SEYYİD BURHANEDDİN MUHAKKIK-I TİRMİZÎ’NİN MEVLANA’NIN EĞİTİMİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ – Nurullah Cebeci
SEYYİD BURHANEDDİN MUHAKKIK-I TİRMİZÎ’NİN
MEVLANA’NIN EĞİTİMİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Prof.Dr.Nurullah Cebeci
İnsan, öğretim ve eğitimle yetişir ve gelişir. Dolayısıyla her büyük insanının arkasında, onun gelişmesi ve yetişmesinde önemli bir yeri olan bir eğitim ve öğretim süreci vardır. Eğitim ve öğretim kendiliğinden olmayacağına göre, her eğitim ve öğretimin arkasında da, mürebbiler ve muallimler, bir de bu mürebbî ve muallimlerin sahib olduğu din ve kültür, bir diğer ifade ile, değerler sistemi var. Yani genelde insanı insanlar yetiştirir. “Genelde” dedim, çünkü Hz.Peygamber(a.s.)’in bir hadis-i şerifinde “Beni Rabbim terbiye etti, dolayısıyla terbiyemi (eğitimiıni) çok güzel yaptı.”1 diyerek işaret ettiği gibi, istisnaî şekilde terbiye edilenler dışında, insan, yine insan eliyle terbiye edilir. Terbiye edenler ne kadar bilgili, maharetli ve gayretli olurlarsa, terbiye edilenler de, o derecede güzel terbiye edilirler, gelişirler, yetişirler.
Şüphesiz Mevlana Celaleddîn Rumî, Anadolu’nun yetiştirdiği en önemli ve büyük şahsiyetlerden biridir. Elbette onun bu büyüklüğünün arkasında onu yetiştiren din, kültür, ortam ve insanlar var. Mevlana’nın yetişmesinde babası Bahaeddîn Veled’in, Seyyid Burhaneddin’in, Kemaleddin b. Adîm’in ve Şems-i Tebrîzî’nin önemli yeri bulunmaktadır.
Bunlar içinde belki de en önemli yeri işgal eden ve Mevlana’yı Mevlana yapan katkı, doğumu itibarıyla Tirmiz’li, ölümü ve sevgisi itibarıyla Kayseri’li olan Seyyid Burhaneddîn hazretlerine aittir. “Gerçeğe ulaşan velilerin baş tacı, ariflerin zübdesi, nasûtî sırların tercemanı, lahûtî remizlerin ışığı ve aydınlatıcısı, meczubların övüncü, kılı kırk yaran arif’2 diye anlatılan, İlim, muhabbet ve ilahî cezbe timsali olan Seyyid Burhaneddîn’in, büyükler büyüğü Mevlana’nın hayatında gerçekten büyük bir yeri bulunmaktadır3.
Alim ve fazıl bir babanın çocuğu olan Mevlana, ilk terbiye ve bilgilerini, Sultanu’l Ulema, yani alimlerin sultanı lakabı ile meşhur olmuş babasından aldı. Dolayısıyla daha sonraki gelişmelerine esas olacak bu ilk tahsil ve terbiye, çok büyük yükleri çekebilecek sağlam bir temel olarak atıldı.
Babası vefat ettiği zaman yirmi dört yaşında olan Mevlana, babasının makamına oturup, onun yapmakta olduğu, vaaz, irşad ve fetva vazifelerini dirayetli bir şekilde yürütebilecek seviyede idi ve babasının müridlerinin ısrarı ile, bir yıl bu işi yaptı4.
Bahaeddîn Veled’in has müridlerinden olup, onun Belh’den Anadolu’ya hicreti esnasında, memleketi Tirmiz’de olduğu için beraber gelememiş olan Seyyid Burhaneddîn, şeyhinin peşinden Konya’ya gelip, şeyhinin öldüğünü öğrenince, lalası ve atabeği olduğu Mevlana’ya sahib çıkıp, o zamana kadar daha ziyade zahir ulümunu, yani şer’î ve edebî ilimleri layıkıyla öğrenmiş olan genç Celaleddîn’in manevî terbiyesini üzerine aldı5. Rivayetlere göre, bu üstlenme, Bahaeddin Veled’in, oğlunun terbiyesini, rüyada veya direkt olarak Seyyid Burhaneddin’e havale etmesi sonucu olmuştur6.
Mevlana daha çocuk iken de onun lalası olan Seyyid Burhaneddîn, Konya’ya ulaştığında, Karaman’da bulunan Mevlana’ya haber göndererek, onu Konya’ya çağırdı. Babasının ölümü ile garipleşen Mevlana çok sevgili lalası ve atabekine adeta koşarak geldi. Seyyid Burhaneddîn, her akıllı eğitimci gibi, eğitmeye başlamazdan önce talebesinin seviyesini anlamak istedi ve onu çeşitli ilimlerde imtihan ederek, kâl ilimlerinde, yani zahirî ilimlerde yüksek buldu7. Ona takdirlerini bildirdikten sonra, “Dinin yakîn ilimlerinin hepsinde babandan yüz mertebe ileri geçmişsin. Lakin baban hem kâl, yani söz ilimlerinde kemalde idi, hem de hâl ilmine gerçekten vakıftı. İstiyorum ki artık sen de hâl ilmine sofîlik yoluyla başlayasın, şeyhimden bana erişen o manayı, sen benden elde edesin. Böylelikle hem zahiren, hem batınen babanın varisi ve tıpkısı olasın.”8 diyerek, Bahaeddin Veled’in manevi mirasını, gerçek sahibine verme arzusunu açıklar. O bu mirası, Mesnevîhan Mahmud Dede’nin bildirdiğine göre, Belh’de on iki yıl Sultanu’l-Ulema Bahaeddîn Veled’den aldığı manevî eğitim sonucu elde etmişti9.
