Şimşekler: “Mevlana’yı anlayabilmek için öncelikle kendi yazmış eserlerinden hareket etmek gerekir.”
Öncelikle Pazartesi Sohbeti’mize katıldığınız için teşekkür ediyoruz. İlk olarak almış olduğunuz eğitimden başlayalım istiyorum. Fars Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldunuz ancak Mevlana konusuna da ilginiz var ve bu konuda en uzman kişilerden birisiniz. Mevlana’ya ilginiz nereden geliyor?
Bende sizin davetinize icabet ederek gazetenizde bulunmaktan mutluluk duyuyor ve teşekkür ediyorum. Ben Konya’da doğup büyüdüm ama üniversiteye başlayana kadar Mevlana Müzesi’ni maalesef bir kez ziyaret ettim. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde okudum. Mevlana’nın eserlerinin Farsça olduğunu orada fark ettim. Sınıfta Konyalı olan tek bendim. Hocamız Prof. Dr. Meliha Anbarcıoğlu Konyalı olmam dolayısıyla bana sürekli hoşgörüyle baktı. Kendisi Mevlana’nın aşığıydı. Mevlana’nın eserini ilk çeviren de o idi. Konyalı olduğum için gıpta ile bakardı. ‘Nuri sen hem fars dili okuyorsun hem de Konyalısın. Mutlaka bu konuda çalışmalar yapmalısın’ derdi. İlerleyen zaman içerisinde o hocamın ve diğer hocalarımızın seminer çalışmaları neticesinde Mevlana’yı biraz daha yakından tanıdık. O tarihten itibaren bir Konyalı olarak Mevlana’nın sadece yeşil türbeden ve mezardan ibaret olmadığının ve bir düşünce adamı olduğunun farkına vardım. Okudukça Mevlana’ya bağlandım. O zamanlar Selçuk Üniversitesi’nde Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü yeni açılmıştı. Ben 19120 yılında göreve başladım. O tarihten itibaren yüksek lisans ve doktora tezlerimi bu konularda yazdım. 1985 yılında Selçuk Üniversitesi Rektörü Halil Cin tarafından her yıl periyodik olarak Mevlana konulu sempozyumlar düzenleniyordu. Daha sonraları şimdiki Rektörümüz Süleyman Okudan bizim Mevlana konulu bir merkeze ihtiyacımızın olduğunu söyledi. Bu merkezde çalışmalar yapmak için de beni görevlendirdi. Böyle bir merkezin kurulması 1950 yılından beri düşünülüyordu. 1950 yılında söylenen sözler 2005 yılında hayata geçirildi. Bu Türkiye’de bir ilktir. Burada kurucu müdür olarak görev aldım.
Geçtiğimiz hafta Mevlana ve ailesinin Konya’ya gelişini hatırladık. Mevlana sadece Konya’ya değil dünyaya mal olmuş bir isim. Bugün yurt dışında eserleri en çok okunan bilginlerden bir tanesi. Ya Konyalılar? Mevlana’nın torunu diye bilinen Konyalılar Mevlana’yı gerçekten yakından tanıyor mu?
Sohbetimizin başında ben liseyi bitirinceye kadar Konyalı olduğuma rağmen Mevlana Müzesi’ni yalnızca bir kez ziyaret ettiğimi söylemiştim. O zaman da ilkokul öğretmenimiz bizi götürmüştü.O zamana kadar Mevlana hakkında bildiğim tek şey; kaşıklardaki ‘Hamdım piştim yandım’ cümlesiydi. Genel olarak Konya’nın Mevlana ile ilişkisi Mevlana Müzesi’yle sınırlı kalıyor. Biraz da Mevlana caddesindeki alıveriş merkezlerinden ibaret olduğunu düşünüyorum. Müze çevresindeki alışveriş yerleri eskiden Konya’nın merkeziydi. Dolayısıyla herkes orayı biliyordu.Konyalılar üzülerek söylüyorum Mevlana Katlı Otoparkı’nın yanından dolandığı için orayı bir müze olarak görüyorlardı. Konyalı’nın Mevlanaya ilgisi son 10 yıldır oluyor. Özel anlamda Konyalı olupta onun eserlerini okuyan insanları tabiki biliyoruz. Genel anlamda maalesef Konya Mevlana’yı son on yıldır okuma yoluna gitti. Yine üzülerek söylüyorum bu okuma bizden olan bir çabayla değil de ulusal olarak Türkiye çapında ve dünyaca gösterilen ilgi neticesinde oldu. O zamandan sonra Konyalılar Mevlana’nın müzeden ve kaşıklardaki semazen figürlerinden ibaret olmadığını anladı. Olsun, geç te olsa Konya artık Mevlana’yı okumaya ve anlamaya başladı. Bir de şunu yapabilsek keşke, dükkanların tabelalarında uygunsuz bir şekilde yazılı Şems ve Mesnevi gibi adları kaldırabilsek de Mevlana’yı şekilcilikten çıkarabilsek. 2002 yılında ben bir tez yazdırdım. Bu tezle birlikte Konya’daki Mevlana isimli işyerlerini tamamen tespit ettik ve yetkililere bunu dillendirdik. Mevlana Katlı Otoparkı ismi Büyükşehir Belediyesi tarafından verilmiş.Belediye o ismi değiştirirse diğer iş yerlerine bir örnek olur ve diğerleri de o ismi değiştirir diye düşünüyorum. Maalesef müthiş bir tabela kirliliği de var. Her gelen turistin geçtiği bir nokta orası. Artık Mevlana Kültür Merkezi’ne geçişler de oradan yapılıyor. Gelen turistlerin oradaki Mevlana isimlerinden ve tabela kirliliğinden rahatsız olduğunu biliyorum.
