SIR SAKLAMAK
{SIR PİNHÂNEST ENDER SAD ĞILAF
ZAHİREŞ BATEST Ü BATIN BER HİLAF}
Gördüğün her şeyin dışını görürüsün, içler sana uzaktır.
İçlerdeki sırlar yüz kat kılıfın içinde
Evet hep öyledir. İnsanların sadece görünen kısmıyla konuşur, bilişirsin, Ama derununda ne var, gerçekten dost mu yoksa düşman mı, iyiliğini mi düşünür, kötülüğünü mü nereden bileceksin. İnsanların içlerindeki sırlar, yüz kat kılıfa sarmalanmıştır. Yüz kat kının içinde gizlidir. Merak etmen, ne olduğunu anlamaya çalışman gerekmez. Ama gördüğün kısmınla yetinmemen gerektiğini bil. Sadece o kadarıyla yargıya varır hüküm verirsen hata edersin.
Çünkü senin de saklaman gereken sırlar vardır. Sırlarına sahip çıkıp saklamak zorundasın.
{HÂN HÂN İN RAZ RA BAKES MEKU
GERÇİ EZ TUŞE KÜNED BES CEST U CU}
Sakın sırrını kimseye söyleme.
Araştıran soruşturan olsa bile.
Cariyenin biri hastalanmıştır. Ona aşık olan şah, iyileşmesi için bir tabip bulur. Tabip cariyenin sakladığı bir sır yüzünden hasta olduğunu keşfeder. Nabzını tutarak sorular sorar, aldığı cevaplarda nabzın atışını inceler. Nabzının fazla attığı cevaplar üzerinde yoğunlaşınca geldiği şehirde bir başka adama aşık olduğunu o yüzden hasta düştüğünü bulur. Onu hasta eden diğer nedenin bu sırrın ortaya çıkma korkusu olduğunu görür. Bir taraftan o korkuyu gidermekte diğer taraftan da bu sözüyle ona şu öğütleri vermektedir;
1. Sakın kim olursa olsun sırrını söyleme. Bu genel bir kuraldır. Çünkü sırrını ifşa eden o sırrın sır olmaktan çıkacağının, artık herkes tarafından bilineceğinin farkında olmalıdır.
2. Seni iyileştirebilmem için bana güvenmelisin. Aramızda tam bir güvenin oluşması için sadece ikimizin bildiği bir sır olmalıdır.
3. Sana aşık olan şah bu sırrı öğrenirse, ani tepki gösterebilir. Öfkeye kapılabilir. Kıskançlıkla sana zarar verebilir.
4. Bir insanda onun acı çekmesine sebep olan bir sır görülse bile birden bire söylenmemelidir. Çünkü amaç onun acısını dindirmek, iyileşmesini sağlamaktır. “Ben her şeyi açık konuşurum” cümlesi patavatsızların mazeret cümlesidir.
{GUFT PEYĞAMBER Kİ HER Kİ SIR NEHFET
ZUD KERDED BA MERAM HAVİŞ CEFET}
Peygamber Efendimiz “sırrını saklayan, meramına çabuk ulaşır” buyurmuşlardı.
Sır, başkalarının duyması hâlinde ortaya zarar çıkma ihtimali olan şeydir. Bir sır başkaları tarafından bilinince, sadece saklı tutulmuş olması bile duyanın onun içinden kötü kısmını alıp iyi taraflarını bırakması gibi bir sonuç doğuracaktır. Sırrı işitenler, sırrın sahibini kötüleyecek zor durumda bırakacak ne kadar yönü varsa onu konuşurlar. Sırrı ortaya çıkan zor durumlara düşer, utanır, ne yapacağını bilemez hâle gelir. İşte bu gibi sebepler yüzünden asla sırrını söylememeli, onu ortaya çıkaracak bir hata yapmamalısın. Sırrını saklamak için elinden geleni yapmalısın.
