan şeyhin vefâtından sonra, Vassâf bir manzume yazmıştır. Bu manzumeden anlaşıldığına göre şeyh, tevhîd ehli, hilm sahibi, yumuşak huylu, tatlı sözlü ve sevimli, mesnevî ve hadis ilimlerini tedris eden, nazmı ve nesri bilen bir şahsiyettir. Hallâc Baba dergâhında dört sene hizmet vermiştir.
*
Üsküdâr’da Hallâc Baba Dergâhı Şeyhi Ahmed Ferîd Efendi merhûm için söylenmiştir:
Gülşen-i tevhîdde bir bülbül idi Ahmed Ferîd
Nâil-i hasretle demsâz zât idi Ahmed Ferîd
Meclis-ârâ ehl-i dil hilm ü sükûnet sâhibi
Vâkıf-ı esrâr-ı tevhîd Şeyh idi Ahmed Ferîd
Bâğ-ı ezvâk-ı tasavvufdan kemâli gösterip
Mesnevî tedrîs eder bir merd idi Ahmed Ferîd
Feyz-i envâr-ı Muhammed’le hadisden ders verip
Âleme neşr-i füyûz etmiş idi Ahmed Ferîd
Âlim ü nazm u nesrinde hem edebde muktedir
Haslet-i fıtriyyeye mâlik idi Ahmed Ferîd
Dört sene verdi şeref Hallâc Baba Dergâhına
Halka-i tevhîde revnak-sâz idi Ahmed Ferîd
Tatlı sözlü pâk özlü pek sevimli bir edîb
Genc iken terk-i sivâ etmiş idi Ahmed Ferîd
Cümle ahbâb ü mürîdân âşıkân u sâdıkan
Firkatiyle yandı böyle zât idi Ahmed Ferîd
Bû-yı vuslat neş’esi erdi meşâm-ı cânına
Bezm-i cânâna eren âşık idi Ahmed Ferîd
HASÎRÎ-ZÂDE ŞEYH MEHMED ELİF EFENDİ
Elif Efendi, Hasiri-zâde dergahı Şeyhi Muhtâr Efendinin oğludur. Babasının dergahında, babasının yerine şeyh vekili ve vefâtından sonra postnişîn olmuştur. 1850 senesinde Südlüce’de doğmuştur. İlk hocaları Hatuniyye tekyesinde medfun Mesnevî-han Hoca Hüsâmeddin-i Nakşibendî ve Eyyûb’de oturan Mihrişâh Vâlide Sultân Mektebi muallimi Hâfız İbrâhim Efendi’dir.
Hâdimî-zâde Ahmed Hulûsî Efendi’den Şerh-i Akâid okumuştur. Sonra Bâyezîd Dersiâmlarından Şehrî Ahmed Nüzhet Efendi’den öğrenimini tamamlamış ve icâzet almıştır. Meşhûr Hocalar, Şâkir ve Hoca Râik Efendiler gibi bazı kişilerden de çeşitli eserler okumuştur.
Elif Efendi ilk olarak babasına bey’at edip yine ilk tasavvuf bilgilerini ve hilafetini ondan almıştır. Önce vekaleten sonra asaleten babasının tekkesine şeyh olarak atanmıştır.
1303 târihinde İstanbul’a gelen Sa’dî şeyhi Şeyh Yûnus İbn Ömer eş-Şeybanî Hazretlerine pederi şeyh Muhtâr Efendi tarafından mihmândarlığa ve hizmete tayîn edilmiştir. Elif Efendi, Şeyh Yûnus Hazretlerinin teveccühüne mazhar olmuş ve Şeybânî Hazretleri kendisine Sa’dîyye erkânı üzere sikke ve hırka giydirerek hilâfet ve icâzet vermiştir. Elif Efendi ayrıca Şeyh İbrâhim Birâdetü’l-Medenî’den de Şazelî hilafeti almıştır.
Yenikapı Mevlevî-hânesi post-nişîni Mesnevî-hân Şeyh Osman Salahaddin Dede’nin derslerine devam etmiş, Dede tarafından Sütlüce’deki dergâhlarında Mesnevî-i Şerîf okumalarına şifâhen izin verilmiş, daha sonra hilâfet ve Mesnevî icazetnâmeleri almıştır. Üç erkândan hilafet alan Hasirî-zâde Elif Efendi, daha ziyade Şeybaniyye kisvesini giymiştir. 1316 senesinde Konya’da dergâh-ı Mevlânâ’da postnişîn olan Abdülvâhid Çelebî, Mesnevî-i Şerîf okumakla meşgûl olmalarına ve bu sırada Mevlevî şeyhlerine benzer şekilde her gün destâr-ı şerif giymelerine izin vermiş ve bir icâzetnâme göndermiştir.
Daha sonra Konya dergâhında post-nişîn olan Mesnevîhân Şeyh Mehmed Bahaeddîn Çelebî, Elif Efendi’ye Mevlevî erkânı üzere hilafet vermiş ve Mesnevî-i şerîf okutma icazetnâmesi yazmıştır. İyi bir mesnevîhân olan Elif Efendi de, kendi talebelerinden olan Fâtih’teki Âbid Çelebî tekyesi şeyhi Salâhaddîn Efendi’ye Mevlevîyye erkânı üzerine hilâfet ve Mesnevî-i şerîf okumaya icâzet vermiştir.
Elif Efendi Hasiri-zâde Dergahı’ndaki görevinin dışında Mesnevî, şemail, hadis ilimleri okutmuştur. II. Abdülhamid’in iradesiyle 1887’de yeniden inşa edilen ve inşaat giderleri tekke mensuplarından Tophane müşiri Mehmed Seyyid Paşa tarafından karşılanan kendi tekkesinin mimarlığını yaptı. Konya Mevlânâ Asitanesi’nde Çelebilik makamında bulunan Abdülvahid Çelebi, kendisine meşihatname göndererek Mevlevî şeyhliğini tasdik etti (1898). 11207’de tayin edildiği Meclis-i Meşayıh başkanlığı görevinden bir süre sonra ayrıldı. 3 Ocak 1927 Pazartesi günü vefât etti. Tekkesiyle Mahmud Ağa Camii arasındaki hazireye defnedildi.