Seyyid Burhaneddin, delikanlı Celaleddîn’in bilgide eşi olmadığını görmüş, batınında işlenmemiş, işlenmeyi bekleyen madenler olduğunu keşfetmişti10. Mevlana, Seyyid Burhaneddin’in teklifini kabul ederek, onun eğitim dairesine girdi. Riyazet vasıtasıyla, nefsi île savaşa koyuldu. Varlığın darlığından; gamın ve tasanın kaynağı olan paslardan kurtulmak, sevinç madeni, hoşluk cihanı olan gösterişsiz fezalardan, kendi can kuşunun kolunu kanadını açabilmek, ebedî diriliğe kavuşmak için kendini, gassal elindeki ölü gibi ona teslim etti11. Medresede ders veren bir müderris olduğu halde, Seyyid’in bir talebesi olmayı kabul etti12. Böylece büyük bir tevazu gösterdi. Zaten insanları olgunlaştıran ve ilimde ilerlemeyi sağlayan da bu tevazu değil midir.
Mevlana, böylece Seyyid-i Sırdan’ın irşadıyla yavaş yavaş, iç alemine yönelmekte ve irfanî tecrübelere dalmaktaydı. Zahirî ilimlerde mükemmel bir hale gelen Mevlana, manevî-batınî ilimleri de kavramaya başladı13. Gerçekleri iyice araştırıp kavradığı için “Muhakkik”14; insanların gönül dünyalarını rahatça gördüğü ve sırları haber verdiği için “Seyyid-i Sırdan”, yani sırların efendisi lakabını almış15 olan Burhaneddin Muhakkik, bu özelliği ile onun gönül dünyasının manevî terbiyesi için biçilmiş kaftan idi.
Mevlana’nın Seyyid’e hizmeti, yani talebeliği dokuz yıl sürdü. Bu sebebten h.638/m.1241 senesine kadar Mevlana’nın çalışmaları Burhaneddîn ile olmuştu. O kamil arifin kılavuzluğu ile baştan ayağa nura gark oldu. İç ve dış hallerinin feyizleri neticesinde, can sıkıntısının ve eksikliğin meydana getirdiği benlik bozuluşlarından kurtuldu. Hüdaventlik, efendilik mertebesine, yani kemale erişmek için seyr-ü sülûke devam etti16. Tahminen h.629-630/m.1231-1232 tarihinde Konya’ya gelmiş olan Seyyid Burhan, h.640/m.1242’ye kadar Mevlana ile birlikte bulunmuş17 ve bu dokuz sene boyunca bildiği, bulduğu ve tanıdığı bütün irfanları ona aktarmış, babasından aldıklarını oğluna vermiştir18.
Seyyid Burhaneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, Mevlana’yı bir taraftan manevî-batınî ilimler sahasında yetiştirirken, bir taraftan da bu yetişme ve gelişme için temel ve gerek olan zahirî ilmler konusunda bazı eksiklerini gidermek için, onu, o günün en önemli ilim merkezlerinden olan Haleb ve Şam’a gönderdi19. Özellikle Haleb’teki Kemaleddin b. Adîm’in Mevlana’nın bu dönemdeki öğretiminde önemli yeri bulunmaktadır20.
Güzide talebesini Şam ve Haleb’e yollarken, kendisi de, sevdiği Kayseri’ye geldi ve dört veya yedi yıl süren bu dönemde, onu Kayseri’de bekledi21. Rivayete göre aradaki bu medrese eğitim takviyesinden sonra Seyyid Burhan, onu Kayseri’de karşıladı. Seyyid Burhaneddîn’in yakın dostu ve Kayseri emîri(valisi) Sahib Şemseddin Isfehanî Mevlana’yı sarayına götürmek istedi. Fakat Seyyid Burhaneddîn, “Ulu Mevlana Bahaeddîn Veled’in adeti, medreseye inmekti.” diyerek buna müsade etmedi. Mevlana ile baş başa kalınca, “Allah’a hamd ve minnet olsun ki, bütün zahirî ilimlerde babandan yüz kat ilerdesin, fakat ledün ilminin incilerini de açıklaman için, manevî ilimlerde de çalışmanı istiyorum. Benim arzum, senin, benim önümde bir halvet çıkarmandır.” dedi. Mevlana bunu kabul edince, Seyyid, “Yedi gün halvet et.” buyurdu. Mevlana, “Yedi gün az olur, kırk gün bari olsun.” dedi. Seyyid Burhaneddîn, bir hücre(oda) hazırlayıp, onu bu hücrede, halvete koydu ve kapısını kerpiçle örüp, kapattı. Derler ki, hücrede bir ibrik su ile, birkaç parça ekmekten başka bir şey yoktu. Kırk gün sonra Seyyid hücrenin kapısını açıp, içeri girince, Mevlana’yı, düşünce köşesinde tam bir huzur içinde, başını hayret yakası içine sokmuş, manevi alemlerin düşüncelerine dalmış, mekansızlık aleminin şaşılacak şeylerini müşahede ile meşgul ve “Nefislerinde de ibretler vardır, fakat bunu görmezler.” ayetinin sırrına ulaşmış bir vaziyette gördü. Bu durum karşısında hemen dışarı çıkıp, hücre kapısını tekrar onun üzerine ördü. Böylece ikinci çille, yani kırk günlük halvet başlamış oldu. İkinci çille sonunda, kapıyı acıp, Mevlana’yı namazda ve niyazda, tamamen manevî bir dünyada bulan Seyyid, tekrar dışarı çıkıp, kapıyı kapattı ve üçüncü çilleyi başlattı. Üçüncü çille bitiminde gürültülü bir şekilde kapıyı yıktığında Mevlana onu gülerek karşıladı. Artık Mevlana’nın gözleri mestlikten dalgalanan ilahî bir denize dönmüştü. Bu durum karşısında Cenab-ı Allah’a şükür secdelerine kapanan Seyyid, Mevlana’yı kucaklayıp, yüzünü-gözünü öptükten sonra, “Aklî, naklî, kesbî ve keşfî ilimlerde eşi ve benzeri bulunmayan bir insan oldun. Bu halinle, manevî sırları bilmede, hakikat ehlinin siretlerini çözmede, gizli sırları keşifte velilerin parmakla gösterecekleri bir kişi oldun. Gerçekten şimdiye kadar gelmiş-geçmiş bütün şeyhler ve muhakkikler, senin gibi bir padişahın huzuruna nasıl ulaşacağını ve senin vuslata nasıl eriştiğini öğrenmek için hayret ve şaşkınlık içinde gelip geçtiler. Dünya ve ahirette Allah’a hamd olsun ki, zayıf ve güçsüz bu kul, bu ebedi saadet ve devlete erişip, senin bu halini görmüştür. “Bismillah” diyerek yürü ve insanların ruhunu taze bir hayata, hesapsız bir rahmete boğ. Böylece aleminîn ölümünü, kendi mana ve aşkınla dirili. ” dedi. Bunun üzerine Mevlana Celaleddin, Seyyid Burhaneddin ile birlikte, Kayseri’den Konya’ya hareket etti. Şeriat ilimlerinin öğretilmesi ile meşgul olarak vaaz, nasihat ve zikir kapılarım açtı22.