Herhangi bir sırrı olanın o sırrı taşıması zordur. O sır o insana gittikçe ağırlaşan bir yük olur. Onu açıklamak, onu birisiyle paylaşmak ihtiyacını duyar. Bu ihtiyaç genellikle bir yardım talebi şeklinde ortaya çıkar. Ne yapacağım, bana akıl ver sorusunun üzerine oturur. Bu durumlarda insan, herhangi biriyle değil, çevresinin en güvenilir insanı ile sırrını paylaşmalı, istişare edecekse, aklına, karakterine ve ahlakına en çok güven duyulan kişiden yardım talep etmelidir. İstişare edecekse sözü dinlenir, nasihati tutulur, göstereceği yola düşülür birini bulmalıdır. Her önüne gelene akıl danışan, her gördüğünden nasihat almaya çalışan, her rast geldiğine sırrını fâş eden helak olur.
DANE ÇÜN ENDER ZEMÎN NEPÜHÂN ŞUD
SERA SER SEBZE-İ BOSTAN ŞUD
Tohum toprağın içinde sır olur saklanırsa, tohumun sırrı bahçenin yeşilliği, güzelliği ve mahsulü olur.
İnsanın içindeki sır toprağa gömülen tohum gibi olmalı. Tohum toprağın içinde saklı durur. Vakti geldiğinde açılır, toprağın yüzeyine başını çıkarır, başak olur, çiçek olur, meyve olur. Eğer vakti gelmeden tohum toprağın üstüne çıkarılırsa, çürür, yok olur. Sırlar da gereksiz yerlerde gereksiz kişilere açılır, söylenir açıklanırsa insana bela, musibet, zarar ve ziyan olarak geri döner.
ZER VE NAKRE KERNEBUDENDİ NİHÂN
PERVEREŞ Kİ YAFTENDİ ZİRGAN
Altın ve gümüş toprağın içinde saklı olmasaydı, herkesin ulaşabileceği yerlerde olsaydı, değerli olmazlardı.
Onlar madenlerin içinde sır gibi saklanır, sonra kendi kimyaları ile gelişirler. Bulundukları zaman değerli olmaları, saklı olmalarındandır.
VER BİGUYİ BA YEKİ DÜ ELVEDA’
KÜLLİ SIRRİN CEVAZE’L-İSNEYNİ ŞA’
Birden fazlaya ulaşan sırra veda etmeli, ikiye ulaşan sır yok olur.
“Bir sırrım var, ne olur kimseye söyleme, sana söylemek durumundayım” cümlesi ile sırrını açıklayan kişi ne kadar gülünçtür.
Sen sırrını saklayamadın karşındaki nasıl saklasın? O sırrı saklamanın dayanılmaz zorluğuna sen katlanamamışken ondan nasıl beklersin? Kaldı ki sana ait bir sırrı saklama sorumluluğu ondan daha çok senin üzerindedir. Senden daha az sorumluluğu olan neden o zorluğa katlanmak için çaba harcasın? Eğer senin sırrını o saklayacak olursa gerçekten garip bir tesadüf olacaktır. Ayrıca “sakın kimseye söyleme” diye tembih etmen ne kadar çelişkili. Senin uymadığın bir şeyi istiyorsun karşındakinden. Sen söylemedin mi ki o da söylemesin?
GER DÜ SE PERRENDE RA BENDİ BEHEM
BER ZEMÎN MANEND MAHPUS EZ ELEM
İki kuşu birbirine bağlasan, keder içinde yerde gezinir dururlar.
MEŞVERET DÂREND SERPUŞİDE HUB
DER KİNAYET BA ĞALAT EFKEN MEŞUB
Kurtuluş çaresi ararlar gizliden gizliye, birbirleriyle konuşurlar.
Konuştukları şey onların sırrıdır. Dışardan bakanlar neler konuştuklarını anlayamaz, onların sırrına vakıf olamazlar. Görenler yaptıkları hareketlerden bir karmaşa içinde olduklarını düşünür, hiçbir anlam veremezler. Yanılgıya düşerler.