Mevlana ile ilgili birçok yayınlar ve beraberinde ortalıkta yayılan söylentiler var. Mevlana’nın Konya’da yaşadığı süreci biz nereden biliyoruz? Mevlana hakkında çeşitli rivayetler var. Bunları nereden öğrendik veya sizler kaynakları nereden buluyorsunuz?
Olaya şöyle bakmalıyız. Mevlana’nın yaşadığı yerler, görüştüğü kişiler, eğitim gördüğü yerler tabiki önemli. Ben bunların ön plana çıkarılmaması gerektiğine inanıyorum. Mevlana’nın 1207 yılında dönemin Harzemşah ülkesinde olan Horasan’ın Belh şehrinde doğduğunu biliyoruz. Mevlana hakkında bugün Afganistan topraklarında doğdu demek yanlış ibaredir. Afganistan artık Taliban gibi bir örgütle anılıyor. Bugün bize Mevlana Afganmıydı? diye soruyorlar. Afganistan daha elli yıl önce kuruldu. O dönemde orası tam bir Türk bölgesiydi. Ben bu ibareyi doğru kullanmamız gerektiğine inanıyorum. Türklerin yoğun olarak yaşadığı, İslamiyetin yoğun olarak yaşandığı, Hristiyanlığın ve Budizm’in merkezlerinden biri olan Belh’te dünyaya geldi. Belh bugün Afganistan toprakları içerisindedir desek daha doğru olur. Bazı kaynaklarda Mevlana’nın 1189 yılında Belh’te veya daha doğru anlatımla bugünkü Tacikistan topraklarında Vahş şehrinde doğduğu söyleniyor. Bu son derece düşük bir ihtimaldir. Mevlana hakkında kesin olarak bilinen bazı şeylerin üzerine eklenen yeni şeyleri şöhret peşine düşen bilim adamlarının marifetinin bir parçası olarak düşünüyorum. Mevlana’nın orada doğduğuna dair hiçbir bilgi yoktur. Mevlana ile ilgili en doğru bilgileri yansıtan bir kaynak bugün yok. En eski ve en doğru bilgiler oğlu Sultan Veled’in yazmış oldğu İbtidaname adlı eserde var. Sultan Veled bu eserinde hem dedesini hem göçlerini hem kendi babası Mevlana’yı, hem Şems-i Tebrizi’yi, daha sonra Mesnevi’nin yazılmasına sebep olan Çelebi Hüsameddin’i detaylı olarak anlatıyor. En doğru kaynak budur. Daha sonra bu eser yazıldıktan sonra Ahmed Eflaki diye bir kişi Mevlana’nın oğlunun mürididir. O kulaktan duyma bilgileri deftere kaydetmiş ve kaleme almıştır. Ariflerin Menkıbeleri diye iki ciltlik eser meydana getirdi. Adı üstünde bu bir menkıbedir. Edebiyatta menkıbe müridler tarafından okunup şeyhin ululanmasına yönelik yazılan kitaplardır. Bilimsel kaynak olarak tam anlamında kullanılmaz. Ancak diğer somut olaylarla bağdaşlaşan kısımları varsa onu siz de kullanabilirsiniz. Bugün malesef o menkıbe kitabı çok ön plana geçti. İnsanlar Mevlana’yı o kitap üzerinden tanıyorlar. Bunun haricinde 14-15-16 yüzyılda kulaktan dolma bilgilerle Mevlana’nın hayatını anlatmaya çalışıyor. En sağlam kaynak Sultan Veled’in yazmış olduğu İbtidaname’dir. Bugün Mevlana’nın evinin nerede olduğunu tam bilmiyoruz ama rektörlük binasının bulunduğu yerin arka kısımlarında bir yerde olduğunu düşünüyoruz. Ama kesin bir şey yok. Bugünkü İplikçi Cami olarak bildiğimiz