Ali Rıza Karabulut’un da işaret ettiği gibi23, Seyyid Burhaneddin’in Ma’arifindeki şu ifade, onun, şeyhe tam teslimiyeti gerekli görmekle birlikte, yukarıda anlatılan şekilde bir çille metoduna karşı olduğunu göstermektedir: “Bilgisiz olmak başkadır, kendini bilgisiz bilmek başka. Fakat şeyhin önünde mutlaka ölmek gerek. Acaba bu adamlar ne ararlarda boyuna, “Bir himmet et.” der dururlar. Ama birine de himmet ettik, işe giriştik mi de kaçar, gider;başka bir şeyle oyalanır. Birisinin bir hayal görmesi ve adam olması, yahut da kendisine adam denmesi için kırk gün bir evde kapanması mı gerek? Ama Hz.Muhammed(a.s.)’in dini ile bunun ne ilglsl var. O elle, Allah’nın evveline evvel olmayış eteğine sarılmak gerek ki pislikten kurtulsun; yahut da kendisine bakmalı, sonradan olduğunu, yokluktan yaratıldığını görmeli; fanî olduğunu gören, evveline evvel olmayış sıfatlarını da görür, sonradan oluş fikrini atar, evveline evvel olmayışa varır, ulaşır. Bundan sonra da yol başlar, yolculuk başlar… Halkın övündüğü şu bilgilerle, şu düşüncelerle, şu halvetlere girişlerle halk, O’ndan daha da uzaklaşır.”24
Fakat yukarıda naklettiğimiz menkıbeler de, onun Mevlana’yı üç kere çilleye soktuğunu göstermektedir. Tabii ki bu noktada esas olan, menkıbeler değil eserlerdir. Ama Mevlana’yı manen yetiştirmek için ve onun faniliğini görüp, ezeli ve ebedî Allah’ın varlığı karşısında hiçliğini anlaması için bir takım eğitimlerden geçirdiği de şüphe götürmez bir gerçektir. Çünkü Mevlana, “ömrümün hulasası, üç sözden fazla değildir. Ham idim, piştim, yandım.” 25 derken, ömrünün pişme ve olgunlaşma dönemi olarak, işte bu anlattığımız dönemi kasetmiş26 ve bu dönemde, ateş üstündeki tencere gibi ızdırap duyup, sayesinde olgunluğa erdiği bir eğitimden geçtiğini bildirmiştir.
Seyyid Burhaneddîn’in Ma’arifindeki şu ifadeler direkt Mevlana’ya söylenmekte ve nefsin nasıl terbiye edileceğini anlatmaktadır: “Yüce Allah seni babanın derecesine eriştirsin. Hiç kimsenin derecesi ondan üstün değildir. Böyle olmasaydı, Allah seni o dereceden de ileriye ulaştırsın diye dua ederdim. Fakat en son derece odur, ondan ileriye de yol yoktur….şimdi nefs-i emmarenin muradına ermeyişleriyle, nefs-i mutmainneyi terbiyeye koş. ‘Nefsine düşman ol; çünkü o bana düşmanlık edişte ayak diremektedir.”, “Kim nefsini , kötü arzularından alıkoymuş ise, onun makamı cennettir. “(Naziat, 40-41). “Allah’a ve Resulüne itaat edin.”(AI-i imran, 40). Suçu terk etmek, itaatin ta kendisidir…Sende bir cevher varsa, senden gizlidir o cevher. Nefs-i emmare , o cevheri senden çalmadan sen, şimdicek, şehvetleri azar azar ondan çal. Değil mi ki yeni işe başlamışsın, azar azar çalabilirsin. Bütün gece uyanık kalamazsın. Bu, mücevher ve incin varsa böyledir. Ama mücevherin ve incin yoksa ne diye uyursun? Madem ki böyle bir mücevher, böyle bir inci elde etmek istiyorsun, bunu elde etmek isteyen kişiye uyku nasıl helal olur? “Tertemiz bir ağaç”(İbrahim, 24) gibi, din ağacı, terbiye ile kuvvetlenir. Şimdi daha tazedir, küçüktür, henüz kuvvetlenmemiştir. Kuvvetlenince kimse kökünden çıkaramaz onu. Ama şimdi kim gelse, kökünden çeker çıkarır onu. Din ağacının kökünün, Allah tapısına dayanması gerek. O vakit iki taraflı olur o ağaç: bir yönü Hakka (Allah’a) doğru, bir yönü de halka doğrudur. Kim bu ağacın dalına yapışırsa o dal onu Allah’ın tapısına ulaştırır…27 işte bunlar, Mevlana’yı Mevlana yapan terbiye sisteminin dayanaklarıdır. Binaenaleyh Seyyid, onu belki çille ve halvete sokmamıştır, ama nefse çileli gelecek bir eğitime daldırmıştır.