Ahmed Safî Bey Onun Hakkında şöyle der:
“Müşarünileyh Elif Efendi hazretleri ecille-i meşâyıh-ı Sa’diyye ve Mevlevîyyeden ve fevkalade sevdiğim zevat-ı kirâmdandır. Elsine-i selâsedeki ihtisâs ve iktidâr-ı âlisi bu ve evvelki nüshalarda yazılan eş’âr ve asârından malûm olur. Kendisiyle lisân-ı Farisî’de müşâeremiz vukû bulurdu. Ahlâk-ı hasene ile mütehallik, Natûk, mütekellim, fazıl, sahî bir vücûd-ı nâdirü’l-mevcûttur. Evkâtını tedris-i ulûm ve takrîr-i Mesnevî-i Şerif ve mutalaa-i kütüp ile imâr eder ve teşnegân-ı maarifi zülâl-i sohbetleriyle îrâb eyler. Meşrutiyetin ilanından sonra bir müddet meclis-i meşâyıh riyasetinde bulunurdu. Vücutça zayıf ve nahîf oldukları halde riyâzat ve inzivâya meyl ve mahabbetleri kesir bir mürşid-i mealî-semîrdir.”
Şairliği ve hattatlığının yanında aynı zamanda iyi bir mimar olan Elif Efendi, bütün hayatını eğitim ve öğretimle geçirmiştir. Arap grameri ve mantıktan Darvin nazariyesine kadar çeşitli konularda eserler kaleme almıştır. Elif Efendi’nin üç dilde yazdığı şiirleri bir Dîvânçede toplanmıştır.
Vassâf Bey, Dîvân’ında, Elif Efendi’yle ilgili olarak iki manzume yazmıştır. Bunların birincisinde Elif Efendi’nin karakteristik özellikleri tavsif edilmektedir. Diğeri ise adı geçen zatın vefâtı münasebetiyle kaleme alınmış bir tarih manzumesidir.
Devrin meşhur mesnevihânlarından olan, Hz. Mevlânâ’ya ve Mevlevîliğe yakınlığı münasebetiyle Mevlevîlikten de icâzet almış bulunan Elif Efendi’nin Mevlânâ ile ilgisi, Vassâf’ın;
Feyz-i Mevlânâ’yâ mazhar ârif-i bi’llâh idi
Mesnevî’den bahs ederken bülbül-i gülzâr idi
beytinden daha iyi anlaşılacaktır. Mesnevî şerhinde üstad olan Elif Efendi, tevhîd vadisindeki bilgisiyle ise Şeyhü’l-Ekber’e benzetilmektedir. Vassâf’ın “Şeyh-i Ekber dense lâyıkdır Elif’in evsâfına” mısraı, onun bu özelliğini ortaya koymaktadır.
Hüseyin Vassâf’ın, Sa’dî gülşeninde yetişen bir irfân gülü, dediği Elif Efendi, hikmet sahibi ve bilgisini sohbetlerinde sevenleriyle paylaşan bir canlı Kur’ân’dır. Âşık meşrep ve vahdet sırlarından haberdâr olan bir ârif olan Elif, Vassâf’ın tespitine göre 50 yıl gibi uzun denebilecek bir zaman dilimi içinde etrafına bilgi ve aşk dağıtmış bir sebildir.
*
“Sütlüce’de Sa’dî Şeyhi Kibâr-ı Meşâyıh-ı zamândan Elif Efendi Hazretlerine:
Gülşen-i Sa’dî’de ra’nâ bir gül-i irfândır
Mürşid-i ekrem Cenâb-ı Şeyh Elîf-i pür-şândır
Vech-i tâbânında her dem rû-nümâdır nûr-ı Hak
Hikmet-âmûz-ı edebdir sâhib-i ihsândır
Feyz-i Mevlânâ’ya mazhar rehber-i Hak-bîndir
Zâtına Kur’ân-ı nâtık dense pek şâyândır
Kâşif-i esrâr-ı vahdet vâkıf-ı Hakke’l-yakîn
Teşne-gân-ı aşka bir mâ’ü’l-hayât-ı cândır
Ahkarı Vassâfı ta’zîmât eder ez-cân u dil
Medh ü tekrîme sezâdır sâlike burhândır”
*
“Sütlüce dergâh-ı şerifi şeyhi kudemâ-yı meşâyıh-ı Sa’diyeden Muhammed Elif Efendi’nin irtihâli üzerine söylenmişdir:
Şeyh Elif pür-kemâlât vâkıf-ı esrâr idi
Ma’den-i aşk u muhabbet âşık-ı dîdâr idi
Rabt-ı kalb etmiş idi o Hazret-i cânânıma
Aşkı müştedd olduğundan kârı âh u zâr idi
Feyz-i Mevlânâ’ya mazhar ârif-i bi’llâh idi
Mesnevî’den bahs ederken bülbül-i gülzâr idi
Sır sa’âdetini hâmil mürşid-i kâmil idi
Mesleği Allah yolunda varını îsâr idi
Sohbeti pek ârifâne hâli çok memdûh idi
Vech-i pâki fi’l-hakîkâ ma’kes-i dildâr idi
Âlim ü ârif ü kâmil mürşid-i hak-bîn idi
Şübhe etmem destgîri Haydâr-ı kerrâr idi
Bunca âsârı şehâdet etmede irfânına
Vâris-i ilm-i şerif ü seyyidü’l-ebrâr idi
Şeyh-i ekber dense lâyıkdır onun evsâfına
Meclis-i pür-enveri bir gülşen-i ezhâr idi
Elli yıl mesnet nişîn-i feyz ü irfân oldu o
Peyrev-i şeyh-i kerîmân Hazret-i muhtar idi
Nazm u nesr meydânının bir şehsüvârıdır o zât
Mazhar-ı ilm-i ledün bir sâhibü’l-ikrâr idi
İlm-i vahdetde ferîdü’l-asr idi Hak şâhidim
Dâimâ mestûr idi hem mahrem-i settâr idi
Hazret-i şeyhi görenler bahtiyârdır kâm-kâr
Görmeyenler şüphe etme cümleten ağyâr idi
Mazhar-i keşf u kerâmet şeyh-i âlîşân idi
Çünkü her zerre ana bir kıble-i ruhsâr idi
Bahtiyâr oldu azîze arz-ı îmân eyleyen
Her biri vuslât-serâ-yı aşkda sâhib-yâr idi
Tam bin üç yüz kırk beşe oldu müsâdif rıhleti
Çok zamândır da’vet-i Hakk’a ümîdi var idi
Âkıbet vuslâtla şâdân olmağa etti şitâb
Matmah-ı inzârı zâten âlem-i envâr idi
“Bâ-füyûz-ı tâmme” tâm târîhdir ol hazrete
Öyle bir Hazret-i bi’llâh ulu’l-ebsâr idi
Hak Ta’âlâ kabrini müstağrak-ı nûr eylesin
Şeyhü’l-Elif gülşen-i aşkda bana bir yâr idi”
MEHMED ES’AD DEDE:
Mevlevî, şeyh, şâir ve şârihlerinden olan Es’ad Dede, 1843 senesinde Selanik’te doğmuş, 1911’de İstanbul’da vefât etmiştir. Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Osman Selahaddin Dede’den Mesnevî dersleri almıştır.
