SEYYİD BURHANEDDÎN VELÎ

A+
A-

SEYYİD BURHANEDDÎN VELÎ

Mehmet Hüsrevoğlu

Seyyid Burhaneddîn Hüseyin Muhakkık-ı Tirmizî k.s. hakkında tafsilatlı bilgi birikimine sahip değiliz…

Miladî 1166 veya 1169 yılında bugünkü ÖZBEKİSTAN sınırları içinde Afganistan sınırına yakın, Amuderya nehri civarında kurulmuş bulunan, Harezmşahlılar devleti sınırı içinde bulunan TİRMİZ ‘de doğdu.

Baba, Seyyid Hasan Tirmizî, dede ise Seyyid Kasım Tirmizî’dir. Soy ağacı Hz. Hüseyin’e (r.a) dayandığı için Hüseyni olarak bilinir.

Kırk yaşına kadar doğduğu kent, Tirmiz’de ilim tahsil etti… İlimde söz sahibi olacak düzeye gelince başka ilim merkezlerine göç etmek zarureti hâsıl oldu… Bugün  Afganistan sınırları içinde olan   BELH şehrinde Sultan-ül ulema  namıyla şöhret  bulan Mevlâna’nın babası Bahauddin-i Veled’e mürid oldu… Kırk günlük beraberlik ve sohbet, mesafeler almasına kâfi geldi…  Tekrar Tirmiz’e döndü… Ancak seven sevdiğinden ayrılamadı… Ertesi yıl  BELH şehrine  geri dönerek üstadı ile bu şehirde üç yıl kaldı.

Hz. Ebu Bekir Sıddık (r.a) soyundan gelen ve Sultan- ül Ulema sıfatını, rüyada bizzat Resullullah (S.A.V) efendimizden alan Behauddîn Veled, Belh ve çevresinde bulunan halkı irşad ederken, kendi çocuğu Celaleddin Muhammed’i, Seyyid Burhaneddîn’e emanet ederek Celaleddin’i yetiştirmesini istedi…

İlerleyen yıllarda Hz Mevlâna olarak çağına ışık tutacak olan küçük Celaleddin Muhammed’e, Seyyid Burhaneddîn dokuz yıl sürecek eğitmenlik görevine başladı…

Sultan-ül ulema Bahauddin Veled ve Belh sultanı arasındaki dostluk ötesi samimi ilişkiler, yanlış anlaşıldı, zamanın fitne ve haset oklarını üzerine çekti… Hicret niyeti şekillenmiş oldu…

İslam ümmetinin misli görülmemiş belası ve soykırımı olan Moğol istilası, Belh şehri için ihtimal dâhilinde olduğunu hisseden Sultan-ül ulema, vatanından bu iki önemli sebep yüzünden hicret etme kararı aldı…

Miladî 1220 yılında gerçekleştirilen büyük göç, üstad, ailesi ve öğrencileri ile birlikte Hicret’e gücü yeten büyük bir topluluğu kapsayacak şekilde başladı… Bağdat ve Anadolu’ya hicret niyeti ile Belh’ten ayrıldılar…

Sultan-ül Ulema’nın Belh şehrinden ayrılması neticesinde, Seyyid Burhaneddîn de tekrar kendi şehrine döndü. Bu ayrılık Seyyid Burhaneddîn’i yalnız yaşamaya sevk etti…

Birkaç yıl süren bu inziva ve cezbe halinin normal bir seyre dönüşmesi ile tekrar irşad ve eğitim çalışmalarına başladı… Şehrinde sekiz yıl sürecek eğitim ve irşad faaliyetleri ile binlerce öğrenci yetiştirdi…

Sultan-ül ulema Bahauddin Veled’in bu topraklarda vekili oldu.

Mürşidi, Sultan-ül ulema Bahauddin Veled ise yolculuğa devam ediyor, son durak konusunda bir işaret bekliyordu…

Bağdat’tan ayrılan üstad HACC ibadeti için kutsal topraklara ulaştı… Hac ibadetini yerine getirdikten sonra Medine-i Münevvere’ye gelip, hasreti ile yandığı peygamber sav. efendimize misafir oldu…

Uzun süre devam eden bu misafirlik, manevi bir işaret üzere, ayrılık vaktinin geldiği anlaşıldı ve gözyaşları içinde Medine’ye vedâ edildi…

ŞAM’a ulaştığında, bu şehirde kalması yönünde ısrarlı teklife rağmen son durak olarak, Bilad-ı Rum’a yerleşmek niyeti olduğu belirtilip yola devam edildi… Anadolu içlerinde LARENDE beldesine (Karaman) gelindiğinde, yerleşmeye karar verildi…

Karaman Beyi Emir Mûsa, Üstad’a gerekli saygı ve hürmet göstererek kendisine medrese yaptırdı… Sultan’ül ulema bu medresede irşad faaliyetlerine başladı.