medresede dersler verdiğini biliyoruz. Bugünkü Mevlana müzesinin bulunduğu kesim ise Alaadin Keykubat’ın gül bahçesi olarak duruyor idi. Orada güller yetiştirip saraya gönderiliyordu. Mevlananın babası o bahçeyi çok sevdiği için zaman zaman oraya dinlenmeye gidermiş, Alaaddin Keykubat bundan haberdar olunca o bahçeyi babasına bahşediyor. Babası öldükten sonra mezarını oraya defnediyorlar. Mevlana ölüyor onu da oraya defnediyorlar ve Mevlana Müzesi’nin ilk temelleri atılmış oluyor. Daha sonra maddi desteklerle Kubbe-i Harda diye adlandırılan yeşil türbe inşa ediliyor. Osmanlı sultanları oraları değişik şekilde imar ederek bugünkü haline getiriyor. Mevlana’nın yaşadığı dönemde çevresinde öğrencileri vardı. Mevlana o zaman İlahiyat Fakültesi dekanı konumundaydı. Halka camide vaazlar veriyordu. Ayrıca özel toplantılarda sohbetlerde bulunuyordu. Bu hal böyle devam ederken Şemsi Tebrizi 1244′de Konya’ya geliyor. Mevlana o güne kadar zahiri olarak öğrenmiş olduğu islamiyeti daha da içselleştiriyor ve gönlünü nakşediyor. Allah’ın baktığı yer olarak bilinen İslami edebiyata ağırlık vermeye başlıyor. Biraz daha gönlünde hissederek yapmayla Şems’le karşılaşmasının meyvesini almış oluyor. Mevlana Mesnevi’de ‘bir ceviz düşünün bu cevizin dış kabuğu sağlam olabilir ama içi çürük oluyor’ demiştir. Mevlana dini ibadetleri buna benzetiyor. İbadetlerin şekli ceviz dışına ruhu ve tadı ise cevizin içine benzer. Demek istiyor. Tohumun ağaç olması için iç, ibadetin sonuç vermesi için zevk gerek der Mevlana. Şems Mevlana’ya bunu yaptı. Bu aşamadan sonra ve tanıştıktan sonra 2.5 yıl kadar birbirlerini aydınlatmaları neticesinde Mevlana’nın yolu biraz daha farklılaşıyor. Medreseyi bırakıyor ve çevresinde cevizin sadece dışına değil, içinin de sağlam olmasına önem veren insanlar oluşuyor.
Mevlana döneminde Mevlevihane yoktu ama kendi müridlerinin olduğu bir grup varmıydı? Mevlevilik bir tarikatmıydı?
Mevlana’nın döneminde Mevlevilik diye bir tarikat kurulmamıştır. Mevlana’nın vefatından sonra onun öğütlediği şekilde, hayata geçirmek için oğlu Sultan Veled ve Çelebi Hüsameddin başkanlığında Mevlevilik tarikatı kuruyorlar. Bu vefattan sonra oluyor. Başlangıçta Veledilik diye adlandırılıyor. Daha sona tarikatın başına Ulu Arif Çelebi geçtiği için Arifilik deniliyor. Daha sonra Mevlevilik adını alıyor ve Kayseri, Sivas ve Tokat başta olmak üzere Afyon, Manisa, Kütahya, Muğla gibi çevrelerde hemen zaviyeler kurularak yaygınlaşmaya başlıyor. Mevlana’nın yaşadığı dönemde Mevlana’nın çevresindekiler bazı yerler kuruyorlar. Bugün bunlara Mevlevihane diyoruz ama gerçek anlamda Mevlevihane değil bunlar. Mevlevihane biraz daha yuvarlak olur. Eğitim vereceği yerler ve hücreler bulunur. Bu Konya’daki Mevlevihane diyebileceğimiz binalar Mevlevihane mantığıyla tesis edilmemiştir.