Tâhir Olgun’un verdiği bilgiye göre, büluğ çağını geçtiği sırada, rüyasında düşdüğü bir kuyudan Hz. Peygamber’in eliyle kurtulmuş olması, onu tasavvuf yoluna yöneltti. Önce Selanik’te Bedevî Şeyhi Osman Efendi’ye, daha sonra da İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhanesi postnişini Şeyh Osman Salahaddin Dede Efendi’ye bağlandı Eskişehir Mevlevîhânesi şeyhi Hasan Hüsnü Dede’den hilafet ve Mesnevi icazetnâmesi aldı. Hindistanlı Mesnevihân ve şârih Muhammed İmdâdullah’ın teveccühünü kazandı, intisap ederek Çeştiyye hilafeti aldı. On sekiz yıl hizmetinde bulundu. Muhammed İmdâdullah, ümmî olduğu halde Harem-i Şerif’te Mesnevî okutur, halkın sorularına cevaplar verirdi. Vefâtında yüz yaşını geçmişti.
Es’ad Dede bazı Mevlevîler tarafından kutup olarak tanınmaktadır
Hayatını, meraklılarına Farsça öğreterek Mesnevî, Hafız Dîvânı, Gülistân, Bostân, Pend-i Attâr, Aruz-ı Endülüsî, Kaside-i Sülûkiye-i Hakanî, Kaside-i Taiyye, Kaside-i Hamriyye, Rübaiyyat ve Levâyıh-ı Câmi, Havra-Zavra, Fususü’l-Hikem, Menâkıb-ı Sipehsâlâr ve Gülşen-i Râz gibi eserler okutarak geçirmiştir. Son zamanlarına kadar da Fatih Camii’nde Mesnevi-i Şerif ve bazı öğrencilerine de medresedeki hücresinde özel olarak çeşitli eserler okutmaya devam etmiştir. Es’ad Dede, Arap ve Fars dillerini bütün incelikleriyle bilen Mesnevî’nin remizlerine en ince ayrıntılarına kadar vâkıf güçlü bir şahsiyettir. Devrin başta Hüseyin Vassâf ve Tâhirü’l-Mevlevî olmak üzere pek çok tanınmış simasına hocalık yapmıştır.
Bildiğini esirgemeden talep edenlere öğretmek Dede’nin öğrencilerine vasiyetidir. Kendisi, sokakta sorulan bir soruya bile ayak üstünde uzun uzun cevaplar verirdi.
Dede, 1310/1892-93 senesinde Mahmudiye ve Davud Paşa mekteplerindeki öğrencilerinden bazılarına icazetnâme vererek derslerini Hafız Hayri Efendi’ye bırakmış ve 1311 yılında ilk kez hacca gitmiştir. Hac sonrası bir müddet de Harem-i Şerif’te kalıp ders okutmuştur. Hicaz’dan 1894 tarihinde dönmüştür. Aynı yıl, dervişi Tâhirü’l-Mevlevî’nin talebi üzerine birlikte tekrar hacca gitmişlerdir.
Dede senelerce basur ve göğüs rahatsızlığı çekmiş olduğu halde, O, bu haliyle de Fatih Camii’ndeki derslerine devam etmiştir. Vefâtından iki yıl önce Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin mesnevihânlığına tayin edilmiş, son zamanlarında Çayırlı medresesinden dergâha nakletmiştir.
9 Ağustos 1911’de vefât eden Dede, Kasımpaşa Mevlevîhânesi’ne defnolunmuştur. Mevlevîhânenin yıkılarak yerine okul yapılması üzerine, kabri Fatih’te Tâhir Ağa tekkesine nakledilmiştir.
Dede’nin yazımını tamamlayamadığı en önemli eserlerden birisi Mesnevi-i Şerif Tercümesi’dir. Bu eserin ilk cildinde 360 beytin tercüme ve şerhini yapmıştır. Hüseyin Vassâf’ın şiirlerinden birisi, bu esere yazdığı manzum takrîzdir.
“Muhammed Es’adü’l-Mevlevî’nin Mesnevî-i Şerif Şerhine takriz sûretinde yazılmıştır:
Mahzen-i ilm ü kerâmettir bu şerh-i Mesnevî
Kâşif-i esrâr-ı vahdettir bu Şerh-i Mesnevî
Şârih-i âlîsi memdûhü’ş-şiyem Es’ad Dede
Matlab-ı ehl-i basîrettir bu Şerh-i Mesnevî
Kenz-i irfân-ı nübüvvetden çıkarmış cevheri
Zîynet-i bağ-ı hüviyyettir bu Şerh-i Mesnevî
Tâlib ü râgıblara ders-i hakâyık vermede
Rehber-i râh-ı hakîkattır bu Şerh-i Mesnevî
Dergeh-i irfân-ı aşkın kemteri Vassâf’ına
Bâis-i aşk u muhabbettir bu Şerh-i Mesnevî
Dede’nin, Mesnevî şerhi dışında Tevhîdnâme, Usûl-i tarîkat, Kaside-i Taiyye Şerhi gibi eserleri ve çevirileri bulunmaktadır. Dîvânından kalan şiirler Hüseyin Vassâf tarafından Es’adnâme’de toplanmış olup bunlar tarafımızdan yayımlanmıştır.
Dede’nin pek çok kitabı Yenikapı Mevlevîhanesi’ndeki yangında yanmıştır. Kalan eserleri de vefâtından sonra Hakkâklar Çarşısı’nda satılmıştır
Vassâf, Es’adname’yi yazarken pek çok kişiyle mektuplaşmış ve orıjinal bilgiler derlemiştir. Gelen cevapların önemlilerini aynen kaydetmiş, az-çok bilgi verenlerin adlarını anarak o bilgiyi eserine almıştır. Bu zevattan birisi de Ahmed Avni (Konuk) Bey’dir.
AHMET AVNÎ KONUK:
Mutasavvıf, şair ve bestekar Ahmed Avni Konuk, 1868 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Dâruşşafaka’dan mezun oldu. Câmi derslerine devam ederek icâzet aldı. Kur’ân’ı hıfz etti. Galata İttihad Postahanesinde memurluğa başladı. Burada çalışırken Mekteb-i Hukûk-ı Şahâne’ye girip mezun oldu. Fransızca, arapça ve farsça öğrendi. PTT’de üst düzey görevlilerinden birisiyken 1933 tarihinde emekli oldu. Avni Bey, 1938 tarihinde vefât etti ve Merkez Efendi Kabristanı’na defnedildi. Son dönem Mevlevîleri içinde en dikkati çeken şahsiyetlerden birisi olan Avni Bey, Hüseyin Vassâf gibi Mesnevî derslerini Es’ad Dede’den okumuş ve icazet almıştır. Ahmed Avni Konuk, resmi vazifesinin dışındaki bütün vakitlerini mensubu bulunduğu tarîkatin hizmetine vakf etmiş müstesna bir insandır. Tasavvuf vadisinde telif, tercüme ve şerh ettiği eserler otuzdan fazladır. Mesnevî Şerhi en önemli telifidir. Mütevazı ve mahviyet sahibi olduğu için sağlığında pek tanınmamıştır. Musikişinâs ve şair olarak da çok güçlü bir şahsiyettir.