Yıllar süren LARENDE ikametinin ardından, Selçuklu Sultan’ı Alâaddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya göç etti ve bu günkü Mevlana müzesinin bulunduğu semti, yerleşime elverişli, yeşillik ve bahçelik olduğu için sevdiğini sultana iletti… Bu alanı sultan kendisine hediye etti…

Ömrünün son dönemlerini Konya’da irşad faaliyetleri içinde geçiren Sultan’ül Ulema, 23 Şubat 1231 yılında Cuma günü vefat etti…

Aynı gün TİRMİZ’de ders verirken;”…Yazık… Yazık… Şeyhim bu geçici âlemden gerçek âleme göçtü…” diyerek, şeyhinin vefat anının kendisine keşfen bildirilmesi sebebiyle Seyyid Burhaneddîn’e “sırdan” sıfatı verilmesinde bu olay etkili oldu…

Seyyid Burhaneddîn velî, şeyhinin vefatı nedeniyle hüzün dolu yalnızlık âleminde gezinirken bir gece rüyasında mürşidi Bahâeddin Veled’i görür;

“…Benim Celaleddîn’imi yalnız bırakmışsın… O’nu korumak konusunda haksızlık ediyorsun…” hitabını işitmesi ve görevinin ne olduğunun bildirilmesi ile hiç vakit geçirmeden birkaç sadık dostunu yanına alarak doğduğu şehir TİRMİZ’den Anadolu’ya hicret etme niyeti ile yola koyuldu…

Seyyid Burhaneddin veli 1230 yılında 57 yaşlarında Mevlâna Celaleddîn’i bulmak için Selçuklu başkenti Konya’ya doğru yolculuğa başlamıştır.

Bazı kaynaklara göre önce Kayseri’ye uğrayıp, bir süre şehrin yöneticisi Sahip ISFEHANî tarafından misafir edilmiş, bir yıllık müsaferet sonrası Konya’ya ulaşmıştır. Tirmiz ve Konya arası hicret ve ikamet tam iki yılını almıştır.

Konya’ya ulaşıp Sincari medresesine yerleşen Seyyid Burhaneddin, Mevlana’nın Larende de olduğunu öğrenmiştir… Kendisine, Moğol istilası nedeniyle LARENDE’de kalmasının riskli olduğunu belirten ve Konya’ya hicret edilmesinin uygun olacağını beyan eden bir mektup gönderir…

Mektup kendisine ulaştığında, Seyyid Burhaneddin velî’nin Konya’ya gelişine çok sevinen Mevlâna, hemen davete icabet ederek Konya’ya gelir. Buluşup geçmiş günleri yâd ederler…

Seyyid Burhaneddin-i velî, Konya’ya niçin geldiğini anladı… O, şeyhi Sultan’ül ulema Bahauddin Veled’in biricik oğlu Celaleddîn’in küçüklüğünden beri öğretmeni iken şimdi mürşidi olacaktı…

Tam yirmi yıl sonra buluştuğu Celaleddîn, artık yaş olarak olgunluk çağına gelmiştir… Babasının vefatında yirmi dört yaşındadır…

Çevresinde ahlaki meziyetleri ve ilmi ile örnek gösterilen GEVHER HATUN’la evlenmiş, Sultan Veled ve Alâaddin isimlerinde iki çocuk sahibi olmuştur…

Seyyid Burhaneddin velî; TİRMİZ’den ayrılış hikâyesini şeyhi ve üstadı Sultan’ül Ulema’nın rüyasında kendisine vermiş olduğu görev emrini alıp bu işaret üzere yola çıktığını, kendisine üstad’lık yapacağını,  Celaleddin’e bildirdi…

Celaleddîn bu göreve hazır olduğunu belirtince Celaleddin ilmi ve tasavvufi seviyesini test için kısa bir imtihandan geçirdi… Mevlâna sınavdan başarı ile çıkınca, Şam diyarında kendisi için yapılan şu tesbit hatırlandı…

Baba, Bahauddîn’i Veled, Hacc farizasını ifa edip Anadolu’ya müteveccihen yola çıktıklarında, Şam’a uğramışlardı… Devrin ileri gelen ilim ve irfan ehli ile tanışıyorlardı. Keşfi açık zatlardan biri Baba ve oğlu bir arada ilerlerken görünce şu takdir duygularını izhar edivermişti.“…Subhanallah… Ne hikmettir ki bir derya, bir ırmağın peşine düşmüş gidiyor…” Bu keramet ile gençlik döneminde bile gelecek zamanların Mevlâna’sının çapı keşfedilmişti…

Mevlâna Celaleddîn Rumî; Seyyid Burhaneddîn velî’ye öğrenci ve mürîd oldu… Şeyhinin kendisinden istediği Kübreviyye tarikatının evrad ve ezkarına uyarak tesbihat’a başladı…

Bundan sonraki dönem içinde; MEVLÂNA’yı asırların etkilediği bir marka değeri yapan; Doğumu itibarı ile TİRMİZ’li, ancak ölümü ve şehir sevgisi ile Kayserili olan Seyyid Burhaneddîn velî’ye aittir.

Babası vefat ettiğinde yirmi dört yaşında olan Mevlâna, babasının vekili olarak bir yıl kadar vaaz – irşad ve fetva vazifelerini mükemmelen yerine getirdi… Ancak Seyyid Burhanedîn velî’ye mürid olunca bu vazifelerini terk etti… (m. 1232)

Seyyid Burhaneddîn velî, delikanlı Celaleddîn’in bilgi birikiminde seçkin bir konumda olduğunu görmüş, iç âleminin ise işlenmeyi bekleyen bir cevher olduğunu keşfetmişti…

Mevlâna medresede ders veren bir öğretim görevlisi olduğu halde Seyyid Burhaneddîn velî’nin müridi olmayı kabul etmesi TEVAZU konusunda örnek teşkil edecek bir davranıştır.

Yavaş yavaş iç âleme yöneliş başlamış, irfanî tecrübeler elde edilmiş, zahiri ilimlerde mükemmel olan Mevlana Celaleddîn, Seyyid Burhaneddîn velî’nin eğitimi ile manevî ve bâtınî ilimler konusunda da büyük mesafeler kat etmiştir.