Mevleviliği anlattınız ama Mevlevilikle ilgili birçok soru işareti var. İnsanlar mevleviliği Mevlana döneminde kurulmuş olduğunu sanıyordu. Mevleviliğin nasıl yaşantısı vardı? Semahane aynı anda bulunurdu dediniz. Bu yapı Osmanlı döneminde ibadethanelerde kullanılan şekil değil. Mezarlıkla camileri bir arada tutmuyoruz. Neden böyle bir tercih yapıldı sizce?
Şunu önemle söylemek gerekir. Mevlana ile Mevleviliği bir arada düşünmemeliyiz. Mevlevilik Mevlana’dan sonra oluşan bir oluşum. O dönemin postuna oturan Mevlana’yı teslim eden kişinin kendi insiyatifine göre şekilleri olmuştur. Mevlana’ya çok yakın müridi olan Gürcü Hatun kendi özel bütçesiyle bugünkü türbeyi yaptırmıştır. Mevlana öldükten sonra bu yapılmıştır. Mevlana’ya sormuş olsalardı tahmin ediyorum, Mevlana buna itiraz ederdi. Hatta Mesnevi’de gökyüzünden daha güzel bir türbe olur mu? demiştir. Mevlana’nın vefatından sonra bu tarz şeyler oluştuğu için insanlar Mevlanayı ve babasını ziyarete geldiklerinde, kurulan Mevleviliğin muhipleri yada Mevleviler orada namaz kılarak ve kuran okuyarak dua ettiler.Bu sırada Mevleviliğin zikir şekli olan semayı da yapmaya başladılar. Böylece orası bir şekillenme haline geldi. Bu çerçeveden sonra orası bir eğitim yeri haline geldi. Bu şekilde şekillenmiş oldu. Mevlana Müzesi bu şekilde şekil alınca o dönemde diğer şehirlerde yapılan Mevlevihaneler burayı esas aldılar. Nereye giderseniz gidin, Gelibolu’ya gidin, Kıbrıs’a gidin mutlaka bir semahanenin olduğunu görürsünüz. Bu bir gelenektir. Bu geleneğin Türk kültürüyle yada islamiyetle örtüşmediği konusu bizim konumuz değil. Bunu Türk kültüründe çok fazla görmüyoruz. Bundan dolayı aynı yerde sema ediliyor, yanında mezarlar var. Yanında namaz kılınıyor. Bu gibi şeyler biraz yanlış anlamaya mahal verebilir hiçbiri zaten aynı anda icra edilmiyor. Hepsi belli periyodlarla yapılır.
Söyleşimizde klasikleşen konulara değinmedik. Mevlana’nın şu anki bulunduğu türbenin ve mezarlığın içinde farklı mezarlar da var. Bu mezarlarda yatan zatlar Mevlana döneminde yaşamış insanlar mı? Sizce burada Mevlana kadar önemli isimler de var mı?
Orası Mevlana’nın babası, küçük oğlu Alaaddin Çelebi ve Mevlana şeklinde adeta hususi bir mezarlık haline gelmiştir. Çevresinde de Horasan Erleri diye mezarlar var. Mevlana ailesiyle birlikte Belh’ten kalkıp buraya geldikleri için defnedilmişlerdir. Sadece Mevlana ailesi değil diğer mezarlar da var. Bütün Mevlevi büyükleri vefat ettikleri zaman mutlaka bir hamurşan olması gerekir, hamurşan suskunlar demektir. Mevlevilikte hamurşan mezarlıklar demektir. Her Mevlevi o mezarlığa defnedilmek ister. Çünkü Mevlevihanelerin geleni gideni çoktur. Bugün müzede Horasan Erleri, Mevlana’nın dünürü, halifesi Selahattin Zerkub’un mezarı var. Baktemuroğlu’nun da mezarı orada. Ahmed Eflaki’nin de mezarı orada. Bütün mezarların çeşitliliğine rağmen Mevlana gibi yada onunla eşdeş olabilecek bir şair bir düşünürün mezarı yoktur.
Mevlana ile ilgili çeşitli söylentiler var. Örneğin Konya için ‘Konya altından bir kase, içi dolu akrep’ sözü var. Bunlar gerçek mi.? Kaynakta Konya hakkında yer alan ifadeler var mı? Gerçekten Mevlana bu sözleri söyledi mi?