Vassâf, Es’adnâme’yi yazarken Avnî Bey’den de Es’ad Dede hakkında bilgi istemiş, Onun göndermiş olduğu uzun makaleyi bu eserine koymuştur. Vassâf’ın Dîvân’ındaki Avnî Bey hakkındaki şiir, bir teşekkürnâmedir:
“Urefâ-yı Mevlevîye’den Avni Bey’in, Es’ad Dede merhûm hakkında yazdığı bir makâle-i mufassaladan dolayı yazdığım manzûme-i şükrâniye:
Avni Bey lütfun ile kemteri memnûn ettin
Hazret-i Es’ad’a bir kat daha meftûn ettin
Ma’kes-i nûr-ı cemâl olduğuna şüphem yok
Bezl-i envâr buyurup gönlümü meşhûn ettin
Hâmil-i sırr-ı kemâlâtı olup ol zâtın
Feyz-i sârîsi ile kalbimi efsûn ettin
Beyne’l-ihvân yüce bir mevki’-i âlî tuttun
Zât-ı ulyânı hemân lü’lü ü meknûn ettin
Hazretin kadrini teşrîh ederek uşşâka
Herkesi doğrusu hasretinde Mecnûn ettin
O mübârek Dede’nin nâmını yâd eyleyerek
Nâr-ı hasretle yakıp çeşmimi gülgûn ettin
Bilmedim kadrini hakkıyle o nûr-ı âşıkın
Dîdemi eşk-i nedâmet ile Ceyhûn ettin
Hak Ta’âlâ seni eltâfına mazhâr etsin
Beni sen vâdi-i şükrânîde medyûn ettin
Feyz-bahş oldu hakâikle dil-i Vassâfa
Neş’emi zevkimi hem şevkimi efzûn ettin
TÂHİRÜ’L-MEVLEVÎ:
1877-1951 seneleri arasında yaşayan Tâhirü’l-Mevlevî, uzun yıllar Kuleli Askerî lisesinde edebiyat, tarih ve Arapça ve Farsça öğretmenliği yapmıştır. Tâhir Bey, usûlü üzere çile çıkaran son Mevlevîlerdendir. Pek çok araştırması olan Tâhir Olgun’un Mesnevî şerhi, Mir’ât-ı Hazret-i Mevlânâ adlı manzum bir eserinin yanında Dîvânında Mevlânâ’yla ilgili pek çok şiiri bulunmaktadır. Çile çıkarırken yazdığı mektuplar da yayınlanmıştır.
Mahir İz, Olgun hakkında şunları söyler:
“Tâhirü’l-Mevlevî’nin evi mecma’-ı üdebâ idi. Eski talebesi de sohbetine devam ederdi. Aruza hakimdi. Dilerse sâde Türkçe ile ve millî vezin dedikleri parmak hesabıyla güzel şiirler yazardı. Tâhir Bey, Râgıb Paşa Kütüphanesinde Kitapları tedkik komisyonunda çalışırken Lâleli Câmiinde Mesnevî okutmağa başladı. Sonra Süleymaniye Câmiine nakletti.”
Hassas bir Mevlevî şairi ve bir gönül adamı olan Tâhir Olgun, Vassâf’ın çok yakın dostlarındandır. Sefîne’nin Mevlevîleri incelediği bölümde, hakkında uzunca bir bahis açmıştır. Tâhir Bey de, tıpkı Vassâf gibi Mehmet Es’ad Dede’nin öğrencilerindendir. Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhi Mehmet Celâleddin Dede’ye müntesip olan Tâhirü’l-Mevlevî, bir ara kitapçılıkla geçinmiş ve Mahfil mecmûasını çıkarmıştır. Hayatını Mevlânâ ve Mevlevîliğe vakfeden Tâhir Bey, 30’dan fazla eserin müellifidir.
Hüseyin Vassâf’la karşılıklı edebî mektupları ve şiirlerine yazdıkları nazireler, tahmisler bulunmaktadır. Vassâf, Dîvânına, Tâhir Bey’i medheden iki müstakil şiir kaydetmiştir. Bu manzumeler Dîvâna, “Hulefâ-yı Mevlevîyye’den eizz-i yârânım Mehmed Tâhir Bey Efendi’ye” ve “Hülefâ-yı Mevlevîyyeden Tâhir Dede Efendi biraderimiz için” başlıklarıyla kaydedilmiştir. Cân u gönülden sevdiğini söylediği Tâhir Bey’i;
Nûr-i aynim Tâhirim gencîne-i irfânsın
Bülbül-i hoş-gûy-i cânân şâir-i devrânsın
Mâlik-i zevk-ı tarîkat sâlik-i râh-ı Hüda
Gülsitân-ı Mevlevî’de hoş-nevâsın şânsın
Feyz-i Mevlânâ’ya nâil olduğun meydândadır
Sen edîb-i nükte-pîrâ vâkıf-ı Kur’ân’sın
…..
