Seyyid Burhaneddin Hazretleri
Seyyid Burhaneddin Hazretleri
Osman Nuri Küçük
İnsanlık tarihinde iz bırakan her büyük insanın yetişme sürecinde olduğu gibi, bir velînin tekâmülünde de etkili rehber şahsiyetler bulunmaktadır. Kronolojik olarak söylenecek olursa, babasından sonra Hz. Mevlânâ üzerinde etkili olan zât mürşidi Seyyid Burhâneddîn Hazretleri’dir. Seyyid Burhâneddîn hakkında edinilen bilgilerin kaynağı Mevlevî menâkıb kitapları ve Seyyid Burhâneddîn’in sohbet ve sözlerinden derlenmiş olan Maârif adlı eseridir. Bu eserdeki konular Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ’ya mürşidlik yaptığı döneme rastlamaktadır.
Seyyid Burhâneddîn’in tam ismi Seyyid-i sırdân Burhânu’l-Hak ve’d-Din Hüseyin Muhakkık Tirmizî’dir. ‘Seyyid-i sırdân’ lakabı insanların gönül sırlarına muttali olması nedeniyle verilmiş bir unvandır.1 Hz. Mevlânâ kimi velîler için bu vasıflarından dolayı ‘kalp casusları (cevasisu’l-kulûb)’ tâbirini kullanır. Tasavvufî gelenekte; “Âlimlerin huzurunda dilini, evliyânın huzurunda da kalbini koru.” ifadesi bu arka plana binâen söylenen bir vecizedir. Hüseyin Burhâneddîn’e bu vasfı nedeniyle Horasan, Tirmiz, Buhara gibi şehirlerde ‘sırların efendisi (seyyid-i sırdân)’ denildiğini kaynaklardan öğreniyoruz.2 Muhakkık ise ilimde hakka’l-yakîn mertebesine ulaşmış, taklidî bilgi düzeyini aşmış olmasına nisbetle verilmiş bir unvandır.
Aslen Tirmizli olan Seyyid Burhâneddîn’in yaşamıyla ilgili bilgilere Mevlevî kaynaklarda Mevlânâ ile ilişkisi bakımından değinilir. Bu yüzden yaşamının Mevlânâ ve ailesinden uzaktaki dönemi hakkında ayrıntılı bilgi sahibi değiliz.
Bilindiği üzere Seyyid Burhâneddîn Hazretleri’nin Hz. Mevlânâ ile irtibatı Mevlânâ’nın ata yurdu Belh’e ve babasına uzanır. Seyyid Burhâneddîn, tarîkattaki şeyhinin Mevlânâ’nın babası Bahaeddîn Veled olduğunu çeşitli vesilelerle ifade etmektedir. Tasavvufî gelenekte âşinâ olunduğu üzere şeyhine karşı son derece hürmetkâr ve yüceltici ifadeler kullanan Seyyid Burhâneddîn, eriştiği tüm makam ve hallere mürşidinin irşadıyla ulaştığını söyler. Söz gelimi bir ifadesinde Bahâeddîn Veled’in Hz. Peygamber (s.a.s.)’den sonra gelen en büyük velî olduğunu belirtir.3 Mevlânâ için dua ederken Cenâb-ı Hakk’tan onu babasının makamına eriştirmesini, zira onun mertebesinden daha yüce bir makam olmadığını söyler.4
Bir sûfînin şeyhinden bahsederken bu türden nitelemelerine tasavvufî gelenekte genelde rastlanmaktadır. Bu nitelemeleri bir yönüyle şöyle açıklamak mümkündür. “Dağları (yeryüzü için) kazıklar yapmadık mı?”5 âyetinin işârî yorumunda sûfîler, âyetteki kazıklar (evtâd) ifadesinin dağlar şeklindeki zâhirî anlamını kabul etmenin yanında bu ifadenin, varlıklarıyla âlemde intizam ve salâha vesile olan Allah dostlarını da işaret ettiğini söylerler. Dağlar, yeryüzünün dengede durmasını sağlayıp depremleri önlediği gibi ârifin varlığı da âlemin mührü (hatemi) ve korunma vesilesidir. Buna binâen Hz. Mevlânâ; “Kâmil bir ârifin varlığı âlemler için rahmettir.” der.6 Âyetin lafzına itibaren söylenecek olursa bir dağa fazlaca yakınlaşanın gözüne diğer dağlar görünmediği gibi bazen bir şeyhe bağlılık kişinin diğer velîlerin mertebesini görmesine engel olabilir. Bu durum şeyhle irtibat içinde olmayan için mübalağa ve sübjektif görülse de tam olarak o velîden istifade edebilmesi için tasavvufî gelenekte bu tarz bir bağlılık mürîd için lüzumlu görülür. Dolayısıyla Seyyid Burhâneddîn’in şeyhi Bahâeddîn Veled hakkındaki mübalağalı görülen bu ifadesini bu tarz bir değerlendirme olarak yorumlamak mümkündür.
Belh’in de içinde bulunduğu Horasan bölgesinde erkek çocukların eğitimi için lala ve atabek denilen mürebbi tutulması yaygın bir gelenekti. Âlim ve şeyhler, öğrencileri arasından güvendikleri birini çocuğunun eğitimiyle ilgilenmesi için görevlendirirdi. Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ ile irtibatı Bahâeddîn Veled’in mürîdi olduğu bu döneme uzanmaktadır. Seyyid Burhâneddîn (k.s.)’in Hz. Mevlânâ’nın lalası olduğu,7 Mevlânâ’yı sıkça omzunda gezdirdiği rivâyetlerde geçmektedir.8
Kaynaklar, Mevlânâ ailesinin Belh’ten göç etmesinden sonra başlayan ve yaklaşık on beş yıl devam eden süre zarfında Seyyid Burhâneddîn’in yaşamıyla ilgili ayrıntılar hakkında pek bilgi vermemekle beraber babası vefat ettiğinde (628/1231) Mevlânâ’nın takriben yirmi dört yaşında olduğu, Seyyid Burhâneddîn’in bundan bir yıl sonra mânevî bir işaretle Mevlânâ’nın eğitimiyle yakından ilgilenmek üzere Anadolu’ya geldiği konusunda hem fikirdir.
Seyyid Burhâneddîn’in Maârif’indeki sohbetleri ve sözleri Mevlânâ’ya mürşidlik yaptığı bu dönemi; yani Anadolu’ya gelişinden ölümüne kadar olan takriben dokuz yılı (1232-1241) kapsamaktadır. Görüştüklerinde Mevlânâ’ya bazı sorular soran Seyyid Burhâneddîn, aldığı cevaplar üzerine teorik (kâl) ilminden dolayı onu tebrik eder. Ancak ilminin babasınınki gibi hal ve tecrübe ile bütünleştirilerek kemâle eriştirilmesi gerektiğini söyler.9
Seyyid Burhâneddîn, nebî ve velîlerin ilmi olarak nitelediği ledün ilminin şeyhi Bahâeddîn’den tevârüs etmiş olduğunu söyler. Kalpten kalbe aktarılan bu ilmi Mevlânâ’ya aktarmakla kendisini sorumlu görür. Hz. Mevlânâ bakışları ve sohbetiyle irşad edebilen (ehl-i nazar) velîlerden bahseder. Onların bakış ve sohbetinin mürîdin bakır gibi olan tabiatını altına çeviren ilâhî bir simya olduğunu belirtir.10
Seyyid Burhâneddîn Mevlânâ’nın bahsettiği türden irşad ehli bir velî olduğunu Maârif’teki şu ifadesiyle belirtir:
“Biz, kime yönelirsek, o masivadan yüz çevirir… Bizim içimizde bir inci vardır, o inciyi kimin yüzüne tutarsak, onun işi bitmiştir. Artık o bütün sevgililere, bütün dostlara yabancı kesilir.”11
Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ üzerindeki tesiri sadece hal ilmi denilen alanla sınırlı değildir. Seyyid Burhâneddîn, Mevlânâ’nın tasavvufî eğitim sürecinin mürşidi olmasının yanısıra zâhirî ilimlerdeki ihtisasının da teşvikçisidir.
Menâkıbnâmelerin temel amacı kronoloji olmadığından tarihler konusunda kimi zaman pek itina göstermedikleri görülür. Eflâkî Dede’nin Menâkibu’l-Ârifin’inde de bu türden rivâyetlere rastlanmaktadır. Söz gelimi Seyyid Burhâneddîn ve Mevlânâ arasında geçtiği nakledilen yukarıdaki diyalog Mevlânâ’nın ilim tahsili için Halep ve Şam’a gidip yaklaşık yedi yıl süren ilim tahsilinden sonraki ilk görüşmeye ait olmalıdır. Aksi halde şeyhi Bahâeddîn Veled’in ilimdeki derecesine gıpta ile bakan Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ’ya “Zâhirî ilimlerde babanı yüz misli geçmişsin.” dedikten sonra geride eşi ve iki çocuğu olduğu halde Mevlânâ’yı uzun süreyle Halep ve Şam’a göndermesi ikincil bir ihtimaldir. Anlaşılan o ki Seyyid Burhâneddîn 1232’de Konya’ya geldikten sonra Mevlânâ ile yaptıkları değerlendirme sonunda zâhirî ilimlerdeki ihtisasını ilerletmek üzere Mevlânâ’nın Halep ve Şam’a gitmesi kararlaştırılmıştır. Kaynaklarda Seyyid Burhâneddîn’in yolculuk esnaında Kayseri’ye kadar Mevlânâ’ya eşlik etmiş olduğuna ilişkin rivâyet de Seyyid Burhâneddîn’in bu husustaki teşvik edici rolünü destekler mahiyettedir. Mevlânâ’nın ilim tahsiliyle geçirdiği bu yedi yıllık süre zarfında Seyyid Burhâneddîn Kayseri’dedir.
Mevlânâ’nın dönüş esnaında önce Kayseri’ye uğraması, Seyyid Burhâneddîn’in onu Kayseri’de halvete soktuğu şeklindeki rivâyetler, Mevlânâ’nın bu ilim tahsil sürecine şeyhinin gözetiminde çıkmış olduğu fikrini desteklemektedir. İlim tahsiliyle geçen yılların semeresini Mevlânâ’da gören Seyyid Burhâneddîn, zâhirî ilimlerde babasını yüz misli geçmiş olduğunu ancak hal ilmi ile beraber kâl ilminin de babasında tamam olduğunu söyler ve Mevlânâ’yı şeyhinden kendisine erişen mânâyı tahsile yönlendirir. Bilindiği gibi halk hikâyelerini tasavvufî mesajlar vermek amacıyla manzûm tarzda ilk defa kullanan Hakîm Senaî ile başlayan edebî gelenek, kendini onların vârisi ve takipçisi olarak gören Mevlânâ ile zirveye çıkmıştır. Mevlânâ’nın dikkatinin bu alana yönlendirilmesinde Seyyid Burhâneddîn’in etkisi göz ardı edilmemelidir. Bu hususu teyid eden bir diyalog, Fîhi Mâ Fîh’te geçer. Seyyid Burhâneddîn’in hakîkate dair güzel söz söyleme hünerinin olduğundan bahsedilir.12 Yine bir başka sohbette, mecliste bulunanlardan biri Mevlânâ’ya Seyyid Burhâneddîn’in çok güzel konuştuğunu, ancak sohbeti esnaında âyet ve hadîslerle birlikte Hakîm Senaî’nin şiirlerinden çokça iktibasta bulunduğunu belirterek bunun Seyyid Burhâneddîn için bir nâkısa olduğunu îmâ eder. Bu îmâya karşılık Mevlânâ, Seyyid Burhâneddîn’in Hakîm Senaî’den çokça iktibasta bulunduğunu tasdikten sonra bunun bir nâkısa gibi görülmesinin yanlışlığını şu örnekle cevaplandırır. “Bunu demek şuna benzer: Güneş güzeldir ama bir aybı var o da ışık vermesi…”13 Seyyid Burhâneddîn’in Senaî’nin şiirlerinden yaptığı iktibasların onun için bir nâkısa değil fazilet olduğunu vurgular.