Gerçekleri iyi araştırıp kavradığı için “Muhakkık ” insanların iç âlemi, gönül dünyalarını rahatça gördüğü sırları haber verdiği için ”Seyyid-i sırdan” yani sırların efendisi sıfatını almış olan, Seyyid Burhaneddîn Muhakkık-ı Sırdan-ı Tirmizî manevi gelişim için sadece Mevlâna’ya has tekil mürşid olmuştur…

Mevlâna’nın Seyyid Burhaneddîn velî ile olan talebeliği dokuz yıl sürdü… Bu dönem içinde insanoğlunun beşeri zaaf ve ruhi hastalıklarından, benlik gibi manevi eksikliklerden arındı…

Bu dokuz yıllık süre içinde Seyyid Burhaneddîn velî; Mevlâna’nın babasından ne almışa tüm birikimlerini oğluna aktarmış oldu. Birinci dersleri, baba Bahauddin veled’in MAARİF isimli eserini sürekli okutmaktı…

Öğretmen öğrenci ilişkisi sona erdiğinde, sevgili öğrencisini İslam dünyası ile iletişim kurmak ve yeni yüzler tanımak gayesi ile Halep ve Şam’a gönderdi…

Seyyid Burhaneddîn velî ise sevdiği şehir Kayseri’ye döndü… Bir kaç defa Konya’ya gitmiş orada uzun süreler kalmış olmasına rağmen seyyid, Kayseri’ye yerleşmeyi tercih etmiştir.

Kayseri’de onu himaye eden bir ev sahibi olduğu muhakkaktır. Nitekim Kösedağ Meydan muharebesinde yenik düşen Selçuklu Devleti, Kayseri hâkimiyetini Moğollar’a bırakmıştı…

Moğollar’ı temsil eden Kayseri veziri Isfahanlı Sahip Şemseddin, Seyyid Burhaneddîn velî’nin hâmisi olmuştur. Kayseri’ye yerleşme niyetinin bu tür bir siyasi bir himayeden kaynaklandığı söylenebilir…

Seyyid Burhaneddîn velî Kayseri’ye geldiği dönemde, Şems-i Tebrizî’nin de kısa süre bile olsa Kayseri’de olduğu rivayet edilmektedir. Ancak Şems-i Tebrizî- Mevlâna buluşması Seyyid Burhaneddîn velî’nin muhtemelen vefatından sonra gerçekleşecektir…

Kendi adına yaptıran bir çeşme kitabesinde Şemsi Tebriz-î ibaresi, rivayet olarak geçmektedir… İki gönül dostu bir süre Kayseri’de beraber olmuş veya Seyyid Burhaneddin Konya da iken, Şemsi Tebrizî Kayseri’de bulunmuş olabilir…

Âhi Evran’ın üstadı Kirmanî’ninde bu dönem Kayseri’de bulunması ihtimal dâhilindedir… Kirmanî 1234 yılında şehrimizden ayrılmış Bağdat’a yerleşmiş orada vefat etmiştir.

Mevlâna’nın dört veya yedi yıl süren Halep ve Şam eğitim gezisinde O’nu Kayseri’de bekledi… Bu dönem zarfında Seyyid Burhaneddin veli, HUNAT medresesinde irşad faaliyetlerine devam etti.

Yıllar akıp gitti… Nihayet Mevlâna; Kayseri’ye, şeyhinin yanına döndü… İki dost hasret giderdikten sonra Seyyid Burhaneddin, Mevlâna’ya hitaben;

“Allah’a hamd olsun ki bütün zahiri ilimlerde Babandan kat be kat ilerdesin… Ancak ledün ilminin İncilerini bulabilmek için biraz daha çalışmanı istiyorum. Arzum benim nezaretimde HALVET’e girmendir. “ dedi.

Talep kabul olunca, Seyyid Burhaneddin velî, muhtemelen Hunat medresesinde Mevlâna için bir oda hazırladı… İhtiyaç miktarı su ve ekmekten başka bir şey olmayan oda da artık Mevlâna, yaratanı ile baş başaydı…

Kırk gün sonra Seyyid Burhaneddîn velî, kapıyı açtı… Mevlâna’yı tam bir huzur içinde gördü… Müthiş bir manevi ilerleme gören Seyyid, temel ihtiyaçlarını verdikten sonra tekrar kapıyı kapattı ve ikinci halvet yani kırk günlük, Allah ile baş başa olma hali başlamış oldu…

İkinci halvet bitmiş ve Seyyid Burhaneddîn velî kapıyı açtığında, Mevlâna üzerindeki manevi oluşumun uç noktalara geldiğini görmüş ancak tekrar kapıyı kapatarak üçüncü halvet dönemine girdi…

Yüz yirmi günlük, yalnızca Allah ile olma hali tamamlandığında, Mevlâna şeyhini gülerek karşıladı…

Seyyid Burhaneddîn veli, Mevlâna’nın gözlerinin içine baktığında ilahi bir denize dönmüş bir sonsuzluk gördü ve şükranlarını Yaratan Rabbine arz etti…

Mevlâna’ya hitaben:

“ Akli, nakli, kesbi ve keşfi ilimlerde eşi ve benzeri olmayan bir insan oldun… Bu halinle manevi sırları bilme- hakikat ehlinin sîretlerini çözme- gizli sırları keşfetme gibi özellikler kazandın… Tüm velilerin parmakla göstereceği bir kişi oldun…”

“Şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm şeyhler senin gibi bir sultanın huzuruna nasıl ulaşacağını ve senin bu vuslat makamına nasıl eriştiğini öğrenmek için hayret ve şaşkınlık içinde gelip geçtiler.”

