SİMURGA ULAŞMAK
SİMURGA ULAŞMAK
Hakikatle aranız nasıl?
Peygamber sav in duasını hatırlayalım: “Ya Rabbi bana eşyanın hakikatını göster”. Yani eşya her neyse ve tam olarak nasılsa öylece görüp bileyim. Eşya deyince kalem, kağıt, havlu, mendil vs gibi sadece kullandığımız somut şeyleri değil, canlı cansız her şeyi kastediyoruz.
İstenilen Hem kendimize dair ve hem de dışımızda ne olup bittiğine dair gerçeğin bilgisine ulaşmak.
Görünen ve algılanan değil. Tam olarak bir şeyin gerçeği. Kendi iç kargaşamız, duygu akıl karşıtlığı, toplumsal olaylar hepsi bunun içinde.
Neden böyle bir dua?
Muhtemeldir ki, hakikat her gözün gördüğü, herkesin ayan beyan algıladığı bir şey değil. Görmek ve idrak etmek için özel bir çaba ve yardım gerekiyor.
Yine başka bir duasını daha hatırlayalım Peygamber sav in: “Allah’ım! Kalbime büyük bir nûr ver; gözüme bir nûr, kulağıma bir nûr ver; sağıma bir nûr, soluma bir nûr ver; üstüme bir nûr, altıma bir nûr ver; önüme bir nûr, arkama bir nûr ver; bana büyük bir nûr ihsân eyle!”.
Yani, nur ver ki aydınlık olsun etrafım böylece de kalbimle, gözümle, kulağımla hakikate erişiyim. Hakikat bana karanlık kalmasın.
O zaman eğer gören, duyan, tadan, koklayan, dokunan ve bunlar yoluyla algılayan insan her zaman tamamen gördüm, duydum, tattım vs diyorsa bu sadece bir aldanmadır. Hakikat biraz daha zahmetle elde edilen ve ancak Allah’ın yardımıyla ulaşılabilen bir yerde durmaktadır.
İnsan Hz Mevlana’nın Mesnevisinde anlattığı fil hikayesinde olduğu gibi karanlıkta el yordamıyla filin(hakikatın) ne olduğunu anlamaya çalışan ve ortalık karanlık(nurdan yoksun) olduğu için de gerçeğin bilgisine bir türlü ulaşamayan bir varlıktır. O hikayede diyor ki Hz Mevlana eğer akıllı birisi olsaydı aralarında ve bir kandil yaksaydı, her şey ayan beyan ortaya çıkacaktı.
Anlaşılmaktadır ki, gerçek budur, doğru bendedir, hakikat apaçık ortadadır gibi laflar havada kalmaktadır. Bu türden söylemler de gerçeği yansıtmamaktadır. İnsan kendi algısına çok fazla güvenmemeli ve onu mutlaka doğrulatmalıdır. Bu manada akıl ve vahiy bilgisine ihtiyaç vardır.
Tıpkı fil hikayesinde olduğu gibi karanlığı aydınlatacak ışığa, nura ve kandile ihtiyaç vardır.
Alimler yeryüzünün kandilleridir Hadisi Şerifi hafızamızdan tekrar çağrılmalı ve Allah’ın nuruyla gören insanların aramızda bulunmasının şart olduğu da yeniden hatırlanmalıdır.
Böyle olmazsa el yordamıyla edindiğimiz bilgilerle karanlıkta savruluruz ve hakikate ulaştığımız zannıyla hem kendimizle hem de dış dünyayla savaşmaktan yorgun düşeriz.
İkinci bir sorun da şu hakikatle karşılaştığımızda ne yapacağız? Hz Musa tur dağına tecelli eden Rabbinin hakikatını görmeye dayanamadı ve düşüp bayıldı. Külli bir ayna bize aslında kim olduğumuzu gösterince buna nasıl tepki vereceğiz? İnandığımız, gerçekliğinden hiç şüphe duymadığımız bir çok dayanağın aslında başka bir hakikati olduğunu görürsek buna nasıl tahammül edeceğiz? Muhtemeldir ki kendimizle aramızdaki perdelerin nedeni de bu. Aldanmazsak yaşayamayız . O yüzden dünya aldanmışların yurdu.
Hakikat yine de tüm cazibesiyle orada ve bizi çağırıyor. Hakikat arayışı durmadan devam edecek. Özgürce uçup Simurg’a ulaşmak için sabır ve tahammül gibi iki kanada ihtiyacımız var. Bir de O’nun yardımına.
Dr. Öğr. Üyesi Faik Özdengül
NEÜ-Meram Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD