Sevgi İnsanı Mevlânâ – Musa Tektaş

A+
A-

Sevgi İnsanı Mevlânâ

Musa Tektaş

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı “UNESCO” tarafından “Mevlânâ Yılı” ilan edilen 2007″de dünyanın dört bir yanında çeşitli etkinliklerin düzenlenmesi bizleri çok sevindirdi. “Mevlânâ Celaleddin Rûmî”nin 800. Doğum YıldönümüKutlamaları” vesilesiyle, başta Paris olmak üzere New York, Cenevre, Berlin, Cakarta, Duşanbe, Kahire, Londra, Melburn, Roma, Sydney, Şam, Chicago, Tokyo, Washington ve Yeni Delhi”de Mevlânâ”yı tanıtıcı konferanslar, tasavvuf müziği konserleri, sema gösterileri yapıldı/yapılıyor ve Türkiye”yi tanıtıcı görsel malzeme ve yayınlar dağıtılıyor. Özellikle Konya”da ve ülkemizin bir çok ilinde/ilçesinde Mevlânâ ile ilgili programlar tertip edilecektir.

Dünyanın bu kadar önemsediği, değer verdiği bu maneviyat büyüğü evrenseldeğerler açısından büyük bir hoşgörü simgesi olan Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî”yi anmak, hayırla yâd etmek gerekmektedir.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî

Mevlânâ Celâleddin Rûmî; 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan, sevgi ikliminde, Horasan Ülkesi”nin Belh şehrinde doğdu. Mevlânâ”nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden “SuItânü”l-Ulemâ /Bilginlerin Sultânı” ünvanını almış olan Hüseyin Hatibi oğlu Bahâeddin Veled”tir. Sultânü”l-Ulemâ Bahaeddin Veled, Moğol istilası nedeniyle 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh”den ayrıldı. Sevgi izinde yürüyerek, birçok şehri ziyaret edip Hac farizasını yerine getirdi. Sevgililerin sevgilisi Hz. Peygamber”i ziyaret ettikten sonra Anadolu”ya döndü, Karaman”a yerleşti. Alâeddin Keykubâd Sultânü”l-Ulemâ Bahaeddin Veled”i Karaman”dan Konya”ya davet etti. Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya”ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultânü”l-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlânâ”nın çevresinde toplandılar. Mevlânâ 15 Kasım 1244 yılında sevgi membaından beslendiği Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Hayatını, “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlânâ 17 Aralık 1273 Pazar günü sevginin vuslatına erdi. Mevlânâ, “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir” der. Onun yeri seven gönüllerdir.

Hazreti Mevlânâ gönlünde Hak sevgisi ile insan sevgisini birleştirmiştir. ‹nsanı sevmenin de, Hakk”ı sevmek olduğu inancını savunmuştur. Sözleri dikkatle ve ibretle okunduğunda içten duyduğu sonsuz sevginin kime karşı olduğu açıkça anlaşılır. Bir şiirinde, birbirimizin kıymetini bilmemizi, birbirimizi sevmemizi tavsiye etmektedir. Çünkü sevdiklerimizi, maddî varlıkları için değil, onlarda bulunan için, yani Allah için seviyoruz. Şöyle diyor Mevlânâ:

“Gel, gel de birbirimizin kadrini, kıymetini bilelim. Çünkü belli olmaz, birbirimizden ansızın ayrılabiliriz. Mademki Peygamber Efendimiz, “Mümin, müminin aynasıdır” diye buyurdu, ne diye aynadan yüz çeviriyoruz. Garazlar, kinler dostluğu karartır, gönlü yaralar. Ne diye garazları gönlümüzden söküp atamıyoruz.”

“Gel, aramıza gir. Biz, Hak âşıklarıyız, gel aramıza katıl da sana aşk bahçesinin kapısını açalım. Gölge gibi evimizde otur, biz Hak güneşinin komşularıyız. Biz, can gibi göze görünmüyoruz, âşıkların aşkı gibi, izimiz, nişanımız da yok. Fakat eserlerimiz, sende, senin önünde, çünkü biz can gibi hem gizliyiz, hem de apaçık ortadayız. Sen, her neden bahsediyorsan, onlardan da yücelere, daha ötelere bak, biz ötelerin de ötesindeyiz. Sen, su gibisin, fakat çukurda kalmışsın, mahbussun. Kendine bir yol aç da bize katıl, çünkü biz, Hakk”a doğru akan bir seliz.”