Seyyid Burhâneddîn’in şu sözü Mevlânâ’nın söz söyleme konusundaki maharetine etkisini ifade bakımından önem arz eder:
“Ben şeyhim Sultanu’l-Ulemâ’dan iki nasibe eriştim. Biri hitabet ve sözde fesahat; diğeri halde güzellik. Kâlimi (sözümü) Mevlânâ’ya, halimi de Selahaddîn Zerkub’a verdim.”14 Özet olarak aktarılan bu bilgilerden Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ üzerindeki tesirinin yalnızca seyr u sülûktaki irşadla sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. Mevlânâ’nın zâhirî ilimlerdeki ihtisası, halini açık ve belîğ bir biçimde şiire dökmesi gibi hususlarda da Seyyid Burhâneddîn yönlendirici rol oynamıştır. Seyyid Burhâneddîn’in o zamanlar Daru’l-Fetih denilen Kayseri’yi çok sevdiğini, halen aynı ismi taşıyan Ali dağına çıkarak orada ibadet ve dua ettiğini kaynaklardan öğreniyoruz.15
Dönemin Kayseri’sinde yetkili Selçuklu veziri Sâhib Şemseddîn Isfahânî dâhil dönemin devlet ricalinin Seyyid Burhâneddîn’in sohbetlerine katıldıklarına ilişkin rivâyetler, Seyyid Burhâneddîn’e gösterilen toplumsal teveccüh ve hürmetin karineleridir. İslâm halîfesinin elçisi sıfatıyla Bağdat’tan Anadolu’ya gelen Avârifu’l-Maârif müellifi meşhur Şeyh Şihâbuddîn Sühreverdî (ö. 632/1234) Kayseri’ye geldiğinde vezir Şemseddîn Isfahânî aracılığıyla Seyyid Burhâneddîn ile görüşür. Görüşme, sûfî literatüründe sükût sohbeti denilen sessiz gönül diyalogu tarzında geçer. Görüşmenin akabinde vezir, Şihâbuddîn Sühreverdî’ye Seyyid Burhâneddîn’i nasıl bulduğunu sorar. Sühreverdî de onu, mânâ incileriyle ve Muhammedî hakîkatin sırlarıyla dolu, hem âşikâr, hem son derece gizli ve çok dalgalı bir derya şeklinde tasvir eder.16
Mevcut yazma nüshaların gözden geçirilerek yeniden basımı gerekli olan Maârif adlı eserindeki ifadelerinden, Seyyid Burhâneddîn’in dönemin Kayseri’sinde etrafındaki insanlara rehberlik yapan gönül kandili nurlu17 bir mürşid olduğu anlaşılmaktadır. Sûfîlerce nazargâh-ı ilâhî kabul edilen gönül halini anlattığı bir ifadesinde Seyyid Burhâneddîn şöyle der:
“Bu medresenin Müderrisi pek büyüktür, kim olduğunu söyleyemem, talebesi ise gönüldür.”18 “Bize hürmet etmeyen bizi tanımıyor demektir.”19
Mevlânâ’nın tam dokuz yıl Seyyid Burhâneddîn’in hizmetinde bulunduğu belirtilir.20 Bu süreçte Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ’nın tasavvufî eğitim sürecinin pişme ve olgunlaşma aşamasının etkin mürşidi olduğu ve Mevlânâ’nın seyr u sülûk anlayışının şekillenmesinde önemli tesire sahip olduğu açıktır. İki düşünürün eserleri arasındaki mukayese, bu tesiri bâriz şekilde göstermektedir. Bu mukayesede söz konusu tesirin en yoğun olduğu alanın ise seyr u sülûk süreciyle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. İki sûfî düşünürün anlayış ve ifadelerindeki yakınlığa örneklik teşkil etmesi bakımından her ikisi tarafından seyr u sülûkun nihaî gayesi olarak görülen fenâ ile ilgili bazı ifadelerini iktibasla konuyu açıklayalım.
Tasavvufî literatürde fenâ, ilâhî sıfatların kulda zuhûrunu sağlayacak derecede beşerî sıfatların ilâhî sıfatlarda yok olması şeklinde tanımlanmıştır.21 “Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaradan” vecizesi bu anlayışı özetlemektedir. Seyr u sülûk sürecinin nihaî gayesi Allah’a vuslatı gerçekleştirmektir. Bunun yolu da O’nda fânî olmaktan geçmektedir. Seyyid Burhâneddîn’in bu hususla ilgili bazı ifadelerine yer verelim:
“Gök kubbenin damına nasıl çıkılır deme
Eğer varlığından geçebilirsen çıkabilirsin”
“Ben, ben oldukça Senden nasıl söz edebilirim?
Fakat ben Sen olursam ya Sen söylersin ya da ben”
“Öndeki perde benim, kaldırıp varlığımdan geçtim mi
O perdenin ardında ancak vuslat nuru vardır”22
“Kavuşmak, vuslat nedir
Yok olmak, varlığından bir şey kalmamak, Allah’ın varlığı ile var olmak demektir. Sen arada kalmadın mı Allah’ın lûtfuna kavuşursun fakat arada kalmış isen yok olmamışsın demektir.”23
“Mutasavvıflar vur kır, geç gitsin demişlerdir. Varını yoğunu vur kır da yitip gidene katıl, yok ol! Yok ol da ortadan kaybol, yeni bir yol bul. Burası varını yoğunu kaybedip hiçbir şeyi kalmayanların medresesidir.”24
“Sen var olasın, Yüce Allah da var olsun
Sakın böyle söyleme, aklını başına al
Kendi varlığında kaldıkça gerçek varlığa ulaşmak için sana yol vermezler
Ama yok olup kendi varlığından geçtin mi gözden ve gönülden çıkarmazlar seni
Hakîkî olarak kendi varlığından geçtin mi
O zaman alnını işaretleyerek parmakla gösterirler seni”25
Mürşidi tarafından bu tarzda dile getirilen bu anlayışın şimdi Mevlânâ tarafından nasıl dile getirildiğine bakalım:
“Yok olmadıkça hiç kimseye o yüce dergâha varmaya yol yoktur.
Göklere yücelme nedir? Şu yokluk. Âşıkların yolu da yokluktur, dini de.”26
“Adamın biri, bir dostun kapısını çalar, içeriden ‘Kimsin?’ diye sorulması üzerine gelen ‘Benim’ der. Dostu da; ‘Mademki sen, sensin (yani henüz sen, kendi varlık düzeyindesin) sana kapıyı açmıyorum. Çünkü ben, benim kapımda benlik davası güden hiç bir dost tanımıyorum.’ diye cevap verir.”27
“Her kim Hak kapısında ben’den, biz’den dem vurarak dolaşırsa, kapıdan sürülür. (Çünkü henüz daha) ‘lâ’ makamında kalakalır. (‘illa’ya/bekâya erdirilmez)”28
“Ey Zülfikar, kendi varlığının, benliğinin başını kes. Kendinden geç, derviş gibi yok ol.