mısralarıyla tanıtan Vassâf, Onun, Mevlânâ bendesi, Tanrı âşıklarının yol göstericisi, tevhîdi bilen bir ârif olduğunu söyler. Tâhir Bey, nâzım ve nesir vadisinde üstâd, ediplerin sırrının hâmili, lisân ve kalem ile medh edilemeyecek vasıları hâiz bir şahsiyettir:
“Hulefâ-yı Mevlevîyye’de eazz-ı yârânım Mehmed Tâhir Bey Efendi’ye:
Ey sâlik-i silk-i urefâ Hazret-i Tâhir
Ey vâkıf-ı illâ ile lâ Hazret-i Tâhir
Takdîr için âciz bu lisân ve hâmem
Ey medh ile tekrîme sezâ Hazret-i Tâhir
Nazmında ve nesrinde fesâhat ki vardır
Ey bülbül-i gülzâr-ı safâ Hazret-i Tâhir
Bir bende-i hâssı oldun o Mevlânâ’ya
Ey âşık-ı sultân-ı vefâ Hazret-i Tâhir
Cevdetli karîhan ne kadar vâsi’ durur
Ey hâmil-i sırr-ı üdebâ Hazret-i Tâhir
Sevdim seni ez-cân ü gönülden billâhi
Ey mazhar-ı irfân-ı Hudâ Hazret-i Tâhir
İhvânına yârânına hakk ile hayr-hâh
Ey peyrev-i uşşâk-ı Hudâ Hazret-i Tâhir
Bildim ki hakîkatde büyük adamsın
Ey bizlere mânend-i Hümâ Hazret-i Tâhir
Vassâfını ibzâlî’-i himmetle ferah-yâb eyle
Ey târik-i ezvâk-ı sivâ Hazret-i Tâhir
*
Hülefâ-yı Mevlevîyeden Tâhir Dede Efendi birâderimiz için:
Nûr-ı aynim Tâhir’im gencîne-i irfânsın
Bülbül-i hoş-gûy-ı cânân şâir-i devrânsın
Mâlik-i zevk-ı tarîkat sâlik-i râh-ı Hüdâ
Gülsitân-ı Mevlevî’de hoş-nevâsın şânsın
Feyz-i Mevlânâ’ya nâil olduğun meydândadır
Sen edîb-i nükte-pîrâ vâkıf-ı Kur’ân’sın
Aşk-ı Hak mahbûb-ı Hak’dan kalb-i pâkin cezbedâr
Nâ’t-ı Peygamber yönünden mazhar-ı gufrânsın
Ez dil ü cân oldu hürmetkâr Vassâf’ın sana
Tâlib-i irfâna üstâd-ı yegâne cânsın
ERZURUMLU ABDÜRREZZÂK İLMÎ EFENDİ:
Abdürrezzak İlmî Efendi Erzurum’da doğdu (1842) ve yine bu şehirde vefât etti (11207). Medrese tahsilinden sonra Ahmediyye Medresesine müderris oldu. Zaman zaman İstanbul’a gelir, uzun süre kalıp bilgi ve görgüsünü arttırmak için ziyaretlerde bulunurdu. Bir nakşî müntesibi olmasına rağmen bir Mevlevî kadar Mevlânâ’ya bağlı ve Mesnevî’ye vâkıf olan Abdürrezzak Efendi, ramazanlardaki va’zında Sünbül Efendi, Koca Mustafa Paşa ve Bayezıd câmilerinde kendine mahsus bir edâ ile mesnevî şerh ederdi. İyi bir hattat ve iyi bir şair idi. Şiirlerini topladığı Dîvânında İlmî mahlasını kullanmış ve bu Dîvân bastırılmıştır
Hüseyin Vassâf, Abdürrezzak Efendi’yle Mesnevî takrirleri vesilesiyle tanışmıştır. “Esna-yı tedriste gözlerini kapar, öyle takrir buyururlardı. İnsân mest olurdu. Deryâ-yı hakîkat idi. Hüsn-i ifadeye ve talakat-i beyâniyyeye mâlik, sözleri pek müessir idi.” şeklinde tanıtır.
Hüseyin Vassâf;
Şâirân-ı sûfiyândan Mesnevî-hân-ı şehîr
Mahrem-i esrâr-ı Mevlânâ idi sâhib-karîn
şeklinde vasfettiği, çok sevdiği ve sohbetlerinde bulunduğu bu meşhur Mesnevîhân’ın vefâtı münasebetiyle bir tarih manzumesi kaleme almıştır.
“Mesnevîhân-ı şehîr Erzurumlu merhûm Abdurrezzâk Efendi’ye:
Gülsitân-ı Nakşibendî’de yine seyf-i ecel
Bir nihâl-i gülşenî kat’ etti bin âh u enîn
Erzurûmî hazret-i ilmî-i dânâ-i zamân
Ehl-i hâl bir bende-i Allahu Rabbi’l-Âlemîn
Neş’e-i nûr-i cemâl-i yâr ile medhûş idi
Daldı bahr-i aşka buldu dürr-i maksûdu hemîn
Bülbül-i bağ-ı tasavvuf dense elyâktır ona
Mest-i gül-câm-ı mey-i vahdet idi sâhib-yakîn
Şâirân-ı sûfiyândan Mesnevî-hân-ı şehîr
Mahrem-i esrâr-ı Mevlânâ idi sâhib-karîn
Sünbülistân-ı edebden bûy-ı aşk almış idi
Vâkıf-ı sırr-ı ledûn ilme’l-yakîn ayne’l-yakîn
Âlem-i ukbâya azm ettikte ol zât-ı kerîm
Ehl ü evlâd çektiler hasretle âh-ı âteşin
Sünbül-i bâğ-ı siyâdettir o zât-ı pür-himem
Ola Sıddîk’ın karîbi şîr-i Hak’la hem-nişîn
Hak Ta’âlâ rûhunu takdîs hem tebcîl ede
Lutf-ı Hak’la meskeni olsun onun huld-ı berîn
Sevgili Vassâf’ını yaktı kavurdu hasreti
Firkât ile nâlekâr oldu nice ehl-i zemîn
Çıktı bir târîh-i mağfûr Hazret-i pür-himmete
Terk-i dünyâ eyledikte ol kerîm-i meh-cebîn (H. 1325)
NÂYÎ OSMAN DEDE:
Nâyî Osman Dede, İstanbul’da yetişen Mevlevî şair ve musikişinâslarındandır. Hat san’atında da başarılı olan Dede, Galata Mevlevîhânesi’nde ser neyzen ve şeyh oldu. Neydeki kabiliyetinden ötürü şiirlerinde Nâyî mahlasını kullanmıştır. Gavsî Dede’nin vefâtından sonra postnişîn olan Dede’nin şiir ü inşâ tarafı güçlü olduğu içindir ki, bir çok eser ortaya koymuştur.
Bu dergâhta 18 sene ser-neyzenlik yaptı. 1729 senesinde vefât etti. Adı geçen dergâhta medfûndur. Sehl-i mümteni kabilinden olan mi’râciyye manzûmesi lirik bir edâ ile kaleme alınmıştır. ârifâne bir eserdir. Hem edebî açıdan hem de bestesi yönüyle benzerlerinden çok üstündür. Günümüzde de okunmakta olan Mî’raciye’sinin san’atkârâne olan bestesi de kendisine aittir. Dedenin tasavvuf ve musikîyle ilgili başka eserleri de vardır.
Vassâf, Dîvânında Miraciyye denince ilk akla gelen şairimiz olan Mevlevî Osman Dede vasfında bir manzume kaleme almıştır. Bu şiir na-tamâm bir gazeldir.