Hürriyetleri elinden alınıp bir yere bağlanmış iki kuşun hareketleri dışardan bakanlar için gerçekten anlamsızdır. Gagalarıyla yerde bir şeyler ararlar. Zaman, zaman birbirleriyle kavgaya tutuşurlar. Bir telaş içinde bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelmektedirler. Onların bu hâli görenleri yanıltmak içindir. Aslında onlar oradan kurtulmak için aralarında konuşmaktadırlar. Aralarında konuştukları sırları ortaya çıkmasın, sırları kendilerinde saklı kalsın diye yapmaktadırlar bunları.
Kuşlar kuş beyinleriyle hürriyetleri için, sır saklamayı becerirlerken, akıl nuruyla nurlanmış insanların her saklıyı ulu orta konuşmaları, içlerinde hiçbir derinlik olmaksızın günü birlik yaşamaları, hürriyetleri için bir çaba harcamamaları reva mıdır?
MEŞVERET KERDİ PEYEMBER BESTESER
GÜFTE İŞÂNEŞ CEVAP Ü Bî HABER
Peygamber efendimiz üstü kapalı konuşurdu, ashabı onu anlar hasımları anlayamazdı.
Meşveret edilecek konunun önem derecesine göre konuşurdu. Ne bir kelime eksik ne bir kelime fazla. Onu dinleyenler arasında kim varsa herkes kendisine lazım olan kadarını anlar, daha fazlasını anlamasına da merak etmesine de gerek kalmazdı. Sorulan sorulara verilen cevaplar da böyleydi. Sorunun sahibinin ihtiyacı kadarına cevap verilirdi. Ona lazım olmayan, onun sormadığı kısım konuşma dışında kalırdı. Böylece mecliste kim olursa olsun, hatta düşmanları bile olsa öğrenmemesi gereken kısım sır olarak kalırdı. Oradan gelecek zarardan emin olurdu insanlar.
GÜFT Nİ MEN HOD PEŞİMANEM EZ AN
DEST-İ HOD HÂYAN U ENGÜŞTAN GEZAN
“Hayır söylemem” dedi Bezirgan, “zaten parmaklarımı ısırıyorum, konuştuklarımdan öyle pişmanım”
MEN ÇİRA PEYĞAM-İ HÂMİ EZ GÜZAF
BÜRDEM EZ Bİ DÂNIŞİ VAZ NİŞAF
“Bu anlamsız haberi boş yere getirdim, akılsızlığımdan aptallık ettim.”
Bezirgan söylenmemesi gerekeni söylemiş, ortaya çıkan zararı görünce bundan son derece pişman olmuştu. Boşboğazlık ettiğini, gereksiz konuştuğunu düşünüyordu. Konuyla ilgili soruya verdiği cevapta dile getirdiği şeyler bunlardı. “Zaten pişmanım, o kadar pişmanım ki parmaklarımı ısırıyorum, öfkeden ve üzüntüden. Boş ve ahmakça bir sözü tekrar etmekten dolayı ortaya çıkan zararı görünce kendime kızıyorum, bu konu hakkında konuşmak istemiyorum” diyordu.
Ama söze “hayır söylemem” diye başlaması aslında onun bu konuyu konuşma ihtiyacına işaretti. Gerçekten konuşmak istemiyor olsa idi, susardı veya konuyu değiştirirdi veya bir başka soru sorarak hedef saptırırdı. “Ben bu soruya cevap vermem, zaten çok pişmanım, konuştuğum için aptallık ettim” demesi gönlünde sakladığı sırrı taşıyamadığını eğer ısrar edilirse konuşacağını gösteriyordu.
Sır saklamanın insan gönlüne ağır bir yük gelmesi, sonra onu kendi dışında birileriyle paylaşma ihtiyacı çekmesi çok sık görülür. Ortaya çıkacak zararların da çok fazla örneği vardır.