Kendinden geçtin, varlığını bıraktın mı, ne yaparsan Allah yapar. ‘Sen atmadın, Allah attı.’29 hükmüne girer, emin olursun.”30
“Onun hakîkatine var, kendi varlığından geç.”31
Yukarıdaki iktibaslar Seyyid Burhâneddîn ve Mevlânâ arasındaki hissediş ve düşünce birliği yanında bu his ve düşüncelerin ifade biçimlerinin de birbirine ne kadar yakın olduğunu göstermektedir. Bu benzerliğin ortaya koyduğu diğer bir husus; Mevlânâ’nın mürşidini tam bir istifade ile modellediğidir. Kaynaklar Seyyid Burhâneddîn’in Konya’dan ayrılarak Kayseri’ye dönüşünü Mevlânâ’ya söylediği şu sözle açıklarlar: “Buraya bir aslan yöneldi, iki aslan bir posta sığmaz.” Seyyid Burhâneddîn bu ifadesiyle Mevlânâ’nın ruhanî latîfesindeki kapalı diğer kapıların Şems’in parmak izleriyle açılacağına işaret ederek Mevlânâ’dan izin ister ve Konya’dan ayrılarak sevdiği şehir Kayseri’ye döner. Kayseri’de vefat eden (ö. 1241) Seyyid Burhâneddîn’in türbesi adıyla anılan mezarlık içindedir.
Yazımızı Şeyh Gâlib Dede’nin bir beytini Mevlânâ (k.s.) gibi kâmil bir insanı insanlığa kazandırmadaki katkısından dolayı Seyyid Burhâneddîn (k.s)’e ithafla bitirelim:
“Olsun mübarek ol mehe kabr-i seadeti
Mevlâ müyesser eyleye makam-ı şefaati”
*Yrd. Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
1. Eflâkî, Ahmed, Âriflerin Menkıbeleri (Mevlânâ ve Etrafındakiler) I-II, çev. Tahsin Yazıcı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1986, c. I, s. 116.
2. Eflâkî, c. I, s. 116.
3. Seyyid Burhâneddîn Tirmizî, Maârif Mecmua-ı Mevâız u kelimât-ı Seyyid Burhâneddîn, haz. Bediüzzaman Füruzanfer, Tahran: Vizâret-i Ferheng, tsz., s. 21, krş; Maârif, trc. A. Rıza Karabulut, Mektebe Yay., Ankara 1995, s. 63.
4. Maârif, s. 24; trc., s. 66.
5. Nebe 78/7.
6. Mesnevî, c. I, b. 717.
7. Eflâkî, s. 123.
8. Eflâkî, s. 117.
9. Eflâkî, s. 117.
10. Mesnevî, c. I, b. 716.
11. Maârif, s. 62; krş. Karabulut trc. s. 122.
12. Bkz. Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, çev.:A. Avni Konuk, haz.: Selçuk Eraydın, İz Yay., İstanbul 1994, s. 102-3.
13. Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 188.
14. Eflâkî, s. 121.
15. Eflâkî, s. 118.
16. Eflâkî, s. 124.
17. Maârif trc., s. 101.
18. Maârif trc., s. 125.
19. Maârif trc., s. 120.
20. Eflâkî, s. 117.
21. Serrâc, Lum’a, s. 378, 384; Kuşeyri, er-Risâle, s. 67.
22. Maârif trc., s. 114.
23. Maârif trc., s.132.
24. Maârif trc., s. 125.
25. Maârif trc, s. 115.
26. Mesnevî, c. VI, b. 232-3.
27. Mesnevî, c. I, b. 3055’den sonraki başlık ve b. 3056-65.
28. Mesnevî, c. I, b. 3055.
29. Enfâl 8/17.
30. Mesnevî, c. VI, b. 1522-3.
31. Mesnevî, c. VI, b. 2239.