Sivas’ın Güneşi
Sivas’ın Güneşi
Kültür tarihimizin üç güneşi var. Üç güneş, üç şems… Bunlardan ilki, Celâleddin er-Rûmî’yi Mevlana’ya dönüştüren Şems-i Tebrîzî. İkincisi ise, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin elinden içtiği aşk iksiriyle kemâle eren ve bir çağı açıp yeni bir çağ kuran Fatih’in hocası Akşemseddin. Üçüncüsü ise, Sivas’ın Şemsi, Şemseddin-i Sivâsî.
Kültür dünyamızı aydınlatan bu üç şemsin ilki, Şems-i Tebrîzî, gizemli kişiliğiyle pek çok yazarın, şairin ve ilim adamının dikkatini çeker. O, bilhassa geçtiğimiz yıllarda peşi sıra yayınlanan bazı romanlarda başkahramandır. Sadece geçtiğimiz yıllarda yazılan romanlarda mı? Hayır; nice hikâyelere, nice şiirlere, nice resimlere konu olmuş bir kahramandır.
İkincisi ise, Fatih’le anıla gelen bir tarihi kahraman. Bu özelliği, neredeyse onun diğer özelliklerini unutturur. Oysa Akşemseddin, aynı zamanda iyi bir hekim, dini ilimlere vâkıf bir âlim ve söze hükmeden bir şairdir. Onun tarihi kahramanlığı, İstanbul’un fethinde bulunarak fetih ordusunun başkomutanı Sultan Mehmet’e sohbetleriyle manevi destek vermesi ve ufuk göstermesidir. Bilgelik, sözü yerinde söylemektir… O, bu bilgeliğiyle tarihe bir kahraman olarak geçmiştir.
Sivas’ın Güneşi Şemseddin-i Sivâsî ise, irfan hayatımızda yeni bir yol, yeni bir gelenek ihya eden bilge şahsiyettir. Kaynaklarda Kara Şems yahut Şemseddin Ahmed şeklinde anılan Sivas’ın Güneşi, şiirlerinde Şemsî mahlasını kullandığından Şemsî-i Sivâsî olarak da bilinir. Döneminde temayüz eden bilge şahsiyetlerden birisidir. Hem şair, hem yazar, hem sohbetleriyle halkı aydınlatan mümtaz bir şahsiyet… Bir Türk irfan okulu olan Halvetîlik içinde Şemsiye adıyla bilinen ve daha sonra Sivâsiyye diye de anılacak olan geleneğin kurucusudur.
Sivas’ın Güneşi’nin ömrü, kaynaklardan ve eserlerinden öğrendiğimiz kadarıyla, okumakla, araştırmakla, tefekkür etmekle ve öğrendiği ilmi öğretmekle, yazmakla, konuşmakla geçmiş. Birçok eser bırakmış… En önemli eseri de izini takip eden aile üyeleri ve öğrencileri olmuştur.
O da tıpkı Akşemseddin gibi, bilgeliği kahramanlıkla buluşturmuş, ilerleyen yaşına rağmen III. Mehmet’le birlikte Eğri Seferine katılmıştır. Eğri’de zafer kazanıldı… Padişahın ısrarına rağmen İstanbul’da kalmadı, yaşlılığını bahane ederek Sivas’a döndü. Ancak kendi yerine öğretilerini İstanbul’a ulaştırsın diye yeğeni Abdülmecit Sivâsî’yi İstanbul’a yolladı. Böylece Sivâsîler, İstanbul’a Eyüp’e yerleşti.
XVI. yüzyılda başlayıp XVII. Yüzyılda devam eden Sivâsî-Kadızâde tartışmaları, kültür tarihimizin ilginç konularından birisidir. Kadızâdeliler, aklî ilimleri, musiki ve sema gibi tasavvufi konuları bidat olarak gördüler, rasathaneyi yıktırdılar, medreseden matematik ve tabii ilimleri uzaklaştırdılar. İşte bu anlayışa karşı Sivâsîler, İslam’ın ahlaki değerlerini, estetik yönünü, akli ve nakli ilimlerin uyumunu anlattılar. Sivas’ın Güneşi’nin yaktığı kandil, İstanbul’u aydınlattı; Sivâsîler hoşgörünün, sevginin, nezaketin ve inceliğin sembolü oldu…
Geçtiğimiz hafta, Sivaslı büyük âlim, fakih ve bilge Kemal İbni Hümam’ın adına Temel Karamollaoğlu’nun öncülüğünde kurulan Kemal İbni Hümam Vakfı Sivâsîler Ailesi’ni konu edinen önemli bir sempozyum düzenledi. Kültür tarihimize, dini düşüncemize ve edebiyatımıza etki eden bu aileyi Şems-i Sivâsî’den başlayarak Cumhuriyet döneminde yazdığı nefesleriyle geleneğin izini süren Ahmed Rindî’ye değin andık. Belki de böyle bir etkinlik ülkemizde ilk defa oldu; bir aile temayüz eden üyeleriyle ve tesirleriyle ele alındı. Akşam da sadece Sivâsîler konseri vardı ki, bu da bir ilk… İlk, zira güfteleri ve besteleriyle bir aile üyeleri konserde anılmış oldu. Güfteler Şemsî’den başlayarak bu ailenin tarih boyunca yetiştirdiği şairlere aitti. Bestelerin çoğu da yine aile üyelerine aitti.
Sivas’ın Güneş’i ilim ve sanatla bizi kuşattı, içimizi ısıttı, aklımızı aydınlattı, bizi sevgi ve hoşgörünün zirvesine çıkardı. Anladık ki, Sivas, sevginin, kardeşliğin, nezaketin, letafetin ve güzelliğin şehridir.
Prof. Dr. Bilal Kemikli