Babasının vefatından sonra Seyyid Burhaneddîn nezaretinde geçen bu dokuz senelik pişme dönemi, Mevlana’nın sofiyane ve şairane şahsiyetinin teşekkül etmesinde önemli ve temel amillerden biridir28. Bu dönemde Seyyid-i Sırdan, gerçekten onu yetiştirmiş, pişirmiş ve olgun hale getirmişti29. Mevlana tasavvuf yolunda geçirdiği bu tecrübelerden ve katettiği bu merhalelerden sonra, Seyyid Burhaneddin’den halkı uyarmaya ve kılavuzluğa icazet aldı30.
Seyyid Burhaneddîn, bir müddet Mevlana île birlikte Konya’da kalıp, yetiştirdiği bu eşsiz talebesinin faaliyetlerini gördükten ve artık yapacak bir şey kalmadığını müşahede ettikten sonra, çok sevdiği Kayseri’ye, Ali Dağındaki yakarışlarına döndü31, vazifesini yapmış olmanın verdiği rahatlıkla, ilahi vuslatı beklemeye başladı.
Celaleddin Rumi gerek babasından, gerek Seyyid Burhan’dan tamamıyla zahidane ve muttakıyane telakkiler almıştı. Bu yüzden bir taraftan tedris ile, diğer taraftan Gazalî’nin şeriata uygun olarak yazmış olduğu tasavvuf esaslarıyla meşgul oluyordu32. Böylece o, babasının ve onun halifesi Burhaneddin Muhakkik’in meşreblerini benimsemişti33.
Bundan sonra Şems-i Tebrîzî’nin dostluğu çerçevesinde yine birtakım manevî tecrübeler yaşamış, derin düşünce okyanuslarına dalmış ve insanların anlamakta zorlandığı hallere girip çıkmıştır. Fakat görebildiğim kadarı ile neticede yine babasından ve özellikle Seyyid Burhaneddin’den aldığı tasavvufî eğitimin, onun için çizdiği mutedil çizgiye gelmiş, onda karar kılmıştır.
Bu neticeye ulaşmamızı sağlayan bazı ipuçları bulunmaktadır. Her şeyden önce, gerek Seyyid Burhaneddîn’i, gerek güzide talebesi Mevlana’yı değerlendirirken ve aralarındaki etkileşimi ortaya koymaya çalışırken, menkıbelerinden çok, eserlerine bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü menkıbelerde, şahısların etrafı efsanevi hadiselerle çevrilerek, onları olduğu gibi görmemiz adeta imkansız hale getirilmektedir. Ama bu. “Menkıbeler tamamen atılmalı, onlara hiç bakılmamalı.” demek değildir. Çünkü birçok bilgimizin kaynağı da onlardır. Demek istediğimiz şudur ki, önemli değerlendirmelerde, menkıbelere dayanırken, dikkatli olmalıyız.
Hem Mevlana’nın hem de Seyyid Burhan’ın menkıbelerini bulabileceğimiz Menakıbu’l-Arifîn, yani Ariflerin Menkıbeleri, konumuzla ilgili olan en önemli menkıbe kitaplarından biridir. Ahmed Eflakî’ye ait olan bu eser, Mevlana’nın ölümünden seksen yedi yıl sonra, daha önce yazılmış eserlerden, kimi Mevlana’ya ulaşmış kimi ulaşmamış kişilerin şifahî rivayetlerinden istifade ile yazılmıştır 34. Eseri Türkçe’ye tercüme eden Prof. Dr. Tahsin Yazıcı anlatılan menkibelerdeki mübalağalara işaret etmekte ve yazarın içinde bulunduğu cemiyetin tesiri altında kalarak, yaptığı bazı tarihi yanlışlara dikkat çekmekte ve bu hususta birçok örnekler vermektedir35. Bu kitabta mesela Mevlana ile ilgili olarak anlatılan bazı hadiseler, bizzat Mevlana’nın “Fîhi Ma fîh”indeki açıklamalarına ters düşmektedir36. Yine bazı konularda birbirine çok aykırı, arası bulunup uyuşturulamaz ve ıslah edilemez rivayetler bulunmaktadır37. Konumuzla ilgili bir misal verecek olursak, hemen şunu hatırlayabiliriz: Eserin bir yerinde Seyyid Burhaneddin’in Mevlana hakkında, “Kâl’imi Mevlana Celaleddin’e verdim. Çünkü onun “hâlleri çoktur, buna muhtaç değildir.”38 derken, bir başka yerde, “Din ve yakîn ilminde babanı hayli geçmişsin. Fakat babanın hem “kâl” ilmi tamamdı, hem de o, “hâl” ilmini tamamıyla biliyordu. Bugünden sonra senin “hâl” ilmine sülûk etmeni istiyorum… Onu yine benden al ki bütün hallerde zahir ve batın bakımından babanın varisi ve aynısı olasın.”39 demektedir.