Allah’a hamd olsun ki zayıf ve güçsüz bir kul olarak hocan senin bu halini görmüştür…

BİSMİLLAH… Diyerek yürü… İnsanların ruhunu taze bir hayata, hesapsız bir rahmete gark et… Böylece kendi mana ve aşkınla dirilt  “ dedi.

Bu konuşma bir anlamda DİPLOMA töreni idi… artık şeyhinden icazet alan Mevlâna, şeyhi Seyyid Burhaneddîn velî ile birlikte Konya’ya hareket etti.

Mevlâna Konya’ya ulaşır ulaşmaz irşad görevine başladı… Şeriat ilimlerinin öğretilmesi ile meşgul olarak vaaz ve nasihat ile zikir kapılarını açtı.

Mevlâna bu dönemi şöyle özetler.”Ömrümün özeti üç şeyden fazla değildir. Ham idim… Piştim… Yandım…”

Seyyid Burhaneddîn velî, müridlerinin not tuttuğu vaaz ve irşad sahifelerinden oluşan eserinde, Mevlâna’ya hitaben tüm Müslümanlara şu önemli öğütleri verir:

“Nefsine düşman ol… Çünkü o, bana düşmanlık edişte ayak diriyor… Kim nefsini kötü arzularından alıkoymuş ise onun mekânı cennettir…”

“Allah ve Resulüne itaat edin… Suçu terk etmek itaatin tâ kendisidir. “

“Tertemiz bir ağaç gibi Din ağacı’da terbiye ile kuvvetlenir…”

Babasının vefatından sonra, Seyyid Burhaneddîn velî gözetiminde geçen dokuz yıllık eğitim veya pişme dönemi, Mevlâna’nın sufî- şair -muhakkık şahsiyetinin oluşmasında fevkalade etkili olduğu önemli bir aşamadır…

Bu dokuz yıllık eğitim döneminde Mürşidi- Hocası Seyyid Burhaneddîn veli, onu yetiştirmiş, pişirmiş ve olgun bir kıvama getirmiştir.

Seyyid Burhaneddîn velî, bir süre Konya’da kalıp yetiştirdiği öğrencisinin, eğitim ve irşad faaliyetlerini gördükten sonra gönül rahatlığı ile çok sevdiği Kayseri’ye dönmeye karar verir.

Mevlâna’nın üstadının ayrılmasına gönül rızası olmadığını hal yolu ile arz ettiğinde şu cevabı alır:

“Konya’da güçlü bir Aslan peyda oldu. Aynı mekânda iki Aslan olmaz. “ ifadesi ile artık Mevlâna’nın irşad makamında olduğunu, keşfi açık üstadının niçin böyle bir cevap verdiğini sonraki günlerde anlayacaktır…

Artık Mevlâna Seyyid Burhaneddîn veli’nin maddi ve manevi irşadı içinde olgunlaşmış baştan aşağı nûr olmuştu…

Mesnevî’de, bu olgunluk çağına değinilerek şöyle denilmektedir:

“Piş olda bozulmaktan kurtul… Yürü! Burhan-ı Mukakkık gibi nûr ol… Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhân olursun, Kul olup yok oldun mu, Sultan kesilirsin “

Tesbiti ile artık hamlığın olgunluğa eriştiğini dile getiriyordu…

Mevlâna Celaleddîn-i Rumî, Kübreviyye tarikatının; babasından ve hocası Seyyid Burhaneddîn velî’den öğrendiği prensiplerini geliştirmiş, aynı zamanda İmam Gazâli’nin şeriat çizgisinde kaleme aldığı tasavvufî eserlerinden feyz almıştır. Üç üstadın düşüncelerini ve görüşlerini geliştirerek Kübreviyye metodu artık Mevleviyye olarak sonraki asırlara ulaşacaktır…

Seyyid Burhaneddîn velî, artık yaşlandığının ve ömrünün son baharında olduğunun bilincindedir… Mevlâna’ya icazet verdiğinde kendisinin yetmiş beş yaşında, öğrencisi ise hayatının tam olgunluk çağındadır. Bu yüzden son günlerini, Darül Fetih diye isimlendirilen KAYSERİ’de geçirmeyi arzu edecektir…

Seyyid Burhaneddîn velî; Konya’ya gitmeden önce zaman zaman Ali Dağı’na çıkar, yalnızlığın verdiği hüzünle Zikir ve oruçla ibadetine Ali dağı’nda devam ederdi… Eski dost ve hatıralar nedeniyle üstad, sevdiği şehir Kayseri’ye döndü.

Kayseri halkı Burhaneddîn velî’nin dönüşüne çok sevinmiş ve büyük velî’yi bağırlarına basmıştır…

Artık HUNAT medresesi Seyyid için son mekânlardan birisidir… Burada tekrar müderrisliğe ve yakınlardaki mükremin mahallesi HAKIRDAKLI camiinde imamlık görevini yerine getirmeye başlar…

Bazı zamanlar “namazda cezbe hali ”oluştuğunda, uzun süre ayakta kalmasına rağmen cemaat bu manevi halin uzamasından şikayet etmez ve severek cemaat’e devam ederlerdi…

Öğrencilerine icazet, cemaate imamet derken, bir gün, Seyyid Burhaneddîn velî, son günlerini hatta son saatlerini yaşadığını keşfeder… Bu hal onun kerameti olarak kaydedilir…

Yardımcısından gusül abdesti almak için su ısıtmasını ister… Köşesine çekilir ve ”… İnşallah beni sabredicilerden bulursun…” (saffat, 102) ayet-i kerimesini tekrar ederek Kelime-i Tevhîd eşliğinde ruhunu teslim eder…

Kayseri valisi Sahip Şemseddin Isfehanî, dostunun vefat haberini alır almaz koşarak Üstad’a varır ve gerekli techiz ve tekfin işlerini bizzat denetleyerek, fakirlere sadaka dağıtarak, hatimler okutarak, Seyyid Burhaneddîn Veli’ye layık bir şekilde cenaze töreni düzenler.