Bazı yerlerde yanlış yapıyoruz. Bazı bilim adamları ve halk bunu yapıyor. Mevlana’yı anlayabilmek için öncelikle kendi yazmış eserlerinden hareket etmek gerekir. Mevlana Konya için ne düşünüyor, ne demiş bunu nereden bulabiliriz? Ancak eserlerinden bulabiliriz, daha sonraki bilgiler çok sıhhatli olmayabilir. 26 bin beyite yakın eserde Konya’nın adı hiç geçmez. Sadece Mevlana’nın Divan-ı Kebir diye tabir ettiğimiz rubailer ve gazellerinin yer aldığı eserde iki kez Konya’nın adı geçer. O da 40 bin beyittir. Orada da Konya’yı nasıl tasvir eder Mevlana? O dönemin en büyük şehirleri olan Semerkant ve Buhara’dan bile üstün bir şehir olarak görüyor Konya’yı. Bunu dışında hiçbir sözü yoktur. Ancak biraz önce ismi geçen Mevlana’nın torunu zamanında yazılan menkıbelerde tabiki Mevlana’nın Konya’yla ilgili düşünceleri var. Hemen hemen hepsi olumlu şeylerdir bunların. Birgün Mevlana Meram’a gider. Mesnevinin birçoğu da zaten Meram Bağları’nda yazılmıştır. Oğlu, ‘Baba bu şehir ne kadar yüce bir şehir’ der. Mevlana da ‘gerçekten bu şehir kutlu bir şehir, bu şehir biz olduğumuz müddetçe kıyamete kadar düşmanın kılıncından kurtulacaktır’ demiştir. Ancak o esere naklen hep bunları söyler. Birkaç yerde de Mevlana kendi döneminde Şems’ten sonraki döneminde biraz daha fazla sema yapmaya başladığı için ‘Mevlana’ya semayı Şems öğretti’ derler. Bu bile yanlıştır. Asıl semayı öğreten kendi kayın validesidir. Sadece Şems’ten sonra daha fazla sema yapar. Şehir halkı biraz bunu kanıksar yada Mevlana’nın eski din alimini semayla uğraşmasını basitlikle karşılarlar ve onu rencide etmeye başlarlar. Mevlana bu dönemde biraz Konya’dan şikayet eder ve sıkıntısını dile getirir ve ‘Konya’daki halk sonraları bizi çok daha iyi anlayacaktır’ şeklinde bir sözü vardır. Konya için akreplerle dolu şehir sözü kesinlikle yoktur. O eser ve menkıbeler de dahil olmak üzere orijinal kaynaklarda bu söz yoktur.
Mevlana ile ilgili kaşıkların üzerinde gördüğümüz bir söz ve otururken yapılmış bir figür vardır. Bu figür gerçeğe yakınmıdır?
Eskilere gideceğim konuyla ilgili. Mevlana, yaşadığı dönemde Gürcü Hatun eşi Pervane’nin görevi nedeniyle bir müddet Kayseri’ye gitmek zorundadır. Gürcü Hatun Mevlana’yı çok sevdiği için onun bir resmini götürmek ister yanında. Buraya bir ressam çağrılır. O dönemde 20 kusür resim çizilir. Ressam bir türlü Mevlana’yı gerçek şekilde resmedemez. Çünkü her ele alışında farklı bir resim çizilir. O eskizler bugün yok. Mevlana’nın en eski resmi 1500′lü yıllara aittir. Mevlana’nın olması da son derece zordur. Eflaki dedenin menkıbelerinden alıntı olarak yazılır ve oradaki olaylar resmedilir. Mevlana’ya benzeyip benzemediğini tam olarak bilmek zor. Bu resim Mevlana’ya hiç benzemez. 1800′lü yıllarda Mevlana’nın bugünkü resmine benzer bir figür bulunur. 1925′te tekke ve dergahların kapatılması kanunuyla bu tarz eserler müzelere intikal ettirilir. Bu resim İstanbul Belediye Müzesi’ne gönderilir. Eskiden 1960′lı yıllara kadar yapılan çalışmalarda o resim kullanılırdı. O tarihten sonra İran’da Mevlana’nın resmiyle ilgili bir yarışma düzenlenir. O yarışma sonucunda hepimizin kullandığı ve görmeye alıştığı oturur ve tombul vaziyette bir resim ortaya atılır. Mevlana gerçekte tombul değildir. Sakalları da uzun değil kısadır. Bu resim gerçeği yansıtmıyor diyebiliriz. O resim de yeni kapı mevlevihanesinde yapılan resmin biraz benzeridir. O resim İran’da birinci olur ve dönemin müze müdürüne bu resim hediye edilir. O resim müze müdürünün çok hoşuna gitmiş olmalı ki daha sonra Mevlana o figürle anılmaya başlanıyor. O resim İranlı bir sanatçıya aittir. 1500 lü yıllarda yapılan resimlerle alakası yoktur.