Binaenaleyh bu gibi eserlerde, Seyyid Burhan ve Mevlana gibi büyük zatlar, harikulade hadiselerle çevrili, efsanevi bir şahsiyet gibi sunulduğu için, menkıbeler arasında onların gerçek halini yakalamak oldukça zor görünmektedir. Böylesi menakıb kitapları, mürit saflığı içinde yazıldıkları için, yaşadıkları zamanın meseleleri ve durumları hakkında bugün bizlere fazla bir şey söylemiyorlar40. Bu konuda Ali Nihat Tarlan da, “Mevlana’nın hayatı hakkında ilk yazılan eserler, bugünkü ilmî metodla tahlîl edilirse, hayli sakat yerlere, birbirini nakzeden veya tarihe uymayan rivayetlere, bilhassa büyük bir vecd ve imanla yazıldığına göre, bugünkü dünya görüşümüze aykırı gelen hadiselere rastlanır. Büyük şahsiyetlerin etrafında harikuladeliklerle dolu efsaneler yaratılmıştır.”41 diyerek, menkıbelere bakıp, büyükleri gerçek veçhesiyle değerlendirmenin ve anlamanın zorluğuna işaret etmiştir. İşte bundan dolayı, Ahmed Kabaklı, hayalî bir konuşmada Mevlana’ya bu menkıbeler hakkında şöyle söyletir: “Hepsi tahmin, hayal, yakıştırma. Herkes Mevlana’yı kendisine göre anlamış. Benim gerçeğimi istersen, Mesnevî’m, Divan’ım ile diğer eserlerime bak.”42
Biz de bundan dolayı Seyyid Burhan ile Mevlana’yı birlikte ele alıp, Seyyid’in onun üzerindeki tesirini anlamaya çalışırken, her ikisinin de eserlerine bakmayı tercih ediyoruz. Çünkü Mevlana üzerinde çok mesaî sarfetmiş olan Abdulbaki Gölpınarlı da, “Mesnevî’yi, yine Mesnevi ve Mevlana’nın eserleri şerheder. Bu da Mevlana’nın bütün eserlerinin okunmasıyla mümkündür. Hatta Sultanu’l-Ulema Bahaeddin Veled’in, Seyyid Burhaneddin’in, bilhassa Şems’in, hatta hatta Senaî’nin, Attar’ın eserlerini de okumak gerekir.”43 derken, bir insanın eserini anlamada, ona katkısı bulunan herkesin eserlerine bakmanın gerekliliğine işaret etmektedir ve bunda da haklıdır. Bu noktada en son eseri44 olması hasebiyle Mevlana’nın Mesnevî’si ve Seyyid Burhan’ın eserleri bize yol gösterecektir. Binaenaleyh Seyyid Burhan’ın Mevlana üzerindeki tesirini, her ikisinin de eserlerine bakarak ele almanın doğru olacağı kanaatındayım.
Bediüzzaman Füruzanfer, Seyyid Burhan’ın eserleri hakkında şu açıklamayı yapar. “O’nun eserlerinden maksad, onun telifleri ve tasnifleri değil, belki notları, cüzleri ve küçük kitapçıklarıdır. Çünkü ondan, “Burhan-ı Muhakkık’ın Ma’arifi” diye adlandırılan bir mecmuadan başka yadigarı kalmamıştır. Ma’arif, onun sözlerinin toplanmasından ibarettir. O kitabta, ibadet sırları, ayetlerin, hadislerin tevili, “fakr”ın denizleri, sülûkun incelikleri yazılmış olup, uslub ve tabir tarzı bakımından kelimat-ı kassareye, yani kısa kısa sözlere benzeyen birçok bahisler vardır. Onda uzun uzadıya cümleler az bulunur… Fikirler kısa ve özlü cümelerle izah edilmiştir. Her paragraf bir konu ihtiva eder…Onun ayetlerden, hadislerden, mutasavvıfların eser ve sözlerinden istifade ettiği ve zaman zaman Senaî, Nizamî ve Hakanî’nin şiirlerinden beyitler aldığı görülür.”45
Sohbetlerinin ve tavsiyelerinin, talebeleri tarafından yazılmasıyla meydana gelmiş olan bu eserde Seyyid Burhaneddîn, İslam’ın temel prensiplerine bağlı, samimî bir müslüman ve halis bir gönül adamıdır. Zaman zaman teşbihli, mecazlı, kinayeli, zaman zaman da açık, net ve zahirî ifadelerle, ibadetlerin öneminden, haset-kibir gibi kötü ahlaktan sakınıp, güzel ahlaka sahib olmaktan, Allah aşkından, Hz.Peygamber sevgisinden, Kur’an’a ve hadise bağlılıktan, insanın kendisini bir hiç sayıp, Gerçek varlığın Cenab-ı Allah’a ait oluşundan, bir diğer ifade ile, islam inancına ters düşmeyen mutedil bir vahdet-i vücud görüşünden, insanın şeref ve öneminden ve marifetullahtan bahseder.
Biri, Üsküdar Selim Ağa Kütüphanesi, diğeri Konya Müzesi’nde olmak üzere iki nüshası bulunan46 bu Ma’arif’in iki yerinde, Mevlana’nın babası Bahaeddîn Veled’den hürmetle, “Şeyhim, Hüdavendim..” şeklinde bahsedilip, hiçbir velinin onun rütbe ve makamına çıkamadığının söylenmesi, bu kitabın Seyyid Burhaneddîn’e ait olduğunu gösteren en önemli hususlardandır47.