Seyyid Burhaneddîn velî’nin Konya dönüşü Kayseri’de tam beş yıl kaldığı ve ne zaman vefat ettiği konusunda görüş ayrılıkları vardır… Kesin vefat tarihi belli değildir.

Bir görüşe göre 1243 yılında Kayseri’ye gelmiş ve belirttiğimiz gibi Sultan Alaâddîn’in eşi Mahperi Hatun tarafından yaptırılan Hunat Hatun Medresesi’nde öğretim görevlisi olarak ders vermeye başlamıştır.

Mevlâna Celaleddîn Rumî, şeyhini ziyaret için Kayseri’ye geldiğinde bir vakfiye de ismi, Seyyid Burhaneddîn velî ile beraber şahit olarak belirtilmekte ve tarih 1246 senesini gösterdiği rivayet edilir…

Ölüm 1240 tarihi olarak başlayarak 1251 tarihine kadar muhtelif kaynaklarda zikredilmektedir.

Üstad’ın ölüm tarihi çoğu kaynakta sürekli değişik gösterilmiş bir ittifak hâsıl olmamıştır. Akademik kaynaklar, ölüm tarihini 1240 veya 41 olarak zikretmektedir. O zaman üstad Moğol istilasından önce vefat etmiş bulunmaktadır…

Bazı kaynaklar ölüm tarihini 1250 li yıllara kadar uzattığında ise, Seyyid Burhaneddin velî nin Moğol istilası sırasında Konya da olduğu, tehlike nedeniyle, Mevlana’nın, şeyhini Kayseri ye göndermek istemediği kıssası gerçeklik kazanmış olmaktadır…

Ağır yenilgi sonrası üstadın Kayseri’ye dönme ve yaraları sarma niyeti yüksek ihtimal dâhilindedir…

Kayseri de Âhiyan ve Bâciyan-ı Rum’un Moğollar konusundaki görüşleri ile Seyyid Burhaneddin velî ve Mevlana’nın görüşleri tamamen ters yönlerdedir…

Moğollar’ın Kayseri’den sonraki en büyük hedefleri başkent Konya idi ancak Seyyid Burhaneddin velî ve Mevlana gibi, musibetle daha önce tanışmış olanların barış ve teslim görüşü ağır basarak, şehir direniş olmadan teslim edildi… Bu nedenle Konya harâb olmadan tarihi miras, günümüze taşınabilmiştir…

Moğol hâkimiyeti ise Anadolu da bir asır devam etti. Bu zaman içerisinde Müslüman olan işgal güçleri asimile olarak hayatiyetlerini devam ettirmişlerdir…

Bu zikredilen tarihleri göz önüne alırsak, Seyyid Burhaneddin veli, ortalama 78 veya 82 yaşına kadar hareketli ve bereketli bir ömür içinde tarihte seçkin bir şahsiyet olarak yer aldığını belirtebiliriz.

Seyyid Burhaneddîn veli’nin vefatından hemen sonra Kayseri Valisi Sahip Şemseddin, Mevlâna’ya bir mektup göndererek şeyhinin vefatını bildirir.

Mevlâna mektubu alır almaz Kayseri’ye gelir…

Vali Şemseddin İsfehanî Mevlâna’yı Kayseri’de mükemmelen ağırlar, misafir eder… Konya’ya dönme vakti geldiğinde merhum Seyyid Burhaneddîn velî’nin şahsî eşyalarını, eserlerini Mevlâna’ya verir.

Mevlâna üstadından kalan bu hatıraları alarak Konya’ya döner…

Bu tevarüs nedeniyle belirttiğimiz gibi zaman içerisinde Kûbrevî tarikatı, Mevleviliğe dönüşmüş ve MEVLEVİ zikir silsilesi Seyyid Burhaneddîn velî ile başlamıştır. Menakibûl Arifîn de, silsile şu şekilde sıralanmaktadır: (sonda başa doğru)

Seyyid Burhaneddîn-i Muhakkık-ı Tirmizî— Bahaaddin Veled — Abdullah Sarahsi– Hatîb Belhî- Ahmed Gazzâlî— Ebu Bekir Nessac— Muhammed Zeccâc – Şiblî – Cüneyd-i Bağdadî– Seriyyi Sekatî– Maruf-ı Kerhî- -Davud-ı Taî– Habîbi Acemî – Hasan-ı Basrî- Hz. Alî- (r.a)— Hz. Muhammed (S.A.V)

Tarikat silsilesinde Necmeddin Kûbrâ’nın isminin bulunmamasına rağmen, kaynaklar Bahaeddin Veled’in Halifesi olduğunu kaydetmektedir.