Mevlânâ”nın Eserleri

Mesnevî

Mesnevî klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım türüne Mesnevî adı verilmiştir. Uzun sürecek konular veya hikayeler şiir yoluyla anlatılmak istendiğinde, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî türü tercih edilirdi.

Mesnevî her ne kadar klasik doğu şiirinin bir türü ise de, “Mesnevî” denildiği zaman akla, “Mevlânâ”nın Mesnevîsi” gelmektedir.

Mevlânâ Mesnevî”yi Hüsameddin Çelebi”nin isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi”nin söylediğine göre, Mevlânâ, Mesnevî beyitlerini Meram”da gezerken, otururken, yürürken, hatta semâ ederken söylediği inci misali sözleri, Çelebi Hüsameddin de kaleme almış kaydetmiştir.

Hazreti Mevlânâ”nın bütün eserlerini ama bilhassa Mesnevî”yi anlayarak, özümseyerek okumak ve istifade etmek gerekir. Bizzat muhterem müellifinin de dediği gibi Mesnevî, “Mahz-ı Kur”an”dır. Yani bu mübarek kitap, Kelâm-ı Kadîm”in özüdür. Bugün bile Avrupalılar ve Amerikalılar, Muhyiddin-i Arabî”nin “Fütûhat-ı Mekkiye”sini, “Füsûsu”l-Hikem”ini, Abdulkadir-i Geylânî”nin “Fütûhü”l-Gayb”ını okuyarak hidayete erdikleri gibi, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî hazretlerinin Mesnevî”sini tetkik ederek de Müslüman oluyorlar.

Dîvân-ı Kebir

Dîvân şairlerinin şiirlerini topladıkları deftere denir. “Dîvân-ı Kebir “Büyük Defter” veya “Büyük Dîvân” manasına gelir.

Mevlânâ”nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu dîvandadır. Dîvân-ı Kebir”in dili Farsça olmakla beraber, içinde Arapça, Türkçe ve Rumca şiire de yer verilmiştir.

Mektûbât

Mevlânâ”nın başta Selçuklu hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerine nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen dinî ve ilmî konularda açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur.

Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa, onu kullanmıştır.

Fîhi Mâ Fih

Fîhi Mâ Fih “Ne varsa içindedir” manasına gelmektedir. Bu eser Mevlânâ”nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetleri içermektedir. Bunların oğlu Sultan Veled tarafından bir kitapta toplandığı sanılmaktadır. Eser 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane”ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasî olaylara da değinilmiştir. Bu nedenle bu eser tarihî açıdan da büyük bir önem taşımaktadır.

Eserde cennet ve cehennem, dünya ve ahiret, mürşid ve mürid, aşk ve sema gibi konular işlenmiştir.

Mecâlis-i Seb”a (Yedi Meclis)

Mecâlis-i Seb”a adından da anlaşılacağı üzere Mevlânâ”nın yedi meclisinin, yedi vaazının toplanmasından meydana gelmiştir. Mevlânâ”nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlenmesi yapıldıktan sonra, Mevlânâ”nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Mevlânâ, yedi meclisinde her bölüme “hamd-ü sena” ve “münacat” ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hâle getirmektedir. Bu yol Mesnevî”nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.

Menkıbeleri

Şüphesiz Merhamet Eder

Mevlânâ, Allah Teâlâ”nın yarattığı bütün mahlûkâta merhamet sâhibi idi. Bir gün Nefîsüddîn Sivâsî”ye bir kuruş verip ekmek aldırdı. Ekmeği eline alıp bir virâneye gitti. Nefîsüddîn de gizlice onu tâkibe başladı. Sonunda, Mevlânâ”nın o ekmeği yeni yavrulamış bir köpeğe kendi elleriyle yedirdiğini gördü. Mevlânâ dönüşünde, Nefîsüddîn”in kendisini tâkib ettiğini anlayıp; “Bu hayvan yedi gündür açtır ve yavrularına şefkatle bakmış ve hiç yanlarından ayrılmamıştır. Rasûlullah Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; “Merhametlilerin en büyüğü olan Allah Teâlâ, kullarından merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve ashâbım! Siz de O”nun yarattıklarına merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet etsin” buyurdu. Nefîsüddîn bu sözler üzerine ağlayarak, Mevlânâ”nın ellerini öptü ve hayvanlara bile bu kadar merhametli olan siz, tabiatiyle ahbâb ve dostlarınıza da merhamet edersiniz.” dedi. Bunun üzerine Mevlânâ; “Allah”ın sevdiği kullarına merhameti pek çoktur; bütün mahlûkâta ve ahbâblarına da şüphesiz merhamet eder.” buyurdu.