Seyyid Burhan’ın Ma’arifindeki özellikleri, Mesnevî’de de görebiliriz. Mesela Mevlana da, Seyyid Burhan gibi, Mesnevi’sinde Senaî’den, bazan açıkça belirterek, bazan belirtmeden bir çok şey nakletmekte ve Mesnevi’de onun fikirlerinin önemli bir tesiri görülmektedir48. Fî hi Ma fîh’deki şu satırlar, hem Seyyid Burhan’ın hem de Mevlana’nın kendisinin, Senaî’yi takdir edişini ve onun her ikisi üzerindeki tesirini göstermek açısından önemlidir: “Hazret-i Pîre, yani Mevlana’ya, dediler ki : ‘Seyyid Burhaneddîn pek güzel konuşuyor ama söz arasında Senâî’nin şiirlerini çok tekrarlıyor.” Hazret-1 Pîr cevaben buyurdular ki: Onların söylediği şuna benzer: Güneş iyidir, amma nur verir, bu ayıbı var. Senâî’nin şiirini misal vermek o sözü göstermektir. Her şeyi güneş gösterir ve herşey güneşin Işığında görünür. Güneşin nurundan maksat bir şeyler göstermesidir. Bu güneş, işe yaramayan bir şeyler gösteriyor. işe yarayan bir şeyler gösteren güneş, hakikaten güneş olur. Bu güneş, o hakikat güneşinin fer’i ve mecazıdır. Siz de, akl-ı cüzi nisbetinde, bu gönül güneşinden bilgi alınnız. Çünkü size mahsusattan başka bir şey görünürse bilginiz artar. Her üstaddan ve dosttan bir şey almaya, öğrenmeye çalışınız, o halde anlamış olduk ki bu surî güneşten başka, bir güneş daha vardır. Bununla gerçekler ve manalar keşf olunur. Senin bu sığındığın ve memnun olduğun cüzi bilgi, o büyük bilginin fer’i(dalı) ve ışığıdır…Bu ışık seni o büyük bilgiye ve esas olan güneşe doğru çağırır.29
Seyyid Burhaneddîn vefat ettikten kırk gün sonra Sahib Şemseddîn Mevlana’ya bir mektup göndererek, onu şeyhinin ölümünden haberdar etti. Mevlana seçkin arkadaşları ile gelip, bir müddet onun matemini tuttu. Sahib Şemseddîn, Seyyid’in bütün kitaplarını ve cüzlerini ona verdi. Mevlana, bunların birkaçını Sahib Şemseddin’e hediyye edip diğerlerini aldı, Konya’ya döndü50. Buradan şunu çıkarabiliriz: Seyyid’in beğendiği, beslendiği ve talebesine sık sık bahsettiği kitaplar, böylece Mevlana’ya geçerek artık onun beslendiği kaynaklar olmuştur.
Mevlana’nın, Fahreddin-i Divdest adlı bir müridine Meşhur sofi müfessir Sülemî’nin Hakaik’ından bir nüsha yazdırıp, karşılığından büyük bir hediye vermesi, onun bu tefsire düşkünlüğünü ve bu düşkünlüğün muhtemelen Seyyid Burhan’dan kaynaklandığını gösterir. Çünkü Seyyid bu tefsirden sık sık bahsetmektedir ve kendisi de bir tefsir niteliğinde olan51 Ma’arifi’nin sonundaki Feth ve Muhammed Surelerinin tefsiri, hemen hemen Sülemi’ninkinin özetidir52. Sülemî’nin Kur’an’a, sünnete ve dinin temel prensiplerine bağlı53, aşırı bir vahdet-i vücüd ve hulûl fikrinden uzak oluşu54, gerek Seyyid Burhan’da, gerek Mevlana’da aynı özelliklerin bulunuşu ile paralellik arzetmektedir ki bu, onların aynı kaynaklardan beslendiğini gösterebilir. Bu durumda bu kaynakları Mevlana’ya gösteren ve öğreten, hocası Seyyid Burhan olmuş olur.
Bütün bunlardan, Mevlana’nın Seyyid Burhaneddin’e karşı ileri bir saygısı ve itibarı olduğunu görüyoruz. Bu yüzden o, hocasının takdir ettiklerini o da takdir etmiş, hocasının iktibas ettiği zatlardan o da iktibas etmiş. O, hocasını, gerçekleri gösteren bir güneş kabul etmektedir. Bu kabul, onun üzerinde Seyyid’in ne kadar tesirli olduğunun da bir göstergesidir.
Mevlana, Mesnevî’sinde, “Piş, ol da bozulmaktan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkik gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu, tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin. Bunu apaçık görmek istersen, Salahaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı. Allah nuruna sahib olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir. Şeyh, Allah gibi aletsiz işler görür. Müritlere sözsüz dersler verir. Gönül onun elinde mum gibi yumuşaktır. Mührü gönle gah ayıp, gah şeref damgasını basar.”55 derken de üstadı Seyyid Burhan hakkındaki kanaatlarını en güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Bu aynı zamanda, Seyyid’in, onun üzerindeki derin tesirim de gösteriyor.
Bu tesir sebebiyle o, eserlerinde zaman zaman Seyyid Burhan ile ilgili sözleri ve hatıraları nakleder56. Bazan da isminden bahsetmeden Seyyid’in Ma’arifi’nde bulunan bazı pasajları Mesnevî’sinde şiirleştirir57. Bunlar da Seyyid’in, onun üzerindeki tesirini gösterir. Fîh-i Ma Fih’deki şu pasaj da onun şeyhi Seyyid Burhan’a karşı beslediği takdirlerinii gösterir:
“Şeyhu’l-İslam Tirmizi: “Seyyid Burhaneddîn (k.s.) hakikatle ilgili sözleri pek güzel anlatıyor. Bu da şeyhlerin kitaplarını, yazılarını ve eserlerini okumasından ileri geliyor.” derdi. Birisi bunun üzerine, “Sen de okuduğun halde, niçin onun gibi sözler söylemiyorsun?” diye sorunca, o, “Onun bir aşkı, bir derdi, bir bilgisi ve ameli var.” cevabım verdi.”’36 Seyyid Burhaneddîn de, “Benim onun üzerinde hakkım vardır, ama onun benim üzerimdeki hakkı binlerce misli fazladır.”59 diyerek, bu iki büyük insanın karşılıklı olarak birbirini yetiştirdiğini anlatıyordu.