Ayrıca Necmeddîn Kûbrâ’nın on iki büyük müridi ve kendisinden sonraki halifeleri arasında Bahaddin Veled zikredilmektedir. Bir başka tarikat silsilesi ise şöyledir:

  1. Hâtem-ül enbiyâ Hz.Muhammed Mustafâ sav
  2. Esedullah el-gâlib Ali bin Ebî Tâlib r.a.
  3. Seyyid-üş şühedâ Hüseyin bin Ali r.a.
  4. Seyyid-üs şürefâ İmam Zeynel Abidin a.
  5. Seyyid-ül Fudalâ Muhammed Bâkır a.
  6. Seyyid-ül ürafâ Câfer-i Sâdık a.
  7. İmam-ı âlim-i âmil Mûsâ Kazım a.
  8. İmam-ı safâ Ali Rızâ r.a.
  9. Hz.Mâruf-ı Kerhî (k.s)
  10. Serri Sakatî (k.s.)
  11. Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.)
  12. Hz. Ebû Ali Rudbârî (k.s.)
  13. Hz. Ebû Ali Kâtib (k.s.)
  14. Hz. Ebû Osman Mağribî (k.s.)
  15. Hz. Ebu’l Kâsım Gürgânî (k.s.)
  16. Hz. Ebû Bekir en Nessâc (k.s.)
  17. Hz. Ahmed Gazâlî (k.s.)
  18. Hz.Şeyh Ziyâüddîn Ebu’n Necîb Sühreverdî (k.s.)
  19. Hz. Şeyh İsmâil Kasrî (k.s.)
  20. Hz.Pîr-i tarikat-i Kübreviyye Necmeddîn-i Kübrâ
  21. Hz. Mevlânâ Bahâeddîn Veled (k.s.)
  22. Hz. Seyyid Burhâneddîn Muhakkık et-Tirmizî
  23. Hz. Mevlânâ Şemseddin-i Tebrizî (k.s.)
  24. Hz. Pir-i tarikat-i Mevleviyye Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanan ve orijinal nüshası mahfuz olan bir başka tarikat-i Mevleviyye silsilesi şu şekildedir:

“ Hidayet veren Allah’a uyanlara selam olsun.

Allah’ın yüzünü iyiliklerle bezediği, müminlerin emiri Hazret-i Ali Efendimiz, Peygamber Efendimiz’den rivayetle buyurdular ki; Bir insanın herkesten ve her şeyden gizli, sadece kendi başına Allah’ı zikretmesi çok büyük bir şeydir.’ Çünkü Resul-i Ekrem Efendimiz, Hazret-i Ali’nin; kıyamet ne zaman kopacak Ya Rasulallah sorusuna, ‘Yeryüzünde kelime-i tevhidi zikredenler oldukça kıyamet kopmayacaktır.’ diyerek cevap buyurmuşlardır.

İşte, Hazret-i Ali Efendimiz’in, böylece Peygamber Efendimiz   s.a.v’den   aldığı   bu   (tevhid sancağı) kelime-i tevhid, O’ndan, Hasan-ı Basri’ye, O’ndan Habib-i Acemi’ye, O’ndan, Davud-ı Tai’ye, O’ndan, Ma’ruf-ı Kerhi’ye, O’ndan, Sırr-i Sakati’ye, O’ndan, Cüneyd-i Bağdadi’ye, O’ndan, Şibli’ye, O’ndan, Muhammed Zeccac’a, O’ndan, Muhammed Nessac’a, O’ndan, Ebubekir Nessac’a, O’ndan, Ahmet Gazali’ye, O’ndan, Ahmet Hâtibi’ye, O’ndan, Şems’ül Eimme Serahsi’ye, O’ndan, Sultan’ul Ulema Bahaüddin Veled’e, O’ndan, Seyyid Sırdan Burhaneddin Muhakkık Et- Tirmizi’ye, O’ndan, Mevlânâ Celaleddin’e, O’ndan, Hakk’ın ve dinin güneşi Muhammed Şemseddin Tebrizi’ye, O’ndan, Sultanoğlu Sultan Sultan Veled’e, O’ndan, oğlu Ulu Arif Çelebi’ye, O’ndan, Şemseddin Abid Çelebi’ye, O’ndan, Emir Vacid Çelebi’ye, O’ndan, Emir Adil Çelebi’ye, O’ndan, Arif Çelebi’ye, O’ndan, Abid Çelebi’ye, O’ndan, Cemaleddin Çelebi’ye telkin edilip anlatılmış, aktarılmıştır.

881.Hicri yılın (Gurre-i Muharrem) Muharrem Ayı’nın ilk gününün gecesinde yazılmıştır.

Not: Bu Hilafet icazetnamesi, Hicri 881, M. 1517 yılında Konya Postnişini Cemaleddin Çelebi oğlu Muhammed Çelebi’nin Ahi Ali oğlu Muhammed Çelebi’ye verdiği icazetnemedir. Aslı şimdi sayın Sami Tokgöz’de bulunmakta olup, onun izniyle burada bazı bölümleri neşredilmiştir. Kendisine teşekkür ederiz.”

Örneklerini verdiğimiz tüm mevlevî silsilerinde üstâd’ımız Seyyid Burhaneddin-i velî, kurucu silsilenin içerisinde seçkin bir yere sahip olduğu görülmektedir…

Mevlâna Celaleddîn-i Rumî, Üstad’ının vefatından dolayı yalnız kalmamış, Seyyid Burhaneddîn velî’nin ikinci seçkin müridi, Konyalı kuyumcu Selahaddin Feridûn’a (zerkup) daha sıkı bir şekilde bağlanmış ve en yakın dostlarından saymıştır.