“Mi’râciye sâhibi meşhûr Mevlevî Osman Dede Hazretlerine:
Nâzım-ı manzûme-i mi’râciye Osman Dede
Eylemiş vakf-ı vücûd medh-i Cenâb-ı Ahmed’e
Ârif ü kâmil idi ol bülbül-i bâğ-ı habîb
Âkıbet pervâne edip gitti makâm-ı es’ade
Cân u dilden arz ü hürmet eyle Vassâf dâimâ
Mahzen-i aşk u kemâldir Hazret-i Osmân Dede”
AHMED REMZÎ DEDE:
Ahmet Remzî (Akyürek) Dede, 1872’de Kayseri’de doğdu 1944’de Kayseri’de vefât etti. Yakın dönemde yaşayan Mevlevî şairlerimizin en önemlilerinden birisidir. Kayseri Mevlevîhânesi şeyhi Süleyman Efendi’nin oğludur. Arapça, Farça ve edebiyat öğrenimi gördü. İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi M. Celâleddin Efendi’ye intisap etti. Hilafet alarak Kütahya, Kastamonu, Halep ve Üsküdar Mevlevîhânelerinde şeyhlik yaptı. Mevlevî taburunun başında Medine’ye gitti. 1919 senesinde İstanbul’a döndü. Meclis-i Meşâyıh azalığında bulundu. Tekkelerin kapatılmasından sonra Üsküdar Mevlevîhânesinde kalmak şartıyla Üsküdar Selimağa Kütüphanesi’ne müdür olarak atandı. 1937’de görevinden ayrıldı. Kütüphane müdürlüğü sırasında devrin pek çok tanınmış edibi meclisine gelip gitmiş ve bilgilerinden istifade etmişlerdir. Sadettin Nüzhet, Rauf Yekta Bey Musahip-zâde Celâl ve Hüseyin Vassâf Beyler bunlardan bazılarıdır.
Remzî Dede, Hüseyin Vassâf’ın yakın dostlarındandır. Vassâf, 1924 senesinde Dede’yle ilgili Remzî-name adıyla biyografik bir eser ve Dîvânında onun vasfında manzumeler kaleme almıştır. Remzînâme’nin yazma nüshasının nerede olduğu şu anda bilinmemektedir. Bir kopyasından hareketle Hasibe Mazıoğlu bu eseri Remzî Dede’nin hayatını konu alan bir bildiride ve şiirlerini yayımladığı eserinde geniş olarak tanıtmıştır.
Vassâf’a göre hoş sohbet, zeki, hafızası güçlü ve pek zarif bir kişiliğe sahip olan Dede, Hz. Mevlânâ âşıklarındandır. Tasavvufu ve tevhîd ilmini bütün manâsıyla bilen ve yaşayan bir gönül adamıdır.
Vassâf’ın Dîvânındaki üç şiir, Remzî Dede hakkındadır. Bunlardan birisi Dede’nin 1924 senesinde Üsküdar Mevlevîhanesi’ne atandığı zaman harap olan Mevlevîhane’yi tamir ve tefriş ettirmesi münasebetiyle söylenmiştir.
Mu’azzam mürşid-i âlî Celâleddîn-i Mevlânâ
Ziyâ-pâş-ı hakîkatdır kulûb-ı ehl-i îmâna
maktaıyla başlayan şiire göre, canlı bir Kur’ân olan Remzî Dede’nin, Mesnevi sohbetleri çok te’sirlidir. Onun Üsküdar’a gelmesiyle insanlar taze bir hayat bulmuşlardır. Nice yıllar harap bir halde kullanılmayan Mevlevîhâne Remzî Dede’nin gayretiyle yeniden ihyâ olmuştur:
Bin üç yüz kırkda ta’mîr eyledi ol ârif-i billâh
Gönül i’mârına mi’mâr-ı Hak’dır cümle yârane
Münâdîler nidâ kıldı derûn-hâne-i dilden
Küşâde oldu erbâb-ı kulûba Mevlevîhâne
Bu manzûmesinden, anlaşılacağı üzere, Vassâf da Mevlevîhâne müdavimlerindendir:
Muhibb-i hâlisi Vassâf-ı kemter aşk u şevkinden
O nûr-ı ehl-i aşka cân u dilden oldu pervâne
Vassâf diğer bir manzumesini Remzînâme tamamlandığında yazmıştır.
Hikmet-âmûz-ı safâ oldu bu Remzînâme
Reh-i zulmetde ziyâ oldu bu Remzînâme
Oku dikkatle anı râh-ı sedâdı öğren
Âşıka neş’e-fezâ oldu bu Remzînâme
Üçüncü bir medhiyyesinde Vassâf, Remzî Dede’nin karakteristik özelliklerini söz konusu eder:
Ey bülbül-i gülzâr-ı kemâl Hazret-i Remzî
Ey peyrev-i erbâb-ı visâl Hazret-i Remzî
matlaıyla başlayan şiirden anlaşıldığı kadarıyla âşıklar içinde sözleri bir iksir-i hayât ve âşık-ı pîr-i Molla Celâl olan Remzî Dede, Vassâf’ın gönülden bağlı olduğu bir Mevlevîdir.
Sevdim seni ez-cân u gönül billâh
Ey menba-i bi’l-cümle hisâl Hazret-i Remzî
Her yerde doğar kalbime nûrunla muhabbet
Ey sâki-i pür-feyz-i zülâl Hazret-i Remzî
Her yerde şerefdir bana Vassâf’ın olursam
Ey âşık-ı Pîr Mollâ Celâl Hazret-i Remzî
*
Üsküdar Mevlevî Şeyhi Remzî Dede Efendi’ye:
Ey bülbül-i gülzâr-ı kemâl Hazret-i Remzî
Ey peyrev-i erbâb-ı visâl Hazret-i Remzî
Sevdim seni ez-cân u gönül billâh
Ey menba-i bi’l-cümle hisâl Hazret-i Remzî
Her yerde doğar kalbime nûrunla muhabbet
Ey sâkî-i pür-feyz-i zülâl Hazret-i Remzî
Hep sözlerin uşşâk için iksîr-i hayâtdır
Ey râfi-i âlâm ü melâl Hazret-i Remzî
Her yerde şerefdir bana Vassâf’ın olursam
Ey âşık-ı Pîr Molla Celâl Hazret-i Remzî
*
Üsküdar Mevlevîhanesinin post-nişini dergâhın ta’mîrine muvaffak olması üzerine söylenmişdir:
Muazzam mürşid-i âlî Celâleddîn-i Mevlânâ
Ziyâ-pâş-ı hakîkatdır kulûb-ı ehl-i îmâna
Tarîk-i feyz-i Hak’da rehnümâ-yı âlem-i esrâr
Hakâyık âsumânında misâldir şems-i devrâna