Seyyid Burhaneddin’in vefatından sonra, Şems-i Tebrîzî’nin dostluğu ve sohbeti ile çok değişik dünyalara gittiği, cezbe hali içinde kendinden geçtiği anlaşılan Mevlana, Şems’in ölümünden sonra, tabiri caizse yeniden kendine gelmiş, Seyyid Burhan’ın kendisi için çizdiği mutedil çizgiye dönmüştür. Bu dönemde Şems’den esintiler varsa da, esas renk Seyyid’e aitti görünmektedir. Şems’den sonra o, “Konya’ya dönerek, irşad, eğitim ve terbiye binasını yeni temeller üzerine kurdu. Her ne kadar camilerde vaaz etmek, medresede öğretim yapmak gibi resmi vazifeleri terk etmiş ise de yine, bütün gönül sıcaklığı ile eksik olanların noksanlarım tamamlamaya, dervişliğe intisab edenleri uyarmaya koyuldu…Böylece o, hakaik ile dolmuş bir gönül, lütuf zenginliği ile dolu bir vücud ile memleketine geri döndü…h.647/m.1249-1250 yılından, ölüm senesi olan h.672/m.1273 yılına kadar tam 23 yıl marifetullah’ın yayılması için uğraştı…Şeyhlerin usulü olan el tutma, el verme ve dervişleri uyarma gibi işlerde, daima kendisinin en seçme arkadaşlarından birini görevlendirdi.”60 Mevlana’nın Şems-i Tebrîzî’den sonra kendisine yakın dost tuttuğu, müridleri için şeyhlik ve önderlik ile görevlendirdiği ilk kişi, Seyyid Burhan’ın müridlerinden, Zerkop, yani Kuyumcu Selahaddîn Feridun idi61.
Şeyh Selahaddîn’in Mevlana’ya sevgisi, Seyyid Burhan’a bağlı olduğu dönemde, Seyyid Burhan’ın manevi hallerinin Mevlana’da bir nur gibi tecellî ettiğini gördüğü zaman başlamıştı62. Seyyid Burhanedin’in bu ikisi hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bana şeyhim Suftanu’l-Ulema (Bahaeddîn Veled)den iki büyük şey nasib olmuştur, biri kâl(söz) güzelliği, diğeri hâl güzelliği. Kâl güzelllğini Mevlana Celaleddîn’e verdim, çünkü onun halleri çoktur, buna ihtiyacı yoktur. Halimi de Şeyh Selahaddîn hazretlerine bağışladım. Çünkü onun hiç söz söyleme özelliği yoktur”63
Mevlana’nın işte bu Selahaddîn’i arkadaşlarına başkan, kendine halife, meclislerinin enîsi ve halvetinin nedîmi seçmesi onun, ömrünün en verimli çağında ve en son ve en önemli eseri yazdığı dönemde, Seyyid Burhaneddin’in gösterdiği çizgide gittiğini gösterebilir. Seyyid Burhan’ın Ma’arifi ile Mevlana’nın son eseri Mesnevi’nin, itidal çizgisindeki benzerlikleri de bu fikri desteklemektedir.
Seyyid Burhaneddin’in, “Allah’ın salat-u selamı ona olsun, Muhammed’in ayağının toprağıyım ben. O da benim canımın sevgilisidir.”64, ‘Dünyada itibar edilecek söz, ya Kur’an’dır, ya hadis.”65, ”Bütün Kur’an’ı eledim, aktardım, her ayetin ve her kıssanın anlamının özeti olarak şunu buldum: Ey Kul, benden (yani Kur’an’dan) başkasından kesil, yani bırak; başkasından bulacağın ve elde edeceğin herşeyi, halka minnet etmeksizin benden bulursun; ama benden bulacağın ve elde edeceğin şeyi, hiç kimseden elde edemezsin. Ey bana yapışan, sarılan, daha fazla yapış, daha fazla sarıl bana…’66 şeklindeki sözleri ile, Mevlana Celaleddîn’in, ‘Ben, canım var oldukça Kur’an’ın kölesiyim; Ve Muhammed Mustafa’nın ayağının tozuyum.’67 şeklindeki sözü; Seyyid Burhaneddin’in, ”Müslümanlıkta keşişlik yoktur. İnsan halkla ne kadar karışır, uzlaşırsa, o kadar Hakk’a yaklaşır.”68 sözü ile, Mevlana Celaleddîn’in, “O Resul ruhbanlığı nehyetti; A fodul, sen nasıl böyle bir bid’ata meyledersin… Müslümanların arasında bulun. Her an sünnet-i Ahmed’in hükmüne tabi ol.’69 şeklindeki sözü; Seyyid Burhaneddîn’in, “Yüce Hak, alemde bir çok şeyler yaratmıştır, ama insanî ruhdan daha yüce birşey yaratmamıştır. Bu hayvani ruhu, bu aşağılık nefsi ne kadar kahredersen, o ulvî ve nuranî ruh o kadar kuvvetlenir..”70 şeklindeki sözü ile Mevlana Celaleddîn’in, ‘İnsan bir hamur teknesi boyundadır ama, gökyüzünden de üstündür, esirden de üstündür.”71 şeklindeki sözleri, aynı hakikatleri ifade etmekte ve şeyh’in müridini kadar kendine benzettiğini, onda ne kadar derin çizgiler bıraktığım ortaya koymaktadır.
Netice olarak, bu konuda yapılacak daha ciddi ve uzun bir araştırmanın, Mevlana Celaleddîn Rumi’nin yetişmesinde, birçok insanın payı olmakla birlikte, esas payın Seyyid Burhaneddîn’e ait olduğunu ortaya koyacağım zannediyorum.
DİPNOTLAR
1 el- Aclünî, ismail Muhammed, Keşfu’l-Hafa, E-D-B maddesi, Daru ihyai Turasi’l-Arabî, Beyrut, 1351 (hic.)..
2 Gölpınarlı, Abdulbaki, Ma’arif, Seyyid Burhaneddin, sunuş, s.13 (Sipehsalar’dan s.159’dan naklen).
3 Lermioğlu, Ayten, Hz. Mevlana ve Yakınları, s.20, Redhouse Yayınevi, istanbul, 1969..
4 Fürüzanfer, Bediüzzaman, Prof. Dr., Mevlana Celaleddin, s.48, Tercüme: Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk, Devlet Kitapları, Milli Eğitim Basımevi, istanbul, 1986. .
5 Köprülü, Fuat.Prof. Dr., Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, s.186, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1966..