Şeyh Selahaddin, Mevlâna’nın üstadı Seyyid Burhaneddîn veli’den feyz aldığı günlerde Üstad’ın kerametlerinden birine şahit olmuştu…

Seyyid Burhaneddîn velî ve Mevlâna’nın birlikte olduğu bir huzur anında Seyyid Burhaneddîn velî’nin manevi birikimlerinin Mevlâna’ya bir NUR gibi aktığını görmüş, bu hâl Selahaddin Feridûn’u çarpmıştı…

O günde sonra da Şeyh Selahaddin’de Mevlâna sevgisi ayrı bir anlam kazanmıştır…

Seyyid Burhaneddîn velî’nin bu iki seçkin öğrencisi için şöyle dediği rivayet edilir:

“Bana şeyhim Sultan’ül ulema’dan iki büyük güzellik nasip oldu… Bunlardan biri KÂL (söz) güzelliği diğeri de HÂL güzelliğidir.(manevî zenginlik)

KÂL güzelliği ( güzel söz söyleme yeteneği) Mevlâna Celaleddin’e verdim, çünkü onun HÂL ‘i fazladır ve HÂL güzelliğine ihtiyaç yoktur.

HÂL’imi ise Selahaddin’e bağışladım. Onunda KÂL’a ihtiyacı yoktur. “

Mevlâna bu taksimatı emir kabul etmiş ve Selahaddin Feridun’u arkadaşlarına başkan, kendisine vekil tayin etmiştir. Bu düzene uyma Mevlâna’nın HOCASINA karşı göstermiş olduğu saygının ötesinde, emre itaat ve çizgiden sapmamaya delildir.

Ayrıca Şeyh Selahaddin’ın kızını, büyük oğlu ve aynı zamanda kendisinden sonra temsilcisi ve manevi mirasçısı olan Sultan Veled ile evlendirmiştir. Bu evlilikten Sultan Veled’in üç çocuğu olmuştur.

Mevlâna- Şems-i Tebrizî yakınlığı Seyyid Burhaneddîn’in vefatından sonra gerçekleşmiştir.

Seyyid Burhaneddîn velî yaşamında olduğu gibi vaaz ve ders notlarının kitaplaştığı eserinde; İslam’ın emir ve yasaklarına harfiyen uyma zorunluluğunu belirterek şöyle devam etmiştir:

“Allah’ın salât ve selamı O’na olsun… Muhammed’in ayağının toprağıyım ben… O’da benim cânımın sevgilisidir.“ (maarif )

“Dünyada itibar edilecek söz, ya Kur’an ya da Hadîs’tir.” (maarif)

“Benim canım var oldukça Kur’an’ın kölesiyim. Muhammed Mustafa’nın (S.A.V) ayağının tozuyum.” ifadesi üstad’ın ölçülerini ortaya koymaktadır.

Seyyid Burhaneddîn velî, yaşamı boyunca nefis terbiyesine önem vermiş, İnsan-ı Kâmil olabilmenin yegâne şartı olarak nefsin isteklerine karşı gelmek olduğunu belirtmiştir.

Yaşamı nefis terbiyesi ve oruç arasında geçen ve ifade ettiklerini yaşayarak çevresine örnek olan büyük velî, insanoğlunu, aşırılık ve günaha meyleden içgüdüsüne dikkat çekerek (nefsi emmâre) bu isteklere esir olunmaması ve boyun eğilmemesini tembihlemiştir.

Bütün tehlike ve afetlerin tek kaynağı; NEFS’e hâkim olmamaktır. Nefs’e hâkim olunmadıkça insanoğlunun dünya ve âhiret mutluluğuna ulaşması mümkün değildir.

Kur’an-ı Kerim “Kim Rabbinin makamından korkup nefsini, heva ve hevesinden alıkoyduysa işte muhakkak cennet onun varacağı yerin ta kendisidir. “ (Naziat 41–42) Ayet-i kerimesiyle kurala uyanlar müjdelenmiştir.

Bu ayet-i kerime ışığında üstad; “Nefsin istek ve arzularına aykırı davranmayı, bu uğurda Cenab-ı Hak’ın yardımına sığınmayı tavsiye eder, şöyle der: Nefsi Emmareye (içgüdüsel günah işleme dürtüsü ) aykırı davrandın mı, Yüce Allah seninle barışır… Fakat nefsin ile barışır isen Rabbin ile savaşa girmiş olursun. “ tespitinde bulunmaktadır. (age. Shf, 80) Bir başka sohbetinde;

“Cehennem yolu o kadar hoş, o kadar gönül çekici olmasaydı, binlerce günahkâr kendisini, ebedi cennetten mahrum etmezdi…” tesbitini şu hadis-i şerifle kuvvetlendirmektedir: “… Cennet hoşlanılmayan şeylerle çevrilmiştir.” (Suyutî, C.Sağîr 1/145) Bu hadisi şöyle izah eder:

“Dünyadan şehvetle elde ettiğin yasaklanmış her haz ve lezzet, bil ki cehennem tavanıdır.” (age. 75)

MA’ARİF: Ma’arif veya makalât isimleri şeyhlerin müridlerine yapmış oldukları özel sohbetlerin derlenmesinden veya bir müridin not almasından sonra oluşmuş eserlerdir.

Mevlâna’nın babası Sultan’ül Ulema’nın müridlerine vermiş olduğu ders notlarından ma’arif ismi ile üç ciltlik bir eser meydan gelmiştir.