Bu figürü kullanmak yanlış diyebilir miyiz?
Mevlana’nın resmi zaten o değil temsil olarak kullanılıyor. Düşünün Hacı Bektaş’ın bir tane resmi vardır. Bir kucağında ceylan diğerinde aslan vardır.Bunun haricinde kullanılan resmi yoktur. Ama Mevlana’nın bugün 70-80 tane figürü vardır. Yunus Emre’nin de bir tane figürü vardır. Ama Mevlana için bu böyle olmuyor. Bu Mevlana’ya gösterilen ilgiden olabilir. Herkes Mevlana’nın eserlerini okuduğunda kafasında nasıl bir Mevlana imajı yaratıyorsa, herkesin Mevlana’sı da şekil olarak demek ki farklı olmuş yüzyıllar boyu. Ama burada şuna dikkat etmek gerekir. En eski kaynak diyebileceğimiz Ahmed Eflaki’nin menkıbesinde geçer Mevlana’nın fiziki tasviyesi. Mevlana’nın hiç te tombul olmadığı aksine zayıf olduğu hatta kendi bedenine ‘Sana iyi bakamadım’ dediği söylenir.
Sohbetimizin sonunda bizler aracılığıyla Mevlana hakkında vermek istediğiniz bir mesajınız veya eklemek istedikleriniz nelerdir?
Mevlana’nın eserini okuduğumuzda herkes kendi kabına göre, herkes kendi bakış açısına göre kültürüne göre, dinine göre, Mevlana’dan bir şey alabilir. Bu normaldir ama Mevlana bu demektir demek yanlıştır. O sadece senin gördüğün çerçeveden ibarettir. Mevlana bir kişinin bakış açısına sığacak kadar dar değildir. O yüzden Mevlana din, dil, mezhep ayırt etmeksizin herkese hitap etmeyi becerebilmiştir. Herkes ondan kendisinde bir şey bulabilmiştir ki onu çok seviyor. Eserlerinde zikrettiği Hazreti İsa ve Musa’yı ön plana çıkararak Mevlana’yı dinler üstünde zikretmek yanlıştır. Mevlana’yı farklı bir millete maletmek bana göre çok yanlıştır onun kendi eserlerinden yola çıkmak zorundayız. Mevlana’nın eserlerinde iki konuyla alakalı çok net sözleri vardır. Din ve millet konusunda. Söyleyeceğim her iki rubai de Mevlana’nın en eski yazmalarında dahi kayıtlıdır. İran’da da kayıtlıdır, İstanbulda da Konya’da da kayıtlıdır. Bu rubailer Mevlana’nın değil demek yanlıştır. Birincisi ‘Ben yaşadığım müddetçe Kur’an’ın kölesi, Hz Muhammed’in yolunun küçücük bir hizmetçisiyim. Kim benim bu sözümden başka bir şey naklederse o kişiden de onun o sözünden de şikayetçiyim’ sözüdür.Bir diğeri ise milletiyle alakalı. ‘Yabancı bellemeyin beni bende bu ildenim. Sizin şehrinizde kendi yerimi aramaktayım. Düşman gibi görseniz de düşman değilim. Farsça söylesemde Türk’üm ben Türk’üm.’ sözüdür. Bence Mevlana’yı anlamak ve onu belli bir temele oturtmak için bu iki rubaiden başlamak lazım. Amerika’ya gidin, Mevlana’yı İranlı bir düşünür ve şair olarak bulursunuz. Bunun nedeni de Amerika’da bulunan Prof. Dr. Seyit Hüseyin Nasr, ve Şefi –i Kedkeni gibi İranlı bilim adamlarının Amerika’da bu konuda yoğun çalışmalar yapıp söz sahibi olmalarındandır. Maalesef biz Mevlana konusunda bilim adamı yetiştirip buralara gönderememişiz. Mevlanayı sadece semaya hapsedip bununla yetinmişiz.
konyapostasi.com.tr
Röp.: Mevlüt ULUÇAMLIBEL