ŞİİR MEDENİYETİ
ŞİİR MEDENİYETİ
Bizim kuşağın düşünce işçilerinden birisi Yusuf Kaplan’dır. Onu çoğunuz tanırsınız; memleket meselelerine kafa yorduğu gibi, düşünce tarihinin temel konularıyla da uğraşır. Bir kanaate, bir fikre varmak… Görüş sahibi olmak. Bunlar pek kolay işler değildir. Hele hele ülkemizde, gündelik meselelere hapsolmuş zihniyetlerin egemen olduğu ortamlarda, daha derin ve insani konulara girmek ve bu meyanda bir kanaat sahibi olmak kolay değildir.
Ülkemizde nedense insanın bir meselesinin, bir derdinin, çözüm bekleyen bir probleminin olması, dahası büyük bir projesinin olması sanki pek istenmez. Daha açık bir ifadeyle, herkesin hep aynı konuyu mesele etmesi, bu konu etrafında dertlenmesi, basit çözümlerle iktifa etmesi, varolan projelere ulanması arzu edilir. Münevverin önünde iki yol vardır; ya siyasi erkin hizmetkârı olursunuz yahut da sözde muhalif… Bir orta yol yahut alternatif var mıdır? Vardır, elbette A’rafsız olmaz. Fakat ortayoldan ilerlemek, İsa’ya da Musa’ya da yar olmamaktır. Alternatif yol ise, yenilik ve gerçek muhalefet demektir. Yeni yol, bilhassa yenilikçi ve ilerici olduğunu ileri süren sözde muhalifler tarafından, hemen oracıkta tehlikeli, şüpheli, sıradışı veya gerici olarak nitelendirilir. Böylece yeni yol, daha göstermek istediği ufku tarif edemeden tahrip edilir. Bu yüzden elimizde bize ait, dünyaya sunacağımız ciddi bir projemiz yok.
Pek acı, ama gerçekten de bir projemiz yok. Dünyaya hala eskimeyen eskileri, tükete tükete bitiremediğimiz değerleri, Mevlana ve Yunus Emre, Farabi ve İbn. Sina gibi ufuk açan zenginliklerimizi sunuyoruz. Peki, uluslararası arenada sığındığımız bu değerleri ve zenginlikleri yeniden üretebiliyor muyuz? Onları yeniden okuyor muyuz? Onları gerçekten anlıyor muyuz? Bu sorulara olumlu cevap vermeyi çok isterdim. Ama maalesef onları tüketiyoruz. Onları oldukları gibi anlayanlara da, eski zamanlarda yaşayan, tarihte kalmış insan muamelesi yapıyoruz. Oysa tarihe gidip anı yeniden kurmayı bir denesek, ah bir denesek… Kendimizle barışsak, yeni arayışları teşvik etsek, şüphenin yerine güveni tesis etsek, işte o zaman, küllerimizden yeniden dirilip kendi sanatımıza, düşüncemize ve anlayışımıza ulaşacağız.
Yusuf Kaplan, tarihe giderek yeniyi kurmaya çalışan münevverlerimizden birisidir. Yıllardır, adeta bir iz sürücü gibi, medeniyet kavramı etrafında tarihi ve anı anlamaya ve oradan yola çıkarak yeni bir bakış inşa etmeye çalışıyor. Arıyor, araştırıyor, yazıyor, konuşuyor, soruyor, konuşturuyor… Çoğu kere alanı itibariyle sinemadan hareketle meseleleri ele alıyor, ama farklı disiplinlerin imkânlarını da göz ardı etmiyor. Bendeniz kendisini takip etmeye, okumaya çalışırım. Dert sahibi olduğunu, bilirim. Fakat ruberu görüşmüşlüğümüz yoktu. Dolayısıyla halleşmiş, dertleşmiş değildik. Geçenlerde TVNet’e, Düşüne Taşına adlı programına fakiri davet etti, kalkıp gittim. Neler konuştuk? Neler konuşmadık ki? Şiirden, sözden, divan şiirinden tasavvuftan, irfan kavramından, irfani ölümden, kültürel yabancılaşmadan, dil kaybından… Velhasıl şiir merkezli kültürel meselelerimizden konuştuk.
Aynı dili konuşuyor, aynı meseleleri dert ediyorduk. Karşılıklı bir konu etrafında konuşmak, kadim medeniyetlerin bilgi edinme ve düşünme yollarından birsidir. O yola girdik, dolayısıyla konuştukça önümüze yeni meseleler geliyor, yenileniyorduk. Ama temel kavramımız şiirdi. Şiir ve medeniyet… Şu kanaate vardık: Bizim medeniyetimiz, şiir medeniyetidir.
Gerçektende medeniyetimizin temel vasıflarından birisi, söze büyük değer vermiş olmasıdır. Söz kıymetlidir, değerlidir. Sözün haddeden geçmiş hali olan şiir de bu sebepten kıymetlidir. Adeta incidir, şiir. Dürr-i yektadır. Bu yüzden medeniyet havzamızda pek çok şair çıkmış, mana denizinde nice inciler derlemiştir. Bazıları sadece şiir söylemek ve yazmakla kalmamış, nesri de şiirselleştirmişlerdir.
Medeniyetimiz şiir medeniyetidir; çünkü önce medeniyetimizin esaslarını belirleyen, zihnimizi inşa eden ve aklımızı oluşturan kurucu kitabımız Kur’an-ı Kerîm, her şeyden, söz mucizesidir. Şairleri susturan ve çaresiz bırakan bir söz mucizesi, ama şiir değil. Kurucu kitabımızda birebir hakikatler, inanarak okuyanların hayatını yenileyen ve düzene sokan işaretler, harfler, kelimeler, cümleler ve tasvir edilen haller vardır… Şiirimiz işte bu imkân üzerinden gelişmiştir. Kur’an, şairlerimiz için hem söyleyiş bakımından rehberi, hem de mana itibariyle temel ilham kaynağıdır.
Medeniyet merkezli şiir tecrübemizi bugün ne kadar tanıyoruz? Bu soru ve benzeri sorular üzerinde devam eden sohbeti, gül, bülbül ve sevgilinin sokağı gibi mazmunlara değinerek tamamladık. Geride kalan soru ise şu idi: Tamam medeniyetimize şiirimizi esas alarak bakmamız ve oradan yola çıkarak geleneksel kültürün zihni kodları belirlene bilir; ama oradaki estetik duruşu günümüze nasıl sunabiliriz? Sahi, ne dersiniz? Bu soruya nasıl cevap verebiliriz?
Bilal Kemikli