Aynı şekilde Seyyid Burhaneddîn Velî’nin tasavvuf ve ahlak içeren konulardaki sohbetlerinin not edilmesi ile oluşan kitaba da Ma’arif ismi verilmiştir.

Bazı menakıp kitaplarda Seyyid Burhaneddîn velî’ye atfedilen ancak dini kurallar çerçevesinde olaylar incelendiğinde Üstad ile bağdaşmayan bazı menakıplar maalesef tarih olarak aktarılmaktadır.

Bunlardan en önemlisi Moğollar’ın Kayseri’’yi tarumar edip, taş üstüne taş bırakmadığı savaşın insani boyutlarını aşan safhasında Seyyid Burhaneddîn velî, dergâhında oturmaktaymış, dergâha gelen Moğol askerlerini azarlamış daha sonra Moğol askeri Üstad’ın üzerine altın saçmış vs.

Büyük mürşidi, Necmeddin-i Kübra, Moğollar’a karşı savaşarak şehid düşerken, Seyyid Burhaneddîn velî’nin ümmet kırılırken tek başına tekkede oturması her bakımdan şeriata aykırıdır.

Ayrıca tarihi kronoloji, incelendiğinde değişik varsayımlardan söz etmek gerekmektedir. Örneğin, Moğol istilasında Seyyid Burhaneddîn veli’nin Konya’da olduğunu veya Moğol valisi sahip İsfehani ile olan dostluğun savaştan sonra oluştuğu rivayet edilmektedir. Bir başka görüş ise;

Moğollarını neler yapabileceği konusunda, hayatlarını feda ederek acı bir tecrübe birikimine sahip olan Seyyid Burhaneddin ve Orta Asya kökenli Maveraünnehir âlimleri, Moğol belasından en az zararla nasıl çıkılır hesabı yapmaktaydılar…

Ahiler’in bu tür bir acı tecrübe ile karşılaşmamaları onları Cihad ruhunun verdiği cesaretle, sulh’a değil savaş’a itiyordu… Ayrıca Türkmen olan Ahiler ile sonradan Anadolu’ya yerleşmiş Kırgız ve Tacik’ler arasında, rekabet ve uyumsuzluk gibi bazı menfi farklılıkların olduğunu belirtmek gerekmektedir… Kendilerini yerli nüfus olarak görüp Milliyetçilik içgüdüsü Ahi’lerde ağır basmıştır

Maveraünnehir ve Horasan muhacirleri, akranlarını veya büyüklerini feda edip acı bir tecrübeye sahip oldukları için Moğolları en iyi bilenler olarak çözümler geliştiriyorlardı.

Ahiler ve diğer yerli halkın, Moğollara isyan tutumu içine girmemesini tavsiye eden, muhtemelen bilek gücü ile yenmenin teknik zorluklarını yaşayarak gören bu insanlar, Moğollarla antlaşmanın veya savaşsız teslim olmayı öngörmeleri asla ihanet olarak düşünülmemelidir…

Muhtemelen bir keşif veya ilham türü bir tahmin, Moğolların yıllar içinde İslam’la müşerref olup, kavimler mozayii içinde eriyeceklerini de keşfetmiş olabilirler…

Bu ikilem daha sonraki dönemlere de yansımış, Moğol hâkimiyeti veya Beylikler arasında tercih yapma durumunda olan Mevlevilerin bu konu için verdikleri cevabı tarihçi Prof. Dr. Osman Turan şöyle naklediyor:

“Selçuklu ve İlhanlı Devlet nizamına bağlı kalan Mevleviler, daima devrin iktidarına itaatkâr davranmış ve bu sebeple, Türkmenler ve Karahanlılara karşı bu konuda aleyhtar olmuşlardır. Karamanoğulları bu konuda ulu Arif Çelebi ye sitemde bulunduklarında, şu cevabı alırlar:

“ Biz derviş olduğumuzdan, Allah’ın iradesini ve devleti kime verdiğine bakar, onun yanında yer alırız… Nitekim bu gün de Allah; Devleti Selçuklulardan alıp, Cengiz Hanlılara ısmarladı…” Cevabını vermiştir.

Bir başka hatalı menkıbe, kendisi ile eğlenen veya küçük gören bir genci beddua ile ağzını felçli konuma getirmesidir… Velâyet mertebesine erişmiş hiçbir kimsenin, şahsı için, nefsi için böyle bir istekte bulunması, en azından bulunduğu makama aykırıdır. …

Mevlâna’nın Seyyid Burhaneddîn veli’yi At’tan düşürmesi, akabinde kırılan ayak parmaklarını hemencecik iyileştirmesi gibi hikâyenin tasavvuf adabı ile uyuşması problem olduğu için bu tür hikâyelere çalışmamızda yer vermedik.

Üstad kendi eserinde Keramet izharının en büyük musibet olduğunu beyan etmektedir.

Genel olarak menakıp kitapları, belli bir çevrenin veya üstadın hayatını bizlere aktarırken abartıya kaçmış olabilir… Gerek evliya yaşamlarını gerekse bir şahsiyetin yaşam öyküsünü tek elden dinlerken ölçü mutlaka DÎNÎ kurallar olacaktır.

Dini kurallara uymayan HİKÂYELERİ, ya müellifin aşırı sevgisi nedeniyle üstadını yüceltme gayretine veya bir sonraki dönem yazılan menakıp kitaplarında ise çevre ve müntesiplerin efsanevi katkıları, gerçekmiş gibi aktarmasına yormak gerekmektedir…

MA’ARİF – SEYYİD BURHANEDDİN VELİ