Tarîkında yetişmişdir e’âzım feyz ü lutfuyla
Husûsâ şeyh Ahmed Remzi pür-şân geldi meydâna
Bu zât-ı muhterem ârif ü âlim-i hakîkatdir
Mükerremdir mübecceldir vücûdu fer verir câna
Feyiz-bahşın durur hiç şüphe etme ol kerîmü’t-tâb
Füyûz-ı Şems ü Mevlânâ’yı bezl eyler semihâne
Ona Kur’ân-ı nâtık dense lâyık cân-ı uşşâkdır
Rumûz-ı Mesnevî’den bahs eder te’sîr kılar câna
Edîb-i kâni’ vü hoş-sohbet ü ehl-i muhabbettir
Hakîkî mürşid-i râh-ı tarîkat oldu bir dâne
Verir ders-i ma’ârif tâlibe ilm-i tarîkatden
Vücûd-ı mekremet-efzûnu zînet verdi devrâne
Gül-i gülzâr -ı Mevlânâ kitâb-ı nâtık-ı Hak’dır
Onun her hâl ü kârı rehnümâ erbâb-ı îkâne
Safâ-yı câna mazhar olmak istersen azîzim gel
Tabîb-i hâzık-ı ma’nâya koş sen olma bîgâne
Marîz-i derd-i aşka vermede var idi vaslından
Dahîl-i bâb-ı ikrâmı olan tullâb-ı irfâne
Harîm-i feyzine dâhil olanlar ilmine hayrân
Hayât-ı tâze geldi cân u dilden cümle ihvâne
Vücûd-ı zînet-efzâ olmasıyla Üsküdar halkı
Kemâl-i minnet arz eyler o şeyh-i sâhib-iz’âne
Harâb âsârı ma’mûr eylemekte hasleti cânâ
Nice eyyâm kapanmış kalmış idi Mevlevîhâne
Bunu i’mâra hasr-ı fikr edip ol şeyh-i pür-himmet
Kemâl-i hüsn-i niyyetden erişdi avn-i Rahmâne
Hudâ-yı müsteân ihsân buyurdu yümn ü tevfîkı
Uluvv-i gayret ile işbu dergâh döndü ümrâne
Bin üç yüz kırkda ta’mîr eyledi ol ârif-i billâh
Gönül i’mârına mi’mâr-ı Hakdır cümle yârane
Münâdîler nidâ kıldı derûn-ı hâne-i dilden
Güşâde oldu erbâb-ı kulûba Mevlevîhâne
Umûm erbâb-ı aşk medyûn-ı şükrân oldu bî-şübhe
Cenâb-ı Remzî-i rûşen-zamîr yektâ-yı devrâne
Onun vasfında dendi andelîb-i bâğ-ı Mevlânâ
Rumûz-ı Hazret-i Mollâ’ya vâkıf şeyh-i zî-şâne
Muhibb-i hâlisi Vassâf-ı kemter aşk u şevkinden
O nûr-ı ehl-i aşka cân u dilden oldu pervâne
Hülâsâ her ne dense şân-ı âlisinde lâyıkdır
Bu yolda arz-ı hissiyyât eder ol şeyh-i ekvâne
*
Üsküdar Mevlevî Şeyhi Remzî Dede Hakkında yazdığım Remzînâme için:
Hikmet-âmûz-ı safâ oldu bu Remzînâme
Reh-i zulmetde ziyâ oldu bu Remzînâme
Oku dikkatle anı râh-ı sedâdı öğren
Âşıka neş’e-fezâ oldu bu Remzînâme
ABDÜLBÂKİ DEDE:
Hüseyin Vassâf’ın yakın dostlarından birisi de Yenikapı Mevlevî Şeyhi Abdulbâki Dede’dir. Soyadı kanununda Baykara soyadını alan Dede, 1883’te Yenikapı Mevlevîhanesi’nde doğdu. Kur’ân ve tecvid derslerinden başka bazı özel dersler de, almıştır. Mesnevî hocası babası Mehmed Celâleddin Dede’dir. İsmail Saib Sencer, Mehmed Es’ad Dede, ve Hasîrî-zâde Elif Efendi çeşitli sahalarda hocaları olmuştur. Mesnevî ve ilmiyye icazetleri olan Abdülbakî Dede, Babasının vefâtından (11208) sonra posta geçmiştir. I. Dünya harbinde Mevlevî bölüğünün başında binbaşı rütbesiyle bulunmuş İngilizler ile Süveyş kanalında yapılan Kanal harekatında savaşmıştır. 1925’te tekkelerin kapatılması sırasında Yenikapı Mevlevî postnişîni olarak bulunuyordu. Bilahare İstanbul Türk Ocağı Müdürlüğü, Kütüphâneler tasnif komisyonu üyeliği ve Darü’l-fünun’da Farsça hocalığı ve lise öğretmenliği yapmıştır. 1935 senesinde vefât eden Dede’nin kabri Hâmuşân mezarlığındadır. Güçlü bir şair olan Abdülbakî Dede, Bâkî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Vassâf Onun hakkında “Yenikapı Mevlevî Şeyhi Abdulbâki Dede Efendi’ye” başlıklı iki beyitlik bir manzume yazmıştır. Vassâf’ın bu bitmediğini sandığımız Mesnevî tarzı manzûmesi şudur:
“Yenikapı Mevlevî Şeyhi Abdulbâki Dede Efendi’ye:
Âlemi kendine bend etti güzel ahlâkı
Şeyh-i pür şân u şeref Hazret-i Abdulbâki
Beni rahmet ile yâd eylesin erbâb-ı kerem
İki âlemde olan mazhar-ı envâ’-ı ni’âm”
HÜSEYİN FAHREDDİN DEDE:
Hüseyin Fahreddin Dede, 1853’te Beşiktaş Mevlevîhanesinde doğmuş, çocuk denecek yaşta babası Yenişehirli Nazif Efendi’den hilafet almıştır. Farsça, Arapça ve Fransızca öğrendi. Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Osmân Salahaddin Dede’nin kızıyla evlendi. Müstesna bir mûsiki kabiliyeti var idi. İyi bir neyzen olan Dede, aynı zamanda Garp müziğine de vâkıf idi. Bestelediği Acemaşirân Mevlevî ayiniyle Mevlevî mûsikisinde önemli bir yeri vardır. Dede’de Mevlevî zarafetinin en ince ayrıntısını görmek mümkün idi. Fahrî mahlasıyla pek güzel şiirleri vardır. 1867 senesinde Beşiktaş Mevlevîhânesi önce Maçka’ya sonra Eyüp’te Bahariyye’ye taşındı. Hüseyin Fahri Dede, bu taşınma olayından sonra Bahariyye Mevlevîhânesi şeyhi ünvanıyla tanınmıştır. Dede 1911 senesinde vefât etmiş ve Babası Nazîf Efendi’nin yanına defnedilmiştir.