6 Eflaki, Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri (Menakıb-ı Arifin), 1/152, Tercüme: Prof. Dr. Tahsin Yazıcı, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1973..
7 Eflaki, Ahmed, 1/143-144.
8 Eflaki, Ahmed, 1/144.
9 Karabulut, Ali Rıza, Kayseri’de Meşhur Mutasavvıflar, s.8, Kayseri, 1984..
10 Lermioğlu, Ayten, Hz.Mevlana ve Yakınları, s.18.
11 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.52.
12 Kul Sadi, Mevlana’yı Anlamak, s.39, Vahdet Yayınevi, İstanbul, 1984,
13 Kul Sadi, Mevlana’yı Anlamak, s.40.
14 Karabulut, Ali Rıza, Kayseri’de Meşhur Mutasavvıflar, s.7.
15 Eflaki, Ahmed, 1/142.
16 Füruzanfer, Bediüzzaman, s.52.
17 Köprülü, Fuat, Türk Tarihinde ilk Mutasavvıflar, s.187 (dipnotta.)
18 Kul Sadi, s.40.
19 Kul Sadi, s.39.
20 Füruzanfer, Bedizzaman, s.55-58.
21 Karabulut, Ali Rıza, s.12.
22 Karabulut, Ali Rıza, s.12-14. (dipnot 3’e bak)
23 Karabulut, Ali Rıza, s.70 (dipnot, 47).
24 Seyyid Burhaneddm Muhakkık-ı Tirmizî, Ma’arif, s.86-87, Tercüme: Abdulbaki Gölpınarlı, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.
25 Mevlana, Divan-ı Kebir, V/69, Hazırlayan: Abdulbaki Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992..
26 Kul Sadi, s.40.
27 Seyyid Burhaneddm, Ma’arif, s.53-54.
28 Köprülü, Fuat, s. 186.
29 Kul Sadi, s.40.
30 Füruzanfer s.65.
31 Eflaki, Ahmed, 1/145.
32 Köprülü, Fuat, s.187.
33 Gölpınarlı, Abdulbaki, Mesnevi ve Şerhi, 1/113, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1985..
34 Eflaki, Ahmed, 1/105; Gölpınarlı, Abdulbaki, Mevlana Celaleddin, s.32.
35 Yazıcı, Tahsin, Ariflerin Menkıbeleri-l, çevirmenin önsözü, 1/33-70,11/7 vd.
36 Kabaklı, Ahmed, Mevlana, s.11, Toker Yayınları, İstanbul, 1972.
37 Füruzanfer, Bediüzzaman, s.20-21.
38 Eflaki, Ahmed, 11/142.
39 Eflaki, Ahmed, 1/143-144.
40 Tanpmar, Ahmed Hamdi, Prof.Dr., Beş şehir, s.93-94, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1972 .
41 Tarlan, Ali Nihat, Prof.Dr., Mevlana, s.10, Hareket Yayınları, İstanbul, 1974.
42 Kabaklı, Ahmed, Mevlana Yunus Emre Fuzuli ibrahim Hakkı ile Sohbetler-1, s.92, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 1987.
43 Gölpınarlı, Abdulbaki, Mesnevi ve Şerhi, l/38(sunuş).
44 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.212; Gölpınarlı, Abdulbaki, Mecalis-i Seb’a, Mevlana, sunuş, s.3.
45 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.266.
46 Gölpınarlı, Abdulbaki, Ma’arif, Seyyid Burhaneddİn, sunuş, s.23-30; Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.268.
47 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.267.
48 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.146 (dipnot).
49 Mevlana, Fîhi Ma fih, s.316-317, Tercüme: Prof. Dr. Meliha Ülker Anbarcıoğlu, Milli Eğitim Yayınları ve Basımevi, İstanbul, 19120.
50 Eflaki, Ahmed, 1/151.
51 Eteş, Süleyman, Doç.Dr., İşari Tefsir Okulu, s.164, A.O. ilahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1974.
52 Gölpınarlı, Abdulbaki, Ma’arif, Seyyid Burhaneddİn, sunuş, 29, açıklamalar, 183-189.
53 Ateş, Süleyman, Sülemi ve Tasavvufî Tefsiri, s.163-166, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1969. ^A.g.e.216.
55 Mevlana, Mesnevi, ll/100-101(2/1319-1324.beyitler), Tercüme: Veled izbudak, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları ve Basımevi, İstanbul, 1991.
56 Bkz. Mevlana, Fihi Ma fih, s. 27, 333.
57 Mesnevî’nin 1/20. ve 310. beyitleri, 2/2522-2523. beyitleri, 4/2502. beyti, 5/598. ve 2449. beyitleri, Ma’arif’in çeşitli pasajlarından iktibas edilmiştir. (Bkz. Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.267-268; Gölpınarlı, Abdulbaki, Ma’arif, Seyyid Burhaneddİn, sunuş, s.21.22.).
58 Mevlana, Fî hi Ma fih, s.173.
59 Lermioğlu, Ayten, s.18.
60 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s. 125.
61 Eflaki, Ahmed, 11/141; Köprülü, Fuad, s.192.
62 Fürüzanfer, Bediüzzaman, s.126.
63 Eflaki, Ahmed, 11/142.
64 Seyyid Burhaneddİn, Ma’arif, s.56.
65 A.g.e, s.75.
66 A.g.e. s.94.
67 Mevlana, Rubailer-ll, 1311. rubai, Hazırlayan: Şefik Can, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
68 A.g.e.s.88.
69 Mevlana, Mesnevi, Vl/41(479-483.beyitler).
70 A.g.e,s.81.
71 Mevlana, Mesnevi, Vl/13 (138.beyit).
**** Bu tebliğ, 30-31 Mayıs 1996 yılında Kayseri İlahiyat Fakültesinde yapılan “13. ve 14. yüzyıllarda Kayseri’de Bilim ve Din Sempozyumu”nda sunulmuştur. (Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara, 1998, s.31-42)