Şiir ve Gelenek
Şiir ve Gelenek
Şiir ve gelenek ilişkisi üzerinde durulması gereken bir konudur. Her şeyden evvel şiir bir gelenek işidir. Şair elbette şiirinin yeni olduğunu söyleyecek. Bunun için de yeni yollar arayacak. Fakat o yeni olan şiir, gerçekten yeni midir? Evvela bunu düşünmek lazım… Velev ki yeni olsun; o yeni söyleyiş, daha sonra bir gelenek oluşturmayacak mı?
Bendeniz her yeninin kökeninde bir eskilik olduğunu düşünürüm. Daha doğrusu şiirde ve sanatta yeniyi, şiir ve sanat ağacına yapılan yeni bir aşı olarak görürüm. Evet, o yapılan aşı yenidir; ama bir aşıdır. Aşıyı yapan kişi, ağacı yenilemiştir, tazelemiştir, canlandırmıştır. Haydi diyelim ki, aşı yapmasını bilen kişi, bahçeye yeni bir ağaç dikemez mi? Elbette diker. Fakat diktiği o yeni ağaç, bildik bir ağaçtır; o bölgenin ikliminde ve toprağında yetişmesi mümkün olan bir ağaç. İşte gelenek, bir ucuyla ağacı aşılamak, öteki ucuyla da toprağa ve iklime uygun ağacı dikmektir.
Aşıdır gelenek, havadır, sudur ve topraktır. Siz şiir için aşıyı yeni hayal, imge ve söz sanatları olarak düşünün… Havayı yeni tatlar, heyecanlar, ahenk ve ritim olarak görün. Suyu yeni bilgi, yeni kavrayış ve yeni ilhamlar olarak kabul edin. Toprak, dil olsun, biçim olsun. Bütün bunlar değişebilir, yenilenebilir. Fakat ne kadar değişirse değişsin, ne kadar yenilenirse yenilensin, eskinin üzerinden harmanlanır. O bakımdan, sanat ve edebiyattaki yenilik, teknikteki yenilik ve eksilikten çok farklıdır. Teknikteki yenilik, eskiyi unutturur ve zamanla tedavülden kaldırır. Lakin sanatta durum çok farklı seyreder; orada eskilik de yenilik de izafidir. Yeni yazılan bir şiir, hemen ertesi gün eskiye bilir; ama bazı şiirler vardır ki, asırlar evvel yazılmıştır ve hala yenidir, yeni de kalacaktır.
Gerçek sanat eseri eskidikçe klasikleşip değerine değer katıyor. Kimileri, “o eskidir, köhnedir” diye itibar etmeyebilir. Onu unutulmaya mahkûm edebilir. Hakkında menfi sözlerle kamuoyunda önyargılara sebebiyet verebilir. Hatta yeni olarak öne sürülen şiir kabul edilsin, yaygınlık kazansın diye mütemadiyen eleştirilebilir, kötülenebilir… Daha başka pek çok şey yapılabilir. Fakat bütün bunlar, o gerçek sanatı yerinden etmeye yetmez. Zira altın yere düşmekle değer kaybetmez. O yerdeki altını alır, temizlersiniz, sarrafa götürür kıymetini takdir edersiniz. İşte gelenek, o eskiden, o yok edilmeye çalışılan sanat eserinden bugüne sirayet eden huzmelerdir. Yeni diye takdim edilen nice eser, o huzmelerle hayat bulmuştur.
Yenilik, “bu yenidir” demekle olmuyor. Her dem yeni kalabilen şiir, neşvünema bulduğu toprağa bağlı, oranın havasından ve suyundan beslenen şiirdir. Gerisi bugün şairi hayatta olduğu için, orada burada ben varım dediği için vardır, yarın “ben varım” diyen şair serviliğe bırakıldığında şiirleri de nisyan mezarlığına defnedilecektir. Çünkü o “ben varım” da sanat yok, ideoloji, inkâr, isyan, karmaşa ve gündelik politik ayak oyunları, dalaşmalar ve üç beş alkış vardır. Peki sanat? Sanat ise, o demode olarak gördüğü, eski diye mahzene indirdiği sandıkta saklıdır. Lakin o sandığın anahtarı nerede? Anahtarı hangi inkâr kuyusunda, hangi politik çekmecede, hangi yağcılar meyhanesindeki masada unuttu bilinmez…
O anahtarı araya dursun… Geride kalmak için, anılmak için uğraşıp dursun. Akan gelenek ırmağının kenarında o kadim şair şiirlerini okumaktadır. Duyana, dinleyene aşk olsun.
http://www.iyibilgi.com/artikel.php?artikel_id=25762#
27 Ekim 2009
Bilal Kemikli