Vassâf’ın,”Eyüb’te Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddîn merhûmı pek severdim” cümlesiyle yadettiği Hüseyin Fahreddin Dede, yakın dönemin, şair, bestekâr ve neyzen olarak tanınan en önemli Mevlevîlerindendir. Hüseyin Vassâf’ın, Dîvânına aldığı bir şiirin başlığından Dede’yle olan yakın münasebeti ortaya çıkmaktadır:
“Eyüp’te Bahariye Mevlevî-hânesi şeyhi Hüseyin Fahreddîn merhûmı pek severdim. Bir gün Menâkıb-ı Mevlânâ diye yazdığı bir eseri gösterdiler onun mütâlaâsıyla bu manzûme sanih oldu:
Okurum Menkabe-i Hazret-i Mevlânâ’yı
Arz-ı takdîs ederim cân ile Mevlânâ’yı
Nâzım-ı mahremidir Şeyh Hüseyin Fahreddîn
Mevlevî gülşenine bülbül-i şeydâ nev’în
Ârif ü fâzıl u âlimdir o şeyh-i âli
Gülsitân-ı edebin neyyir-i pür-iclâli
Aşk u irfânı ile cümleye mümtâz olmuş
Beyne’l-uşşâk hakîkâtte ser-efrâz olmuş
Peder-i muhteremi şeyh Nazîf-i meşhûr
Menba-i ilm ü kemâlât idi elhak mebrûr
Mazhar-ı ilm-i ledün mahrem-i sırr-ı takdîr
Vâkıf-ı sırr-ı hakîkat idi bir şeyh-i şehîr
Nâil-i feyz-i şerîfi idi ol necl-i necîb
Andelîb-i edebistân idi ol zât-ı edîp
Rehber-i Mevlevîyân nûr-ı kulûb-ı uşşâk
Pek güzel yüzlü idi Hazret-i şeyh-i âfâk
Mevlevî mektebinin hâce-i pür esrârı
Mesnevî âleminin tûti-i hoş-güftârı
Sâye-i zevkini tasvîr edemezler şuarâ
Bab-ı medhinde düşer acze edîb ü bülegâ
Meclis-i sohbetine cân atar erbâb-ı garâm
Vecd-i vuslatlaolurlardı hemân mest ü müdâm
Şems-i feyzinden alır neş’eyi ashâb-ı tarîk
Râh-ı gurbetde odur cümle mürîdâna şefîk
Zevk-i medhiyle safâ buldı onun Vassâf’ı
Nûr-ı feyziyle münevver ola kalb-i sâfı
Ol meded-res bana yâ şeyh Hüseyn Fahreddîn
Pîrinin aşkına sen eyle bizi feyz-karîn
MEHMED ZİYA EFENDİ:
İhtifalci M. Ziya Bey (İstanbul 1865-1930) son devir Mevlevîlerindendir. Daha ziyade tarihçiliğiyle tanınır. Bazı liselerde öğretmenlik ve idarecilikler yaptı. 1914’te kurulan Evkâf Müzesi’nin tanziminde görev aldı. Pek çok lisâna vakıf idi. Yenikapı Mevlevîhânesi müntesiplerindendir. Aynı zamanda bu tekkenin tarihçesini kaleme almıştır Hz. Mevlânâ türbesine yaptığı seyahatleri de Mevlevîlik tarihinde önemli eserlerdendir.
Vassâf, Ziya Bey hakkında bir kıt’a kaleme almıştır.
“Muhibbân-ı Mevlevîyeden Ziyâ Bey Efendi’ye:
Gülşen-i Mevlevîde bülbülsün
Sünbülistân-ı aşkda sünbülsün
Sen ziyâ-yı tarîk-i irfânsın
Dense lâyık ki câmi’-i külsün
SONUÇ:
Bu incelememizde, yakın dönemde yetişen en velûd tasavvuf tarihçilerinden birisi olan Hüseyin Vassâf Bey’in, Mevlânâ ve Mevlevîlikle ilgili çalışmalarını ve özellikle Dîvân’ındaki konuyla ilgili belgesel nitelikteki şiirlerini incelemeye çalıştık.
Hüseyin Vassâf, yaptığı hizmetlere karşılık, bazı bilim adamları ve araştırmacılar dışında geniş çevrelerce tanınmayan çok önemli bir kültür adamımızdır. O, yakın zamanlarda yetişen İbnü’l-Emin, Tâhirü’l-Mevlevî, Ferid Kam, Ahmed Remzî, Ahmed Avnî Konuk, Mehmed Şemseddin Ulusoy, Ahmed Safî Bey, Bursalı Mehmed Tâhir Bey, Fuat Köprülü, Sadettin Nüzhet Ergun ve Abdülbaki Gölpınarlı gibi Osmanlı kültürü içinde yetişip de, bilgilerini Cumhuriyet Türkiyesi’ne kalemleri ve sohbetleriyle aktaran âbidevî şahsiyetlerden birisidir. En zor şartlarda binlerce sayfa tutan eserlerini yazan Vassâf, birer kültür mahfili olan devrinin en önemli mevlevîhânelerinde yetişen yine birer âbidevî kültür adamı olan Mehmed Esad, Ahmed Remzî, Ahmed Avnî Dedelerin sohbet halkalarında bulunmuş, bu zatlardan aldığı şifahî bilgilerin pek çoğunu, gerek Dîvân’ında, gerek Esadnâme ve Remzîname gibi müstakil biyografik çalışmalarında ve gerekse Sefine-i Evliya adlı tabakat kitabında kaleme almıştır.
Bu çalışmada, özellikle yeni nesillerin hemen hemen hiç tanımadığı, Hüseyin Vassâf’ın, haklarında medhiyye veya tarih manzumeleri yazdığı kişilerle alakalı, yine Vassâf’ın verdiği bilgilerden hareketle kısa bir inceleme yapılmıştır. Burada ele alınan şahıslardan bir kısmı mevlevî şeyhi olan, bir kısmı da, başka erkânlarda yetişip mevlevîlikten de nasip alan veya mesnevîhan olarak şöhret bulan kişilerdir. Bunlardan Abdürrezzak İlmî, Ahmed Ferid ve Hasirî-zâde Elif Efendiler geçen asrın en tanınmış mesnevîhanları olmakla, Hüseyin Vassâf Bey’in de kendilerinden istifade ettiği kişilerdir. Vassâf’ın haklarında eserler yazdığı doğrudan mevlevî erkânında yetişen Mevlevi şeyh ve şarihleri içinde, gerçekten XX. asırda kültürümüzü şekillendiren önemli simalar bulunmaktadır. Bunlar arasında Âbidin Paşa, Suûdü’l-Mevlevî, Mehmed Esad Dede, A. Avnî Konuk, Erzurumlu Abdürrezzak İlmî Efendi, Remzî Dede, Abdülbaki Baykara ve Hüseyin Fahreddin Dede gibi eli kalem tutan aşk ve gönül ehli âbide insanlar vardır. Hüseyin Vassâf’ın, bu kişilerle ilgili verdiği bilgiler ve yazdığı şiirler mutlaka biyografi ve kültür tarihî araştırmalarına katkıda bulunacak niteliktedir.